Bölümler | Kategoriler | Konular | Üye Girişi | İletişim
Yürek Seferi
YÜREK SEFERİ
Müminlerin hayata yükledikleri anlam, "bir yolcu gibi" olmak bilinci ile belirginleşir... Dünya üzerinden ahirete uzanmak esas alınmıştır... Bu müsaferette "rıza" ve "rıd-van"a kendini programlamak var oluşun vazgeçilmez esasıdır... Gerçekten hayat, akidenin zorunlu kıldığı seferden başka bir şey olabilir mi? Her kul sefer mükellefiyeti altındadır... "Sefersizlik" ise sorumlulukları noktalamanın, kendinden vazgeçmenin, hatta kendini yok saymanın adıdır... Seferle şereflenenlerin gönlünde ve gündemlerinde tek bir şey vardır:
"O halde Allah'a koşun!../'(Zariyat-50)
"Rabbinizin bağışına ve takva sahipleri için hazırlanmış olup genişliği gökler ve yer kadar olan cennete koşun!"(Al-İmran–133)
Ancak çok iyi biliyoruz ki, bu sefer görev emri iki boyutlu açılımı gerekli kılıyor... Yeryüzünde i'layı kelimetullah ovasını sürdürmeye yönelik cihadi bir sefer... Diğeri de kalbe yönelik deruni bir sefer... Bunların biri diğerinin mütemmimidir... İçe doğru derinleştikçe, dışa doğru yürüyüşünde önü açılır... İç seferini sürdürmeyen, kalp sefaletini aşamayanlardan Allah yolunda sebat etmesini beklememiz boş bir temenniden öte bir sonuç vermeyecektir. Cihad yolundaki seferberlik gayretlerini sabote eden de yürek iflası değil midir? Kalbi dünya metaına esir düşmüş zavallıları siz hangi sefere ikna edebilirsiniz? Yeryüzü değerlerine çakılı kalan, basit lezzetlere takılı duran kalpler Allah yolunda seferi nasıl kaldırsın?
"Ey iman edenler! Size ne oldu ki, 'Allah yolunda sefere çıkın ' denildiği zaman yere çakılıp kalıyorsunuz? Dünya hayatını ahiret hayatına tercih mi ediyorsunuz? Fakat dünya hayatının faydası ahiretin yanında pek azdır." (Tevbe–38)
Demek ki, ayakların Allah yolundaki cihadından önce yüreklerin cihada çıkması gerekiyor... Kalplerin sefer bilincini kuşanması, dünyevi tutkulardan özgürleşmesi önem kazanıyor... Toprağı, metaı, eşyayı aşabilme gücü o zaman oluşur. Hem şunu da biliyoruz ki Allah yolunda cihadında esas amacı ne cihangirlik davası, ne de gayesiz biz fütuhattır... Cihaddan amaç gönüllerin İslam'la buluşmasının önündeki engellerin bertaraf edilmesidir... İnsanın İslam'la temas kurabilmesi için özgür bir ortamın gerçekleşmesidir... Yoksa kimseyi İslam'a icbar etmek değildir. Bu böyle olduğu içindir ki, Hz. Peygamber (sav) Hayber gibi stratejik bir yerin fethi esnasında Hz. Ali (ra)ı şöyle uyarıyor:
"Yavaş ol ey Ali, vallahi senin elinle bir kimsenin hidayet bulması, güneşin üzerine doğduğu her şeyden (yada; kızıl tüylü develere sahip olmandan) daha hayırlıdır." (Buha-ri-Müslim)
Dünyalara değer bir amel, bir yüreğin hidayet bulması…
Düşmanı teslim almadan önce yürekler İslam'a teslim olamaz mı? Bunun için yüreklere sefer başlatmalıyız. İslam'ın hâkimiyetinden önce, İslam’ın hidayetini sunacağız... İslam kalblere hakim olunca, hayata hakim olmasını kim engelleyebilir? islam'ın savaş ahlakı ve savaş hukuku bize bunları öğretiyor... Ülkelerden önce yüreklere uzanmak... islam'ın çağrısının ulaşmadığı hiçbir insan kalmasın. İslam'ın merhamet, İslam’ın merhamet, rahmet ve adaleti bunu zorunlu kılıyor...
