Bölümler | Kategoriler | Konular | Üye Girişi | İletişim


Tasavvufi Kıssalar

(101.Kıssa) Rabıtanın İspatı:

Eğer denilirse, rabıtaya sabit delil var mıdır? Biz de deriz ki evet vardır.Kitap,sünnet ve kıyas-ı fukaha ile delil sabittir.
Manayı latifi: “Allahü Tealanın tarafına takarrub ve yaklaşma için vasıtayı arayınız” demektir.Eğer burada vesileden murat rabıtadan başka şeydir denilirse; biz deriz ki: mana umumidir.Vesile aramakla emir sabit oldu ise, rabıta vesilelerin en faziletlisidir.Çünkü vesile, “Peygamberimiz” sallalahü teala aleyhi ve selemdir yahut vekilleridir.

(102.Kıssa) Rabıtanın Sünnet İle Sübutu:

İmam-ı Buhari Hazretlerinin zikrettiği vecihle Ebu Bekir-Sıddik (r.a) birgün Hazret-i Resul-ü Ekrem (s.a.v)`e “Ya Resulullah!. Ruhaniyetiniz hasebiyle hayalimden hiçbir an ayrılmıyorsunuz” buyurdu ki, ruhaniyet hayalde olmaktan murat anlattığımız rabıtadan ibarettir.
Malumdur ki, sünnet, ya kavli nebidir, ya fiili nebidir, yahut takriri nebidir.Kavli nebi Resul-ü Ekrem Efendimizden sadır olan sözlerdir.Fiili nebi Resul-ü Ekrem Efendimizden sadır olan iştir.Takriri nebi bir kimseden sadır olan işi Resul-ü Muhterem “sallalahü teala aleyhi ve selem” Efendimiz Hazretleri görüp o işi men etmemesidir.Bu makamda zahiri sünnetten murat takriri sünnet olmasıdır.Çünkü Resul-ü Ekrem Efendimiz, Hazreti Sıdık-i bu tahayyülden men etmedi.

(103.Kıssa) Rabıtanın Kıyasla Sübutu:

Maksud bizzat`a, vesiyle ve maksuda muayyen olan şeyleri (vesile olduğu haysiyetle) tahayyül etmekte bir beis yoktur.Ancak yasak olan, vesileyi, maksud bizzat kılmaktır.Fakat bu makamda hal böyle değildir.Münkirlerin ise bu iki şeyin arasını ayırmaya akılları yetmiyor.
Bazı Tarikatlarda beyan olunduğu gibi rabıta temessül yolu ile de olur.Bir kimsenin diğer bir kimse suretine girmesine temessül denir.Eğer mürid mürşidinin suretinde kendisini tahayyül ederse ona temessül yolu ile rabıta denir.Bu şekil yapılan rabıta bazılarının irad ettiği üzere şüpheden uzaktır.
Rabıta galip ve kuvvetli olduğu zamanlarda Mürid her neye baksa şeyhini görür.Yani her ne şeye nazar etse o baktığı şey müride şeyhinin suretiyle görünür.
Bu fakire şeyhim rabıtayı temessül ile Hazret-i Sıddıki Ekber Efendimize rabıtaya emir verdiler.Sıddık-i Ekber Hazretlerinin simai alilerini şöyle tarif ve beyan ettiler: Mübarek sakalları ak, mübarek alnı mihrap gibi bir miktar çukurca ve mübarek vechi saadetleri nurani ve berrak idi.

(104.Kıssa) Ayetler ve İbretler:

Yüce Allah, Kur’an’da bütün varlıklara, yerlere, göklere, dağlara, denizlere, aya, güneşe, yıldızlara, geceye, gündüze, yağmura, rüzgara, insana, bitkilere, hayvanlara, tarihte olan olaylara “ayet”, “delil” ve “ibret” ismini veriyor ve onların yaratılmasına, seyrine, sevk ve idaresine, hareket ve sonuçlarına ibretle bakmamızı, onların üzerinde derin derin düşünmemizi emrediyor. Bir sivrisineğin halini, arının yaptığı balı, örümceğin ördüğü ağı misal vererek, akıl sahiplerinin ibret almasını istiyor. Cennet, Cehennem, Sırat, Mizan ve diğer ahiret hallerini safha safha anlatarak, hepsi üzerinde düşünülmesini bekliyor.

