Bölümler | Kategoriler | Konular | Üye Girişi | İletişim


Dinde mi Dilde mi Tebliğ ?

Mahşeri kalabalık dedikleri bu olsa gerek. 60 bin kişi kapasiteli stadın yeşil çim ekili sahası ile beraber tıka basa doldurulmuş 100 binleri bulan bir insan kalabalığı. Tüm bakışların pür dikkat odaklandığı platformu iki küçük, minicik, sevimli mi sevimli henüz biri 4, diğeri daha 5 yaşlarında olan iki küçük zenci melezi kız çocuğu doldurmaktadır. Alkış, kıyamet had safhada, İki küçük kız evladı abartılı beden hareketleri ile hiç tanımadıkları tanımalarına da imkan ihtimal olmayan bir dilin öyle alelade falan da değil en kıymet hak eder şairinin bir kahramanlık destanı olan en önemli şiirlerinden birini İstiklal Marşı´nı okumaktadır. Ama söylediğinin tek bir kelimesini dahi anlayamayadan o paytak, yarım yamalak türkçeleriyle. Bu manzara karşısında iki gözü iki çeşme insanlar gurur denen duygunun doruğundadırlar.
Niçin? –cevaben- Adriyatik´ten Çin Seddi´ne koca bir dünyanın “Türkleştiğinin” ham hayaline kapılmaktan kendini alamadığı için…
Nihayet Kongolu ufaklıklar ara ara birbirlerinden alınan masum kopyalarla tökezleyerek de olsa “başkasının dilinde milli marş okuma” seremonisinin sonuna gelir. Başbakan dahil herkeslerin bir kerecik kucakladığı, kucaklamayanın neredeyse ıslak odun ile dövüldüğü kızlar sunucuların da naylon ilgilerine mazhar olur. Ve işte tam da bu sırada sorulan “Senin adın ne?” sorusu Kongolu çocukların küçücük dünyalarında karşılığını bulamaz ve bütün bu illüzyon ve şa´şa orada iflas eder, nakavt olur. Çünkü çocuksu bir coşku ile okudukları şiirde geçen ve pek çoğumuzun değil anlamını bilmek, fonetik olarak seslendirmekte dahi çok başarılı olamadığımız “mücerred, izmihlal, cüdâ “gibi sözcükleri peş peşe sıralamış bu minikler isimleri sorulduğunda kendilerine seslenildiğinin dahi farkında olmadan salınıp şirinlik yapmaya devam etmektedir… Ne çıkarmalı buradan? Oysa bir dilin temelinde “adın ne?” sorusunun cevabı öğretilmez mi muhattabına? Kaç kişi artık neredeyse karikatürleşecek derecede klişeleşmiş bir “What is your name?” sorusunun cevabını veremez güzide vatanımda?
DİNDE Mİ, DİLDE Mİ TEBLİĞ?
Şöyle ki aslında bu girişim, emperyalizmin keşfinden bu yana halklara karşı yürütülen bir asimilasyon çabasının ürünü olarak karşımızda durmaktadır. Bir zamanlar, koca bir dünyaya hakim olmuş, hükmetmiş Osmanlı hanedanının ardından yetim kalmış topraklarda sömürgeci ingiliz, fransız kuvvetleri bu tarifin bir benzerini hayata geçirmişlerdi. Bugün Tunus, Fas, Cezayir gibi ata yadigarı ülkelerde neredeyse ana dildir fransızca. Bu noktada şunu gözden kaçırmamak da fayda var, güçlü olmak sahip olduğun milli dili dünyada hakim kılmak anlamına gelseydi eğer bunu Osmanlı Devleti zamanında tesis eder ve dünya üzerinde ne kültür, ne din, ne dil kalırdı… İyi niyetli de olsa girişilen bu yayılmacılık faaliyetinde unutulan temel espri budur esasen…
Mesele üzerinde kimonosu ile Türk halk türküleri okuyan Japon çocuklar yetiştirmek ise bu yalnızca Turan idealinin fikir atası Gaspıralı İsmailin düşünce sistemi için tasarladığı dilde-fikirde-işte birlik´ adı altında dünyaya Türk ırkının gücünü hakim kılmak için geliştirdiği projesinin gecikmiş bir biçimde hayata geçirilmiş şeklidir. Bu çok nettir ki ırkçılığa hizmet etmektedir. Çünkü özel türk okullarından seçilen talebelerin büyük bir bölümü İslam ile henüz tanışmamış çocuklardır.
İngilizce eğitim, Türkçe ise show dili olan çocukların kaç tanesi “Fatiha”nın bırakın Arapçasını Türkçesinden haberdardır. Oysa Yüce dinimizde “dilde, kültürde değil dinde tebliğ” esastır. Bunu destekle İslam dini rükunlarının bize gösterdiği ana prensiplerden biri “Arap´ın Acem´ den, Acem´ in Arap´ tan üstün olmadığıdır.”
İslam coğrafyasında büyük bir çözünürlüğün yaşandığı günümüzde Ortadoğu Müslümanları kan ağlarken, Filistin, Irak hala zulüm altında inim inim inlerken koca bir ümmetin belki de bölge için tek umudu olan nispeten güçlü? bir ülkenin derdi, özel okullarında para karşılığı eğitim verdikleri ülkelerin ileri gelenlerinin çocuklarına ezberden Türkçe şarkılar, şiirler öğreterek göstermelik bir biçimde “kim daha iyi Türkçe konuşuyor?” olmamalıdır…
