Bölümler | Kategoriler | Konular | Üye Girişi | İletişim


TAKLİD

TAKLİD
Mukallid: Taklid eden demektir. Taklid: Hüsn'ü zann([1]) edip haklı olduğuna inanmak sebebiyle bir kimseye itikatta, sözde, fiilde, görünüş ve giyinişte, delilsiz olarak uymak, tabi olmak ve ona benzemek demektir.
İslâm'da genellikle taklid caiz değildir. Meselâ sadece görerek veya bazı delillerle izah edilebilecek olan itikâdi usuller ve İslâm esaslarının uygulanmasında, mucizelerle desteklenmiş olan Resul-i Ekrem (S.A.V.) efendimizden başka hiç bir kimseyi taklid caiz değildir. Bu konuda her ferd icmâlen([2]) veya tafsilen([3]) delil ile anlaşılmış olmak lazım ve vaciptir. Bunun sonucunda delil göstermek kudretinde olmayan kişi günahkar olur.
Fakat halkın işlerinin aksamaması ve âtıl olmaması için yalnız dinin hüküm ve kaidelerinin cüz'i olanlarında yani ibadetler ve muamelatta ictihad derecesine ulaşamayanların, müctehidleri yani ictihad edenleri taklid etmesi zaruri olarak meşru kılınmıştır.
Şu kadar ki dini işlerde itimad olunan şer'î naslara muhalif olan hususlarda (Allah'a (c.c.) isyan edilecek işte, kula itaat olmaz) hadisince, ne bir müctehidin, âlimin, şeyhin, ne de halifelerin, emirlerin, hükemânın, filozofların, itikada, ibadet ve muamelâta, ahlak ve âdaba dair sözlerine, fiillerine tabi olmak, itaat etmek, taklid ve benzemek katiyyen caiz değildir.
Kısaca çirkin bid'atlarda, yasak ve haramlarda ve şeriata muhalif olan medeniyetin usûl ve muaşeretlerinde hiç bir kimseyi taklid asla caiz değildir.
Nerede kaldı ki küfür âdetlerinde, gayr-i müslim milletleri taklid caiz olsun. Bu, katiyyen caiz olmaz.
Şu halde, bir müslümanın, küfür âdet ve alâmeti sayılan bir şeyi, bir zaruret olmadan giyinmek ve takınmak suretiyle müslüman olmayanları taklidi ve kendisini onlara benzetmesi şer'an yasaktır, nehyedilmiştir. Bu hususta icma-i ümmet de birleşmiştir. Bunda hiçbir şüphe yoktur. Zira Resul-i Ekrem (S.A.V.) efendimiz buyurmuşlardır ki (Bir kavme benzemeye çalışanlar o kavimdendir.) ([4])
Teşebbüh: Başkaların yaptığı bir işi, onlara tâbi olarak yapmak demektir. Şu halde hadis-i şerifin manası; bir millete benzemeye özenenler, benzemek istedikleri derecede onlarla ortak değerdedirler. Yani o değer küfür ise küfürde, isyan ise isyanda, iyi hal ise iyi halde, adet ise adette onlarla birlikte o milletin hükmüne tabi olurlar demektir.
Bu hadis-i şerif küfür ve fısk ehline benzemeyi nehyettiği kadar, salaha erenlere benzemeyi de teşvik etmektedir.
Çünkü hadis-i şerifte "kavm" lafzı nekre kılınmış([5]) olduğundan hem sâlihlere hem de başkalarına şâmildir. Peygamberimiz (S.A.V.), diğer bir hadis-i şerifte buyurmuşlardır ki: (Bizden başkalarına benzemeye özenenler bizden, bizim milletimizden değildir.)([6])
Bu hadis-i şerifte, söyleniş itibariyle müslümanların adetlerinde ve yaşayışlarında müslüman olmayan milletlere benzemekten kaçınmalarının şart olduğu belirtildiği gibi görünüm ve yaşayış itibariyle müslümanların en iyilerine benzemeleri de ifade edilmektedir.