Kısaca önümüze iki türlü ayet konmuştur. Birisi Kur’an ayetleri, diğeri kainat ayetleridir. Yüce Allah, bütünüyle Kur’an ayetlerini düşünüp öğüt almamız ve Allah’ın tek ilâh olduğunu anlamamız için indirdiğini haber veriyor. (Nisa, 82; Yusuf, 2; İbrahim, 52 v.d.)

Aynı şekilde yerler, gökler ve içindekilerin de aynı hedef için yaratıldığını bildiriyor ve onlardaki bu ilmi insanların okumasını, içindeki mesajı almasını istiyor. (Bakara, 164; Âl-i İmran, 190-191; Yunus, 101 v.d.)

Bu ayetler bize sadece kainatta olanı biteni haber vermek, onların isimlerini öğretmek ve arada bir kendilerini konu etmek için anlatılmıyor. Bunların tek hedefi kalbi uyandırmak ve Yüce Allah’a bağlamaktır. Çünkü disiplinli düşünmek, bir halden diğerine geçmek içindir. Tefekkürle kalp dirilir, hali değişir, sıfatı güzelleşir. Bu dirilik ve güzellik diğer lâtifelere yansır. Kalp gibi ruh, sır, hafi, ahfa, vicdan, akıl ve şuur da ayet ve delilleri tefekkürün sonucu oluşan ilim ve feyzden nasiplenir. Sonuç güzel ahlâktır.

Tefekkürle cehaletten ilme, dünya hırsından zühde, kibirden tevazuya, benlikten edebe, nefretten sevgiye, korkudan emniyete, vesveseden zikre, boş işlerden ibadete, fani dostlardan ebedi sevgiliye yöneliş ve geçiş sağlanır. İşte buna seyr u sulûk, yani Allah’a gitmek denir. Bu hedefe giderken her şey bir vesileden ibarettir. Tefekkür de en güzel vesiledir. Bunun için, “uyanık kalple bir saat tefekkür yapmak, gaflet içinde bir sene ibadet yapmaktan hayırlıdır” denmiştir. (Ebu’ş-Şeyh, Kitabu’l-Azame; Gazalî, İhya)

Kur’an’da, ayetlerden ibret almak ve sonuç çıkarmak için samimi iman, uyanık kalp, güzel yöneliş, takva, temiz akıl ve sabır gerekli görülmüştür. İman etmeyen ve aklı midesine, kulağı para sesine, gözü cüzdanına bağlı yaşayan kimseler, bu halleriyle kör, sağır, dilsiz, hissiz ve kıymetsiz birer varlık olarak tanıtılmıştır.

Görüldüğü gibi tefekkür lazımdır. Tefekkürün hedefi şirkten kurtulmak, tevhide ve şükre ulaşmaktır. Bu şekilde tefekkür etmek, ibret almak, kendini kontrol etmek ve amellerini muhasebeye çekmek her müminin günlük amelleri arasında yerini almalıdır. Hadiste, aklı başında olan her müminin, gününün bir kısmını bu tefekkür için ayırması gerektiği belirtilmiştir. (İbnu Hıbban, Sahih; Ebu Nuaym, Hilye)

Allah razi olsun ebeden,
Ayet derdim birisi arastirmis dediginiz ayet yok diye... yoktu ki , o kur-anda bahsettigim ayet gördügumdeki hissettiklerimdi.
KUr-an yazar ama dünyadaki hersey görûnen bir ayettir.
Ne mutlu banaki rastlarim bu satirlara ve normal insanim bu anlamda.
Ya Rabbi Duyan ve görenlerden eyle.
Derdim ki nedir bu sinekteki hikmet? Açin bir bakin derim bulursaniz buyultulmusunu, o ne güzellik o ne dizayn o ne özen.. ve akil durdu ve akil secdeye durdu...
O gunden beri aklim benimle ugrasmaz ve kalbime uydu.
Rabbim hakikatin pesinden gidenlerden eylesin.
Bu satirlar isterim ki hep devam etsin, insana huzur veriyor.

