Bölümler | Kategoriler | Konular | Üye Girişi | İletişim


Sadece sâlih olmak kâfi değil

SADECE SÂLİH OLMAK KÂFİ DEĞİL

Rabbimiz Kuran-ı Kerimde biz kullarını îkaz için buyuruyor ki:

“Sizden önceki devirlerde, (insanları) yeryüzünde fesat çıkarmaktan vazgeçirmeye çalışacak, (bozgunculuktan alıkoyacak ve bu sûretle onları helâktan kurtaracak) faziletli kimseler bulunmalı değil miydi? Fakat (o devirlerdeki insanlar) içinde, (ıslah vazifelerini yaptıkları için) kurtardığımız (kimseler) pek azdır. Zulmedenler ise, sadece kendilerine verilen (dünyevî) refâhın peşine düştüler. Zâten günahkâr insanlardı onlar.

Ve senin Rabbin, ahâlisi (hem nefislerini, hem diğer insanları) ıslâh edip dururken, o memleketleri (sırf) şirk yüzünden helâk edecek değildi.

Eğer Rabbin dileseydi, bütün insanları muhakkak ki bir tek ümmet yapardı. Halbuki onlar yine de ihtilâf edip duracaklardı.” (S. Hûd, 116-117-118)


Elmalı tefsirinde mezkür ayetlerin mealleri:

“Sizden önceki devirlerden bakıyye sahipleri (kitap ehli) yeryüzünde bozgunculuktan vazgeçirmeye çalışsalardı ne iyi olurdu. Fakat onların içinden kurtardığımız pek az kimse bunu yaptı. O zulmedenler ise şımartıldıkları refahın peşine düştüler ve hepsi de suçlu oldular.

Senin Rabbin, halkları iyi ve ıslahatçı iken, o memleketleri haksız yere helak edecek değildir.

Eğer Rabbin dileseydi elbette bütün insanları tek bir ümmet yapardı. Halbuki yine de ihtilaf edip duracaklardı.” Sure-i Hud, 116-117-118)


Beyzâvî merhum, buradaki “zulm” kelimesini şirk ile tefsir etmiş ve şöyle demiştir: “Bu, Cenâb-ı Hakkın rahmetinin çokluğundan ve kendi haklarındaki lûtuf ve müsadesindendir. Onun için haklar toplanıp yığıldığında, âlimler, öncelikle kul hakkını göz önüne alırlar.”

Nitekim denilmiştir ki: “Mülk, küfr ile yaşayabilir; fakat zulüm ve ahlâksızlıkla asla yaşayamaz.”

Bazı müfessirlere göre, âyette geçen “bi zulmin” lafz-ı celîlinin mânâsı, Kendi tarafından zulmederek demektir.
O vaziyette âyetin meali: “O, memleketleri zulmederek helâk etmez” tarzında olur.


Görüldüğü üzere, daha önceki devirlerde, belâ ve musîbetlere mâruz kalan milletlerin helâklerine sebep olan başlıca iki unsur var:

1. İçlerinde, yeryüzündeki fesâdı-bozgunculuğu önleyip fitneye mâni olacak faziletli bir cemaatin olmayışı veya olsa bile yetersiz kalışları.

2. Refâha ermiş bulunanların da zevk-ü safâ düşkünlükleri ve bu sûretle insanların baştan çıkmasına sebep olmalarıdır.

Yoksa halkı sâlih, sulh ve ıslahtan yana olan, bozgunculuk yapmayan, yapanlara da mâni olan bir memleketi, durup dururken Rabbimiz –hâşâ– haksız yere niçin helâk etsin. O, hak etmeden asla helâk etmez.

Bir memleketin gerek idare eden ve gerek idare olunan ahâlisi, zulme ve bozgunculuğa meydan vermeyen salih insanlar iken, Allah Teâlâ herhangi bir zulüm ile o memleketi felâketlere maruz bırakmaz. Böyle bir ihtimal yoktur. Cenâb-ı Hakk kendisi zalim olmaktan münezzeh olduğu gibi, insanlar da iyilik üzere olup bozgunculuğa mâni olmayı sürdürdükleri müddetçe, zulmetme niyetinde olanlar da zaten bunu yapmaya imkân bulamayacaklardır.

Demek ki; helâk ve felâketlere uğramamak için sadece sâlih (iyi) olmak kâfi değil, ayrıca muslih yani ıslâh edici, iyileştirici, düzeltici, arabulucu, uzlaştırıcı olmak da icap ediyor.

Cenâb-ı Hakkın memleketleri helâk edişi, ancak o memleket halkının ıslahtaki eksiklikleri ve zulüm ile fesâdın yayılıp çoğalmasına sebebiyet vermeleri yüzündendir.


Nitekim ashâb-ı kirâmın,

“İçimizde sâlihler varken yine de helâk olur muyuz?” suâline cevaben,

Resûlüllah s.a.v.,

“Evet, eğer hubs (kötülük) çoğalırsa.” (Buhârî, Fiten, 4, 28) buyurmuşlardır.


Kur'ân-ı Kerîm ve Tefsir

MollaCami.Com