Bölümler | Kategoriler | Konular | Üye Girişi | İletişim


Türk Dünyasının Ortak Edebî Varlığı

Bugün dünya coğrafyasının büyük bir kısmına yayılmış bulunan Türkler, asırlar önce anavatanları olan Asya’da bir arada yaşamaktaydı. Üç bin yıla yaklaşan bir tarihî geçmişe sahip Türk milleti, bu uzun tarihin büyük bir kısmını aynı coğrafyada ve ortak bir kültür zemininde geçirmiştir. Biraz da tarihî ve coğrafik şartların zorlamasıyla sınırlı bir mekânda yaşayan Türk boyları, başlangıçta aynı muhtevadaki edebî eserlerle coşmuş ve bu eserlerle heyecanlanmışlardır. Destan, sagu, koşma, türkü, fıkra, masal, hikâye gibi edebî ürünler, boyların göç etmesi veya zarurî olarak yer değiştirip farklı coğrafyalara yayılmasıyla birlikte, yeni unsurlarla zenginleşip asıl mahiyetlerinden kopmuşlardır. Özellikle sözlü gelenek yoluyla yayılan ve -şifahî kültürün bir gereği olarak- ağızdan ağıza geçerken değişen edebî eserler, milletimizin kültürel zenginliklerini de ortaya koymaktadır. Tek bir kaynaktan yayılan ve birbirinden farklı kollara ayrılarak devam eden edebî eserlerimiz, bugün Sibirya’dan, Balkanlara ve Çin içlerinden Akdeniz havzasında kadar farklı isim, motif ve muhtevada karşımıza çıkmaktadır.

Türk dünyasıyla kopan ilişkiler ve yaşanan uzun gurbet yılları, edebî birlikteliği de etkilemiş ve Türk dünyasının edebî varlığı, nesillerin millî kültürden koparılmasıyla birlikte gittikçe zayıflamıştır. Ancak Anadolu coğrafyasına yakın ülkelerde edebî ortaklık kısmen de olsa devam etmiş ve Azerbaycan, Irak, Kırım ve Balkanlar’da ortaya konan edebî eserlerde ortak konu ve şekil unsurları büyük yer tutmuştur. Bu anlamda Anadolu’ya yakın Türk bölgeleriyle kültürel ve edebî kopukluk yaşanmamıştır.

Türk dünyası edebiyatının ortak mahsulleri olan destanlar, tip, karakter ve konu bakımından, henüz farklılıkların yaşanmadığı dönemlere ait eserlerdendir. Göktürk Abideleri, Uygur Metinleri, Manas Destanı da aynı tarihî birlikteliğin derin izlerini taşımaktadır. Türklerin İslâm’ı kabulü ile başlayan vetirede kaleme alınan Kutadgu Bilig, Divânü Lugati’t-Türk, Dede Korkut gibi edebî eserler, yeni inanç sisteminin ve kabullerin şekillendirdiği eserlerdir. Asya coğrafyasında, İslâm’ı tanıtma ve İslâmî değerleri anlatma misyonunu üstlenen Türk milleti, doğrudan gönüllere hitap eden yeni bir tebliğ dilini de keşfetmiştir. Hoca Ahmed Yesevî, Mevlânâ Celâleddin Rûmî ve Yunus Emre isimleriyle birlikte anılan “sevgi dili”, Anadolu’daki umutsuz ve huzursuz insana sunulan en tesirli reçete olmuştur. Bu şahsiyetler, bütün Asya coğrafyasının ortak değerleri ve kabulleri niteliğindedir. Nasrettin Hoca, Köroğlu, Bâbür, Ali Şîr Nevâî gibi büyük şahsiyetlerle ilgili menakıplar ve tarihî bilgiler de geniş Asya coğrafyasında ve Balkanlar’da yaygın olarak bilinmektedir. Nasreddin Hoca, Balkanlar’dan Çin’e kadar bilinen ve birçok Türk bölgesinin –büyük bir mensubiyet duygusuyla– sahiplendiği bir isimdir. “Molla Nasreddin”, “Nasreddin Efendi”, “Koja Nasır” veya “Efendi” isimleriyle, farklı coğrafyalardaki Türk toplumlarının kendi coğrafyasında yaşadığına inandıkları Nasrettin Hoca, menkıbeleri, fıkraları ve birçok yerdeki mezarlarıyla herkesin “Hoca”sı olarak gönüllerde yer almıştır.

