Bölümler | Kategoriler | Konular | Üye Girişi | İletişim


Yavuz Sultan Selim'in türbedarı ve Abdülhamid Han

YAVUZ SULTAN SELİM'İN TÜRBEDARI

Türbedar bir oğlan çocuğunun dünyaya gelmesini çok istiyordu. Bu yüzden hamile hanımının bir isteğini iki etmiyordu.
Ancak, hanımı o sabah kendisinden kiraz istemişti. Hamilelerde böyle isteklerin olacağını zaten biliyordu. Lâkin kirazın henüz yeni çıkmaya başladığı bahar günlerinde çok pahalı olduğu da kesindi.
Ümit vererek evden ayrılmıştı. Şimdi hem görevi olan türbeyi süpürüyor, hem de düşünüyordu. Akşam eve varınca hanım, kiraz aldın mı, diye sorarsa ne diyecekti?
İçinden her türlü fikir geçiyor, bir türlü çıkış yolu bulamıyordu. Kısacası, cebinde pahalı kirazı alacak parası yoktu.
Elindeki süpürgenin sapıyla yıllardır hizmetini gördüğü Sultan Yavuz’un sandukasına vurdu:
"Hey koca Sultan! Sana senelerdir hizmet ediyorum, bir defacık olsun himmet etmedin. Ne olacak şimdi benim halim? Kiraz alacak param yok. Hanımın hali de meydanda?"

Akşam olur. Süklüm püklüm eve gelir, o gün alamadığı kirazı yarın alacağı sözünü verir. Ertesi sabah yine âdeti olduğu üzere türbeyi açıp beklemeye başlar.
Bir anda karşısında Sultan Abdülhamid Han'ın adamı belirir:
"Efendi, Sultan seni huzuruna çağırıyor, hemen faytona buyur!" der.
Şaşkınlıktan küçük dilini yutacak hale gelir. Sultan kendisini niçin çağıracak? Kendisi bir türbedardır. Sultanın huzuruna çıkacak kimselerden değildir. Olsa olsa bir şikayet, bir suç duyurusu vardır, o yüzden çağırmıştır. Ne ola ki bu suç?
Emri tebliğ eden adam fazla sabırlı değildir:
"Efendi, ne durursun, Sultanın emrini tebliğ ederim sana!"
Bakar ki ağırdan almanın zararı olacak. Çaresiz faytona atlar, doğruca sarayın avlusuna inerler. Nöbetçiler girip çıkar, kendini hemen Sultan'ın huzuruna alırlar.

Abdülhamid Han, türbedârı şöyle tepeden aşağı bir süzer.
Sonra yumuşak bir ses tonuyla sorar:
"Dedem Yavuz Selim Han’ın türbedarı sen misin?"
Güçlükle cevap verir:
"Evet Sultanım, benim!"
"Söyle bakalım, dün türbede neler oldu? Derdin nedir? Bir meselen olmalı?"
Bir anda zihninden bir sürü konu geçer. Acaba Sultan neyi sormak istiyor, neyi kast ediyor. Hangi derdimi soruyor?
Şaşkın ve ürkek:
"Sultanım, bir şeyler olmadı, bir derdim de yoktur. Sağlığınıza duacıyım."
Abdülhamid Han sesini hem yükseltir, hem de sertleştirir:
"Türbedar efendi! Sana söylerim. Dün türbede neler oldu, meselen nedir, açık söyle!"
Bir şeyler hisseder bu defa. Ama söylemeye cesaret gerek. İster istemez olayı anlatır:
"Sultanım, hanımımın üzeri yüklü. Benden kiraz istedi. Çok pahalı olduğundan alamadım. Bunun için de velinimetim dedeniz Sultan Selim Han'ın sandukasına şöyle yavaşça bir dokundum, bunca yıldır hizmetini görürüm, bir himmetini görmedim, dedim."

Ortalığı bir sessizlik kaplar. İki tarafta da derin düşünce hali. Neden sonra daldığı âlemden çıkan Abdülhamid Han, söylenmeye başlar:
"Sen orada dedemin sandukasına vurdun, o da burada sabaha kadar benim başıma vurdu! Al şu bir kese altını, bir daha böyle küçük şeyler için Selim Han dedemi rahatsız etme, doğruca bana gel!"
Bundan sonra emir subayına dönen Abdülhamid Han:
"Selim Han dedemin türbedarının maaşı iki misline çıkarılsın. Bir derdi olunca da hemen bana gelmesine izin verilsin."


Kaynak kitap:
Kızıl Sultan mı Ulu Hakan mı?, sayfa 71 / Kamer Neşriyat

teşekkürler.emeğinize sağlık..


Osmanlı Tarihi

MollaCami.Com