Hz. Peygamber (sav) hicretin 8. yılında Halid b. Velid'i 300 kişilik bir ordu ile Beni Cezime üzerine gönderiyor. Ce-zime oğulları savaşmadıkça onlarla savaşmamayı tembih ediyor. Cezime oğulları silaha sarılınca savaş çıkıyor, düşman esir alınıyor. Halid bazı esirleri öldürtüyor, bunu haber alan Resulullah (sav) şöyle buyuruyor:
"Ey Allah'ım! Halid'in yaptığı şeyden uzak ve beri olduğumu sana arz ederim. Yaptığı şeyi ben ona emretmedim." Niyazında bulunuyor. (İbn-i Kesir)
Savaşta kalbinizi alıp bir kenara koyamıyorsunuz... Düşmanın kalbini de yok sayamıyorsunuz... Savaş salt kılıç demek değildir... Kılıçlardan önce belki kalblerin buluşması gerçekleşebilir. En azından buna yol aramamız gerekiyor. Efendimiz (sav) Hz. Ebuzer'e de aynı hatırlatmayı tekrarlıyor:
"Ey Ebuzer! Bir kişinin hidayetine sebep olman, senin için dünya ve üzerindeki ziynetlerden daha üstündür."
Yeni bir insanın kalbini İslam'a ısındırmaktan ulaştıkları sevinç dünyalara bedel...
İçe ve dışa yönelik seferlerimizde karşımıza çıkan hep kalbdir... Dışa doğru açılırken kalbleri tevhide çekmek, içe yönelirken kalbi takva yurduna çevirmek hedeftir.
Allah'ın Resulü bu iki boyutu şu veciz ifade ile ortaya soyuyor:
'’ İki göz var ki ateş onlara dokunmaz. Allah korkusun ağlayan göz ve Allah yolunda nöbet tutan göz." (Tirmizi)
Göz afaki ve enfusi sefere eşlik ediyor. Böylesi bir donanıma sahip olan Mus'ab bin Umeyr Yesrib seferine görevlendiriliyor. Sefer görev emrini alan Mus'ab, Yesrib'de bu zorlu görevde yüreğini ortaya koydu. Bir yıl gibi kısa bir sürede şehri kapı kapı gezerek kalpleri yokladı. Mus'ab'ın yürek seferi yüzleri güldürdü. Artık Yesrib Medine olma yolundaydı... Allah yolunda yalnız kalıbıyla değil kalbiyle de yürüyenlerin bereketini görüyoruz...
Müslüman'ın her adımına kalbin vuruşları yansımalıdır... Adımlarımızı hep ileriye ama kalbin derin duyarlılığını yedeğimize alarak yürümeliyiz... Yürek disiplini dağılınca, kalbin dizginlerini kaçırınca hangi çukura yuvarlanacağını insan kestiremez...
Buna rağmen sadece hep yürümek istiyoruz kalbi ve ruhu geride bırakarak. Kalbini ve ruhunu geride bırakarak sadece yürümeye ayarlanmış bir adım nereye götürür insanı? Kalbi kuşanarak, bilgi ile donanarak yeni yüreklere doğru yol alabiliriz...
Atılan adımı yürek destekliyorsa, kelama kalbin katılımı varsa söz yerine ulaşacak, mu hatabın gönlünde yankı bulacaktır. Seferlerimizin, eylemlerimizin kalbin derin hikmetleri tarafından yönlendirilmesine de ihtiyaç bulunmaktadır. Kalbimizden yansıyan ışığın ve ısının karşımızdakinin kalbine temas etmesini ve onu ısıtmasını sağlayabiliyor muyuz? Daha doğrusu kalbimizin böyle bir özelliği var mı, ona bakmalıyız...
Hikmetle, öğütle gönül tellerini titretecek, en katı kalbleri bile harekete geçirecek bir nezaket, basiret ve merhametle davet çalışmalarımızın önünü açmalıyız... Eğer sözler kalbden geliyorsa, kalbe girecektir, ancak sadece dilden geliyorsa, kulakların ilerisine geçemezler...
Davet gibi bir misyonumuz varsa, kelimeleri dizerken cümleleri kurarken, tebliğin ulaştırılacağı yürek köprüsünü önce sevgi ile örmeliyiz...Köprünün yürek ayağı sağlam oturtulmalıdır...
O zaman vereceğimiz her mesaj bir "yürek seferine" dönüşecektir...
Düşüncelerimizi önce kalbimizde damıtıp/ hayatımıza yansıtırsak daha sonra da muhatabımızla paylaşırsak güzel sonuçlarla yüzümüz gülecektir. Aslında davet ve sohbetler kalp toprağına serpilen tohumlardır... Muhatabın kalbinde yeşermesi için onun kalp toprağının da elverişli olması lazım.