[quote=melissa ]
Allah razi olsun ebeden,
Ayet derdim birisi arastirmis dediginiz ayet yok diye... yoktu ki , o kur-anda bahsettigim ayet gördügumdeki hissettiklerimdi.
KUr-an yazar ama dünyadaki hersey görûnen bir ayettir.
Ne mutlu banaki rastlarim bu satirlara ve normal insanim bu anlamda.
Ya Rabbi Duyan ve görenlerden eyle.
Derdim ki nedir bu sinekteki hikmet? Açin bir bakin derim bulursaniz buyultulmusunu, o ne güzellik o ne dizayn o ne özen.. ve akil durdu ve akil secdeye durdu...
O gunden beri aklim benimle ugrasmaz ve kalbime uydu.
Rabbim hakikatin pesinden gidenlerden eylesin.

Melisa Kardeşim Mevlam Cümlemizden Razı Olsun.Siz Kardeşime Ve Sitedeki Kardeşlerimize Acizane Bir Şeyler Yazabiliyorsak Ne Mutlu Bu Kardeşinize.Mevlam Doğru Yoldan Gidenlerden Eylesin.Bizlerede Çok Dua Ediverin İnşaAllah.Kıssaların Devamı Gelecek.Mevlam Öğrendiklerimizle Amel Edebilmeyi Cümlemize Nasip Eylesin İnşaAllah.Allaha Emanet Olunuz Kardeşim.

(105.Kıssa) İhlas, Talep Ve Feyiz İstemek İçin Kalp Huzurunun Keyfiyeti:

İhlas: Mürid o mertebede olmalı ki, mürşidini kemalata ermiş, Resulullah (s.a.v)`in vekili ve zillullah fil alem demekliğe şayan olduğunu bilip, mürşid kendisini ret ederse Allahü Teala ve Resulünün de kendisini ret eyleyeceğini ve kabul ederse yine Allahü Teala ve Resulünün de kabul etmesini itikat etmesi, inanmasıdır.İhlas edebi budur.

Yukarıda geçtiği gibi bir müridi Şeyhi ret ettiğinde Şeyhinin Şeyhide kabul etmeyip hatta Resulullah (s.a.v) dahil onu hiç kimse kabul etmez, diye inanmak lazımdır.Yine ilim talep ettiği üstazına ihlaslı bir hal ile olmalı ki, Üstazı o derece tam ki, bütün fenler kaybolmuş olsa yeninden o fenleri telif edip yazmaya muktedir ve bu derece ilmiyle amil ki kendinden şeriata zıt bir şey sadır olmaz.Onun ilmi sayesinde feyze nail olup ilim tahsil etmiş olduğuna itikat etmelidir.

Mürşid-i kamilde bir ruhaniyet vardır ki bütün hallerde müridden ayrılmaz.Hatta ihvanımızdan bazıları ruhaniyeti mürşit üzerlerinde hazır ve kendilerine nazır olduğunu bildikleri için uykuda bile ayak uzatmazlar.Eğer bir mürid bu haleti görmezse görür gibi inansın.Çünkü bu inanç sebebiyle edeplendiği için, görmüş olan müritte feyizde müsavi olur.Ruhaniyyeti mürşid, müridin ruhu çıkacağı ve şeytanın tasallutu vaktinde hazır olup şeytanı def eder.

