Bölümler | Kategoriler | Konular | Üye Girişi | İletişim
Kurâân medeniyetinin yeniden ihyası için (2)
Geçen yüzyılın başında yaptığı tahlillerde, âheves ve heva, rekabet ve tahakkümâ üzerine bina edilen Avrupa medeniyetinin günahlarının iyiliklerine galebe ettiğini ve ihtilâlci komitelerle âkurtlaşmış bir ağaçâ hükmüne girdiğini belirten Said Nursî, âİnşaallah istikbaldeki İslâmiyetin kuvvetiyle medeniyetin mehasini (güzellikleri) galebe edecek, zemin yüzünü pisliklerden temizleyecek, sulh-u umumîyi (dünya barışını) temin edecekâ diyordu (Eski Said Dönemi Eserleri, s. 337).
Bu noktaya terör, şiddet, savaş ve çatışma unsurlarının kesinlikle yer almadığı barışçı bir arınma süreci ile ulaşılabileceğini vurgulayan Bediüzzaman, âdoğru İslâmiyetâin bu husustaki olumlu katkılarına önemle dikkat çekiyordu.
Ona göre, düşmanın taassup, inat ve tecavüzünün silâh ve kılıçla kırılıp def edildiği dönemler artık geride kalmıştı. Silâh ve kılıcın yerini yeni çağda hakikî medeniyet, maddî terakki ve hak ve hakkaniyetin manevî kılıçları alacaktı.
âMedenîlere galebe çalmak ikna iledir, söz anlamayan vahşiler gibi icbar ile değildirâ ifadesi bunun veciz örneklerinden biriydi (age, s. 51).
Bu zamanda iâlâ-yı kelimetullahın manen ve maddeten terakkîye bağlı olduğunu ifade ederken, âMedeniyet-i hakikiyeye girmekle iâlâ-yı kelimetullah edilebilirâ hükmüyle (Tarihçe-i Hayat, s. 30) bu mânâyı perçinleyip, Müslümanların olması gereken yere böylece işaret etmişti.
Geçen yüzyılın başlarındaki alabildiğine karanlık ve kasvetli tablo içinde bile medeniyet, fazilet ve hürriyetin galebe çalacağı bir dünyadan söz ediyordu Bediüzzaman. Ve sulh-u umumî dairesinde kurulacak hakikî medeniyetin tesisinde, Müslüman-Hıristiyan ittifakının çok önemli bir rolü olacağına vurgu yapıyordu.
Ona göre, materyalist-pozitivist cereyanların ufukları tamamen kararttığı ve zehirli meyvelerini cihan harpleri, etnik çatışmalar, iç savaşlar, zulümler, sosyal kaos, ahlâkî dejenerasyon. yozlaşma gibi tezahürlerle kustuğu bir yüzyıla girilirken, bu karanlık tablonun ötesinde iman, hürriyet, adalet, ahlâk, fazilet gibi değerlerin ağır basıp yükseleceği yeni bir çağ geliyordu ve bu çağ, Kurâânâın bu zamana dersini özümseyen Müslümanlarla, tahrifattan arınmış gerçek Hıristiyanlığa dönen İsevîlerin işbirliği ile açılacaktı.
O, âİstikbalin kıt'alarında hakikî ve manevî hakim olacak ve beşeri (insanlığı) dünyevî ve uhrevî saadete (dünya ve ahiret mutluluğuna) sevk edecek, yalnız İslâmiyettir ve İslâmiyete inkılâp etmiş (dönüşmüş) ve hurafat ve tahrifattan (sonradan içine sokuşturulmuş hurafelerden) sıyrılacak İsevîlerin hakikî dinidir ki, Kurâânâa tâbi olur, ittifak ederâ (age, s. 334) diyordu.
Bu çerçevede, Yeni Asyaânın 2003âte düzenlediği bir panelde konuşan Vatikan Dinlerarası Cizvit Sekreteryası eski Genel Sekreteri Prof. Dr. Thomas Michelâin, Bediüzzamanâla bir önceki Papaânın barışa ilişkin düşüncelerini karşılaştırırken dile getirdiği şu tesbit çok anlamlı:
âDünyadaki Katolik Hıristiyanların manevî lideri Papa II. John Paulâün bütün sözleri, Risale-i Nurâda tarif edilen medeniyeti işaret ediyor.â (Michel, Hz. İsaânın Geri Dönüşü, 2004, s. 58)
O tarifi hatırlayacak olursak:
Kurâân medeniyeti kuvvete değil, hakka dayanır. Hedefi menfaat değil, fazilet ve Allah rızasıdır. Hayat prensibi mücadele değil, yardımlaşmadır. Kavimler ve toplumlar arasındaki ilişkileri ırk ve etnik kökene değil, din, sınıf ve vatan bağlarıyla kurar.
Sınıfları şefkat, merhamet, yardım hisleri ve bunlara bina edilen zekât, sadaka gibi köprülerle birbirine bağlar. Nefsin arzularına set çekip, ruhu yüksek hedeflere teşvik ve ulvî duyguları tatmin ederek, insanî kemalât mertebelerinde yükselmeye yöneltir (Sözler, s. 219).
Bu değerlerin insan hayatında neticeleri ise ittifak, dayanışma, yardımlaşma, kardeşlik ve hem dünya, hem ahiret hayatlarında saadettir.
Ve Kurâân medeniyeti, bu mânâları hayata hakim kılacak hizmetlerle tekrar ihya edilebilir.