Bölümler | Kategoriler | Konular | Üye Girişi | İletişim


Habersiz darbe

Daha sonra farklı açıklamalar duyma ihtimalimiz de var, ama şimdilik 12 Eylül ihtilâlinden devletin istihbarat teşkilâtının haberi olmadığını öğrendik.


Konu ile ilgili bilgi, 12 Eylül 1980 askerî darbesiyle ilgili olarak açılan dâvânın Cuma günü (11 Mayıs 2012) yapılan duruşmasında ortaya çıkmış. Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık ve TBMM Başkanlığı’nca mahkemeye gönderilen cevaplarda, 12 Eylül 1980 darbesi öncesinde ‘devlet’in ‘Darbe ihtimali var, elinde silâh olanlar hazırlık yapıyor’ anlamında uyarılmadığı bildirilmiş.

12 Eylül darbesinden sonra yapılan yorumlarda da, istihbarat teşkilâtının çalışma şekli eleştirilmişti. Elbette bu eleştiriler günün hassasiyeti göze alınarak ‘ölçülü’ şekilde yapılmıştı. İstihbarat teşkilâtının darbecilerin yaptıkları hazırlıklardan gerçekten haberleri yok muydu, vardı da siyasî iradeye haber verilmedi mi onu tam olarak bilemeyiz. Ama umumî kanaat, haber verilmediği yönünde...

Çünkü darbe gibi tehlikeli işler ne kadar gizli yapılırsa yapılsın, istihbarat teşkilâtının bu hazırlıklardan haberdar olmaması uzak bir ihtimal.

Aradan yıllar geçtikten sonra 12 Eylül’ün sosyal bünyede açtığı yaralar daha iyi fark ediliyor. 12 Eylül’e imza atanlar güya ‘Kanlı darbe yapmadık’ diye kendilerini ve milleti kandırmaya çalıştılar, ama gerçekte bu darbe maddî olmasa da en kanlı manevî darbelerden biridir. Hem sosyal hayatı hem de siyasî hayatı öyle bir katletti ki, aradan çeyrek asırdan fazla zaman geçti ve açılan yara hâlâ kanamaya devam ediyor.

Aslında 12 Eylül ve benzeri darbelerden zarar gören mağdurlar ‘hak arama’ gayesi etrafında toplansa ve darbecilere kanun önünde hesap sormayı hedeflese belki de şimdiye kadar çoktan bu hesap sorulmuş olurdu. Bu yapılamadı, çünkü darbeciler mağdurların bir araya gelmesine bile mani oldu. Ayrıca millete zorla kabul ettirilen 1982 darbe anayasası yoluyla da kendilerini anayasa maddesiyle koruma altına aldılar.

28 Şubat sürecinde de benzeri yaşandığı üzere, darbecilerden mağdur olanlar “En çok ben mağdur oldum” tartışmasına girerek, darbecilere hesap sormayı erteledi. Oysa bütün mağdurlar bir araya gelmeli ve siyasetçileri de darbecilere hesap sorma noktasında zorlamalıydı. 12 Eylül darbesi de kendince ‘denge’ kurarak “bir sağdan, bir soldan” anlayışıyla insanları mağdur etti.

Düşünün ki, adil bir şekilde yargılama yapmadan ‘denge’ bahanesiyle “bir sağdan, bir soldan” gençler idam edildi. Bu anlayışla adalet olabilir mi?

12 Eylül’e imza atanlar sadece ‘darbe’ye imza atmadılar. Dönemlerinde yapılan insanlık dışı işkencelerle, dolaylı olarak insanlığın ölümüne de imza atmış oldular. Sebep olanlar mahkemelerde yargılanmaya başlayınca, o dönemde işkence görenler de çektikleri sıkıntıları tekrar ifade etmeye başladılar.

İşkenceye maruz kalan farklı isimlerin anlattıkları özetle şöyle: *Yaralı olduğum halde gazetelerde öldüğüm yazıldı. 86 gün işkence gördüm.

Ailem de beni öldü zannetti. *Mamak Cezaevi’nde gördüğüm işkencelerden dolayı 32 yıldır dişlerimi fırçalamıyorum.

*Diyarbakır Cezaevi’nde işkence gördüm. Diyarbakır BDP milletvekili Altan Tan’ın babası Bedii Tan’ın işkence ile öldürüldüğünün tanığıyım. *Evren’in mal varlığına el konulmasını ve Cumhurbaşkanlığı sıfatının da kaldırılmasını istiyorum.

*Kardeşimi vurdular. Cenazesini kimsesizler mezarlığında bulduk. Mezarını açtırdık. Müslüman geçinenlerin kardeşimi küloduyla gömdüklerini gördük. Mezardan çıkarıp memlekete götürüp gömdük. Kardeşim ölünce babam da bitkisel hayata girdi. Biz böyle işkenceler gördük. (Milliyet, 12 Mayıs 2012)

Darbeciler, yapılmasına vesile oldukları işkencelerden dolayı mutlaka ahirette hesap verecekler, ama dünyada da hesap sorulması ‘ibret-i âlem için’ önemlidir. Zaten adalet de hesap sorulmasını gerektirir. Bütün darbecilere kanun önünde hesap sorulsun...


Faruk ÇAKIR


Yazarlardan

MollaCami.Com