Bölümler | Kategoriler | Konular | Üye Girişi | İletişim


Tasavvufi Kıssalar

(42.Kıssa) Abdülkadir Geylani H.z(K.S)`nin Kıymetli Sözlerinden Bazıları:

Herşeyi Allah’tan bilen kimse hayır işi yapmaya muvaffak olur. Nefsini aradan çıkarabileceği için amelini beğenme halinden de kurtulur.

- İyi huy, halkın sıkıntılarının sana tesir etmemesidir.

- İnsanlar, nefsini görme hususunda, nefsin de Rabbini görme hususunda sana perdedir. İnsanları görmeye devam ettiğin sürece, nefsini göremez olursun. Nefsini görmeye devam ettikçe de Rabbinden perdeli yaşarsın.

- Korkma, bela insanı helak etmek için gelmez, tecrübe etmek, denemek için gelir.

- Allah’ın kuldan gelen her duayı kabul etmeyişi, ona olan şefkati sebebiyledir. Ta ki, kul, yaptığı duaların hep kabul olduğunu görüp aldanmaya, onunla bir tuzağa düşmeye.

- Asıl ihsan, senden iyiliği kabul edenindir, senin değil.

- Cezaların en şiddetli, kısmette olmayanı aramaya koyulmaktır.

(43.Kıssa) Abdulhâlık Gucdüvânî (K.S) Ve Hacegan Yolu:

HÂCEGÂN YOLU:

Daha çok nübüvvet kemâlâtına (olgunluklarına üstünlüklerine) kavuşturan Hazret-i Ebû Bekir'den gelen yolun Yusuf-ı Hemedânî hazretlerinden îtibâren aldığı isim. Bu yol sonradan Nakşibendiyye adını almıştır.
Hâcegân yolunun büyüklerinden Abdülhâlik Goncdüvânî hazretleri vasiyetnâmesinde buyuruyor ki: Her hâlinde ilim edeb ve takvâ üzere ol. İslâm âlimlerinin kitaplarını oku. Fıkıh ve hadîs öğren. Câhil tarîkatçılardan sakın şöhret yapma şöhrette âfet vardır. Arslandan kaçar gibi câhillerden kaç. Bid'at sâhibi inanışları bozuk olan sapıklar ile ve dünyâya düşkün olanlar ile arkadaşlık etme. (Mevlânâ Sâfî)

(44.Kıssa) Hacegan Yolunun 11 Esası:

Hace Abdülhalik Gucdüvani (k.s) Hazretlerinin tarikatının binası aşağıda yazılıp izah edilecek olan on bir kelime üzerine kurulmuştur.Bunlar Hace Abdülhalik Gucdüvani (k.s) Hazretlerinin mübarek kelimeleridir.

1.HUŞ DER DEM: (Her an uyanık bulunmak)
Bu kelime, salik nefes alıp verirken gaflette olmamasından ibarettir.Zira salik nefes alıp verirken uyanık bulunsa nefesini gafletten korur.Nefeslerini gafletten muhafaza etmek bu tarikatta yüksek mertebedir.Zira nefeslerini hıfzetmek huzura sebeptir.Huzur ise bu tarikatta rükn-I azamdır.Büyük ve mühim bir esastır.

2.NAZAR BER KADEM (Göz ayağa bakacak)
Bu kelime, salik yolda giderken daima nazarını afaka bakmaktan koruyacak ve ayağa bakacak demektir.bu lugavi manasıdır.Tasavvufi yorumları ise şöyledir:
Salik yabancıların yüzüne hiç bakmayacak; gözü kendinde kendi gönlünü temaşa etmekte olacak.
Tevazu üzere olacak; yukarılara değil ayaklarının ucuna bakarak yürüyecek.
Resulullahın sünnetine uygun yürüyecek.Zira o, önüne bakarak yürürdü.
Salik yolda mesafe almak istiyorsa bastığı yeri görerek yürümeli ki hedefine varabilsin.
Göz bakacak ve kestirecek, ayak da oraya çıkacak.

3.SEFER DER VATEN (Vatanda sefer)
Salik, masivayı ter edip canb-I Hakkàteveccüh etmeden ibarettir.Bu, müridin kötü ahlaktan ve beşeri sıfatlardan sıyrılıp iyi ahlak ve meleki sıfatların yurdu olan asli vatanına dönmesini gösterir.

4.HALVET DER ENCÜMEN (Cemiyet içinde yalnızlık)
Bu kelime batında hak ile meşgul olup, zahire halkın arasına karışmayı ifade eder.

