Bölümler | Kategoriler | Konular | Üye Girişi | İletişim


Kur’an’da Övülen İnsan (Hz.Ebû Bekir-i Sıddîk)

Hz. Ebû Bekir-i Sıddîk Efendimiz’i (r.a) nasıl öveyim, nasıl anlatayım? Ben kulların en alt derecede olanıyım.

Onu, yüceler yücesi âlemlerin yaratıcısı bizzat Allah Teâlâ övmüştür. Rabbimiz Kur’ân-ı Kerîm’de onu, “İkinin ikincisi, son Peygamber’in arkadaşı, takvâ yolunda en ileri olan kişi” diye tarif etmiş ve övmüştür.

“Eğer siz O’na yardım etmezseniz, ikinin ikincisi (iki kişiden biri) olduğu halde [Resûlullah (s.a.v) ve Hz. Ebû Bekir (r.a)] kâfirler onu Mekke’den çıkardıkları zaman Allah ona yardım etmişti. Hani onlar mağarada idiler. O zaman arkadaşına, ‘Üzülme Allah bizimle beraberdir’ diyordu.”(Tevbe 9/40.)

“Takvâ yolunda en ileri olan cehennemden korunacaktır. O malını verip temize çıktı. Ona göre sırf verdiğinden dolayı mükâfata layık kimse yoktur. Bu sebeple o, verdiğini yüce rabbinin hoşnutluğunu kazanmak için verir.”(Leyl 92/17-21.)


Hz. Ebû Bekir Efendimiz (r.a)...

Asıl ismi Abdullah... Tertemiz soyu, Peygamberimiz’in (s.a.v) altıncı batındaki dedesi Mürre b. Kâ‘b ile birleşir. Fil yılından iki yıl bir ay sonra dünyaya geldi.

Sevgili Peygamberimiz (s.a.v) onun hakkında şöyle buyurdu:
“Ebû Bekir’in malı kadar hiçbir malın bize faydası dokunmamıştır.”(Buhârî, Salât, 80; Ahmed, el-Müsned, 2/18)

“Ümmetimden cennete girecek ilk insan hiç şüphe yok ki Ebû Bekir’dir.”(Müslim, Salât, 152; Ebû Davud, Sünnet, 8.)

“Ebû Bekir’in arkadaşlığı kadar bana güven veren bir arkadaşlık ve onun malı kadar bana güvenli olan bir mal olmamıştır. Eğer rabbimin dışında kendime bir dost bulmak isteseydim, bu dost, Ebû Bekir olurdu. Ne var ki din kardeşliği de yeterli bir dostluktur.”(Buhârî, Fezâilü’s-Sahâbe, 3; Müslim, Menâkıb, 45; Tirmizî, Menâkıb, 15.)

Özellikleri Yüce Bir Dost

Hz. Ebû Bekir Efendimiz (r.a), erkekler arasında ilk müslüman olan kişi, müslümanlar arasında ilk defa, malının tamamını Allah yolunda harcayan insan, Allah Resûlü’ne gelen maddî zararı, müslümanlar arasında ilk defa karşılayan kişidir.

Hz. Ebû Bekir Efendimiz (r.a), İslâm tarihinde ilk halifedir, Kur’ân-ı Kerîm’i yazıldığı sayfalardan ve ezberleyen hafızlardan dinleyerek ilk defa kitap haline getiren, İslâm’da ilk kez hazineyi (beytülmal) kuran, Peygamber Efendimiz’den (s.a.v) sonra İslâm dininin en önemli ikinci ismidir.

Hz. Ebû Bekir Efendimiz (r.a), cennetlik müslümanların adı sayılırken, onun adı Peygamber Efendimiz’den hemen sonra gelen, Peygamber Efendimiz’le (s.a.v) Medine’ye göç eden en önemli ikinci müslümandır. Bu yüzden de kendisine Kur’ân-ı Kerîm’de “İkinin ikincisi” denilmiştir.

