Bölümler | Kategoriler | Konular | Üye Girişi | İletişim


Hayrettin Karaman'a Reddiye...

Cbbeli Ahmet Hoca



Hayrettin Karaman'a Reddiye...

Allâh-u Te‛âlâ’nın rızası, Rasûlüllâh (Sal*lâllâhu Aleyhi ve Sellem)in hâtırı ve
ashâb-ı kirâmın şefaati için herkese ulaştırınız!

HAYRETTİN KARAMAN’IN ŞİRK VE BİDAT İÇERİKLİ
GÖRÜŞLERİNE REDDİYELER

1) Hayrettin Karaman Yahudi Hristiyanların cennete gireceği görüşünden dönmüş müdür?

21.11.2013 Tarihli Yeni Şafak gazetesinde çıkan yazısında H. Karaman şahsımı dedikoduculukla nitelemiş ve “polemik değil diyalog” kitabında kendisine atfen zikredilen şirk içerikli sözleri kendisinin söylemediğini zikretmiştir.

Şimdi bu konuyu ele alacak olursak:

Türkiye’de bir kitap basılıp bir kişiye aşağıda zikredilecek sözler o kitapta atfedilir ve bu sözleri hakkında kendisine yazılı ve sözlü reddiyeler yapılır ama o kişi bunları tekzip etmez ve bu kadar ağır ifadeleri kendisine yalan yere (!) isnad eden kişileri mahkemeye vermez ise bu kitaptan alıntı yapıp, sayfa numarası vererek reddiyeler yapan kişi nasıl dedikoducu olarak nitelenebilir?!

Bu görüşler fıkhın teferruatından değildir ki ihmâl edilebilsin. Bunlar Âmentü’nün esaslarını ehl-i kitap hakkında ikiye indiren şirk içerikli sözlerdir ve çok âlim (!) olmayan vasat kişiler tarafından Abant toplantısında uydurulacak cinsten de değildir. Şimdi o sözleri tekrar okuyalım:

“Şimdi bir adam hem Ehli Kitab olur hem de kâfir olmayabilir mi? Evet, bu mümkün. Bunun delili, işte o 62. âyettir. Bu âyete göre Allâh’a şirksiz inanan, âhirete iman eden kâfir değildir…

Peygamberimiz “Yahudi mutlaka Müslüman olsun!” demiyor, “Hristiyan mutlaka Müslüman olsun!” demiyor.

Diyor ki: “Yahudiler ve Hristiyanlar tek Allâh’a inansınlar, ahirete inansınlar ve kendi kitaplarında da bulunan iyiliklere göre yaşasınlar (yani bizim amel-i salih dediğimiz şeyler); beni de sahtekârlıkla, yalancılıkla itham etmesinler. Getirdiğim kitabı da şuradan buradan çalıntı olduğunu söylemesinler.” Dolayısıyla “Bu takdirde onlar da cennete giderler” demiş oluyor. (polemik değil diyalog, sh:35,41)

Bu sözler göğü yere indirecek ve insanı dinden çıkaracak nitelikte ağır sözlerdir.

“Ağızlarından çıkan kelime ne büyük oldu.” (Kehf Sûresi:5’den)

Bu konuda bazı mülahazalar:

a)Şimdi dünkü yazısında H.Karaman ilk başta “Ben bu sözleri söylemedim” diyor.

Diyelim ki söylememiş, biz bu hususta birçok televizyon kanalında reddiyeler yaptık, 75 sayfalık reddiye yazdık, artık kendisi gibi okur yazar birisinin bir kitapta kendisine böyle sözler atfedildiğini duymamış olması nasıl düşünülebilir?!

Eğer duyduysa da tekzip yazmadı ise onun bu sükûtu ikrar yerine geçmez mi?! Ayrıca kendisi: “Nakil yaptığınız kitap benim kalemimden çıkan bir kitap değildir, bir konuşmamı çözüp basmışlardır, böyle yayınlarda yanlış anlamaya müsait cümleler, kopukluklar, eksiklikler olur dedim” diyor.