5.YAD-I KERD (Kalple zikir)
Bu kelime hacegan indinde; lafza-I celal-I nefesi tutmak suretiyle zikretmek demektir.Zira hacegan hazeratı saliklerin kalbini tasfiye için lafza-I celali nefesi tutmak suretiyle telkin ettikleri zaman (yad-I kerde mesşul ettin) derlerdi.Yahut da yad-I kerd kelimesi bu tarikatta kelime-i tevhidi nefesi tutarak zikretmekten kinaye oldu.

6.BAZ KEŞT (Zikir anında mahlukatı düşünmemek)
Zkir nefesini tutarak zikrettiği zaman tek sayı ile zikredip nefesini verirken (ilahi ente maksudi ve rızakematlubi-Allahım maksadım sensin ve senin rızanı istiyorum) kelamını mülahaza etmek.

7.NİGAH DAŞT (Zikir anında masivayı terk etmek)
Kalbi, havatırdan yani, istenilmeyen düşüncelerden muhafaza etmek.

8.YAD DAŞT (Hatırda çıkarmamak)
Hak Sübhanehü ve Teala Hazretlerinden daima agah olmak; zikir anında ve diğer zamanlarda Allah`I hiç unutmamak.

9.VUKUF-U ZAMANİ (Her zaman, haline vakıf olmak)
Nefsi daima muhasebeye çekmek.

10.VUKUF-U ADEDİ (Adetlere vakıf ve sahip olmak)
Zikirde adetlere riayet etmek.

11.VUKUF-U KALBİ (Kalbe vakıf ve sahip olmak)
Önce kozalak şeklindeki kalbe teveccüh ederek basiret gözü ilehakikat-I kalbe nazar edip durmak.

(45.Kıssa) Tasavvufta Zikir:

Allah adını anmak en güzel mutluluk, Kalp ancak O'nunla huzura erer. Kalbi temizlik, zikirle mümkün olabiliyor. Zikirsizlik, nefse ve şeytana hizmettir. Zikir, insanı Sultan eder, aynı zamanda ruhunun susuzluğunu giderir.

Peygamberimiz (S.A.V.); "Kul günah işlediği zaman onun kalbinde siyah bir nokta olur" diye beyan buyuruyor. Elbette ki İnsan beşer, düşer, kalkar hep, sadece düşüp kalkmayan Allah (C.C.)'dır. Biz kullar her an günahla yüz yüze gelebiliyor ve kalbimizi kirletebiliyoruz. Bu durum da yapabileceğimiz tek şey, istikameti yakalayana kadar kalbimizi zikirle beslemektir. Çünkü, İlahi buyrukta belirtildiği gibi; "Kalpler ancak Allah'ın zikriyle huzura erer." Kul, Allah'ı çokça zikrederek, kalbini temizleyebilir. Hatta Allah adıyla dopdolu kalbin, dünyaya bakışı da değişir. Artık çevrenin kirlenmişliği onu kolay kolay bozamaz. Yeter ki istikametle, Allah adını anmaya devam edilsin. Allah adıyla gönüller "mesrûr", gözler "sevgi", diller "hikmet" sahibi olur çünkü.

Kelimenin tam anlamıyla Allah adı, insanı "Sultan" eder, Ki; Yavuz Sultan Selim’in dile getirdiği; ‘’Padişah-ı alem olmak Bir kuru dava imiş Bir mürşide bende olmak Cümleden âlâ imiş…’’ mısraları daha da bir anlam kazanır böylece.

Resûlullah (S.A.V.), "Kıyamet gününde kulların en büyük derecesi Allah'ı çokça ananlardır" buyurarak Allah’ı ananları müjdelemiştir. Kâinatta hemen hemen her şey, kendi hal lisanıyla Allah’ı zikreder, o halde insan neden bu zikir senfonisinden mahrum kalsın ki? Evliyaullah'ın da belirttiği gibi, Allah’ı zikirde en çok sırayla:

Birinci derece Cemadat (toprak, taş, cansız maddeler),
İkinci derece Nebatat (bitki âlemi),
Üçüncü derece Hayvanat,
Dördüncü derece insanattır.