Ruhaniyetti mürşid kabir suali zamanında da müridin yanında hazır olarak münkirlerin suali anında imdat ve tesliyet edip, şeytan ondan kaçar.Çünkü zikrolunduğu gibi ruhaniyette perde, madde ve zaman yoktur.

Kardeşlerimizden bazıları vefat eden müridin kabrine teveccüh ettiklerinde, mürşidin ruhaniyetini müridin kabrinde keşf ile görüp, ona imdat ve teselli verdiğini, korku ve dehşetini teskin ettiğini müşahede etmişlerdir.Zikrolunan halet Allah`ın kudretine raci olup, Hakkın kudretine iman ise imanın rükunlarındandır.

Bu gibi şeylerde aklın tasarrufu olmadığından hemen böylece iman ve itikat lazımdır.Hak Teala`nın, mürşidine gaybette vaki olanı görecek göz ve işitecek kulak verdiğini itikat etse, her ne kadarmürşit kendisini açıklamasa da öylece itikat etmek lazımdır.Çünkü gaibi Allahü Tealadan başka kimse bilmez.Fakat bazı kimseler ise Allahü Teala`nın bildirmesiyle bilir.

(106.Kıssa) Samimi Bir Kalple Talebin Şekli:

Mevlasını talep can-ü gönülden istekli olduğu halde sevgi ile dolu olmalıdır.Bir haysiyetle ki, ol talep müridi mal, makam, memuriyet, ehli ve bütün mülkine, belki vücuduna nazar ve iltifattan uzak kılmalıdır.

Katiyen talebine itimat etmeyip belki de yalnız Hakk`ın ihsanına itimat etmelidir.Çünkü talep ve amellerden hiçbiri Hakk`ın fazlıyla müsavi olamaz.Talep ve amele itimat etmek ucubtur.Kibirdir.Ucub, sıfatı zemimidendir.Kötü bir sıfattır.

Riya, Hak Teala`dan başkasına amelini göstermek, sem`a Hak Tealanın gayriye amelini işittirmeyi arzu etmek, ucub amelini beğenmektir.Bu üç şeyden her birerleri kötü şeylerdir.

(107.Kıssa) Feyiz Almak İçin Kalp Huzurunun Şekli:

Hayal ve havasını dünya ve ahiretten, bütün iç hallerden belki vücudundan da kesip Allah`ın gayri her şeyi unutur gibi olmak ve mürşidin vesilesiyle, feyzi ilahiyeyi talip olduğu halde nazarını kalbin derinliğine bırakıp feyzi ilahi geliyor diye düşünmelidir.Bir vecihle ki, Zatı Mukaddes “celle şanahü” den gafil olamayarak gayet susama, talep, istek ve muhabbetle boğulmuş olmalı ve şöyle itikat etmeli:Kalbi açıldığında feyzi ilahi denizler misali kalbine teveccüh ediyor.Kendisi her ne kadar idrak etmediyse de öylece itikat etmelidir.Çünkü bilmek vüsule şart değildir.Esaında talebin şartı o anda geldiğini, iyice bilmektir.Hadis-i kutside:Manayı Şerif:”Ben Azimüşşan Rabbül Alemiyn kulumun bana olan zannı yanındayım.Yani kulumun bana olan zannı hayır olur ise halk ederim, eğer şer olursa şer halk ederim” demektir.

Bu Hadis-i kudsiyi zikreden maksat, bu anlatılan şekil üzere talepte bulunup Hak Tealadan feyzin geldiğine itikat eden kimseye Hak Teala feyz ihsan eder diye güzel zan ettiğinde Cenab-ı Kibriya`nın kuluna istediği feyzi ihsan edeceğine bu hadis-i şerif dalalet eder.

(108.Kıssa) Salikte Yedi Letaif Nasıl Hasıl Olur?