Evliyanın İmamı

Sevgili Peygamberimiz (s.a.v) Medine’ye hicret ederken Hz. Ebû Bekir Efendimiz de (r.a) yanındaydı. O gün en zorlu bir dönemdi. O, geride kalan ümmeti düşünerek yaşananlara şahit oluyordu. Belki de bu yüzden tedirginlik yaşıyor ve yolculuk süresince her an, işte şimdi Kureyş müşrikleri bizi yakalayacak diye endişeleniyordu. Ama bir beşer olması münasebetiyle...
Ancak yüce Allah, Hz. Ebû Bekir Efendimiz’e, böylesi bir zamanda ne yapması gerektiğini Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) lisanından, vahiy olarak gelen şu ilâhî sözlerle kurtarmıştır:

“Üzülme, Allah bizimle beraberdir.”(Tevbe 9/40.)

İşte bundan sonra Peygamber Efendimiz (s.a.v) meydana gelen korkunun, ancak Allah Teâlâ ile beraber olunduğu bilincine varılmasıyla giderileceğini ona öğretti. Hiç şüphesiz bu şeref, pek yüce bir ahlâkî özellikti. Onun yolunda yürüyen pek çok velî, insanın her an yüce Allah ile birlikte olmasına büyük önem verecekti. Zamanla bu özellik, velîlerin ıstılahında “murakabe” adını alacaktı.

Hz. Ebû Bekir Efendimiz (r.a), her an yüce Allah ile mânevî beraberliğine devam etmiş olmalı ki, gece namazlarına ısrarla devam ediyordu. Çünkü gecenin sessizliğinde bu hal, ona büyük bir haz verirdi.

İşte sâdât-ı kirâm efendilerimiz de onun bu güzel özelliğini kendilerine örnek almışlar ve Allah Teâlâ’yı gizlice zikretmişlerdir. Çünkü onların, müridlerine öğrettiği zikrin gayesi, insanı her an Allah ile beraber olmaya götürmektir. Onun için gizli zikri (zikr-i hafî) telkin etmektedirler.

Tefekkür Sahibi

Hz. Ebû Bekir Efendimiz (r.a) takvâsının olgunluğu ve Allah sevgisinin çokluğundan dolayı yüce Allah’a çok yalvarırdı. O, tefekkürü bol ve ağlaması çok olan büyük bir sahâbiydi.

Sevgili Peygamberimiz’in hanımı olan kızı Âişe validemiz (r.a), onun hakkında şöyle diyor:

“Ebû Bekir (r.a) yüreği yufka bir kişiydi. Ne zaman Kur’ân-ı Kerîm’den âyetler okusa, göz yaşlarını tutamazdı.”

Bir defasında kendisine içinde bal bulunan bir su kâsesi sunuldu. Verilen bal şerbetine baktı; ağladı, ağladı... Etrafındakileri de ağlattı. Bir ara sustu. Yanındakiler de sustu. Bir müddet sonra Hz. Ebû Bekir Efendimiz (r.a) yine ağlamaya başladı. Bir türlü göz yaşlarına hâkim olamıyordu. O ağlayınca yanındakiler de ağlıyordu. İnsanlara mânevî coşku (vecd) hali gelmişti. Hz. Ebû Bekir Efendimiz (r.a) kendinden geçti ve bayıldı.

Bir süre sonra kendine gelince, yüzünü örtüsüne sildi. Etrafındakiler şöyle dedi:

“Seni bu kadar heyecanlandıran neydi? Hepimiz senin öldüğünü düşündük!...” Onlara şöyle dedi:

“Bir gün ben, Allah Resûlü Muhammed Mustafa Efendimiz’le (s.a.v) birlikteydim. Efendimiz (s.a.v) bir şeyi eliyle kendisinden uzaklaştırmaya çalışıyor ve, ‘Benden uzak dur!... Benden uzak dur!...’ diyordu. Ama onun ne olduğunu göremiyordum. Yanında ise hiç kimse yoktu. Daha sonra bu durumu kendisine sordum, bana şöyle buyurdu:

‘Dünya ve içindekiler bir şekle bürünüp bana göründü. Onu azarlayıp kendimden uzaklaştırdım. Ama o bana şöyle dedi: Sen benden kurtuldun, fakat senden sonra gelecek olan ümmetin bu dünyalık zevklerden kurtulamayacak.’
İşte ben, o bal şerbetini görünce, dünyalık bir zevke tamah ettiğimi düşündüm. Korktum ve ağladım.”(Bezzâr, el-Müsned, nr. 3618; Heysemî ez-Zevâid, 10/254.)