Hem niçin sevgi dilimizi kalburüstü ailelerin, eski servet sınıfın cream de la ceram çocuklarına öğretip, yoksul ama başarılı öğrencilere aynı fırsattan mahrum ediyoruz ki? Yoksa hamisi özgürlükler ülkesi olan okulların eğitim noktasında bir fırsat eşitsizliği zaafı mı söz konusu?
Hepsini unutup gideceğiz nasılsa. Bakınız unuttuklarımızdan biri, daha geçen ay katıldığımız o Avrupa amatör şarkı yarışması eurovizyonda birinciliğin anahtarı olan yegane aracın “İngiliz dili ve kültürü” olduğu gerçeği. Bu kadar çok Türk kültürü ve Türkçe sevdalısı idik de neden uluslar arası bir yarışmada üstelik dereceye dahi giremediğimiz bir etkinlikte biz de olimpiyatların siyah tenli çocukları gibi Türkçe şarkılar söylemedik…
Söylemedik zira görünürde aksi olsa da tıpkı yarışmanın akredite dili gibi eğitimin de akredite dili ingilizcedir. Bu bakımdandır ki, diline yapılan hizmete kayıtsız kalamayan İngiltere, bu eğitim kurumlarına desteklemek adına bir girişimde bulunarak okulları ve öğretmenlerini ödüllendirmiştir. İngiliz Lordu Rotherham, “İngiliz kültürüne katkı” adı ile layık gördükleri ödülü sunarken Londra´da, söz konusu teşkilatın bu konuda yaptığı hizmetler nedeniyle düzenlenen ödül töreninde bölgedeki ingilizce eğitim veren adı türk olan okul sayısını kendi okulları olarak kabul ile övünerek ‘50&8242;den fazla ülkede 500&8242;den fazla okulumuz var´ diyebilmiştir.
Batı´nın amiral ülkelerinden İngiltere´nin de desteği ile daha da bir sahiplenilmiştir artık Türkçe! Yok yanlış okumadınız arada bir çelişki yok zira, organizasyon sahipleri tarafından çok iyi bilinmektedir ki, bu bir gösteri programıdır. Esas hizmet geri plandaki enternasyonel dil olan ingilizceyedir. Kendi memleketinde ise, düzenlenen yarışma programları ile alelade ses sanatçılarının katılımı ile arabesk-fantezi müzik kulak kalitesinin üzerine çıkamayan, rutin dekoltesini programın milli ve manevi atmosferine göre, -mahalle baskısını da unutmamalı- evinde bırakarak frikiksiz nasıl giyinildiğini çoktan unutmuş, bu nedenle görsellikten de uzak, yarışma kültürüne aşina bir iki popstar jüri eskisinin gudik değerlendirme ve temennileri ile halk nezdinde bir onay bir kabullenilme beklentisine girilmektedir.
Ülkesinin bilhassa doğu yakasındaki evlatlarının ciddi bir bölümünün kalem, kağıt, defter, okul gibi kavramlarla hiç tanışmamış olduğu gerçeği bir köşede tüm azameti ile dururken Sri lanka´lı çocuğun ezberden Türkçe maniler okumasını kutsamak eldeki bulgurun akıbetini unutmaktır… Hem neden türkçe şarkı söylesin ki Malezyalı, Endonezyalı, Vietnamlı, Koreli çocuk. Her halk kendi dilinde öz kültürü ile var olmalı değil mi?
Saf dil bir inanıştır ya, hatırlatalım sanıyor musunuz ki ekonomisi dışa bağımlı, hala IMF´ in iktisadi reçetelerine mecbur olan, krizlerin pençesinde iki yakasının bir araya getirememiş, doğal kaynaklarını kullanmak, geliştirmek bir yana topraklarını yarım asırlığına kiraya çıkarmaktan bahseden bir ülke böylesine bir organizasyonu bir başına üstlenip böylesine bir kültür sömürgeciliği hareketini nasıl ateşleyebilir!
Perde ardında bir “güç” arayanlar için ipucu vermek isterim. Bugün okyanus ötesi bir hayal ülkesinde tam 160 adet paralı eğitim veren “Türk okulu” mevcut… Yine en güçlü okulların her nedense federal ajanların kol gezdiği ülkelerde onların nezaretinde eğitim ve öğretimine devam ediyor olması…
Siz bu bilmeceyi çözedurun, sevgi ve hoşgörü dili için verilen mübarek seferberlik hareketi gerçek bir insanlık hizmeti olarak literatürde yerini alsın, ne de olsa ahiret yurdunun enternasyonel dili değil mi türkçe?

Fazıl Ahmet Açıkay

emeğine sağlık.......herkes kendi açısından önmesediğini yada ne ile üstlnediyse onu tebliğe memurdur...Huda bizleri dini tebliğ edenlerden kılsın.


Serbest Kürsü

MollaCami.Com