Ey seyr-i sülükte yedi letaife talip ve Ragıp olan salik! Bilmiş ol ki, şeyhinin izin ve icazeti ile, temiz bir yerde kıbleye yönelerek iki diz üzerine oturur ve yukarıda gösterilen üç çeşit teveccühten hangisi kolayına gelirse, o şekil teveccüh ederek, en az bir çeyrek saat, ortalama yarım saat ve en çok bir saat durduktan sonra, teveccühü bozmaksızın, yüz istiğfar ve yüz salavat-ı şerife oku, hayırdan ve şerden dünya ilgi ve ilişkilerinden, her türlü maksat ve isteklerden uzak olarak bulunursan, guya kalp üzerine nurdan bir ism-i celal nakş olunmuş gibi olur.Her ne kadar göz kapalı ise de, görür gibi olursun.Dilini, damağına yapıştırıp, dişlerini birbiri üzerine koyar, gözlerini yumup, bütün azanı hareketten men eder ve bütün kuvvetlerinin hükümlerini tatil emeğe çalışarak, şeyhinin ruhaniyetinden yardım istersen, sol memenin iki parmak altında çam fıstığı kozalağı şeklindeki kalp üzerine yazılmış ism-i celali görür gibi üç bin ism-i celal çeker ve bu lafz-ı şerifin manası olan Zatı ecelli alaya öylesine müteveccih olursun ki, artık kendisinden ve Allahu teala`dan gayri her şeyden nisyan hasıl olup: “Unuttuğun zaman, Allahu Teala`yı zikret”. Sırrı zuhur eder. El-Kefh:24

(109.Kıssa) Her Birinin Mevki,Dereceleri Ve Belirtileri Nelerdir?

