Bölümler | Kategoriler | Konular | Üye Girişi | İletişim


12 Eylül ve 28 Şubat hesaplaşmaları

Ergenekon ve Balyoz dâvâları sürer ve 2003-4’teki Sarıkız, Ayışığı, Yakamoz... darbe planlarının üzerine gidilirken hep seslendirilen iki sual vardı: Aynı hesaplaşmayı niye 12 Eylül darbecileriyle de yapmıyorsunuz? Keza niçin 28 Şubatçıların üzerine gitmiyor ve meselâ Çevik Bir’den hesap sormuyorsunuz?



Zaman içinde, bu sorulara da—kısmen—cevap oluşturabilecek gelişmeler yaşanmaya başlandı.

Önce, 2010’daki referandumda kabul edilen anayasa paketine bağlı olarak 12 Eylül soruşturması açıldı, darbeyi yapanlardan hayatta kalan Evren ve Şahinkaya hakkında, ifadeleri alındıktan sonra iddianame hazırlanarak dâvâ açıldı.


Şimdi bu dâvâ, 12 Eylül’den zarar görenlerin her geçen gün artan müdahillik talepleriyle sürerken, topluma giderek daha fazla mal oluyor.


Bu süreçte, yargılamanın sadece adı geçen iki kişiyle sınırlı tutulmayıp, o dönemde darbe icraat ve tasarruflarında görev almış, özellikle ciddî hak ihlâllerine imza atmış olan kişilerin de mahkemeye çıkarılarak hesap vermeleri isteniyor.
Keza, bilumum mağduriyetlerin telâfisi de.



Sadece dâvâya bakan mahkemenin üstesinden gelemeyeceği topyekûn bir hesaplaşma bu.
Kamu vicdanını tatmin edecek neticeler alınabilmesi için, iktidarı ve muhalefetiyle siyaset kurumunun, Meclisin, medyanın, STK’ların, velhasıl herkesin sürece katkıda bulunması şart.


Özellikle mağduriyetlerin giderilmesi ve darbe kaynaklı zulümlerin toplum bünyesinde açtığı yaraların izale edilmesi için, yürütme ve yasama organlarına büyük sorumluluklar düşüyor.


Darbe döneminde haksızlığa uğrayan herkesin mağduriyetini—ayrım gözetmeksizin—telâfi edecek yasal düzenlemeler âcilen yapılmalı ve bir an önce hayata geçirilmeli ki, millet-devlet ilişkilerinde darbelerin yaptığı tahribat onarılsın.


Bu, en az hesaplaşma kadar önemli bir konu.


Hesaplaşma sürecinde de, kimilerince şimdiden seslendirilmeye başlanan “cadı avı” iddialarına hak verdirebilecek ölçüsüzlüklerden kaçınılıp, sadece adaletin tecellîsine odaklanılmalı.



Yargı zeminindeki darbe hesaplaşmalarına ideolojik veya kişisel tarafgirlik veya karşıtlık gibi pozisyon almaların ve rövanşist duyguların karışmasına kesinlikle meydan verilmemeli; yalnızca darbecilerin harcı olan ve onlara “yakışan” bu tür yaklaşımlarla süreç gölgelenmemeli.


Aynı şey, Çevik Bir başta olmak üzere, değişik rütbelerden emekli 31 subayın gözaltına alınması ile startı verilen 28 Şubat soruşturması için de geçerli. Bunların bir kısmı tutuklandı, bazıları serbest bırakıldı ve süreç devam ediyor.


Bu dalgada Çevik Bir dışındakiler, adı duyulmamış, daha ziyade istihbarat görevlerinde bulunduğu söylenen kişilerden oluşuyor. İçlerinde başçavuşluktan emekliye ayrılanlar bile mevcut.


Anlaşılan o ki, bunlardan, haklarındaki iddialar ciddî bulunup tutuklananlar, muvazzafken kendilerine verilmiş talimatları uygulayanlar.
Aslında Çevik Bir de öyle. Nitekim savunma ve ifadelerinde, 28 Şubat sürecini başlatan MGK kararlarını referans gösterdiği belirtiliyor. Savcı ve hakimler “Sincan’da tank yürütmek bu kararların neresinde?” diye sordular mı, bilmiyoruz.



Ama mesele tank yürütmekle de sınırlı değil ve soruşturma, 28 Şubat sürecinde yapılıp çok geniş çaplı mağduriyetlere yol açan haksızlıkları ne ölçüde ve ne kadar kapsamına alacak, onu da şu an itibarıyla öngörebilmek mümkün değil.



28 Şubat sadece Çevik Bir'in işi olarak da görülemez. Evet, Bir o dönemin en çok öne çıkan, sivri, medyatik isimlerinden biriydi ve AKP iktidarı sonrasında Erdoğan’ın danışmanlığını yaptığı iddiaları ortaya atıldığı ve düne kadar ona dokunulmaması bunlarla irtibatlandırıldığı için, son operasyonun önce ona yönelmesi ilgi çekti.


Ancak 28 Şubat, tıpkı 12 Eylül gibi kurumsal bir yapının ve geniş bir ittifakın eseri olduğu için, yalnızca kişiler üzerinden yürütülecek bir hesaplaşmanın doğru ve sağlıklı sonuçlar vermesi zor.
O yapı temelden ıslah edilmediği müddetçe...


Kazım GÜLEÇYÜZ


Yazarlardan

MollaCami.Com