Şu an gönüller arasına örülen utanç duvarlarını ne yapacağız? Yürekler arası köprüleri kuracak bir irade ve iştiyak gerekiyor... Bunun içinde kalbi kuşanarak işe koyulmalıyız. İhsan ve ikramımızla bize karşı ön yargılı olanların kalbine uzanabiliriz. Belki bir özür dileme, bir hediye, bir iltifat yeterli olacaktır.
Her türlü güzellik kalbi etkiler. Nazik ve şefkat dolu bir söz, ya da yardımseverce bir tutum, bir tebessüm kalbi yumuşatır ve açar. Buna karşın, sert sözler, zararlı eylemler, katı ve kaba davranışlar kalbi katılaştırır ve kapatır. Bu durum Hz. Muhammed içinde geçerlidir:
"O vakit Allah'ın bir rahmeti ile onlara yumuşak davrandın! Şayet sen kaba, katı kalpli olsaydın, hiçşüphesiz, etrafından dağılıp giderlerdi. Şu halde onları affet; bağışlanmaları için dua et..." (Al-i İmran–159)
Bazı kalpler o kadar katı ki, hiç kimseye açık kapı bırakmıyor. Merhamet ve muhabbet bizi sevdiklerimize ulaştıran bir köprü oldukça ve insanlara yüreklerimizden uzattığımız köprüler çoğaldıkça, gerçek benliğimize ve Allah'a yaklaşabiliriz. Yüreklerimizde başkalarına karşı oluşan çukurlar çoğalıp, genişledikçe Rabbimizden ve sorumluluk alanımızdan uzaklaşacağız...
Birbirimizin ve muhatabımızın yüreğini bilmek durumundayız... Yürekler arası yolları mutlaka açık tutabilmeliyiz…Mümin yüreğini yenileyebilmeli yol almak için buna mecburuz... Bu gün sorunumuz mekân darlığı değil, yeter ki yürek darlığımız olmasın. Kalblerimizdeki daralmayı nasıl gidereceğiz? Gönül kapılarını sonuna kadar açamayacak mıyız?
Sistemi, toplumu değiştirmek bir yana, yürek seferini sürdürürken yolumuzdaki engelleri görüyor muyuz? Yollar yani yürekler açık mı? Yürekleri yerinden oynatacak bir çekim gücü ile İslami heybet ve cazibemizle yüreklerde yer bulma arayışımızı sürdürelim...
Farklı grup, mezhep, hizip, iklim, kavim Müslümanlarına iç dünyamızda yer açabiliyor muyuz? İslami oluşum ve yapılanmalarda kalbler arası ülfet ve ünsiyet vazgeçilmez bir gereklilik ise, bundan nasibimiz nedir?
İlgi duymadığımız ve el uzatmadığımız mahzun bir gönül kalmasın... Herkesten nefret, herkese mesafeli durmak sağlıklı bir ruh halinin ifadesi değildir. Belki de gönlü şeytana kaptırmışlığın bir sonucudur. Kalp ünsiyet, ülfet, muhabbet üretmiyorsa, fonksiyonlarını yitirmeye başlamışsa, kalbe yönelik suikastlara dikkat kesileceğiz... Kalbin tam kapasite devreye girmesini sağlayacağız...
Yürekler üzerinde korku ve terör salarak elde edilen sonuçlar geçicidir. Kalblere de hükmedebileceklerini ve muhabbeti zorla, saygıyı zorbalıkla elde edebileceklerini zannedenler, kalplere tahakküm çabalarının nafile bir çaba olduğunu er ya da geç anlayacaklardır. Kalıcı olan yürekleri coşturmak, fethetmek, harekete geçirip sevgi yeşertmektir. Bu ikinci yolu seçme durumunda geleceğe en gerçekçi yatırımı yapmış oluruz.
O zaman gönülden gönüle sevgi transferi, yürek kapılarını açmaya yeterli olacaktır... Hep endişeliyiz, kalblerimizi açsak, acaba kalblerini açarak ziyaretimize gelen birileri bulunur mu? Önce kendimize soracağız... Bugüne kadar kaç vüreğin kapısını çaldık? Kaç kişi bizim yürek kapımızı çaldı? Kaç kişi gönülden bizi "buyur" etti? Biz kaçını? Yalnızlığımızda sığınacağımız sıcak yürekler, hırpalandığımızda bizi okşayacak müşfik yürekler var mı? Himayemizde kaç mahzun yürek var? Kaç mazluma himmet ettik? Bakalım kalbimiz yerli yerinde mi? Acıyan, sızlayan, seven ve titreyen bir kalbimiz var mı?