Cansızlıktan canlılığa, yani basit yapıdan daha çok mükemmel yapıya doğru gidildikçe Allah’ı anmak açısından yaratılanların cinsine göre düşüş eğilimi görülür.. Her mükemmeliyet, büyüme meyli ve gelişme yaratılmış olan her şeyi Allah’tan alıkoyabileceği anlamına gelecektir ki, insan şüphesiz bu durumda ister istemez dördüncü derecede zikreden bir konumda yer alacaktır. Fakat insan nefsine, şeytana ve çevreye rağmen zikir de gayretkar olursa bütün mahlukatın üstünde bir mevkie sıçrayabiliyor ki, bu konumda olan insan için "ahsan-i takvim" ya da eşref-i mahlukat(yaratılmışların en üstünü) denilir.

Eğer, kul nefsin hevasına kapılıp, şeytanın oyunlarına dalmış ve kötü insanların oyuncağı haline gelmişse hayvandan da aşağı dediğimiz "esfel-i safiline(hayvandan aşağı) kadar inebilir. İnsanın eşref-i mahlukat (yaratılmışların en üstünü) olabilmesi Allah'ı çokça anmasına bağlı. Hadisi Kutsi de, "Dikkat ediniz, cesette bir kalp vardır. Kalbin içinde de bir Fuat vardır. Fuat da dahi sır vardır. Sırda da hafi vardır. Hafide dahi ahfa vardır" buyrularak, aynı zamanda insanın göğsünde yer alan alem-i emirle bağlantılı letaiflere dikkat çekilmektedir. İnsanın göğsünde kalp, ruh, sır, ahfa, hafi denilen letaifler söz konusu. Her insanda bunlar mevcut letaifleri, nefsin baskısından kurtarıp, Allah'a yönlendirmek ve asıllarına kavuşturmak insanın gayretiyle mümkün. Kul, Allah'ı sıkça zikrederek alem-i emr ile ilgili letaifleri çalıştırabilir. Zikir girmeyen vücuda, ışık girmez derman yok.

Ruhumuzu, nefsimize galip kılmak için:

1- Gönül Sultanından faydalanmak,
2- Amel etmek (helal-haram bilmek),
3- Allah’ı anmak şarttır.

Aksi takdirde ruhumuzu, vücut şehrimize hakim kılamayız. Nasıl ki, hastalandığımızda hemen doktora koşuyor, onun telkinleri doğrultusunda şifa bulmaya çalışıyorsak, aynen öyle de, insan da körelmiş letaiflerine derman bulmak için, o konuyla ilgili Kalp uzmanı Salih (evliyaullah) insanlardan istifade etmesi gerekiyor.

Evliyaullah, letaiflerin özelliklerinden bahsetmişler. Bu mevzu da Muhammed Şemseddin (K.S.)'in "Miftahul Kulüp" adlı eserinde özetle;

"Zikreden kalbin akik renginde ve sol memenin altında, zikreden ruhun açık sarı ve sağ memenin altında, zikreden sırrın beyaz renkte ve sol memenin üstünde, zikreden hafinin zümrüt yeşili ve sağ memenin üstünde, zikreden ahfanın ya çok beyaz, ya çok siyah ve iki meme ortasında" olduklarını beyan buyurarak letaifi külle (letaiflerin tamamı)'leri izah etmişlerdir. Eğer Hak yolunda mesafe kat ederek letaiflerin tamamını bitiren salik varsa, Nefiy ve ispat dediğimiz ''kelime-i tevhit'' zikri verilir. Nefyi ispata geçmek için letaiflerin bütün özelliklerinin zuhur etmesi gerekiyor. Küllü letaiflerden sonra, ruhun tezkiyesi gerçekleşince, salikin (hak yolda ilerleyen, sulûk eden kişi) alnına sadakat mührü vurulur. Salik, bütün bu aşamalardan geçmiş olan mürşidi kâmilden istifade etmek zorundadır. Evliya'nın kalbi cin ve şeytandan etkilenmez. Çünkü, zikir sayesinde melek ruha, ruh da kalbe bildirerek koruma altına alınır.. Görüldüğü gibi, kulun iki yolu vardır.

1- Güzel itikat,
2- Kalbi zikir etmek.


Kutsi Hadiste; "Allah'a ulaştıran yollar, yaratılmışların nefesleri sayısı kadardır" buyuruyor. Zikir yolu, genelde iki yol üzerine, günümüze kadar gelmiştir.

1- Lisan-ı yol olan cehri zikir.
2- Kalbi yol olan hafi zikir.