Moğol istilasının ardından babasıyla birlikte, Belh’ten Anadolu’ya göç eden Mevlânâ, Orta Asya tasavvufuna ruh veren Hoca Ahmed Yesevî ve Anadolu’ya “sevgi dili”ni tanıtan Yunus Emre, sadece Türk beldeleri, Türk boyları ve Türkçe konuşan ülkelerde değil, dünya kamuoyunda da tanınmış ve birçok insanın gönlünü kazanmış büyük şahsiyetlerdir.

Günümüzde Türk edebiyatının temsilcileri olarak ders kitaplarımızda yer alan Ali Şîr
Nevâî, Bâbür, Şah İsmail Hatayî, Nesimî, Fuzûlî, Mahtumkulu, İsmail Gaspıralı ve Şehriyar gibi ünlü şairler, Anadolu coğrafyası dışındaki Türk bölgelerinde doğup buralarda yaşamışlardır. Ancak biz bu isimleri, Süleyman Çelebi, Bâkî, Nâbî, Mehmet Âkif gibi şairlerimizden ayırt etmeden kabullenmiş ve benimsemiş durumdayız. Bu kabulleniş, büyük oranda ortak kültür mirasına ve tarihî serüvene sahip olmanın bir sonucu olarak tezahür etmektedir.

Köroğlu Destanı gibi Anadolu’da yaşanmış olduğu bilinen bir destanın, Türkmen, Tatar, Özbek, Karakalpak, Tatar ve diğer Türk boyları arasında yaygın olarak bilinmesi de aynı şekilde bir “ortak kabulleniş”in eseridir. Türk dünyasında “Köroğlu”, “Göroğlı”, “Kûroğlu”, “Guroğlu” isimleriyle tanınan Köroğlu’nun birbirinden farklı bir menkıbeleri bilinmektedir. (Yaman, 1998:92)

Ortak edebî mahsullerdeki dil ve üslup hususiyetleri üzerinde de biraz durmakta yarar vardır. Anadolu’da yaşayan Mevlânâ’nın Farsça yazması ve Yavuz Sultan Selim’in Farsça bir Divânçe tertip etmesi karşısında, İran tahtında oturan Türkmen Şah İsmail Türkçe şiirler yazmıştır. Alî Şîr Nevâî’nin Çağatay Türkçesiyle eserler yazması, Anadolu’da okunması ve sevilmesini engellememiş ve hatta Şuarâ Tezkireleri’nde “Nevâî tarzı” olarak değer gören bir tarzın oluşmasına imkân hazırlamıştır. Aynı şekilde Kadı Burhanettin, Nesimî ve Fuzûlî Azerî Türkçesiyle şiirler yazmış ve bu üslûbun “hoşa giden” bir üslûp olarak yaygınlaşmasında önemli rol oynamışlardır. Doğu Türkçesi gibi Anadolu coğrafyasına uzak bir Türk lehçesinin XVIII. yüzyılda bile Şeyh Gâlib gibi İstanbullu bir şair tarafından ilgi görmesi, “ortak edebî mirasın sürekliliğini” göstermesi bakımından önem taşımaktadır.

