Bölümler | Kategoriler | Konular | Üye Girişi | İletişim


Neden İngilizce Konuşamıyoruz?

Neden İngilizce Konuşamıyoruz?

"Neden İngilizce konuşurken zorlanıyorum? Sıkılıyorum? İçerde neler oluyor? Yıllarca İngilizce dersleri, kurslar, özel öğretmenlerden sonra hâlâ iş İngilizce konuşmaya geldi mi konuşamıyorum." diye utanan, sıkılan insan sayısı hiç de küçümsenemez. Bunun farklı nedenleri var kuşkusuz. Oldukça yaygın olduğuna inandığım bir neden, ana dilde düşünmek ve bunu öğrenilen dile çevirerek konuşma stratejisi. Yani, Türkçe düşünmek; ancak İngilizce konuşmaya çabalamak.

Bu bir alışkanlık mı? Neden böyle bir strateji izlenir? Bu kişiler yaptıklarının farkındalar mı? Bir kişinin Türkçe düşünüp İngilizce konuştuğunu nasıl anlarız? Bu kişilerin İngilizce düşünebilmek için ne yapmaları gerekir?

Ana dilde düşünme ve bunu, konuşulmak istenen yabancı dile çevirme stratejisini kullanan kişiler konuşmalarına başladıklarında uzun, karışık, anlamsız söz dizinleri kullanırlar. Oldukça yavaş, düşüne düşüne konuşurlar. Çoğunlukla sözcük ve cümle aralarında “aa..ııııh…” gibi boşluk doldurucular kullanırlar. Çünkü bir yandan konuşurken diğer yandan ne diyeceğini düşünür ve orada kullanacağı sözcük veya kalıbın İngilizce nasıl söyleneceğini bulmaya çalışırlar. Sürekli "İngilizce olarak bu nasıl söylenir? Şu sözcük ne demektir?" diye düşünmektedirler. Bu durumda zihin çok işlem yapmaktadır. Bu nedenle hem düşünceye odaklanamaz, hem de çeviri yaptığı diller -Türkçe'den İngilizce'ye- birbirinden yapısal anlamda çok farklı olduğu için gramer olarak yanlış, hatta zaman zaman gülünç ifadeler ortaya çıkabilir. Çok bilinen bir örnek vardır bununla ilgili. "Morning morning where are you going? I am going to the circle." Bu kişiyle İngilizce iletişim kurabilmek oldukça sıkıcı olduğu gibi başarısızlıkla sonuçlanır. Konuşan kişi kendini yeterince ifade edemediği için ana dilinde konuşmayı yeni sökmeye başladığı yıllardakine benzer bir ruh hali yaşar. İngilizce konuşulan ortamlarda yetersizlik duygusuna kapılabilir. Bu durum bir iç çelişki yaratır. Anadil deneyimleriyle donanmış nöronlar durmadan düşünce üretirken, bunun dışavurumu tam olarak gerçekleşemez. Yani kendimizi dış dünyada tam olarak gerçekleştiremeyiz veya temsil edemeyiz. Bu kişilere "İngilizce düşünün." dediğiniz zaman bunu nasıl yapacaklarını bilemezler. "Nasıl yani ???.." diye sormadan edemezler.

Niye İngilizce düşünmeli?
Çünkü, düşünme ve konuşma aynı sistemin parçalarıdır. Bir bütünün parçaları arasında uyum olmazsa, sistemde problem yaşanır. Yani düşünme dili ile konuşma dili aynı olmalıdır. Böylece konuşma hızlanacak ve anlam bütünlüğünü bozacak hatalar yapılmayacaktır.
Farkında Olmadan Öğrenme (unconscious learning)

Öğrenmenin yüzde 20'si bilinçli bir şekilde okul, kitap, öğretmen yoluyla gerçekleşirken, yüzde 80'i farkında olmadan yapılan bilinçdışı kayıtlar ile gerçekleşir. Ana dilimizi de bu şekilde öğreniriz. Beynimiz, biz farkında olmadan ana dilimizi, konuştuğumuz ortamda milyonlarca işitsel ve görsel veriyi kaydeder. İnsan sesleri ve onlar ile ilintili renk, koku, duyguların hepsi birlikte biz farkında olmadan kaydedilmektedir. Beyin bu veriler üzerinde "aynı", " farklı", "…öyleyse…." mantığını kullanarak duyduğu seslerden oluşan sistemi, yani dilin şifresini çözer. Bir süre sonra öncelikle bize söylenenleri anlamaya, sonra da konuşmaya başlarız.