Hz. Ebû Bekir Efendimiz (r.a) dünya ve âhiret işlerinde ciddi idi. Sınırı asla aşmazdı. Sahâbe-i kirâm arasında en isabetli görüşleri söylerdi. En güzel rüya yorumunu o yapardı. Ashab arasında sözleri, fiilleri ve değerlendirmesi en mükemmel olandı. İnsanlar arasında Allah’ı en iyi bilen ve Allah’tan en çok korkandı.

Yediklerinin ve içtiklerinin helâl olup olmamasına çok dikkat ederdi. Eğer şüpheli bir lokma ağzına götürmüş olsa, haram olduğunu anladığı esnada onu derhal çıkarırdı.

Bir gün Hz. Ebû Bekir’in (r.a.) hizmetçisi, kendisine yemek getirmişti. Yemeğe başlayınca, hizmetçisi, “Efendim, daha önce sofraya her getirdiğim yemeği nereden, nasıl hazırladığımı soruyordunuz. Bugün hiç sormadınız” dedi. Hz. Ebû Bekir (r.a.), “Açlık onu sormamı bana unutturdu” dedi.

Ardından hizmetçisine, “Peki bunları nereden getirdin?” diye sordu. Hizmetçisi, “Efendim, ben müslüman olmadan önce sihir yapardım. Biri bana sihir yapmam karşılığında yemek vaad etmişti. Onlar, şimdi düğün yapıyorlar, bana da yemek ikram ettiler” dedi. Hz. Ebû Bekir Efendimiz (r.a), “Bu, sihir karşılığında verilen bir yemek mi?” diye sordu ve istifra etti. Yanındakiler, “Ey Ebû Bekir! Bu haram değil, hırsızlık hiç değil. Bir lokma için niçin kendine bu kadar ıstırap ediyorsun?” dediler. Hz. Ebû Bekir (r.a) şöyle dedi:

“Eğer canım çıkma pahasına da olsa bu lokmayı çıkartırım. Zira Peygamber Efendimiz (s.a.v), ‘Haram yiyen her ceset, cehenneme daha lâyıktır ve yakındır’(Taberânî, el-Kebîr, nr. 5759; Ebû Nuaym, Hilye, 1/31; Süyûtî, Sagîr, 2/279.) buyurmuştur.”

Hz. Ebû Bekir Efendimiz (r.a) başkaları tarafından övüldüğünü gördüğü zaman şöyle derdi:
“Ey Allahım! Nefsimi sen onlardan daha iyi bilirsin. Beni, onların düşündüğünden daha iyi duruma getir. Onların bilmediği hatalarımı bağışla. Onların, hakkımda söyledikleri övgülerden dolayı beni sorguya çekme.”

Güzel Sözlerinden Seçilenler

 Allah rızâsı gözetilmeyen işlerden, Allah yolunda harcanmayan maldan, cahilliğinden ötürü yumuşak huylu olamayan kişilerden ve Allah için yapacağı bir işte insanların kınamasından çekinen kimselerden hayır gelmez.
 Bir kimse Allah için nefsine kızarsa, yüce Allah o kişiyi nefsin hilelerinden korur.
 Övünmekten sakının. Topraktan gelip yine toprağa gidecek olanın, sonra böceklere yem olacak olanın övünmek neyine.
 Sonu cehennem olan bir iyilik, hayır sayılmaz. Sonu cennet olan kötülük de kötülük kabul edilmez.

Vefatı

Hz. Ebû Bekir Efendimiz (r.a) bir gün hastalanınca ziyaretine gelenlerle arasında şu konuşma geçti. Gelenler,
“Sana doktor çağıralım mı?” diye sordu.
“Doktor beni gördü” dedi.
“Öyleyse sana ne tavsiye etti?” dediler.

“Rabbin dilediğini hakkıyla yapandır” dedi.(Hûd 11/107.)

Daha sonra yanına Hz. Ömer’i (r.a) çağırdı. Yaptığı sohbetle onu ağlattı. Ardından şöyle buyurdu:
“Eğer tavsiyelerimi tutarsan, senin için ölümden daha sevimli gelen bir şey olmaz. Nasıl olsa o, sana gelecektir. Şayet dediklerimi tutmazsan, senin için ölümden daha sevimsiz hiçbir şey olamaz. Ama sen, o sevimsiz gördüğünü yok edemezsin.”