Ey insaflı okuyucular! Konuyu size havâle ediyorum. Geride zikredilen cümlelerin kendi konuşmasının çözümü olduğunu kabul ediyor ve arada kopukluk olabilir diye özür beyan ediyor. İyi düşünecek olursak geride zikredilen cümlelerde hiçbir kesiklik eseri görülüyor mu?! Ne kadar net ve kesin ifadeler olduğu ortada değil mi?!

Kaldı ki bu noktada onun diğer bir sözü devreye giriyor. Onu da ikinci mülahazada ele alalım:

b)Bakın kendisi dünkü yazısında yine laf ebeliği yaparak ne diyor:

“Benim ‘katılmadan sözlerini naklettiğim’ bazı alimlerin ayetlere dayanarak, ayetleri kendi anlayışlarınca yorumlayarak dedikleri şudur: ‘Bir Yahudi veya Hristiyan Allah'ın bir, ahiretin hak olduğuna iman eder, amel-i salih işler ve son peygamber Muhammed Mustafa’dan haberdar oldukları takdirde onun da peygamber olduğuna iman ederlerse ahirette kurtuluşa erebilirler. Böyle iman eden ve diyen kimseler resmi Yahudilik ve Hristiyanlığı terk etmiş ve ‘Hanîf’ olmuşlardır.’
Bu anlayışa katılmamak, tenkit etmek bilenlerin hakkıdır; ama sözü eksik nakletmek, insanları töhmet altında bırakmak Müslümanın ve ahlak sahibi kimselerin yapabileceği bir şey değildir.” (Yeni Şafak 21.11.2013)
Görüldüğü üzere; kendisi bu yazısında Mason Abduh gibi reformistlere ait şirk içerikli bu görüşü naklettiğini fakat buna katılmadığını söylüyor. Şimdi size soruyorum; bir insan göğü yere indirecek derecede büyük mesuliyet içeren bir sözü nakledip de altına bir şerh düşmezse ve katılmadığını beyan etmezse naklettiği bu görüşün kendi görüşü olmadığını nasıl anlayabiliriz?!

Bu kişi milletten onun niyetini okuyan birer müneccim olmalarını mı bekliyor?! Oysa “polemik değil diyalog” kitabında da, Diyanet Vakfı’ndan çıkarılan tefsirde de bu görüşü iptal eden hiçbir reddiye bulunmuyor. İnsanları dinden çıkaracak bir görüşü nakledeceksin, sonra onu reddeden bir açıklama getirmeyeceksin, ardından da kendisini sîğaya çeken bir Molla Kasım çıkınca kolayca sıyrılma yolunu seçerek: “Ben katılmadığım görüşleri nakletmiştim” diyeceksin.

Bu iş bu kadar kolay mıdır?! Nice insanlar bu yüzden yoldan çıkmıştır. Bunun vebâlini dünya âhiret kim yüklenecektir?! Tevbe kapısı açıktır ama alimlerin bu konulardaki tevbeleri cahillerinkine benzemez.

Nitekim Allâh-u Te‛âlââyetlerini tahrif eden ehl-i kitabın tevbesi hakkında: “Ancak tevbe edenler, (yetmez, bozduklarını) düzeltenler ve (gizlediklerini) açıklayanlar müstesna. Ben ancak onların tevbesini kabul ederim” (Âli Imrân Sûresi:89’dan)buyuruyor.

Hal böyle iken H. Karaman’ın ifsad ettiği noktayı ıslah edip etmediği ve gizlediği hakikatleri beyan edip etmediği hususlarını ilgililerin takdirine bırakıyorum.

Şu da gözden kaçmamalıdır ki, bizim Peygamberimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in doğruluğuna inanmak cennete girmek için yeterli değildir. Bilakis kişi evvelce müntesibi olduğu dinden uzak olduğunu ifade edip tamamen İslam dinine girmeden Müslüman sayılmaz, Müslüman olmadıkça da cennet yüzü göremez.