Yeni bir dil öğrenmeye başladığımızda belleğimizde bu dil ile ilgili yeni bir klasör açılır. Bunu bir bölgede yer kaplayan alana benzetelim. Bölge belleğimiz olsun. Bu bölgede elbette ki anadil alanımız daha büyük yer kaplamaktadır. Sonradan öğrendiğimiz dilin kapladığı alan daha küçüktür. Düşünmek için düğmeye bastığımızı varsayarsak daha büyük olan alan daha baskın olur. Böylece düşünme anadilde gerçekleşir. Bir iletişim ortamında bize İngilizce olarak söyleneni anlarız. Ona cevap vermek için, zihnimizde anadilde düşünürüz. Sonra bu düşündüğümüzü tekrar İngilizce'ye çevirmeye kalkarız.

NELER YAPILABİLİR ?
Ana dilini konuşan insanlar ile sonradan öğrenilen dili konuşanlar arasındaki en önemli farklardan birisi şudur: Ana dilini konuşan insanın kendisini ifade edebilmek için çok seçeneği vardır. Yüzlerce farklı biçimde kalıp kullanabilir. Seçenek zenginliğine sahiptir. Sonradan öğrenilen dil kullanılırken ise öğrenilmiş kalıpların dışına çıkılamaz. Dolayısıyla seçenekler zengin değildir. Bu nedenle gerek sözel, gerekse yazılı ifade becerisinde kişi sınırlı düzeyde kalır.
Tekrar "alan" metaforuna dönersek, öğrenilmiş dilin bellekte kapladığı alanın sınırlarını ne kadar genişletirsek, o dilde düşünmek o kadar mümkün olur.
Yani "farkında olmadan öğrenme" süreci zenginleştirilmelidir.
Bunun için neler yapılabilir?
Öğrenilen dilin konuşulduğu ülkede bulunun
Bir dili öğrenirken o dilin konuşulduğu ortamda olmak çok önemli. Öncelikle anadilimizi nasıl öğrendiğimizi hatırlayalım. Beynimiz biyolojik olarak dil öğrenmeye programlanmıştır. Doğal olarak, verilen kalıpları algılama ve bunları ayrıştırarak depolama, anlamlandırma yetisine sahiptir.
İşte bu nedenledir ki, biz ana dilimizi öğrenirken hiçbir özel çaba sarf etmedik. "Bilinçli öğrenme" süreci olmadan, hiçbir endişe ve kaygı duymaksızın dinledik tüm söylenenleri. Dolayısıyla anadilimizi kazandık.
İkinci dilin bellekte kapladığı alanı genişletebilmenin yollarından birisi, öğrenilen dilin konuşulduğu ülkeye gitmek, orada bir süre yaşamaktır. Sokakta, alışverişte, otobüste her yerde İngilizce konuşulan bir ortamda bulunun. Ben İngiltere'ye ilk kez 1989 yılında gitmiştim. Heatrow'daki alanda görevli iki hizmetli kendi aralarında konuşuyorlardı. Şok olmuştum. Bizim yıllar süren çalışmanın sonunda gelemediğimiz düzeyde bir İngilizce'yi büyük bir doğallıkla konuşuyorlardı. Bu nedenle, İngilizce öğrenmek isteyenlere önerim, İngilizce konuşulan bir ülkede kısa veya uzun bir süre kalmaları olacaktır.