Hz. Ebû Bekir Efendimiz (r.a) daha sonra herkese şöyle dedi:

“Darlıkta ve yoklukta daima Allah’ı hatırlamanızı, O’ndan gereği gibi korkmanızı, lâyık olduğu şekilde O’nu yüceltmenizi ve bol bol O’ndan günahlarınızın affı için yalvarmanızı tavsiye ederim. Hiç şüpheniz olmasın, Allah’ın bağışlaması boldur. Allah’ın selâmı üzerinize olsun.”

Hz. Ebû Bekir Efendimiz (r.a)...

21 Cemâziyelâhir 13 (22 Ağustos 634) tarihiydi. Akşam ile yatsı vakti arasıydı. Salı gecesi vefat etti. Vefat ettiğinde ise altmış üç yaşındaydı.

Bu yoldaki mânevî bağ, Hz. Ebû Bekir-i Sıddîk Efendimiz’den Selmân-ı Fârisî (r.a) hazretlerine geçti.

Allah Teâlâ bizleri kendisinden ayırmasın.

Allah Teâlâ makamını yüceltsin.

Büyük nur sahibine Sıddık sorar: "Cennetin bütün kapılarından çağrılacak biri var mıdır ya Resulullah?"

-"Evet ya Ebubekir, senin bütün kapılardan çağrılmanı dilerim."

-"Ümmetimden cennete ilk giren insan, muhakkak ki sen olacaksın Ya Ebubekir."

Allah (C.C) Resulü (S.A.V) "Ey itminan'a kavuşmuş nefs" mealindeki ayeti okudu.

Ebubekir: "Ey Allah (C.C)'ın Resulü (S.A.V), bu çok güzel bir ayet."

-"Evet ya Ebubekir, ölüm anında sana, melek bu ayeti okuyacak..."


Asıl adı : Abdullah. Ebubekir künyesi ile tanınır. Sonra da Sıddık ve Atik lakaplarını aldı.
Babasının adı: Osman. Ebukuhafe künyesini taşır.
Anasının adı: Selma. Ümmülhayr künyesi ile tanınır.
Nesebi: Hem ana, hem baba tarafından Müreb b. Kaab'de peygamber (S.A.V)'in nesebi ile birleşir.
Kureşi teymi kabilesine mensuptur.

Resulü Ekrem (S.A.V)'den sonra bu altın silsilenin en yüce, noktası, büyük iman... Ve yine peygamberlerden sonra, insanlığın en üstünü ki; Onun için 0, şöyle buyurdu: "Güneş, peygamberlerden sonra, Ebu Bekir'den üstün bir baş üzerinde doğup batmadı."

Bir insan için Kur'an'da anılmaktan daha yüce bir paye olduğunu bilen varsa beri gelsin...Kur'an çeşitli ayetlerle Onun tanımını yapar: "Kalbine huzur ve itminan indirilen ikinin ikincisi..."

"Doğruyu (Kur'an'ı) getiren kimseye (Resulullaha (S.A.V)) ve O'nun doğruluğunu tasvip edenlere gelince..,"

Ayrıca başka ayetlerde de: "Takva sahibi...", "Mal harcayan.." olarak hep o anlatılır. Eğer topyekün insanlık onun için bir tek kelime konuşmasaydı bile, Ona değil bir kaç ayet, bir tek ayet bile yeter artardı... Onun yüceliği -nass-la sabit oluyor böylece...

Eşrefi mahlukat (S.A.V), en açık ve seçik şekli ile O'na; "Sıddık" lakabını vermişti. Neden mi? Okuyalım: Mi'rac gibi o devirde olduğu kadar, bu devrin bile çoğu cüce akıllılarınca gülerek reddedildiği bir hadisede, Onun evinin önüne toplanan putperestlerin istihzai bir eda ile:

-"Bu da mı doğru?" deyişlerine

-"Tüm bunları kim söyledi?"

-"O."

-"0 dedi ise doğrudur."

Aklın çöktüğü, fikrin iflas ettiği bir hengamda eğer sözlü inkılab diye bir şey olursa; bu sözlerden daha büyük inkılab yapmış söz olmayacaktı.

Bunun içindir ki tasdik edilen 0 büyük nur, tasdik edene;

Sıddık tacını giydirir. Artık 0; Ebubekir Sıddık'tır.

Sıddık; tasdik edici, doğrulayıcı...