XIII. Yüzyıldan itibaren Anadolu’ya göç eden Orta Asyalı şairlerin Osmanlı şiir geleneğine uyum sağlayarak bu tarzda başarılı eserler ortaya koymaları da “ortak kültür zemini”nin neticesi olarak dikkat çekmektedir. Anadolu’ya geçen ve Osmanlı şiir tarzını temsil eden Orta Asyalı şairlerin sayısının 85 civarında olması, bu karşılıklı ilişkinin önemini göstermektedir. (Kurnaz, 1997)

Türk edebiyatının geniş tarihî süreçte farklı nitelikler kazanarak gelişmesi tabiîdir. Aynı kaynaktan çıkan edebî birikimin zamanla kollara ayrılması ve birbirinden koparak kendi mecrâsında gelişmesi, tarihî zaruretlerin neticesi olarak algılanmalıdır.

Esasen Türkçe yazılan edebî eserlerin beslendiği ana kaynak birdir. Muhtevâ, üslûp ve şekil hususiyetleri bakımından aynı kültürel zeminden ve gelenekten kaynaklanan edebî eserlerimiz, insanımızın temel karakterini, duygu, düşünce ve his dünyasındaki zenginliği, coğrafya farklılığını hissettirmeden yansıtma hususiyetini taşımaktadırlar. Böylece tarihî zaruretlerden, göçlerden, mazlumiyet ve mahkumiyetlerden kaynaklanan ayrılıklar ve kopukluklar, aradan geçen yüzyıllara rağmen, ortak hissiyatlarımızı etkilememiştir, diyebiliriz. İşte bu “ortak hissiyat”, bugün kederde ve kıvançta aynı duygularla hareket etmemizi sağlamakta ve çeşitli olaylar karşısındaki tepkimizi yönlendirebilmektedir. Zaten millet olmanın en büyük göstergesi, fertlerin heyecan, sevinç, hüzün, mutluluk gibi duyguları birlikte yaşamaları ve ortak his ve düşünce dünyasına sahip olmaları değil midir?


ÖRNEKLER :

Divân-ı Hikmet’ten :


Hakka yanıp mümin bolsang tâ’at kılğıl
Tâ’at kılğan hak dîdârın körer dostlar
Yüz ming belâ başka tüşse ingrenmegil
Andın songra ‘ışk sırrını biler dostlar



(Hakk’a dönüp mümin olsan tâat kıl sen; tâat kılan Hak didârını görür dostlar. Yüz bin belâ başa düşse, inleme sen; yüz bin belâ başa düşse, inleme sen; ondan sonra aşk sırrını bilir dostlar.)

Vâ dirîğâ armân birle ömrüm kiçti
Nefsim mini tuğyân kıldı haddın aştı
Cânım kuşı pervâz kılsa rûhum kaçtı
Gâfil yörgen ömrin yilge satar dostlar


(Vah ne yazık, hasret ile ömrün geçti; nefsim benim coşup taştı, hadden aştı; canım kuşu uçuverse, ruhum kaçtı; gâfil yürüyen ömrünü yele satar dostlar.)


DEDE KORKUT’tan :

KORKUT ATA

Peygamber Efendimiz zamanına yakın bir tarihte Bayat boyunda Korkut Ata adında bir ermiş kişi yaşardı. Oğuz boyunun bilgini olan Korkut Ata, birçok olayı önceden sezme yeteneğine sahipti. Allah, onun gönlüne birçok ilham verirdi. Korkut Ata, ileride hanlığın yeniden Kayı boyuna verileceğini ve kıyamete kadar hanlığın onlarda kalacağını söylerdi. Bununla da Osmanlıları kastederdi. Nitekim de dediği gibi oldu. Oğuz boyunda ne tür zorluklar ve meseleler olursa, bu bilge kişiye danışılırdı. Oğuz’da herkes onun sözünü dinler ve eksiksiz kabul ederdi.

Dede Korkut şu özlü sözleri söylemiş :


“Allah Allah demeyince işler düzelmez.
Kâdir Tanrı vermeyince kişi zengin olamaz.
Ezelden kaderde yazılmamışsa, kulun başına kaza gelmez.
Ecel gelmeyince kimse ölmez, ölen de dirilmez.
Çıkan can geri gelmez.
Bir kişinin kara dağ gibi malı olsa,
Yığar, yığar tekrar ister.
Nasibinden başka hiç kimse bir şey yiyemez.
Sular çağlayıp taşsa da deniz dolmaz.
Kibirlik taslayanı Allah sevmez.
Gönlü yüce ola kişide servet durmaz.
Başkasının çocuğu sahiplenmekle oğul olmaz.
Büyüyünce çeker gider, gördüm demez.
(......)



