Bölümler | Kategoriler | Konular | Üye Girişi | İletişim
Barut kokulu şehirden çığlıklar
âBarut kokulu Beyrutâ deyimini duymamış olabilirsiniz. Bir şehrin adının âbarutâa benzemesi, o şehrin kaderinin de baruta benzemesine etki eder mi bilemem.
Ama bir şehrin nüfus yapısının ve kültürel teşkilinin o şehre barut kokusunun sinmesine sebep olması ihtimali enteresandır.
Geçen hafta sonu Saraybosnaâdaydık.
1992-1995 yıllarındaki Sırp zulmünün ve şanlı Boşnak direnişinin -kanı kurumuşsa da- barut kokusu şehirden kalkmamıştı.
Kurşun izlerini, top güllelerinin yıkımlarını şehrin hemen hemen her yerinde görmek mümkündü.
O yıllarda, televizyonlardan, gazetelerden gördüğümüz manzaraları, seyahatimizde hayalen bir daha gördük ve insanlığından utanması gerekenleri kahr duâsı ile yadettik.
Görüştüğümüz dostlar, eşbaşkanlık ya da dönüşümlü başkanlık denilebilecek olan üç ayaklı yönetim yapısından şikayetçiydiler.
Şunları düşündük:
Avrupaânın içinde bir şehirde ve bir ülkede üç ayrı dinin insanları (Katolik Hırvatlar, Ortodoks Sırplar ve Müslüman Boşnaklar), eşit statüde, barış içinde bir arada yaşayabilir mi?
Avrupa Birliği projesinin geldiği nokta, sınırları kaldırmanın dahi mümkün olduğunu gösteriyor.
Ama bir yandan da ev sahibi dostlarımız şu soruyu soruyorlar: Sırpların Sırbistanâı var. Hırvatların Hırvatistanâı var. Boşnakların neden bir Boşnakistanı yok. Neden Saraybosnaâda üç din bir arada yaşamak zorunda. Yaşayacaksa da neden illa da yönetim üçünün ortak yönetimi olmak zorunda. Boşnak hakimiyeti gerekmez mi? Boşnak yönetimi yetmez mi?
Bu sorulardaki âhakimiyetâ yaklaşımı iki asır önce geçerli olabilirdi.
Kim bilir, belki bir süre sonra yine geçerli olacaktır.
Ama bu gün için, katılımcı yönetim denilen yönetim modeli, elbirliğiyle yönetimi gerektiriyor. Azınlık kavramını reddetmeyi gerektiriyor. Kendisini azınlıkta hissedene az hak vermeyi değil, aksine, onu ekstra haklarla destekleyip azınlık statüsünden çıkarmayı hedefliyor.
Aslında, Avrupaâya İslâmâın ileri karakolları üzerinden ve barış idealiyle yayılacak olan Kurâân medeniyeti de komşuluk hukukunu önemsiyor, barış ve mutluluk içinde yaşamaya çalışmanın değerini anlatıyor, yaşayarak tebliğin gereğini zikrediyor.
O halde Bosna-Hersekâte cari olan âelbirliğiyle yönetimâ modeli geliştirilmeli ki bu ülke de Avrupa Birliğine girsin, doğum tamamlanmış olsun.
Bir husus daha var.
Prof. Dr. Cemalettin Latiçâin âKurâânâın nurunu savaşta muhafaza ettik, ama savaştan sonra maalesef o nuru muhafaza etmeyi başaramadıkâ mealindeki sözleri hepimize ders ve davet.
Maddî cihadâdan dönerken sahabelerine âŞimdi asıl ve büyük cihada dönüyoruzâ diyen Yüce Peygamberimizin (asm) nasihatinin bu çağın insanına dersi, Latiçâin tesbitinde ortaya çıkmış oluyordu:
Savaşta mevzi tutmak, cephe kazanmak zor, hele sayıca az iseniz. Ama eğer imanınız ve mukaddesatınız için feda olmayı göze almış iseniz maddi savaşı kazanmanız kolay. Hele dünyanın dört yanından mücahitler de âAllah aşkınaâ yardımınıza gelmişse.
Peki ya âİkinci Avrupaânın size ve bütün insanlığa açtığı inançsızlık ve ahlaksızlık savaşında ne yapacaksınız?
Büyük cihad kişinin nefsiyle yaptığı cihaddır ve aslolan o cihadı kazanmaktır.
Nefisle cihad nefis terbiyesinden geçiyor ve Bosna-Hersekâte bu cihada katkı yapan tekke kültürü oldukça canlı.
Ama tarikatın ve tasavvufun kendine özgü güzellikleri yanında yine kendine özgü darlıkları da var. Bilhassa, imanı tehlikede olan bir gençliğin ahlâkını tamir ve takviye etmeye gayret etmek, çoğu zaman yetersiz kalıyor.
İşte bu yüzden, âİslâma hamile Avrupaânın bir rahmi olan Saraybosna ve diğer İslâm beldelerinin şimdi manevî cihadda destekçi mücahitlere ihtiyacı var.
Bu ihtiyacı dile getiren Latiç ve benzerlerinin çağrısı kulaklarımızda çığlık olarak çınlıyor.
Ya sizin kulaklarınız? Son günlerde çınladı mı? O halde gereğini yapınız.