Asıl sıddıklık, yukarda anlatılmaya çalışıldığı gibi aklın ve fikrin iflas ettiği andan itibaren başlar ki, peygamberlikten sonra en yüce makam olarak her makamın üstüne çıkar. Bunu İmam-ı Rabbani'den daha iyi anlamaya çalışalım: Müceddid'i Elf-i Sani diyor ki: "Velilik makamının üstünde olan Sıddıkıyet mertebesi, batın irfanının Şeriat'a mutlak uygunluğunu belirtir. Bu makamın üstünde yalnız Nübüvvet vardır. Peygamberler peygamberine (S.A.V) vahiy yolu ile gelen ilim, Sıddık'a ilham vasıtasıyla gelir. Bu makamdan aşağı her derecede bir parça manevî sekr (sarhoşluk) daima mevcuttur. Tam ve kamil aydınlık, tam ve mükemmel ölçü, tam ve kamil erme, yalnız Sıddıkiyet makamındadır."

Büyük nur sahibine Sıddık sorar: "Cennetin bütün kapılarından çağrılacak biri var mıdır ya Resulullah?"

-"Evet ya Ebubekir, senin bütün kapılardan çağrılmanı dilerim."

-"Ümmetimden cennete ilk giren insan, muhakkak ki sen olacaksın Ya Ebubekir."

Allah (C.C) Resulü (S.A.V) "Ey itminan'a kavuşmuş nefs" mealindeki ayeti okudu.

Ebubekir: "Ey Allah (C.C)'ın Resulü (S.A.V), bu çok güzel bir ayet."

-"Evet ya Ebubekir, ölüm anında sana, melek bu ayeti okuyacak..."

Biraz da Sıddık'tan:

Diyordu ki: "Takva; akıllıca yapılan işlerin en güzelidir. Hakk'a asi olmak; ahmakça yapılan işlerin en çirkinidir. Verilen emaneti yerine getirmek; en üstün doğruluk, sayılır. Hıyanet olarak da; en önde yalan gelir."

Birine öğüt veriyordu, sonunda dedi ki: "Ey kardeşim, sana yaptığım tavsiyeyi aklına koy. Kaybolmamasına dikkat et. Ölümü özüne sevdir nasıl olsa gelecek."

- Derdi ki: "Kulun kalbine dünya sevgisinden (süsünden) bir şey girse, Allah (C.C) ona darılır. Bu.dargınlık, o süsten ayrılıncaya kadar devam eder."

Dedi ki: "Keşke ben, koparılan sonra da yenen bir bitki olsaydım."

Çok kere dilini parmak ucu ile tutar ve şöyle derdi: "Kapılıp gittiğim bütün felaketlerin sebebi budur."

Hilafeti aldıktan sonra ashaba şu hutbeyi okudu: "İşlerinizi çevirmek için başınıza geçtim, böyle olmam, sizin en hayırlınız olduğum manasına alınmasın... Bana daima yardım ediniz. 'Doğrulukta devam ettiğim müddet; Bana uyunuz. Kaydığımı görünce de, bana kıyım hakkınızdır"

Hüznü ve Allah'a (C.C) karşı korkusu fazla idi. Bu hali icabı içi daima yanıktı... yanında duranlar, yanık ciğer kokusu alırlardı.

Hz. Ebubekir muhtelif zamanlarda evlenmiş, zevcesi Katil'eden; oğlu Abdullah ile kızı Esma. Diğer zevcesi Ümmü Rumman'dan Hz. Aişe ile oğlu Abdurrahman. Diğer zevcesi Esma'dan; Muhammed bin Ebubekir, Cüneybe binti Harice'den de; Ümmü Gülsüm doğmuştur.

Kur'an'ın Cem'i, Tertibi ve cilt haline getirilmesi gibi en yararlı işlerden biri onun devrindedir.

Yine İfta mahkemelerinin açılması onun devrindedir.

Şeriata o kadar bağlı idi ki, zekat vermemek gibi bir harekete karşı, en katı şekliyle üstüne gitmiş ve bir anda irtidadı ortadan yok etmiştir.

Vefatlarına yakın hasta yatağında... dediler:

-"Sana bakmak için bir tabip çağıralım mı?"

-"Tabip bana baktı."

-"Ne dedi?"

-"Muhakkak ki dilediğimi yaparım."


Pazartesi günü akşam da vefat etti.