Dolayısıyla: “Peygamberin doğruluğuna inanmak” gibi yaldızlı laflara kanılmamalı, kişiden mutlaka: “Ben evvelce müntesibi olduğum dini bıraktım, İslam dinine dahil oldum” şeklinde beyan ve ikrar istenmelidir. Ehl-i Sünnet ulemâsının cümlesi bu konuda hem fikirdir, kitapları bu izahlar ile doludur.



2) Muâviye (Radıyallâhu Anh)a sövmemek Ehl-i Sünnet olmaya yeter mi?

H. Karaman dünkü yazısında:“Muâviye’yi sevemem ama peygamber sövmeyin buyurduğu için sövmem” diyor.

Alim geçinen birine müteşşeyi‛lerin ağzı ile konuşmak hiç yakışıyor mu?!

Evet, Rasûlüllâh (Sal*lâllâhu Aleyhi ve Sellem): “Ashâbıma sövmeyin” buyuruyor ama peşi sıra bunun sebebini açıklarken: “Sizin biriniz Uhud Dağı kadar altın infâk etse, onların verdiği bir ölçeğe, hatta yarım ölçeğe dahi ulaşamaz” (Buhârî, Menâkıb:5, no:3470, 3/1343)buyurarak onların faziletini beyan ediyor.

Yine böylece Rasûlüllâh (Sal*lâllâhu Aleyhi ve Sellem)sahabeyi sevmemizi emrediyor. Yani sövmemek yetmiyor sevmek icap ediyor. Nitekim Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sel*lem): “Sizi nimetleriyle yedirip içirdiği için Allâh’ı sevin, Allâh’ı sevdiğiniz için (O’nun hatırına) beni sevin, benim sevgim (hatırı) için de sahâbemi sevin” (Tirmizî, Menâkıb:32, no:3789, 5/664)buyuruyor.

Diğer bir hadîs-i şerîflerinde konuyu daha da ileri götürerek onları sevmeyi kendisini sevmenin alâmeti, onları sevmemeyi ise kendisini sevmemenin delili sayıyor.

Nitekim:“Ashâbım hakkında Allâh’tan sakının Allâh’tan.!Benim ardımdan onları tenkit oklarınıza hedef yapmayın. Onları seven beni sevdiği için onları sevmiştir. Onları sevmeyen beni sevmediği için onları sevmemiştir. Onlara eziyet eden elbette bana eziyet etmiştir. Bana eziyet eden de muhakkak Allâh’a eziyet etmiştir. Allâh’a eziyet edeni ise Allâh’ın yakalaması yakındır” (Tirmizî, Menâkıb:59, no:3862, 5/696; Ahmed ibni Hanbel, no:20578, 34/185; İbni Hibbân, es-Sahîh, no:7256, 16/244) hadîs-i şerîfinde bu hususu açıkça bildiyor.

H. Karaman’a sormalı: “Bu hadîs-i şerîfler karşısında hâlâ nasıl sahabeden biri hakkında, hem de aşağıda zikredileceği üzere hakkında birçok fazilet rivayeti vârid olan, kendisinin “Buhârî-Müslim” gibi birçok sahih kaynakta hadîs-i şerîf rivayeti olan, rivayetlerinden müctehidlerin fıkhî hükümler çıkarttığı önemli bir sahabî hakkında: “Ben onu sevemem”ifadesini nasıl kullanabiliyor?! Bu tercih hakkını kendisinde nasıl bulabiliyor?!

Bu durumda Hazreti Muâviye’ye “Kâfir”diyerek sahabî olduğunu inkâr etmesi gerekiyor, yok eğer Müslüman olduğunu ve sahabeden olduğunu kabul ediyorsa bu hadîs-i şerîfler onu bağlıyor ve azap ile yakalanacağına dair kendisini tehdit ediyor.