(46.Kıssa) Lisan-ı yol olan cehri zikir:

Cehri zikir, sesli eda edilip, Hz. Ali (K.V.)'in de yaptığı zikirdir. Açıktan ve yüksek sesle yapılan zikir. Kadiriye ve Mevlevîye gibi bazı tarikatlar açıktan zikri benimsemişlerdir. Nakşibendiye gibi bazı tarikatlar ise müridin ancak kendisinin işitebileceği bir sesle zikir yapmasını uygun görürler. Buna hafî zikir denilir ki cehrî zikrin mukabilidir.Her iki zikir de hak zikirdir.

(47.Kıssa) Kalbi yol olan hafi zikir:

Resûlüllah (S.A.V.); "Allah sizin Sûretlerinize ve mallarınıza değil, kalplerinize ve amellerinize bakar" buyuruyor. Allah (C.C.) Kur'an-ı Kerim de; "Gerçek müminler, Allah anıldığı zaman kalpleri titrer (Enfal 2.)" beyan buyurarak zikreden gönülleri övmüştür. İnsan hayatını mutluluğa çevirmek istiyorsa şu hadisi şerifi ölçü almalıdır: "Zikredici bir dil, şükredici bir kalp, imanınızda size yardımcı olacak bir kadın bulundurun." Hz. Peygamber (S.A.V.), sahabeler arasında, zikri hafiyi Sıddık-ı Ekber'e has kıldı.



Bir gün komşular Hz. Ebubekir'i Resûlüllah'a şikayet ederler. "Ya Resûlüllah, Ebubekir et pişirip, hatta kokusu dışarıya kadar nüksettiği halde kimseye ikram etmez."
Peygamberimiz (S.A.V.) duruma vakıf olur ve şu cevabı verir. "O sizin sandığınız et kokusu pişirilen et kokusu değil. O koku zikreden kalbin yanan kokusudur" diyerek sahabeye beyan etti.

Hz. Ebubekir, öyle can-u gönülden kalbi zikrediyor ki, ciğeri yanıyor, etrafı bile sarabiliyor. İşte Hz. Ebubekir'i "Sıddık-ı Ekber" yapan, bu durumdur. Bazıları belki diyebilir, efendim, nasıl oluyor, bir insan kalbinin yanması, madem yanıyorsa kül olması icap etmez mi diye, oysa gerçekte ateş yakar, nur yakmaz. Ama hangi ateş? Bizim ve herkesin bildiği ateş ne var ne yok yakıyor, doğrudur. Fakat bilmediğimiz bir ateş de var ki, (o ateş sayılmaz) o da "nur"dur. Nur da ise yakıcılık yoktur. Nur yalnız bir aydınlıktan ibarettir. İşte ateşle, nurun farkı budur. Allah ile kul arasında yetmişbin hicap perdesi vardır. Bu perdelerin aşılması da zikirle mümkün olabiliyor. Yalnız yetmişbin perde tabiri Allah'ın isim ve sıfatlarının tecelli daireleridir. Yani tezahür dereceleri manasınadır. Rabbûl Âlemin, "Rabbini tazarru ile gizli olarak dua ediniz (Arafat 55) ve "Rabbini tazarru ile (titreyerek) ve korkarak zikret (Araf 205)" beyan buyuruyor. Resûlüllah (S.A.V.)'de, "Zikrin hayırlısı hafi olanı, rızkın hayırlısı da kâfi olanıdır" ve "Benim ve benden önceki enbiyanın söyledikleri en hayırlı kelime Lâ ilâhe illallah’tır. Bilesin yedi kat gök ve yedi kat yer terazinin bir kefesine, kelime-i tevhit de bir kefesine konsa bu kelime ağır gelir" buyurdular.