Ne güzel dost ne güzel yarendin sen Ya Ebubekir... Seni peygamber sevdi... Her şeyden evvel Allah sevdi... Hani bir gün ,Efendimiz sana bir yüzük vermişti de üzerine La ilahe illallah yazdırmanı istemişti... Senin o ummanlar kadar geniş gönlün elvermedi o küçücük yüzükte bile Allah ve Rasulünün adlarını ayırmaya... Yüzüğe la ilahe illallah Muhammedürrasullullah yazdırdın..

Allah’ın (cc) çok hoşuna gitmişti bu latif davranış... Emretti Cebrail, '' Çabuk git '' buyurdu.'' Habisimin yüzüğüne Ebubekir İsmini yaz .Çünkü Ebubekir benim ,ismimle Habisimin isminin ayrı olmasını uygun bulmadı. ben de Habisimin isminden Ebubekir ismini ayıkmayı uygun görmemdim ''demişti.

Peygamberden sonra insanların en faziletlisi....
Aşere- i mübeşşerenin ilki....
Bütün güzel huyların zirvesi....
Cömertlikte kimsenin gedemediği....

Ne güzel insandın sen, ne muttaki, ne şerefli bir kuldun sen ye Ebubekir.
Sen rabbinin ''Ben ondan razıyım O da benden razı mı?'' hitabına mahzar oldun.
Dünyadayken cennetle müjdelendin.
Sen Ne güzel bir doğrulayıcıydın.

''Allah resulü ne derse doğrudur'' diyerek sadakatini gösterir ,müşrikleri çileden çıkarırdın. O yüzden sıddıktın, O yüzden ismin, kainatın efendisiyle beraber anılmaktaydı.

Sen öyle bir insandın ki, rabbim, senin çektiğin içten bir ahsa karşılık neler lütfetmişti sana. Senin sıkıntılarının dahi güzel sonuçları olmuştu.

O günlerde rasulullah ashabıyla cihada hazırlığı içindeydi.Bu cihada gitmek için yanıp tutuşan henüz onbeşinde, çiçeği burnunda bir mert vardı: Nevfel.

Efendimizin yanına gelerek ona bu isteğini arz etmişti.
Ancak bir sorun vardı.
Nevfel in hasta anası razı değildi bu gidişe.
Ancak Nevfel cihada aşkıyla yandığı için ısrar ediyordu.
Anacığının yüreği dayanırmıydı onun bu yalvarışlarına

Hatemül Enbiya Fahir-i Kainat efendimizin yanlarına gelerek ''Ye rasulallah ben şu oğlumu sana teslim ediyorum. Savaşta senin sevdiklerinin yanında olsun dedi. ve Onu Resul-ü Zişan efendimize emanet etti. Resullullah çok sevinmişti bu duruma .
Nevfel kılıcını kuşanıp bir aralan gibi küf far üzerine kükremeye başladı meydan-ı harpte...Çetin bir savaştı.Ve sonunda Annesinin korktuğu başına gelmişti,Nevfelinse ençok arzuladığı şey...ŞEHADET..

Nevfel bir ok yarasıyla şehit düşmüştü.

Efendimiz onun şahadet haberini aldığı zaman'' Allah sana rahmet etsin .Yarın huzur-u ilahide bu başın arşın altında ve misk kokusu içinde olacaksın'' diye dua buyurdu ve ardından cenaze namazını kılıp defnettiler.

Efendimiz ayak parmaklarının üzerine basarak yürüyordu namazın ardından. Bunun hikmeti sorulduğunda şöyle buyurdu İki cihan güneşi.''Beni peygamber olarak gönderen Allama yemin ederim ki; Nevfel in Cenazesine gelen meleklerin çokluğundan ayaklarımı basacak yol bulamıyorum. Bir melek kanadını benim ayağıma serdi de ona basıyorum''.buyurmuşlardı.

Harp bitmişti.Medine de bekleyen kalabalıklar içinde Nevfel in yaşlı annesi de vardı. Resul-u Ekrem i görür görmez huzuruna varıp Nevfel in halini sordu.Efendimizin gözleri doldu.

Kelimeler boğazına düğümlendi.

Nasıl söyleyecekti ne diyecekti bu yaşlı kadına
Mübarek işaret parmağıyla arkasından gelmekte olan hz. Ali yi işaret etti.O da Resullullahın söyleyemediği bir şeyi söylemekten kaçındı.

