Bölümler | Kategoriler | Konular | Üye Girişi | İletişim
İnanmak icin Allah'ı görmek isteyenler
İNANMAK İCİN ALLAH'I GÖRMEK İSTEYENLER
âHani bir zamanlar, âEy Musa, biz Allahâı açıkça görmedikçe, sana asla inanmayacağızâ demiştiniz de, bunun üzerine sizi yıldırım çarpmıştı ve siz de bakakalmıştınız.â (Bakara, 55-56)
ââ¦Verilen onca nimetlerden sonra, Allahâı görmeden sana inanmayız diye Hz. Musaâya isyan etmek, ne büyük bir küfür ve nankörlüktür.
Bu ayet âmarifetullahâ (Allahâı bilmek) meselelerinin en mühimlerinden birini ve sonra insanların alçalış ve yükselişleri ile alakalı ruh hallerinden en dikkat çekici olanını bir cümlede hatırlatıvermiştir.
Hakikaten de insanlar, terakki edecekleri zaman görüşleri ve fikirleri yükselir...
İdrakleri, yalnızca gözleri önünde duran mahsusata âgörüntülereâ bağlanıp kalmaz...
Akıllarıyla, görülebilenin ötesine geçerler...
Gaybın hakikatine iman edip, görülmedik-işitilmedik saadetlere nail olurlar.
Bunun aksine alçalacakları, çöküntüye uğrayacakları zaman da akılları kalmaz; kalpleri körlenir, gözleri sadece görülebilene saplanıp kalır!
Gözlerine batmayan şeye inanmazlar; inanmak için, mutlaka görmek isterler...
Fenalıktan sakınmazlar; gelecek felakete de, bilfiil başlarına gelmedikçe inanmazlar.
Halbuki felaket gelince hükmünü icra edip, şiddetine göre ya ezer, ya imha eder!
Maddeden başka bir şey tanımayan, gözlerine batmayan şeye inanmayanlar, inanmak istemeyenler, bastonsuz yürüyemeyen körlere benzer!
Tapacakları mabutlarını da elleriyle tutmak, yoklamak isterler...
Bunların gözünde âmaneviyat-makulat-mücerredatâ yani maddi olmayan her türlü mücerret değerler, evham cinsinden sayılır...
Tapmak için cisim cinsi şeylerden putlar ararlar! Bulamazlarsa yaparlar ve ona taparlar, ondan medet umarlar...
Çünkü insanlarda ibadet ihtiyacı doğuştan, yaratılıştan gelen bir ihtiyaçtır; bundan kurtulamazlar. Lakin, hakiki mabudu göremeyince, kalplerinden, akıllarından kuvvet alamayınca gözlerinin eriştiği, ellerinin tuttuğu bir şeyden kuvvet dilenirler!
Hiç olmazsa bir öküz veya öküzün altında buzağı ararlar.
[Nitekim Musa a.s. Tur dağına gittiğinde, Samiri isimli birisi ziynet eşyalarından bir buzağı yapıp, âİşte sizin ve Musaânın ilahı!â (Taha, 97) diyerek ilan ettiğinde, Hz. Musaânın kavmi buzağıya tapmakta tereddüt etmemişti! Bunun içindir ki Cenab-ı Hakk, İsrail oğullarına bir sığırı kesmelerini emretmiştir. (Bakara, 74-76) Bu emirde sığırperestliğin kaldırılması mesajı vardır. Yani sığır, tapınılacak bir mabud değil, Hak Mabud olan Allahâtan insanlara, dilerlerse kesip yiyebilecekleri bir nimettir.]
İsrail oğullarının bir kısmı da gerek Mısır ve civarındaki görgüleri, gerek henüz terakki edememeleri veya herhangi bir sebeple tekrar çöküntüye uğramış olmaları dolayısıyla Hz. Musaâya, Allahâı açıktan açığa görmeyince inanmayız diye dayatmışlardı. Akılsızlıklarından (küstahlıklarından) dolayı kendilerini Musa a.s. ile bir tutup, âSen âkonuştum, kitap getirdimâ diyorsun ya! Hadi bize de göster!â diye isyana cüret etmişlerdi. Bununla Allahâı bir cisim gibi karşılarında görmek istemişler ki, bu muhal yani imkansız idi. Gördükleri bütün nimetler ve o harikalar, sıhhatli bir neticeye varmalarına kafi gelmemiş, böylece nankörce bir tutumla, olmayacak hayallere saplanıp kalmışlar... Bundan dolayı başlarına yıldırım musibeti bir harika (olağanüstü bir uyarı) olarak gelmiş ve bu musibetten de yine bir harika olarak sırf Allahâın rahmeti sayesinde kurtulmuşlardır. Bizzat Allahâı göremedilerse de, başka mabutların veremeyeceği cezayı yakından görerek akılları başlarına gelmiş... Görmeden inanmanın büyük ehemmiyetini o zaman biraz takdir etmişler... Bütün kavim bu sayede yeniden dirilmiş ve kurtuluşa ermiştir.
Bu büyük ders ve nimet de, bu nida da böyle iki veciz ayetle dile gelmiş ve hatırlatılmıştır ki, bundan kitaplar yazılır.
Hakikaten de Cenab-ı Allah görülmez ve görülemez değildir. O, kendini görebilecek gözler de yaratmaya kadirdir. Lakin ona bu gözler dayanmaz ve görülürse ihata olunmaz. Bizim dünyada menfaatimize olacak husus; ona gıyabında iman etmek, akli ve kalbi şehadetle inanmaktır.â
(Hak Dini Kuran Dili, 1/359)