Hz. Ali bir gün Resulallah’tan; Allah’ın rızasına en uygun yolun ne 0lduğunu sordu. Resulallah hemen cevap vermeyip bu hususta gelecek vahyi beklemeye başladı. Bunun üzerine Cebrail AS. Allah tarafından gönderilip şöyle dedi,
- Ey Allah’ın Resulü. Allah’ın rızasına en yakın yol, zikir yoludur. Dedi ve telkin yolu ile “Tevhid kelimesini” üç kere zikretti. Resulallah’ta telkin yoluyla “ Tevhid kelimesini” zikretti. Üç kere de Hz. Ali’ye telkin yolu ile zikrettiler. Daha sonra da sahabelerine topluca ve bir kısmına da teker teker Kelime-i Tevhid zikrini telkin edip; “Şimdi küçük cihadı zaferle sonuçlandırdık, büyük cihada başlıyoruz.” Buyurdular.
Bu hadisten anlaşıldığına göre, Allah’ı zikirle meşgul olmak, nefisle cihad etmek demektir. Nefisle cihad ise en büyük cihaddır. Çünkü nefis Allah düşmanıdır. Onu perişan edip yenmeyince Allah’la dost ve rızasına yakın olamayız.
Yine Resulallah bir hadislerinde;
- Ebu Bekir’in sizden üstün oluşu; çok namaz kılması ve çok oruç tutmasından değil, kalbine doldurulan şeyden,(Zikrullahtan) dolayıdır. Buyurmuştur. Bundan Hz. Ebu Bekir’in zikre ne kadar önem verdiğini de öğrenmiş oluyoruz.
Büyük Veli Abdulhalık Gucduvani Hz. ne Hızır AS. Tarafından Kalbi zikri “ Haps-i Nefs” telkin edilmesinden sonra kendisi ihfa yoluyla ve dille zikri terk edip, kalbi zikre Haps-i nefs yoluyla zikir uygulamasına devam etti. Yanındakilere ve talebelerine de bu tür zikri telkin etti.
Tüm bunlardan anlaşılan Kalbi zikir Hızır AS.dan, Nisbet – i zatiye ve Rahmani cezbe de Hz. Ebu Bekir’ e bağlanır.
Gizli zikir esasına dayanan Nakşi tarikatında önce Ruh’un arılaşması, saflaşması esas alınır Cehri zikre dayalı diğer tarikatlarda ise önce nefsin terbiyesi ele alınır.
Kelime-i Tevhid telkininin faydası; Bununla yüce Allah’ın Zati varlığına ermeye cezbe kazanıp murakabe’ye(Kalbin olgunlaşması, kalbe gelecek sezgileri fark edebilecek hale gelmek) istidatlı hale getirmektir. Çünkü “Allah” ismi şerifi ile maiyet-i zatiye cezbesi elde edilir. Kelime-i Tevhid ile “Kayyumiyet” cezbesi, bununla da murakabe elde edilir. Mûrakabe ile de “fena fillah” a erişilir. Bu aşamadan sonra ileriki aşamalarda nefsin tehlikelerinden emin olur.
Şu kesinlikle bilinmelidir. Zikir yapan Allah ismi şerifini zikre devamı sırasında, latifelerde değişik renklerde nurlar, tecelliler görecektir. Bu görülen nurların hepsi geçirilmekte olan latifelerin Nur’u olup hiç birisi ilahi değildir. Bunlar ilahi nurların önünde perdedir. İlahi nurlar bu perdelerin arkasındadır. Bu tecellileri önemseyip oyalanmak zikre devam edeni Allahın tecellilerinden mahrum bırakır
Her zikredende bu latifelerin nurları görülmeyebilir. Görülmesi de şart değildir. Bazen öyleleri vardır ki daha ilk anda beşeri varlığı hiçlik seviyesine iner. O kimseden siyah bir nur tecelli eder. Bu şeffaf bir siyahlıktır.
Manası tefekkür edilmeyen zikirden fayda sağlanmaz.

(48.Kıssa) Kalbî zikir ve Nakşibendi yolunun büyüklüğü:

"Malum olsun ki; bu yüce yolun yüksekliği ve Nakşibendiyye tabakasının üstünlüğü, ancak ve ancak sünnet-i seniyyeye sımsıkı sarılma ve çirkin bid'atlardan kaçınma sebebiyledir. Bundan dolayıdır ki bu yolun büyükleri, cehri zikirden kaçındılar ve kalbi zikri emrettiler. Aynı şekilde müntesiplerini, Rasûlüllah (s.a.v. )ve Hulefa-i Raşidin (r.anhüm) devrinde olmayan raks ve sema'dan, vecd ve tevâcüd gibi şeylerden de men ettiler...

"İşte onların sünnete olan bu bağlılığı, büyük neticelere (ecir ve mükâfatlara) sebep oldu. Bid'atlardan kaçınmalarının da pekçok meyvesini gördüler... Bu sebeple, başkalarının nihayette ulaştığı, onların başlangıçta ulaştığının içindedir...

"Bunlara mensup olmak bütün nisbetlerin üstündedir. Bu zatların kelâmı kalbî-manevî hastalıklara devâdır... Bakışları manevî rahatsızlıklara şifâdır. Onların gösterdiği teveccüh, talibleri iki cihanın alakasından (mâsivadan-Allah'tan gayri her şeyden) kurtarır. Bu yolun büyüklerinin şânı yüce himmetleri; müridlerini, mümkinat âleminin bataklığından kurtarıp, vücûbun zirvesine (Allah Teala'ya) yükseltir...