Şu halde bu hadis-i şeriflerin manasına göre, Müslümanlar küfür âdeti ve yolu ve çirkin bid'at alameti sayılan şeylerde, kâfirlere ve çirkin bid'at sahiplerine benzemekten men ve nehy olunmuşlardır.
Aslında İslâm dininde küfür ve isyan yasak olduğu gibi, küfür erbabı ve isyankarların adetleri de yasaktır.
Küfür ehlinin ve isyankarların yaşayış ve adetlerinde onlara benzemek, onlar gibi hareket etmek, ya küfre ya isyankârlığa, ya da her ikisine birden götürdüğü için İslâmda yasaklanıp haram kılınmıştır.
Örnek olarak, hicretin ilk zamanlarında Yahudiler, ne âdette, ne elbiselerinde, giyimlerinde, ne de başka bir özel durumda müslümanlardan ayrılmazlardı. Resûlullah (S.A.V.) Efendimizin bu hususta susmaları, bu halin meşruiyetini göstermekteydi. Fakat daha sonra bu hüküm feshedilmiş, âdet ve harekette
müslüman olmayanlardan ayrı olmak meşru kılınmıştır. Bunun sebebine gelince Hicretin ilk yıllarında müslümanlar zayıf olduklarından Gayri Müslimlerle muhalefet meşru kılınmamıştı. Bilahare İslâm dini diğer dinlere galip gelmeye başlayınca ve müslümanlar kâfirler ile savaşma ve onları cizye vermeye mecbur etme gücünü kazanınca takip edilecek hareket ve âdetlerde onlardan ayrılmak meşru kılınmıştır.
Demek oluyor ki bu asırda, her beldede müslüman olmayan milletlerin hal ve hareketleri her ne şekilde olursa olsun müslümanlar zaruret olmaksızın o
yol ve âdette kendilerini onlara benzetmekten ve onların tavır ve adetlerine uymaktan men1 olunmuşlardır. Nitekim (Her kim bizim şu işimizde, yani dinimizde, ondan olmayan bir şey ihdas ederse o şey merduttur, reddedilmiştir.) Hadis-i şerifi ile dini usul ve delillere dayanmayan mücerred bir görüşle dini işlerde fazla veya noksan kılmak suretiyle yeni bir şey ortaya koymaktan men' edilmiştir.
Yoksa gerek ehl-i sünnet ve dalalet erbabı ve gerekse kâfirler tarafından ihdas ve icad olunan her bidatten ve her yeni yapılan şeylerden ve kâfirlere ve dalalet erbabına mutlaka benzemiş olmaktan men ve nehy olunmuş değildir.
Zira uyumak, yatmak, oturmak, yemek ve içmek gibi tabii işlerde benzerlik zaruridir. Bundan başka ziraat ve sanayi alet ve araçları, harp vasıtaları, yatak ve mutfak takımı gibi dinin emirlerinden olmayıp da kendileri ile yalnız dünyevi gaye için uğraşılan mubah işleri ihdas etmek meşrudur ve hatta bunların bazıları emrolunmuştur.
Binaenaleyh adî bidatler cinsinden olan bu gibi işlerde gayri müslüman milletleri taklit ve bu hususta onlara benzerlik yasaklanmış değildir.
[1] Hüsn-ü Zann: Bir kimsenin veya bir hadisenin iyiliği hakkındaki kanaat, iyi fikirde bulunup, iyi olacağını düşünmek.
[2] Icmalen: Kısaca, özlüce.
[3] Taf silen: Tafsilatlı olarak, etraflıca.
[4] (İmam-ı Ahmet ve Ebû Davut)
[5]- Harf-î tarifsiz söylenmiş..)
(6)El-Cami'üs-Sağîr
iskilipli atıf hoca


Hayatın İçinden İslam

MollaCami.Com