Bölümler | Kategoriler | Konular | Üye Girişi | İletişim


Derdi Olan Neylesin?!

Derdi Olan Neylesin?!

Sabah iş yerine gelirken dinlediğim radyoda bir hikâye anlatılıyordu.
Aslının olup olmadığını kesin bilemediğimiz fakat düşündürdükleri
itibariyle, dinleyen hemen herkesin alâkasını çekebilecek
hikâye şöyleydi: Celâdet ve adaletin timsâli
Yavuz Sultan Selim (rahmetullahi aleyh), Mısır Seferi'nden sonra fethettiği
beldede adâlet ve otoriteyi tesis için, bir süre kalmak ister.
Bunun için hazırlıklar yapılır ve padişahın otağ-ı hümâyunu
kurulur. Sultanın çadırını temizlemekle vazifeli kadınlardan biri,
akşamları çadıra dönen Yavuz'u o gün ilk defa yakından
görür ve o andan sonra onun sevgisiyle yanmaya başlar.
Zamanla bu sevgi, bir sevdâ olur Mısırlı kadının yüreğinde.
O, düştüğü derdin çaresizliğini bilir; fakat bununla birlikte
çâre aramaktan geri durmaz.

Bir cuma günü Koca Yavuz çadırdan çıktıktan sonra
bir tanıdığına yazdırdığı kâğıdı, sultanın yastığının yanına
iliştiriverir. Kâğıtta; "Derdi olan neylesin?" yazmaktadır.
Sultan, gece istirahatına çekildiğinde yastığının yanında
bulduğu kâğıtta yazılı bu ümitsiz cümleye, bir karşılık yazıp
yastığının altına bırakır. Kadıncağız sabah, "Acaba sultan
cevap yazdı mı?"
heyecanıyla -belki de biraz ümitle- yastığın
altına bakar ve kâğıdının arkasına bir şeyler yazılmış olduğunu görür.
Sırdaşına okuttuğu bu notta, "Derdi olan söylesin!" yazmaktadır. Kadıncağız en azından derdini anlatabileceği düşüncesiyle
biraz da olsa sevinir, ümitlenir bu cümleyle.
Fakat padişahın celâdeti onu korkutmaktadır.
Şîrlerin pençe-i kahrında lerzân olduğu; Koca Yavuz'a böyle bir şey söylemek kolay mıdır?!..
Bu defa kadın, "Korkuyorsa neylesin?"yazılı bir kâğıt bırakır sultanın yastığının altına ve ertesi
günü sabırsızlıkla bekler. Ertesi sabah yine yastığın altına
heyecanla bakar; sultanın kaleminden çıkan, "Hiç korkmasın,
söylesin!"
yazısını görünce kadının ümidi biraz daha artmıştır.
Hiç olmazsa kendini yakıp kavuran derdini söyleyecek,
kabul görmese de, derdinden bir nebze olsun kurtulacaktır.
Kadıncağız bütün cesaretini toplayıp akşam sultanın gelme
vaktinde çadırın girişinde bekler. Birazdan Koca Yavuz, bütün
haşmetiyle görünür; hâlinden, duruşundan kadının kendisine
bir şeyler söylemek istediğini fark eder: "Söyle!" der kadına.
Edeble el-pençe duran kadın titremeye başlar ve dizlerinin
bağı çözülür. Padişah gür sesiyle ikinci defa "Söyle! deyince,
kadın, heyecanından sadece; "Efendim!" der ve
gerisini getiremez; Koca Sultan'ın celâdetinden duyduğu
heyecanla yere yığılır ve ruhunu oracıkta Rabb'ine teslim eder.

Herkesi bir telâş ve heyecan sarsa da, gözler Koca Yavuz'dadır.
Meseleyi günlerdir hisseden Yavuz'un bu tablo karşısında
yüreği yanar, gözleri dolar ve şöyle der: "Hakîkî âşık odur ki,
sevdiği uğruna kalbi dursun!"