Geride de bildirdiğimiz gibi Hazreti Muâviye sahabe arasında faziletine dair hadîs-i şerîfler vârid olan biridir ki bu hadîs-i şerîflerin Emevîler tarafından uydurulduğunu söylemek, kitaplarında uydurma hadislere yer vermeme şartını iltizâm etmiş bulunan Ahmed ibni Hanbel ve Tirmizî (Rahimehumellâh)gibi zatlara iftira niteliği taşır. Oysa onların kitaplarında bulunan bazı hadîs-i şerîflerde onun faziletine dair özel hadîs-i şerîfler yer almaktadır.

Nitekim Rasûlüllâh (Sal*lâllâhu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur: “Yâ Rabbi! Onu (Muaviye’yi)hidayete ermiş ve hidayete ulaştıran biri eyle.” (Tirmizî, Menâkıb:48, no:3842, 5/687)

Diğer bir hadîs-i şerîfinde ise şöyle buyurmuştur:“Yâ Rabbi! Muâviye’ye kitabı ve hesabı öğret ve onu azaptan koru.” (Ahmed ibni Hanbel, el-Müsned, no:17192, 4/127)

Artık H. Karaman’ı ve ona tâbi olanları Rasûlüllâh (Sal*lâllâhu Aleyhi ve Sellem)i sevmemek, ona eziyet etmek, dolayısıyla Allâh-u Te‛âlâ’yı sevmemek gibi vartalara düşmekten Allâh için sakındırıyoruz.

Burada bütün bu hadîs-i şerîfleri göz ardı etsek bile Hadid Sûresi’nin:

İçinizden Mekke fethinden önce infak ve cihat edenler(diğerleri ile)eşit olamaz.İşte onlar daha sonra infak ve cihat edenlerden derece bakımından daha büyüktürler.

Gerçi Allâh (sahâbeyi kirâmın) hepsine de o en güzel (mükâfat olan cennet)i söz vermiştir. (Hadid Suresi 10)âyet-i kerîmesini göz önünde bulundurduğumuzda, bu âyet-i kerîmenin sarih vaadiyle cennet sözü almış birini H. Karaman gibiler sevse ne yazar, sevmese ne zarar!

Burada şunu da ifade etmeden geçemeyeceğim ki biz bazı konuları ispat sadedinde birçok hadîs-i şerîf serdederken ve tahriclerini tafsilatla zikrederken “En Son Haber” gibi fuzulî sitelerde “Hocaların hocası” diye takdim edilen bir zâtın, yazısının tamamı içerisinde sadece bir yerde kaynak göstermesi, onda da hadis tahriclerini yapmayıp twittercılar gibi “Müslim, Ebû Dâvûd” demesi takma lakabına hiç yakışmamıştır.


Ayrıca fuzuli sitenin haber başlığında Karaman’ın bize tarih dersi verdiği konu edilmiştir.Halbuki biz din dersi vermeye çalışmaktayız.Zira kabirde ve mahşerde tarihten değil dinden sorulacaktır.



3) İmâm-ı Rabbânî sempozyumunda konuşmacı yapılan H. Karaman İmâm-ı Rabbânî Hazretleri’nin sahabe hakkındaki görüşlerini hiç mi duymamıştır?

a)1. cildin, 80. mektubunda İmâm-ı Rabbânî Hazretleri şöyle buyuruyor:

“Ashâb-ı kirâma dil uzatmak gerçekte Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e dil uzatmaktır. Ashâb-ı kirâma saygı göstermeyen, Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e iman etme*miştir. Çünkü onların kötü olduğunu varsaymak , onların arkadaşı olan (Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)’in dekötü olduğunu kabullenmek sonucunu doğurur ki, bu denli çirkin bir itikattan Allâh-u Te‛âlâ’ya sı*ğınırız.

Bu arada Kur’ân ve hadisler yoluyla bize ulaşan şeriat hü*kümleri ancak sahâbe-i kirâm vasıtasıyla bize ulaşmıştır. Şayet sahabe ayıplanırsa onların yapmış olduğu nakillerin de ayıplı ve kusurlu olması gerekir. Bu nakil işi de sahabenin bir kısmına has değildir.