Salik, bu suretle zikre devam ederek kalbinde gerçekleri bulur e bilirse, kalp asıl sıfatına dönerek,akik renginde saf kırmızı, kalbin nuru zuhur eder.Artık, zikreden kalbini zikirden önleyemez.Vedet-i kalp hasıl olur ki, kendi kendine zikreder, demektir.
Bazen, güneş doğar gibi bir kırmızılık, doğu yönünden görünür.Bazen de, güneş batar gibi veya büyük bir kapı gibi akik renginde görünür.Bu ve buna benzer bazı alametler zuhur eder.Fakat, salik bunların zuhurunda şaşkınlığa düşerek zikirden ve fikirden geri kalmamalı ve kendisine ihsan olunan bu zuhuratı, şeyhinden başka kimseye söylememeli ve bunun eserlerini de göz önünden kaybetmemeye çalışmalıdır.
Kalp, bu suretle asıl sıfatına dönünce, salik mürşidinin izin ve icazetiyle zikrini ruha nakletmelidir.Ruh, sağ memenin altında ve iki parmak aşağısındadır.Yukarıda da belirtildiği gibi, aralıksız ve adet edindiği kadar teveccühte bulunmalı, ondan evvel teveccühle kalbin zikri olan üç bin ism-i celali kalbe vermeli, daha sonra da o teveccühü bozmadan sağ meme altındaki ruha nakletmeli ve beş yüz ism-i celal de ruhta okuyup, ruhun nuru ki acı sarı renktedir, belirmelidir.Bu suretle devam olunursa, ruh ta asıl sıfatına dönerek nurunun zuhuru ile tasfiye olunca, mürşidine anlatmalı ve yine mürşidinin izin ve icazeti ile, bu defa da ruhtan sırra nakletmelidir.
Yukarıda anlatıldığı gibi, adet edinilen teveccüh üzere vakti gelince kalp için üç bin ve ruh için beş yüz ism-i celal okunduktan sonra, beş yüz ism-i celal de sırra nazır olarak okunmalı ve sırda gerçekler bulunup, bilinince sır da asıl sıfatına döneceğinden, devam etmeli ve belirtileri zuhur edince mürşidine anlatıp, yine mürşidinin izin ve icazeti ile salik, zikrini HAFİ`ye nakletmelidir.
HAFİ`nin yeri de, sağ meme üzerinde ve iki parmak yukarıdadır.Nuru da zümridi yeşil renktedir.
Salik, alışık olduğu teveccühle KALP`in, RUH`un, SIR`ın ism-i celallerini edadan sonra beş yüz ismi celal de HAFİ`ye nazır olduğu halde okur ve bu suretle devam ederek HAFİ`nin de nurunun zuhur ederek asıl sıfatına dönmesinden sonra , yine mürşidinin izin ve icazetiyle zikrini AHFA`ya nakleder.Böylece, teveccühünü bozmaksızın KALP`in, RUH`un, SIR`ın, HAFİ`nin hakları olan ism-i celalleri okuduktan sonra, beş yüz ism-i celal de AHFA`ya nazır olduğu halde okumalıdır.
AHFA`nın yeri, iki meme ortasındadır.Nuru ya çok beyaz veya çok siyah zuhur eder.Hangisi zuhur ederse, etsin AHFA`da asıl sıfatına dönmiştür.
Salik, yine mürşidinin izin ve icazetiyle zikrini Letaif-i-nefse nakleder.
Letaif-i-nefsin yeri, iki kaş ortasındadır.Nuru da turuncu sarıdır.
Zakir, aynı usule devam ederek hepsinin hakları olan ism-i celalleri edadan sonra, beş yüz ism-i celal de letaif-i-nefse nazır olduğu halde okursa, o da asıl sıfatına rücu eder ve eserleri de belirir.
Yine izin ve icazetle, Letaif-i-külle geçilir.Letaif-i-küllün yeri, perçem üzerine nurdan bir celi kalemiyle ism-i celal yazılmış bulunduğu farz olunarak, alışılan teveccühle KALP`in,RUH`un,SIR`ın, HAFİ`nin, AHFA`nın, LETAİF-İ-NEFS`in hakları olan ism-i celaller okunduktan sonra, beş yüz ism-i celal de LETAİF-İ-KÜL için, kendisini bir ayna da görür gibi baştan ayağa bütün azasına nazır olduğu halde okur.Bu şekilde devam ederek yerli yerince edaya çalışırsa; yakın bir zamanda Allahü Teala`nın ihsanlarına mazhar olur ve bütün azaları ism-i celali sürer, hareketini duyar ve bedeninin hangi parçasıyla olursa olsun zikreder ve ten kulağı ile seslerini de işitir.Artık, Hakk`a hamdedip her gün bu usul dairesinde dersini okumalı ve hariçte bulunan şeylerin de zikirlerini dinlemelidir.

(110.Kıssa) Rabıta’nın birçok çeşidi vardır:

1-)Üstazın Huzurunda : Mürid kendisini tahta oturmuş bir hükümdarın önündeki dilenci gibi düşünür. Kalbini de keşkül ( dilenci çanağı) gibi düşünerek onu hükümdarın önüne koyup bağışlayacağı şeyi bekler. Üstaz hazır bulunduğundan burada hayal etmek gerekmez ve hayali rabıta yapılmaz. Mürid’de şuhud ( olağan dışı görüntüler), mahviyet ( kendini yok bilme), kalp sızlanması gibi şeyler olur ve korkmazsa bu hallerin artmasını ister.
Fakat korku olursa rabıtayı bırakır. Eğer kendisinde herhangi bir hal belirmezse mürit üstazından yardım istemeyi en büyük kazanç bilir. Çünkü aciz ve cimri değildir. Fakat her şey Allah-u Teala’nın (c.c) ezeldeki ilmine göre belirli bir zamanda olur, daha önce açığa bakmaz. Mürid nefsine : “ Büyüklere bağışlanan sevgi ve aşktan sana da pay verilir” diyerek avutur. Nefsi inanmaz ve kendisine; “Sen kötü talihli ve yoksunsun” diyerek karşı çıkarsa, mürit derhal Allah’a (c.c) sığınarak : “ Nefsim kusur sendedir” suçlamasıyla yalvarmalıdır.
Ayrıca nefsinin iyi işlerinden ve kemaliyetinden ( olgunluğundan) Allah’a (c.c) sığınmalıdır. Allah’ın ezelde kendisi hakkında iyilik ve yardımının olduğunu; yüce hedef ve amaçların O’nun bağışlanmasıyla gerçekleşebileceğini bilmelidir. Her türlü kemalatı ( olgunluğu) O’ndan istemelidir. Mürit yeteneğine güvenmemeli; yalnızca Allah’ın iyilik ve cömertliğini kendisi için yeterli görmeli ve üstazının yardımını dileyerek kesinlikle kendisiyle Allah-u Teala (c.c) arasında aracı olduğuna inanır. Bu düşünce onun nefsini tembellik ve ümitsizlikten kurtarır. Cenab-ı Hakk’ın (c.c) şu ayeti bunu göstermektedir.
“ Bizim yolumuzda ciddiyetle çalışanları, yolumuza ileteceğiz.”