NASRETTİN HOCA’dan FIKRALAR :

KÖNE AY NEME EDERLER
Günlerin birinde Ependiden:
–Taze ay doganda könesini neme ederler diyip sorapdırlar.

Onda Ependi:
–Oni owunjak- owunjak kesişdirip ildız ederler diyip jogap beripdir.


(ESKİ AYLARI NE YAPARLAR? :
Bir gün Hoca’ya:
–Yeni ay doğunca eskisini ne yaparlar? Diye sorarlar.
Hoca: Kırpıp kırpıp yıldız yaparlar, der.)

KİMİN YAŞI ULI
Ependi oglanka biri ondan :
-Kimin yaşı ulı: Seninkimi ya doganınki diyip sorapdır. Onda Ependi:
-Öten iyl-a ejem doganımın menden bir yaş uludıgını aydıpdı.
Şonun üçinem indi bu iyl biz eşit bolıyarıs diyip jogap beripdir.


(KİMİN YAŞI BÜYÜK ? :
Hoca çocukken biri, ona:
-Hangimizin yaşı büyük? Senin mi, yoksa ağabeyinin mi, diye sorar. Bunun üzerine Hoca:
-Geçen yıl annem, ağabeyimin benden bir yaş büyük olduğunu söylemişti. Bu yıl artık ikimiz, yaşıt oluyoruz, diye cevap verir.)


ŞEYH GÂLİB’İN ÇAĞATAYCA GAZELİNDEN BEYİTLER

GAZEL

Kanlıg yaş ile közdür mey tolug mînâ imes
Taşla ma tofrakga nûr-ı dîdedür sahbâ imes

Saçı sevdâsına min örgemciler dik asılıg
Rişteî elgimde hem bâr bir kurug da’vâ imes

Yalbarup yığlap öz ahvâlimni tapşurdum anga
Tünekünki birgenim eş’âr-ı nâ-bercâ imes (.....)



KAYNAKLAR
“Büyük Türk Klasikleri (1985), c.I-II, Ötüken-Söğüt Yay., İstanbul
“Ercilasun, Ahmet Bican (1993), Türk Dünyası Üzerine İncelemeler, Akçağ Yay., Ankara
Kurnaz, Cemal (1997), Anadolu’da Orta Asyalı Şairler, Kültür Bak. Yay., Ankara
“Türk Dünyası Edebiyatları (1998), -Komisyon-, MEB. Yay., Ankara
“Yaman, Ertuğrul (1998), Türk Dünyası Ortak Edebiyatı, TDV. Yay., Ank.




DİPNOTLAR
1.(Ahmed-i Yesevî, Divân-ı Hikmet’ten Seçmeler, Haz: Prof. Dr. Kemal Eraslan, Kültür ve Turizm Bak. Yay., Ankara 1983)
2.(Dede Korkut Oğuznameleri, Hazırlayan : Semih Tezcan-Hendrik Boeschoten, YKY, 2.bs., İst. 2001 –metin sadeleştirilmiştir

3.(Ependi, Şorta Sözler, Yomaklar, Nasreddin Hoca Fıkraları, Hazırlayan : Prof. Dr. İsa Özkan, Tika Yay., Ankara 1999)

4..(Şeyh Gâlib Dîvânı, Hazırlayan : Dr. Muhsin Kalkışım, Akçağ Yay., Ank. 1994)



/ Dr. Ali FUAT

teşekkürler...emeğine sağlık..

okuyan gözlerinize sağlık...

emeğine saĞLIK teşekkürler...

ben tşk ederim ilginize...


Makale Köşemiz

MollaCami.Com