"Ancak bu şerefli mensubiyet şu zamanlarda anka kuşu gibi oldu... Perdelerin arkasına geçip gizlendi. Öyle ki; şu tabakadan bir topluluk, bu yüce devleti bulamadıklarından ve bu nimeti kaybetmelerinden dolayı, her yola girip çeşitli mesleklere sülûk ettiler...

"Güzel cevherler elde etmenin yerine çanak-çömlek parçalarıyla sevindiler (kendilerini avutup teselli ettiler). Çocuklar gibi basit şeylerle kalplerini tatmin ettiler. Hatta onlar, o kadar sıkıntıya düştüler ve şaşırdılar ki; büyüklerin yolunu terk edip, zaman zaman teselliyi cehri zikirde arar oldular. Bazan itmi'nanı raks ve semada (dönmede) gördüler...

"Bunlardan daha acaibi; bu kötü-çirkin bid'atleri, bu şerefli mensubiyeti tamamlayıcı, kemâle erdirici ve bu tahribatı da tamir sanmalarıdır...

"Allah Teala onlara insaf versin, şu yolun büyüklerinin kemâlatından rûhen koklamayı nasip eylesin." (el-Mektûbât, li'l-İmâmi'r-Rabbâni, 1, 168)

(49.Kıssa) Zikrin En Hayırlısı Olan Kalbi (Hafi) Zikir:

Zikirde esas olan gizliliktir. Çünkü zikredilen zat Allahu Tealâ’dır. O, kula şahdamarından daha yakındır. Bir defasında yolculuk esnasında Ashab-ı Kiram’ın yüksek sesle tekbir getirdiğini işiten Rasulullah A.S. Efendimiz, onları şu şekilde uyarmıştır:

“Böyle sesinizi yükseltip kendinizi yormayın. Siz kulağı sağır veya uzaktaki birisini çagirmiyorsunuz. Sizler, gizli açık her şeyinizi işiten, size çok yakın olan ve hep sizinle beraber bulanan Allah’ı zikrediyorsunuz.” (Buharî, Müslim, Ebu Davud)

Cenab-ı Hak kulun kalbine nazar etmekte ve onun içinden geçen düşünceleri bilmektedir. Bu durumda sesi yükseltip O’na bir şey duyurmaya hacet yoktur. Esas mesele kalbin uyanması ve Allah’a yönelmesidir.

Gizli zikir iki şekilde olur. Birincisi sadece kalple yapılır, ikincisi kalp ve dille yapılır. Ancak dilin katıldığı zikirde ses yükseltilmez, sadece kendi duyacağı kadar söylenir. Gizli zikir Rasulullah A.S. Efendimiz tarafından en hayırlı zikir olarak tanıtılmıştır. (Ahmed, Ebu Ya’la, İbnu Hıbban)

Kudsî hadiste, “Kulum beni gizlice içinden zikrederse, ben de onu zatımda zikrederim.” buyurulmuştur. (Buharî, Müslim)

Gizli zikri tercih eden arifler, işe kalpten başlamaktadır. Zikir ilk safhada sadece kalp ile yapılmaktadır. Zikir için Allah lafzı tercih edilmektedir. Dil damağa yapışık halde tutulup, kalp ile “Allah... Allah...” diyerek zikir çekilmektedir. Allah lafzı, Alemlerin Rabbi Yüce
Yaratıcımız’ın özel ismidir. Diğer bütün ilâhi isimleri içinde toplamaktadır. Bu ism-i şerifle zikir çekildiginde, bütün ilâhi isimlerin tecellisine ulaşilmış olmaktadır. Bu zikir kalp, ruh, sır, hafi, ahfa ve nefs latifeleri üzerinde çekilerek vücuda tam yerleştiği zaman, zikirlerin en faziletlisi olan “lâ ilâhe illallah” zikrine geçilmektedir. Ancak bu zikir kalp ve dil ile birlikte çekilmekte ve böylece bütün vücut zikre katılmış olmaktadır.

Sesli zikre gelince: Bu zikir yüksek sesle dille yapılır. Sesli zikirde hedef, sesi Allah’a değil, derin gaflet uykusuna dalmış olan nefse işittirmektir. Bunun için önce nefis hedefe alınır. Terbiyeye nefisten başlanır. En sonunda kalbe sıra gelir. Zikir için “lâ ilâhe illallah” kelime-i tevhidi tercih edilir. Çünkü kelime-i tevhid zikirlerin en faziletlisidir. Bundan başka zikir kelimeleri ile de sesli zikir yapılabilir.