Bilakis sahabenin hepsi adalette, doğrulukta ve tebliğ işinde eşit*tir. Hangisi olursa olsun sahâbe-i kirâmdan bir tanesine dahi dil uzatmak, dine ta‛n etmek demektir ki bu denli çirkin bir duruma düşmekten Allâh-u Te‛âlâ’ya sığınırız.

(Özellikle Hazreti Muâviye gibi birçok sahih kaynakta hadisleri rivayet edilen bir sahâbîye ta‛n etmenin en gibi sonuçlar doğuracağı iyi düşünülmelidir.)

…………

Dinin temel kurallarına göre sahâbenin hepsine tâbi olmak vaciptir. Çünkü dînî asıllarda sahabe arasında ihtilaf yoktur. Sa*habenin ihtilafı yalnızca ayrıntılardadır. Sahâbenin bazısına dil uzatan kişi, onların tümüne tâbi olmaktan mahrumdur.

Şeriatı bize ulaştıran, ashâ*bın tümüdür. Çünkü ashâbın hepsi adalet sahibidir ve her biri bize şeriattan bir şey ulaştırmıştır. Aynı şekilde Kur’ân-ı Kerîm de her birinden bir veya daha fazla âyet alınarak toplanmıştır. O halde onların bazısını inkâr etmek, Kur’ân-ı Kerîm’i ulaştıranları inkâr etmek demektir. Böyle olunca (sahabeden bazılarının adalet ve güvenilirlik) inkâr eden kimsenin şeriatın bütün hükümlerini yerine getirmesi mümkün olmaz. Bu durumda felah ve kurtuluş nasıl mümkün olabilir?!”

b)1. cildin, 120. mektubunda ise İmâm-ı Rabbânî Hazretleri şöyle buyuruyor:

“Görmüyor musunuz? Sahâbe-i kiram, Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)ile sohbetleri sebebiyle peygamberler dışında herkesten üstün oldu*lar. Kendilerinin dışında olanlar ister Veysel Karanî (Radıyallâhu Anh) olsun, isterse Ömer ibn-i Abdilaziz (Radıyallâhu Anh) olsun (hepsi de sahabeden aşağı de*recededir). Halbuki bu zatlar en üst derecelere kadar ulaşmışlar ve bu sohbetin dışında tüm kemâlâtın zirvesine ermişlerdir.Yine de sahabe mertebesine ulaşamamışlardır.

………..

Şüphesiz bu sohbet (Rasulullah sallallahu aleyhi vessellem ile beraber olmak) sebebiyle Muâviye (Radıyallâhu Anh)ın hatası bun*ların sevabından daha hayırlı, Amr ibni Âs (Radıyallâhu Anh)ın yanılması da bunla*rın bilinçli yaptıkları iyi işlerden daha üstün olmuştur.

Çünkü Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)i görmek, vahye şahit olmak ve mucizelere tanıklık etmek gibi faziletlere ermek suretiyle bu yüce insanların imanı, şuhûdî(görmeye da*yalı) olmuştur. Onların dışındakilerde ise, diğer tüm kemâlâtın asılla*rı olan bu üstünlükler bir araya gelmemiştir.”

c)1. cild, 207. mektubunda da İmâm-ı Rabbânî Hazretleri şöyle buyuruyor:

“Allâh’ın hiçbir velî kulu, hatta gayet ulvî derecesine rağmen Veysel Karanî Hazretleri bile, sahâbe-i kiram efendileri*mizden mertebesi en aşağıda olanın (Hazreti Vahşi’nin)derecesine dahi erişemez. Çünkü o (Veysel Karani)beşerin en hayırlısının sohbetinde bulunamamış*tır.