Radyodan dinlediğim bu hikâyedeki "hakîkî âşık" sözü beni
başka bir mecrâya yöneltmişti. Kıssalarda fasıl değil, asıldır
önemli olan. Ve bu hikâye de hikâye olsun diye değil,
aslı anlatmak için okunmuştu. Beni yoktan var eden ve
nimetleriyle perverde eden Kâinatın Sultanı'na karşı ne
kadar lâkayd bir ömür sürmekteydim. Beni insan olma,
idrâk ve iman etme şerefine erdiren, her varlıkta merhameti
güneş gibi ayân olan Vedûd, Rahmân ve Kerîm olan Zât'a
karşı içimde (hikâyedeki kadının mecâzî aşkındaki derinlik kadar bile)
ciddi bir muhabbet ve saygı hâsıl olmamıştı doğrusu.
"İlâhî aşk" benim gibiler için zaten çok uzak bir mevzuydu;
fakat âlemi rahmetiyle kuşatan mûhit bir Kudret'in varlığını
hissedip O'na inandığım hâlde, yine de ömrümün gafletle
geçmesiydi bana ızdırap veren.

"Yok mudur kuzum sende meçhule karşı bir saygı,
Dipsiz göklerden ürperiş, ötelerden bir kaygı!"

Necip Fazıl

diyen şairin anlattığı bu milyarlarca ışık yılı ötesi mesafelerde,
milyarlarca yıldız kümesini evirip çeviren ve kullarına şah
damarından da yakın olan Mevlâ'ya, O'nun sonsuz
merhametine karşı ne kadar lâkayd bir hayatın içindeydim.
Yıllar önce çalıştığım okulun müdürü Fazlı Bey'in bir vesileyle
okuduğu ibretlik mısralar geldi aklıma. Bir ârif zât, biraz hava
almak için dolaşırken, yolda ihtiyar bir zâta rast gelir.
Selâm verdikten sonra merhametle baktığı yaşlı adama
irticalen şu dörtlüğü okur:

"Merhaba baba, dayı!
Bıyığı kabadayı
Bunca yıl yaş yaşadın
Ne doldurdun kab'a dayı?"


Kab'a ne doldurmuştum? Ömür sermayesi tükenmeye
doğru yol alırken, hâlâ "Yazda yiyim, kışta giyim derdine
sarf olunup buldu ömür intihâ."
çizgisinin dışına çıkamamıştım.
İnsan olmak gerçekten ne zormuş! Bir an hüzünlü gurbette
yaşayan merhamet insanının: "Sizi harekete geçirmeyen
imanın, sizi sırattan geçirmesine imkân yoktur..."

cümlesi yankılandı beynimde. Bizi Sultanlar Sultanı'na
ulaştıracak, gecelerimizi aydınlatacak namaz için, gafletten
uyanmak için, kab'a bir şeyler doldurmak için; aşk, şevk ve
dert lâzımdı.

"Aşk ağlatır, dert söyletir." demiş atalarımız. Aşk ve
dert yoksa neye ağlayacak, neyi söyleyeceğiz?!..
Dertlerimiz; daha iyi hayat şartları, benliğin susmayan
feryatları ve maîşet olunca, kasrına Rahmân'ın nüzul
eylediği secde gecelerine, gözyaşı gecelerine de uzak kalıyorduk.


"Tam otuz yıl saatim işlemiş ben durmuşum
Gökyüzünden habersiz uçurtma uçurmuşum."

Necip Fâzıl

mısralarının müşahhaslaştırdığı bir hayatın temsilcisi
olmaktan çok üzülüyorum. Zaman göz açıp-kapama
çabukluğunda hızla geçerken, ben "insan" olmanın
gerektirdiği birçok şeyi yerine getirmeden yalan dünyada
oyalanıp durmaktayım. Dilimde, Niyazi-i Mısrî'nin "Bir ticaret
yapamadım, nakd-i ömür oldu hebâ."
ve Sultan Üçüncü
Murad'ın
"Uyan ey gözlerim gafletten uyan." mısraları
olduğu hâlde, neden sözüyle özü bir olanlardan değilim?!..

Bu düşünceler içinde iş yerine ulaştığımda yine
Yavuz Sultan Selim (ra) geldi aklıma. Bu hikâyeyle ona olan
muhabbet ve hürmetim biraz daha artmıştı.

Yavuz'un kıssası,
hayatın gâyesini hatırlatıyordu bana sürekli. Elim masada duran
"Çile"ye gayr-i ihtiyari uzandı; rastgele açtım, sayfa yirmi
dörtteki mısraları okudum:

"Her şey, her şey şu tek müjdede
Yoktur ölüm, Allah diyene!
Canım kurban, başı secdede,
İki büklüm, Allah (cc) diyene!"

Necip Fâzıl


Tahir TANER

Bende bu paylaştığınız yazıyı sızıntı dergisinde okumuştum o kadar hoşuma gitmiştiki anlatamam yine okumak beni gerçekten mutlu etti paylaşımınız için teşekkürler...