İngilizce TV, film izleyin
Dinleme sürecinde mümkünse kulaklık kullanın. Böylece beyniniz, işitsel dikkatiniz dağılmadan doğrudan kayıt yapabilir. Bu sırada filmi anlamayabilirsiniz. Hiç önemli değil. Unutmayın, beyin doğal olarak dil kalıplarını bir süre sonra ayrıştırma, benzetme becerisine sahiptir. Siz dinlemeye devam edin. Bir süre sonra hiç anlamadığınız uzun bloklar halindeki söz dizinleri kendiliğinden, anlayabildiğiniz daha küçük parçalara ayrılacaktır. Film izlerken hoşlandığınız dil kalıplarını yazacağınız bir defteriniz olsun. Bunları not alın ve filmde duyduğunuz tonlamayla tekrarlayın. Bunları yeri geldikçe kullanmaya özen gösterin. Aynı filmi birden çok kez izleyin. Filmin sesini kısın. Kişilerin ne söylediklerini hatırlamaya çalışın, seslerini zihninizde canlandırın. Filmdeki kişilerin ne dediği kadar nasıl söylediği de çok önemlidir. Bu nedenle kişilerin beden dillerine, mimiklerine, tonlamalarına, özellikle dudak hareketlerine dikkat edin. Yeni öğrendiğiniz dil kalıplarını onlar gibi konuşarak yüksek sesle prova edin, tekrarlayın. Kendi kendinize konuşun. Mümkünse kendi sesinizi kaydedin. Dinleyin. Filmdeki ile kıyaslayın. Mükemmelliği yakalayana kadar devam edin. Film ekranını görmeyecek şekilde oturun. Sadece sesleri dinleyin. Seslerden hangi sahne olduğunu zihninizde canlandırmaya çalışın. Çıkaramadığınız durumlarda ekrana bakabilirsiniz. Tüm bu alıştırmalar keyifle tek başına yapabileceğiniz alıştırmalardır.


Okuyun
İngilizce kitap, dergi, gazete, broşür ne bulursanız okuyun. Yanınızda tıpkı film seyrederken olduğu gibi küçük bir cep defteriniz olsun. Beğendiğiniz ve kullanabilmeyi istediğiniz dil kalıplarını, sözcükleri içinde bulunduğu cümle ile birlikte defterinize yazın ve tekrarlayın. Bir kalıp veya sözcüğün sizin olması demek, onu uzun dönemli hafızaya atmış olmanız demektir. Bellek ile ilgili araştırmalar, yeni bir bilginin uzun dönemli belleğe yerleşebilmesi için en az 7 kez tekrar edilmesini gerektiğini belirtir.



Sözlük Kullanmayı Öğrenin
Mutlaka İngilizce'den-İngilizce'ye sözlük kullanın. "Nasıl olacak?" dediğinizi duyar gibiyim. Çünkü bu, benim çok sık karşılaştığım bir sorudur. Öncelikle seviyenize uygun bir sözlük alın. Evde bulunan herhangi bir sözlük işe yaramayabilir. Sözlük, dil seviyenizin çok üzerinde olursa bir sözcüğün çok farklı anlamları ile karşılaşabilirsiniz. Hatta açıklamasını anlamak için tekrar sözlüğe gerek duyarsınız. Bu nedenle pek çok kişi, İngilizce karşılıklı sözlüğe bakmaktan nefret eder. Çünkü anlamaz. Oysa seviyeye uygun sözlük alınırsa bu durum oltadan kalkar.
Sözcüklerin yanında parantez içinde phonetic transcription (ses alfabesi) vardır. Bu bilgi, genelde sözlüklerin ön sayfasında açıklamalı olarak verilir. Bunu iyi kullanırsanız, öğrendiğiniz yeni sözcüğün nasıl telaffuz edildiğine de vakıf olursunuz. İngilizce, yazıldığı gibi okunan bir dil olmadığı gibi vurgulaması da ana dilimizden farklıdır. Yanlış vurgu, sözcüğün anlamını değiştirebilir. Bir kelimenin anlamına bakarken, vurgunun hangi hece üzerinde olduğuna dikkat edin. Örneğin çok temel sözcükler olduğu halde hala hotel, garage, photographer, museum sözcükleri vurgu hatası yüzünden çok yanlış söylenmektedir. Denemek için isterseniz bir sözlüğe bakın. Bakalım siz vurguyu doğru kullananlardan mısınız?
Kelimenin tekil, çoğul hali, yapım ve çekim ekleri, hangi sözcük öbeğiyle kullanıldığı gibi çok değerli bilgileri de sözlükte bir bakışta görebilirsiniz. Sözcüğün İngilizce açıklamasıyla birlikte örnek cümle verilmesi, öğrenen kişinin yazının başında vermiş olduğum bölge-alan metaforunda sözü edilen İngilizce alanını genişletecektir.