(Ehl-i Sünnetin imamlarından olan) Abdullah ibni Mübarek (Radıyallâhu Anh)a: ‘Muâviye mi, yoksa Ömer ibn-i Abdilaziz mi daha hayırlıdır?’ diye sorulduğunda, o: ‘Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)ile beraberken Muâviye’nin atının burnuna giren toz bile, Ömer ibn-i Abdilaziz’den kat kat daha üstündür’ demiştir.”

d) 1. cild, 251. mektubunda İmâm-ı Rabbânî Hazretleri bu konuda şöyle buyuruyor:

“Mevâkıf şârihinin Âmidî (Rahimehullâh)dan nakline göre; Cemel ve Sıffîn vakalarında Hazreti Ali’nin karşısına çıkanlar hata üzereydiler, hak Hazreti Ali tarafındaydı. Lakin bu hata ictihada dayalı olduğu için muhaliflerin tenkid edilmesini gerektirmez ve onlara sorumluluk yüklemez.”

İmâm-ı Rabbâni Hazretleri’nin bu beyanı ve nakli Hazreti Muâviye ve etrafı hakkında ictihadda hata kavramını bildirmiş olup:“İctihad makamında olan bir hâkim verdiği bir kararda isabetli olursa, kendisi için iki ecir vardır. Hata ederse bir ecir alır”(Buhârî, İ‛tisâm:21, no:6919, 6/2676)hadîs-i şerîfi de onlara azap şöyle dursun, aksine bir ecir tespit etmiştir.

Merhum Ahmed Davudoğlu hocasının beyanı vechile: “İmâm-ı Âzam gibi müctehidleri beğenmeyip kendilerinde ictihad hakkı gören H. Karaman” gibilerin sahâbe-i kirâma, hem de rastgele sahabe değil Talha ve Zübeyr gibi cennetle müjdelenmiş zevât-ı kirâmın aralarında bulunduğu 10.000 kişilik sahabe cemaatine ictihad hakkı tanımamaları insafla ve adalet ile bağdaşır cinsten değildir.

Ayrıca yine İmam-Rabbani Hazretlerinin nakli vechile;burada hak sahibi olan Hazreti Ali Efendimiz ‘’kardeşlerimiz bize karşı azgınlık etmişleridir.Lakin kendilerinin (ictihada dayalı)tevilleri bulunduğu için kafi de değillerdir,fasık da değillerdir.’’ Buyurarak onlara ictihad hakkını verirken,Hayrettin Karaman gibiler Aişe Radyallahu Anha validemizin de aralarında bulunduğu binlerce sahabenin ictihad hakkını kraldan fazla kralcılık yaparmışçasına nasıl gasbetmeye çalışmaktadırlar?

Son olarak; Mahmud Efendi Hazretleri’nin kendilerine telefon açarak: “Bu Ahmed’i dinleyin, Ehl-i Sünnet dışı yazı yazan kişilere gazetenizde söz hakkı vermeyin” ikazında bulunduğu Yeni Şafak erbâbından ve iyi niyetle İmâm-ı Rabbânî sempozyumu tertip eden fakat dünkü yazısında yine İmâm-ı Rabbânî ekolüne muhalefetini izhâr eden H. Karaman gibi bir zatı, o sempozyumda konuşmacı yaparak toplantıya gölge düşüren Hüdâyî Vakfı ashâbından Allâh rızası için bu konularda hassas olmalarını rica ediyor, sahabe hakkında konuşulduğunda en azından kendi yakınları aleyhinde konuşulduğu zaman gösterecekleri hassasiyeti göstermelerini kendilerinden temenni ediyor ve bu yazıyı kaleme almamız vesilesiyle,sizlerin de okuyup okutmanız bereketiyle İbn-i Mace Hadis-i Şerif’inde geçen’’ âhir zamanda sahabe aleyhine konuşmalar yapıldığında onların faziletlerine dair bildiklerini gizleyenlerin tehdit edildikleri lanetler’’den cümlemizin kurtulmamızı Cenâb-ı Mevlâ’dan niyaz ediyoruz.



Ahmet Mahmut Ünlü


Serbest Kürsü

MollaCami.Com