Bu zikirler tek başina yapıldığı gibi, toplu halde de yapılabilir. Cemaat halinde yapılan zikir, cemaatla kılınan namaz gibi daha faziletli ve faydalıdır.

(50.Kıssa) Tasavvufun Tarifi ve Tasavvufun Lüzumu:

Tasavvufun tarifi:Tasavvuf, kalbin ve nefsin iyi ve kötü hallerini bilip,kötü hallerden temizlenmeyi ve iyi hallerle bezenip Allahü Tealaya yakın olmayı öğretir.Tasavvufun mevzuu, ma`rifetullahtır.Yani, Allahü Tealayı bilmektir.Tasavvufun kurucusu Hazreti Allah Celle celalühüdür.Tasavvuf, dinin ruhudur(özüdür)

Tasavvufun Lüzumu:Tasavvufun lüzumuna dair, iki büyük zatın iki kıymetli sözünü buraya almakla iktifa ediyoruz:İmam-ı Azam Hazretleri buyuruyor:"(Tasavvufa intisabım olan son) İki sene olmasaydı, Numan helak olmuştu."-Miftahul Kulup-Seyyid Şerif Cürcani Hazretleri buyuruyor:"Hace Alaeddin Attar`ın hizmetine yüz vurmayınca,Allahü Tealayı bilemedim" -Nefahat-

(51.Kıssa) Tasavvufun 10 Esası:

1-)Tevbe

2-)Zühd

3-)Tevekkül

4-)Kanaat

5-)Uzlet

6-)Devamlı Zikir

7-)Tamamen Allah'a Yöneliş (Teveccüh)

8-)Sabır

9-)Murakabe

10-)Rıza

(52.Kıssa) Tasavvuf Ve İnsan:

Tasavvufun hedefi insan olunca, insana nasıl baktığını bilmek lazımdır:İnsanın iki cephesi vardır.1-Maddi vücut, 2-Manevi vücut

Maddi vücut herkes tarafından bilinen ve görülen vücuttur.Manevi vücut ise gözle görülmez.

Kuran-ı kerimde ve hadis-i şeriflerde isimleri geçen,Kalp,Ruh,Akıl ve Nefs gibi unsurlar hep manevi vücudun azalarıdır.Bu unsur hayvanlarda yoktur.
İnsanın maddi vücudunun yaşması için yemeye,içmeye,teneffüs etmeye ihtiyacı olduğu gibi, manevi vücüdunda gıdaya ihtiyacı vardır.
Manevi vücudun gıdası ise nurdur.Nur Allahü Teala Hazretlerinden gelir.Mürşi-i kamil denilen büyük velilerin manevi kalbi vasıtasıyla dağılır.Manevi vücut ancak, bu nuru aldığı taktirde sıhhatli yaşayabilir.Nuru alamayan manevi vücutönce hastalanır,sonra da ölür.Bu manevi ölümdür.Bu durumdaki bir insan, yaşayan ölü gibidir. “Onların Kalpleri vardır:anlamaz,gözleri vardır görmez,kulakları vardır işitmez.Dikkat edin onlar hayvanlar gibidir: “belki de dalalet hususunda ondan daha aşğıdadır.” Ayeti kerimesi bu kimseleri tarif tarif eder.(A`raf 7/179)
Cenab-ı Hak, Kuran-ı Kerimin 191 yerinde “manevi kalb”den, 49. yerinde “nur” dan, 59. yerinde “akıl” dan, 9. yerinde de “ruh” dan bahsediyor.Tasavvuf işte bu: kalp,ruh,akıl,nefs gibi manevi unsurlarla alakalanır.
Tasavvufun hedefi, insanın manevi vücudunu, manevi ölüm ve manevi hastalıklardan korumak,dünya ve ahirette insanı manen, huzurlu ve sıhhatli yaşatmaktır.
Tasavvuf ilmine göre insanın manevi vücudunda iki zıtlık vardır.Bunlardan biri Ruh, diğeri de Nefstir.(Cenab-ı Hak Kuran-ı Keriminde her ikisinde de bahsetmektedir.)Bu iki zıt varlık insanın vücuduna hakim olmak için mücadele ederler.Vücut ülkesinde her ikisi de sultan olup idareyi ele almak isterler.İnsanın vücudu, bu iki varlığın savaş ve mücadale alanıdır.
Nefsin gıdası günahlar, yardımcısı da şeytandır.İnsanın içinden gelen her türlü kötü düşünce,fiil ve ahlaksızlılğın sebebi nefstir.
“Nefs (insana) mübalağa ile kötülüğü emreder.(Yusuf süresi a.52)
“İnsanın en büyük düşümanı iki kaşının arasındaki nefsidir”(hadis-i şerif)
“Nefs kötülüklerin deposudur.” (Mektubat-ı Rabbani)
İşte din ve tasavvuf, insanın içindeki bu hapis ve kötü varlığın terbiyesi ve temizlenmesi ile alakalanır.Başta peygamberler sonra da peygamberlerin hakiki varisi olan alimler ve evliyaullah=Mürşid-i kamiller her insandaki bu kötü varlığın temizlenmesi, nefsin mağlup olup ruhun galip gelmesi için çalışırlar.