(111.Kıssa) Hatme yapılırken rabıta :

Hatme başlamadan önce hatmenin hoş geçmesi, gönül rahatlığıyla yapılması ve mürşidinin orada hazır bulunması dilenir. Böylece onun yardımıyla kalp huzuru elde edilir. Hatme duası okunurken isimleri geçen tarikat büyüklerinin ruhaniyetleri hazırdır. Her biri kendine uygun muhabbet ( sevgi) , ma’rifet ( Allah’ı (c.c) bilme), dünyayı terk etme, sabır, sıkıntılara katlanma gibi kıymetli armağanlarla birlikte gelirler. Bu armağanların dağıtılması üstaz hatme yapılmasına aracı olduğundan onun eliyle olur. Hatme yapılması müritlerin yararı içindir ve onlar da bu armağanları ancak üstazlarından isterler.

(112.Kıssa) Şekli (suri) rabıta:

Müridin üstazını gözünde canlandırarak düşünmesidir. Sanki üstaz karşısından oturmuş, yüzü ayın ondördü gibi nur saçar. Oradan çıkan ışıklar müridin kalbine gelir, sonra da tüm bedenine yayılır. Şekli rabıtanın diğer bir çeşidi de müridin mürşidini tüm bedenini saran nurdan bir giysi gibi düşünmesidir. ( Telebbüs – elbise – rabıtası ) Bu giysiden yayılan ışığın kalbine, diğer latifelerine ve sonra tüm bedenine yayıldığını düşünür.
Bu tür rabıta, rabıtadan feyz alan kişilere verilir. Yine bu rabıta vesveselerine saldırısı arttığında, kalbin sıkıntı ve hayrete düştüğü anlarda ve üstazın müridin gözünde heybetinin kaybolduğu durumlarda yararlıdır. Bu rabıta üstazın müride geçmesi ve birleşmesiyle olur. Bu durumda mürit kendisini zarf olduğunu, üstazının da içine girdiğini düşünür.
Bu şekilde mürit çoğu zaman hiçlikte olur; kendi yerine mürşidini görür, ondan fani (yok) olur ve onunla birleşir. Şöyle ki; birleşme ve yok olma ancak muhabbet ( sevgi) ve mahviyet’in ( kendini yok bilme) en son derecesinde gerçekleşir.

(113.Kıssa) Manevi Rabıta:

Bu rabıta şekil ve nurlarla ilgisi olmayan, duyularla belirlenemeyen, yüce bir anlam olup ancak kalp ile bilinir. Şekli rabıtadan sevgi, manevi rabıtadan ise ihlas ( içtenlik ) doğar. Bazen her iki rabıta birleşir, parlak dolunay gibi mananın heybeti ve görüntüsü birlikte gözlenir. Düşünüş veya görünüşün sonucuna göre sevgi veya ihlastan her biri diğerini bastırır. Hangisi çoksa diğerini yok eder. Bazen de her ikisi eşit olarak beraberce bulunurlar.


Tasavvûf

MollaCami.Com