Nevfel in annesi Askerlerin en arkasında bulunan senin yanına gelmişti ya Ebubekir
Sen mübarek sakalını ağzına alıp:

''Ya rabbi Habibin gönül yıkmaktan sakındı. Nevfel in şehit olduğunu söylersem ona muhalefet etmiş olurum.Söylemezsem yalan olur .Sen bana yardım et. Ya bana ilham ile ne diyeceğimi bildir. Ya da bu hatun un kalbine sabır ve tahammül gücü ver. dedin.Ardından mübarek sakalını ağzına alıp
'' Ya Allah'' nidasını eder etmez .........bir de ne göresin.
Okun yaydan fırladığı gibi.Nevfel Atına binmiş,
Elinde bir kılıç
Kan revan ,içinde
Tozu dumana katarak gelmektedir.
Doğruca huzuruna varır.
Buyrun beni çağırmışsınınız ye ebubekir
elini öper... Ashaba şaşkınlık içerisindedir.
Efendimiz bu arada mescide girip namaz kılar. Nevfelde ardından mescide girer. Hatamül enbiya:
''Bu Allahın ayetidir. ''dedi.
''Acaba kimin sebebiyle zuhur etti?''.
İşte tam o sırada Cebrail (as) gelerek Allah’ın selamını getirdi:
''Ye resullah şükür secdesi eyle. Cenaba-ı Allah İsa (as) gibi senin ashabından birine de ölüleri diriltmek salahiyeti verdi. hZ. Ebubekir bir daha Allah deseydi. Bütün şehitler diriltilecekti.''

Kainatın efendisinin o mübarek dudakları senin sakalından öptü ve:
''Hak teali sana büyük bir ikramda bulundu. Allah a hamdı olsun ki bana Hz İsa gibi ölüleri diriltme izni verilen bir ümmet nasibe etti.''dedi.

Sen ne güzel bir ümmettin

Ne güzel bir kuldun ki Rabbim senin üzülmene dayanamadı.
Senin için ye Ebubekir en sevdiği şehitleri bile diriltmeye kalktı.
Sen ne güzel Allah dostuydun Ya Ebubekir ne güzel.

paylaşım için teşekkürler


paylaşım için teşekkürler


rica ederim kardeşim.

umut kardeş ikilem arasında kaldım peygamberimizin yüzügünde ne yaziyor ebubekir var mi yok mu



Resulü Ekrem (S.A.V)'den sonra bu altın silsilenin en yüce, noktası, büyük iman... Ve yine peygamberlerden sonra, insanlığın en üstünü ki; Onun için 0, şöyle buyurdu: "Güneş, peygamberlerden sonra, Ebu Bekir'den üstün bir baş üzerinde doğup batmadı."

Eşrefi mahlukat (S.A.V), en açık ve seçik şekli ile O'na; "Sıddık" lakabını vermişti. Neden mi? Okuyalım: Mi'rac gibi o devirde olduğu kadar, bu devrin bile çoğu cüce akıllılarınca gülerek reddedildiği bir hadisede, Onun evinin önüne toplanan putperestlerin istihzai bir eda ile:

-"Bu da mı doğru?" deyişlerine

-"Tüm bunları kim söyledi?"

-"O."

-"0 dedi ise doğrudur."

Aklın çöktüğü, fikrin iflas ettiği bir hengamda eğer sözlü inkılab diye bir şey olursa; bu sözlerden daha büyük inkılab yapmış söz olmayacaktı.

Bunun içindir ki tasdik edilen 0 büyük nur, tasdik edene;

Sıddık tacını giydirir. Artık 0; Ebubekir Sıddık'tır.

Sıddık; tasdik edici, doğrulayıcı...



Allah Razı olsun yolundan ayırmasın inşaallah.

Allah cc razı olsun umut kardeşim. Gözlerimiz yaşlı okuduk paylaşımını.

Allah sizlerden de razı olsun :(

teşekkürler emeginize saglık...

ben teşekkür ederim ilginiz için.

eline sağlık umut kardeşim
RABBİM onların şefaatlerine bzileride nail eylsin cennete inşallah komşu eylesin..

amin, amin, amin..

siz de sağolun hak yolcusu kardeşim.


Sahâbe-i Kirâm

MollaCami.Com