Mazlumların yüreğindeki kıvranmayı paylaşmak gerekiyor... Yoksulun sinesindeki sancıyı dindirmek elbette bize düşüyor... İnsanların haykırışlarını, iniltilerini duyan kulaklarımız, gören gözlerimizle bunu yüreklerimize aktardığımız zaman maşeri vicdanın harekete geçtiğini göreceğiz. İnsanlara kalp üzerinden merhametle ulaştığımız vakit yüreklerini bize açtıklarına tanık olacağız, tüm safvet ve samimiyetleri ile bize yönelip kucak açtıklarını göreceğiz...
Bugün yoksullar yolumuzu gözlüyor, ellerimize bakıyor... Bunu ancak göğsünde kalp taşıyan, vicdanı sızlayan, gözyaşı dökmesini bilen, merhamet ve şefkat damarı kurumamış, erdem ve ahlak sahibi fertler dert edinirler... Edinen yok mu? Elbette var... Açe'den Gazze'ye bu yürek seferini sürdürenlere şahidiz... Ancak, bu seferde bizim yerimiz ve nasibimiz nedir?
Gönül kapısını daha bir açmalıyız... Bir adanmışlık ruhu içinde, iğretilikten uzak, yürekten bir seslenişle sefere dahil olmalıyız... Yürekler hareket halinde... Rahmete vuslat var...
Biz yürümeye devam edeceğiz... Yolları açacak olan var… Biz, bize düşeni yaparız, yüreklerde etkisini sağlayacak olan Allah'tır. Ateşi güle çevirenden, denizi cadde klandan ümidimizi kesecek değiliz ya!
Şu ana kadar insanların yürek kapılarına ulaşıp açmadıysak kalan ömrümüz birer fırsattır. İnsanların kalplerine birer "yürek seferi" düzenleyebiliriz... Gönülleri okşayabiliriz... Yorgun yürekler, üzgün yürekler., neden bizimle teselli bulmasın ki? Bizimle ferahlamaları için bir engel mi var? Gönlümüzün zenginliklerini kardeşlerimizle paylaşmayacaksak, bu ne kötü bir bencilliktir! Kanaat, sehavet, uhuvvet, şefkat ve muhabbet ikramımız olsun... Gerçek zenginlik gönül zenginliği değil miydi?
Dayanaksız, desteksiz, bitkin yüreklerin mümin kardeşlerine yaslanmak hakları yok mudur? Birbirinden güç, moral ve güven alacak yürek adamlara ihtiyaç var... Örneklik ve öncülük edecek yürekler şimdi nerede? Öyle görünüyor ki, "yürek adam" kıtlığı yaşıyoruz...
Yüreklerimizin derinliklerindeki gizlilikleri birbirimize açabilmeliyiz. Hiçbir sansür ihtiyacı duymadan, endişeye kapılmadan... Sinelerin sakladıklarından kardeşlerle paylaşılmayacak hiçbir sırrım yok diyebilmek... Esas olan, safvet ve samimiyet ile kardeşlik sevgisi ile sinelerin inşirah bulmasıdır...
Öncelikle yitik yüreklerimiz için bir arayış içinde olmalıyız... Tefekkür, tedebbür, tezekkür yüreğimizle temas kurma seanslarımızdır... Teheccüd yorgun ve yok oluşa terk edilen kalbleri hayata döndürme girişimidir... İnsanın kalbi ile yaşayabileceğini, korunabileceğini, kalbine emek vermenin ise apayrı bir manevi hassasiyet gerektirdiğinin bilgi ve bilincini taşıyor olmamız lazım...
Sefer yüreksiz, yürek de sefersiz olmaz...
Seferi olanın ateşli acıya göğüs germesi için yürekli olması beklenir...
Haydi, yüreğimizi ortaya koyarak, yürek yürüyüşünü tamamlamaya...
Ramazan KAYAN
paylaşım için teşekkürler ALLAH razı olsun..
paylaşım için teşekkürler ALLAH razı olsun..
paylaşım için teşekkürler ALLAH razı olsun..
paylaşım için teşekkürler ALLAH razı olsun..
amin cümlemizden inşallah
paylaşım için teşekkürler ALLAH razı olsun..
Amin cümlemizden inşallah...
Gözlerinize sağlık...İlginize ben teşekkür ederim...