OLUMSUZ İNANÇ VE DİL KALIPLARI
Olumsuz inanç ve kendinize dair ket vurucu dil kalıpları da İngilizce konuşmanın önündeki bir diğer engeldir. Geçmişte yaşanmış olumsuz bir deneyim, arkadaşların yapılan hataya gülmesi, öğretmenin hata yapıldığı zaman kızması, sabırsızlık göstermesi, hatanın düzeltilme biçimi, anne babanın "Bu kadar para verip özel okula gönderiyoruz, hâlâ konuşamıyorsun." şeklinde konuşması gibi farkında olmadan yapılan kimi hatalar, bazı kişilerde yetersizlik duygusu ve kendine güvenin yitirilmesine yol açar. Kağıt üzerinde İngilizce bilgisi yeterli olmasına rağmen konuşma güçlüğü çeken kişi sayısı çoktur. Bu durum, bir tür sahne fobisine benzer. Bu kişiler, herkesin kendilerini dinlediği, bu nedenle hata yapacakları, gülünç duruma düşecekleri korkusunu yaşarlar. Bu tür korkuları aşmak için hataya bakış açısını değiştirmek gerekir.
Hata yapmanız, öğrendiğinizi gösterir. Hatalar sizin rehberinizdir, sizi yönlendirir. Hangi alanda hata yapılıyorsa o alan güçlendirilecek öncelikli alandır. Bu arada, beyin tesadüfî hatalar yapar. Bu çok doğaldır. Bunları bir süre sonra kendi kendine düzeltir. Doğru kayıtları aldıkça, yanlışları ayıklar. Siz beyne doğru kayıtlar vermeye devam edin.


ASLA PES ETMEYİN
Belgin Öğrek

çünkü ingiliz değiliz ;)

tüm derslerim 10,9 ken hayatım boyu zayıf aldığım tek ders hangisi?

ingilizce.....

ve ben bu melun ders yüzünden nedense ! ingilizce okumak zorunda olduğumuz bölümü 3 sene uzattım!

diyeceksiniz girmeseydin haklısınız kardeşim ::)

Sizin gözünüz korkmuş ingilizceden inşallah ingilizce konuşmaya ihtiyacınız olmaz. ::)
Benim de ingilizce öğrenmeye başlarken çok fazla önyargım vardı üniversiteye gelene kadar doğru düzgün bir ingilizce eğitimi alamamanın sancısını yaşayacağımı düşünüyodum. Bir de diğer arkadaşlarım fen liselerinden yabancı dil ağırlıklı liselerden gelmişler, benim ne haddime ingilizceyi öğrenmek diyordum. Ama isteyince oluyormuş ve tabi emek verince. Şimdi onlardan daha iyi bir ingilizceye sahibim. Bunun için beni destekleyen üniversitedeki ingilizce hocama teşekkür borçluyum. :)

İngilizce ingilizce sözlük için oxford learners dictionary'yi öneririm

Arkadaşlar Reader at Work isimli bir kitaptan alıntı yapıyorum. İyi ki aklıma geldi. Bu konuda uzman bir kişiden alıntı yapılmış. Elbette çevirim mükemmel değil lakin hiç yoktan iyidir. (Ayrıca kendi görüşümü de beyan edeyim, bence hiç İngilizce konuşmadığımızdan konuşamıyoruz, mesela ben, konuşma sıfır.)