Derdi olan neylesin ?
Çekinmesin söylesin
Korkuyorsa neylesin?
Hiç korkmasın söylesin...

çok güzel ya tekrar teşekkürler..

evet bende çok severim bu hikayeyi
sizlerle paylaşmak istedim çok teşekkür ederim
güzel yorumunuz için gözlerinize sağlık..

Derdi olan neylesin ?
Çekinmesin söylesin
Korkuyorsa neylesin?
Hiç korkmasın söylesin...


paylaşımınız için teşekkürler. Allah razı olsun çok güzel olmuş :)

Bugünlerde sıkıtısını çektiğimiz bir konuda paylaşımınızı bize ulaştırmanızdan gerçekten çok mesrur oldum.Emeğinize sağlık...

allah razı olsun emeğine sağlık...

hadi gülümse, murce ve cennet ırmağı kardeşlerim güzel yorumlarınız için
ayrı ayrı teşekkür ederim gözlerinize sağlık

Şirler pençe-i kahrımdan olurken lerzan:Beni bir gözleri ahuya zebun etti felek..
Bu sözünde Sultan'a ait olduğunu duymuştum bu konuyla bağlantılı olarak.Bir bilginiz var mı acaba?


allah razı olsun emeğine sağlık...


Şirler pençe-i kahrımdan olurken lerzan:Beni bir gözleri ahuya zebun etti felek..
Bu sözünde Sultan'a ait olduğunu duymuştum bu konuyla bağlantılı olarak.Bir bilginiz var mı acaba?


googul den az araştırdım yazdığınız şiirin devamıda varmış..


Koca hünkâr, aglamis" ve Türkmen kizina yaptirdigi mezarin mermer tasina, su dörtlügü kazdirarak, dünyaya, askin gücünün karsisindaki çaresizligini en güçlü ordulari yenen koca hünkâr söyle haykirmis:


Merdüm-i dîdeme bilmem ne füsûn etti felek
Giryemi kildi hûn eksimi füzûn etti felek
Sîrler pençe-i kahrimdan olurken lerzân
Beni bir gözleri âhûya zebûn etti felek."


[ Bilmem ki gözlerime felek nasil bir büyü yapti ki
Gözümü kan içinde birakti, askimi artirdi
Benim pençemin( gücümün) korkusundan arslanlar(bile) titrerken
Felek beni bir ahu gözlüye esir etti.. ]


Derdi olan neylesin ?
Çekinmesin söylesin
Korkuyorsa neylesin?
Hiç korkmasın söylesin...


paylaşımınız için teşekkürler. Allah razı olsun çok güzel olmuş :)

İlgin için teşekkurler Hakyolcusu.Bunuda bu vesile ile öğrenmiş oldum.


İlgin için teşekkurler Hakyolcusu.Bunuda bu vesile ile öğrenmiş oldum.


bende teşeşkür ederim sağolun .
gözlerinize sağlık.

alişş kardeşim sizede çok teşekkür ederim
gözlerinize sağlık..

Bugünkü iftar programının sonunda (TRT 1) sunucu Yavuz Sultan Selim'den bir dörtlük okudu ki gerçekten muhteşemdi.Arap-Fars Dili ve Edebiyatı Bölümünü bitirdim amma görmediğim veya öğrenemediğim (unutmuş da olabilirim) bir sanat şaheseriydi.Soldan sağa, yukarıdan aşağıya söz va mana bozulmadan okunabiliyor.
1.Sanma şahım/herkesi sen/sadıkane/yar olur
2.Herkesi sen/dost mu sandın/belki ol/ağyar olur
3.Sadıkane/belki ol/alemde/serdar olur
4.Yar olur/ağyar olur/serdar olur/dildar olur.
İftardan sonra bu şiiri bulabilmek ümidiyle bilgisayarımın başına geçtim .Bu arada (yanılmıyosam Yavuz Bahadıroğlu'nun yazdığı ortaokul yıllarında okuduğum Yavuz Sultan Selim adlı romandaki dörtlüğü de hatırladım.Bu konuyu kardeşimiz çok güzel açıklamış.Sağolsun, Allah razı olsun.Bu edibane yeteneğini devam ettirmesini beklerim.


allah razı olsun emeğine sağlık...


Hikaye & Kıssalar.

MollaCami.Com