(53.Kıssa) Tasavvufi Düşünce İle İlgili Olan Hadisler:

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) buyuruyor ki:
1. “Gizli bir hazine idim, bilinmeyi sevdim ve mahlukatı yarattım” (hadisi kudsi)
2. “Nefsini bilen rabbini bilir.”
3. “Bir anlık tefekkür bir yıllık ibadetten hayırlıdır.”
4. “Ölmeden önce ölünüz.”
5. Ebu Bekir, arkadaşım ve mağara dostumdur. dost edinecekseniz Ebu Bekir’i dost edininiz.”
6. “Sözlerim şeriat, davranışlarım tarikat, halim hakikattır.”
7. “Dostların arasındaki şeyh, ümmeti arasındaki Peygamber gibidir.”
8. “Kırk gün ihlasla ibadet edenin hikmet menbaı kalbin diline ve oradan da ortaya çıkar.”
9. “Mücahid nefsiyle cihad edendir.”
10. “Yıldızlar gök ehlinin emenı, ehl-i beytim ise ümmetimin emanıdır.”
11. Sufileri ve hırkalarını tenkit etmeyiniz, Çünkü onların ahlakı nebilerin ahlakı, elbiseleri de nebilerin elbiseleridir.
12. “Bildiği ile amel edene Allah bilmediğini öğretir, bilmediğine onu varis kılar.”
13. “Tefekkür gibi ibadet yoktur.”
14. “Zikrin en hayırlısı, gizli olandır.”
15. “Onlar ( Allah dostları) öyle kimselerdir ki görüldükleri vakitte Allah hatırlanır.”

(54.Kıssa) En Kestirme Yol:

Nefsin temizlenmesi ve kalbin nuru ile dolmasının en kestirme yolu,Şah-ı Nakşıbend(k.s) Hazretlerinin tarif ettiği yoldur.Bu yola giren hususunda,Muhammed Bahaüddin Şah Nakşıbend (k.s) Hazretleri şöyle buyurdular: “Yolumuz, ender bulunan yollardandır.Sağlam halkadır.Resulüllah (s.a.v) Efendimiz Hazreti Muhammed Mustafa`nın sünnetlerine tutunmaktan başka bir şey değildir.Ashab-ı Kiramın takip ettiği yolu izlemekten başka bir gaye yoktur.”

(55.Kıssa) Müridlikte İlk Adım:

Hakiki bir mürşide kamile gelip bu ilmi öğrenmek isteyen bir mümün, nefsinin terbiyesi için ilk adımı atmış olur.Artık o mürşide kendini teslim etmiş ve biat etmiş demektir.
Bu maksatla bir mürşide gelip bağlanan kişiye mürid (yani Allahı arzu eden kişi )denir.
Mürid, geçmiş günahlarına tevbe etmiş, farzları yapmaya ve haramlardan sakınmaya kati olrak söz vermiştir.Artık bu kişinin nefsi sıkı bir takip ve kontrol altına girmiş demektir.
Sonra mürid kalbine ve ruhuna Allahü Teala Hazretlerinden gelen nuru almayı öğrenir.Allah, dan gelen bu nuru almada vasıta, başta peygamberler sonra da onun varis ve vekili olan mürşid-i kamillerdir.

Allah razi olsun.
Tasavvufla ilgili bilgileri ulastirdiginiz için.

- Asıl ihsan, senden iyiliği kabul edenindir, senin değil.



ilginç bir yaklasim, hiç böyle düsünmemistim.
Ihsan kimdendir? Sanirim herseyin sahibinden. Peki bizim hiç irademiz yokmu?
Takildigim nokta bu.
Rabbim kolaylastir anlamayi bize.


Tasavvûf

MollaCami.Com