A LANGUAGE TEACHER'S PERSONAL OPINION
BİR İNGİLİZCE ÖĞRETMENİNİN KİŞİSEL GÖRÜŞÜ

Why is English such an important language today?
Niçin İngilizce bugün çok önemli bir dildir.

There are several reasons.
Çeşitli sebepleri vardır.

Many newspapers send their reports to other newspapers in different countries in English - not in Spanish or Italian.
Bazı gazeteler raporlarını diğer ülkelerdeki gazetelere İngiliz dilinde gönderirler- İspanyolca ya da İtalyanca değil.

English is also the language of the businessworld.
İngilizce iş dünyasının da dilidir.

For example, when a Mexican businessman buys something from a Chinese businessman he usually speaks English.
Misal olarak, Meksikalı bir iş adamı bir Çinli iş adamından bir şey aldığında genellikle İngilizce konuşur.

At airports you can always hear English, and at the cinema you can watch a film in English.
Hava limanlarında daima İngilizce duyabilirsin ve sinemada İngiliz dilinde film izleyebilirsin.

Today a lot of people want to learn this language.
Bugün bir çok insan bu dili öğrenmek ister.

They go to language schools in England or take English courses in their own countries.
Onlar İngiltere'de dil okullarına giderler veya kendi ülkelerinde İngilizce kursları alırlar.

Every day I see advertisements in the newspapers and on buses.
Her gün gazetelerde ve otobüslerde ilanlar görüyorum.

They are about language courses.
Onlar dil kursları hakkındadır.

Sometimes they also advertise language cassettes in English.
Bazı zamanlar onlar İngiliz dilindeki dil kasetlerini de ilan ediyorlar.

They say you can learn a second language very fast and easily.
Onlar Senin ikinci bir dili çok hızlı ve kolaylıkla öğrenebileceğini söylerler.

They often say you can read plays by Shakespeare or books by Charles Dickens after you listen to the cassettes or after you go to the classes for three months.
Onlar sıklıkla Shakespare tarafından (yazılmış) oyunlar ya da Charles Dickens tarafından (yazılmış) kitaplar okuyabileceğini sonra kasetler dinleyeceğini ya da üç aylık sınıflara gidebileceğini söylerler.


These advertisements are awful.
Bu ilanlar müthiştir.

I am an English teacher and I know that it is difficult to learn a new language.
Ben bir İngilizce öğretmeniyim biliyorum ki yeni bir dil öğrenmek zordur.

But a lot of people think these advertisements are true.
Fakat bir çok insan bu ilanların doğru olduğunu düşünür.

They want to go to these short courses or buy those expensive cassettes.
Onlar bu kısa kurslara gitmek veya bu pahalı kasetleri almak isterler.

I don't understand them.
Onları anlamam.

How can someone learn a new language in three months?
Bir kimse nasıl üç ayda yeni bir dil öğrenebilir?

Are 'super teachers' teaching their classes?
Onların okullarında süper öğretmenler mi öğretiyorlar.

I really don't know.
Gerçekten bilmiyorum.

I don't think people can learn English from cassettes.
İnsanların kasetlerden İngilizce öğrenebileceğini düşünmüyorum.

When we speak a language we don't repeat sentences only.
Biz ingilizce konuşurken, sadece cümleleri tekrar etmeyiz.

We use the language every day and everywhere.
Biz dili her gün ve her yerde kullanırız.

For example, we talk to our friends, our neighbours or to a waiter in a restaurant.
Misal olarak, arkadaşlarımız, komşularımız veya restorandaki bir garsonla konuşuruz.

You can't speak to a cassette.
Bir kasete konuşamazsın.

You can only repeat the questions and answers.
Sen sadece soru ve cevapları tekrar edersin.

We must talk to people and listen to them when we learn a new language.
Yeni bir dil öğrenirken İnsanlarla konuşmalı ve onları dinlemeliyiz.

And this takes a long time. Not only three months!
Ve bu çok zaman alır. Sadece üç ay değil!


Türkçe Dil Bilgisi ve Diğer Diller ile İlgili Çalışmalar

MollaCami.Com