Bölümler | Kategoriler | Konular | Üye Girişi | İletişim
"Said el-Dârimî ve İbni Teymiyye Hakkında" / Reddiye
"Said el-Dârimî ve İbni Teymiyye Hakkında"
Muhammed Zâhidüâl Kevserî (Rahimehullah)
"...Beni, ne şeytânın boynuzunun doğduğu yerdeki şu âlim olmadığı halde âlimlik taslayan kişinin yerden bitmesi, ne Müseyleme ile olan bağı, ne peşinden gidilen (müctehid) imâmlardan -Allah celle celâlühû onlardan râzı olsun- birinin tâbiâlerinden olduğunu göstererek Ezherâliler arasında gizlenmesi, ne de perdesi yırtılıp işi ortaya çıktıktan sonra, İslâmâın bağlandığı son yerin şerefini korumak için Ezher-i şerîften tard edilmesi ve kovulması ile alâkalı olan işi üzmemektedir. Çünki bunlar, üzerinde perde olmayan âşikâr işlerdir. Hatta bunları, bu memleketin ve sâir mıntıkaların ahâlisinin çoğu bilmektedir.
Beni ve gayreti çok olan her Müslümanı, sadece ve sadece, onun gibi birisinin, âSelef-i Sâlihînâin mezhebine daâvet etmekâ manzarası ile Müslümanların umûmundan temiz kalbli kimselerin arasında gözükmesi ve onların arasında öldürücü zehirini Sünnet ismiyle yayıp da, memleketin ve İslâmâın ismini kötüye çıkarması üzmektedir.
İşte bu yüzden, şu yanında olmayan ile iftihâr eden[1] birikmiş kum yığınını (Kasîmîâyi), Müslümanların arasında fesâd yaymaya bırakmayacak ve en sağlam bir iple, putperestlikte tamamlanan inancını gizlemek için, bahsimizin mevzû'unu, onunla alâkası olmayan boş serseriliklere genişletmesine müsaade etmeyeceğiz. Aksine, her ne zaman kurtulmaya teşebbüs ederse, onu kulağından tutacak, daâvet etmiş olduğu açık sapıklık mevzû'una çevirecek ve sadece daâveti etrâfında konuşmaya onu mecbûr bırakacağız.
Sen, ey Ümmeti alenen ve âşikâr olarak cemâatinin sadece bir ay önce bastığı, imâmın olan Dârimîânin[2] kitâbındaki ve Ahmed İbnu Hanbelâin oğlu Abdullahâın kitâbı olduğunu ikrâr ettiğiniz âKitâbuâs-Sünneâdeki(akîde)lere çağıran daâvetçi!.. Ben seni, tevbe edene, hakka dönene ve bu iki kitâbdaki putperestlik desîselerinden ve dinden çıkaran açık küfürden uzak olduğunu ortaya koyuncaya kadar, bu iki kitâbda bulunan câhillikler ve ahmak putperestliklerle Müslümanları kandırmaya bırakmayacağım.
Ben, geçmiş bir makâlemde, üzerlerine hiçbir taâlik[3] yapmadan Dârimîânin kitâbındaki küfür sözlerinden bir tomar zikretmiştim. Bugün ise onlardan teker teker bahsedeceğim. Tâ ki, sözün sırası zikri geçen Kitâbuâs-Sünneâdekilere gelsin. O zaman inşâellah cumhûrun ikna olmasına kadar konuşacağım.
Yardımcılarının mecmû'asında meydan okuduğun makâlende, Dârimîânin bu kitâbında bulunanları mahza[4] Sünnetâten saymaktasın.
Kitâbın başında da İbnu Teymiyyeânin bunu cidden beğendiği ve şiddetli bir şekilde tavsiye ettiği geçmektedir. İbnuâl-Kayyim el-Cevziyye hakkında da aynı şeyleri söylemektesiniz.
O takdîrde, zikri geçen kitâbın mes'eleleri için söylenen söz, kendi i'tirâfınızla senin, sünnetinin yardımcılarının, Harranâlı Şeyh(İbnu Teymiyye) nin ve talebesi İbnu Zefîl(İbnuâl-Kayyim el-Cevziyyeâ)nin hakkında bir söz olmaktadır. Bu, cevâbın mesâfesini kısaltmakta ve inancınızın îzâhı husûsunda kesin bir netîceye ulaşmayı kolaylaştırmaktadır.
[Bir] Dârimîâyi yakaladığım ilk kelimeler, kitâbının dördüncü sayfasında hasımlarını,
âVâhidâinin/Birâinin mekânını -ki Allah sübhânehû ve teâlââyı kasdetmektedir- bilmemekâ
ile ayıplamasıdır.
Bu, o kimse tarafından kitâbda defalarca tekrarlanmaktadır. Dolayısıyla onun i'tikâdı, bir mekânın Allah'ı içinde bulundurduğu, bir sathın, bir yerin onu taşıdığı şeklinde olmaktadır.
Bu da tecsîm[5] ile hükmetmektir. Kim de Allah sübhânehû ve teâlââyı bir mekânda yer tutmuş sayarsa, o bir putperesttir, Müslümanların cemâatinden çıkmıştır. Nitekim akâid imâmlarından birçoğu bunu açıkça ifâde etmişlerdir. Allah celle celâlühû iftirâcıların iftirâsından çok yücedir.
[İki] O sözlerden biri de yirminci sayfadaki şu sözüdür:
â⦠Hayy ve Kayyûm (olan Allah sübhânehû ve teâlâ) dilediğini yapar, dilediği zaman hareket eder, dilediği zaman iner ve yükselir; dilediği zaman da (ellerini) çeker ve uzatır, kalkar ve oturur. Çünki diriyle ölü arasındaki alâmet hareket etmektir. Her bir diri mutlaka hareket eder. Her ölü çâresiz hareketsizdir.â
Dârimîânin sözünün ibâresi budur ve söz kitâbında tekrârlanmaktadır. O halde bu hüsrana uğrayan kimsenin ibâdet ettiği, ayağa kalkmakta, oturmakta ve hareket etmektedir. Belki de bu i'tikâdı, şu Siczî,[6] komşuları olan sığıra ibâdet eden kimselerden miras almıştır.
Kim ki, âlemlerin ilâhı hakkında böyle inanırsa, söz birliği ile kâfir olur. O hâlde yazıklar olsun, namazda böyle bir kimseye uyana, yâhud onunla nikâhlanana!.. Öyleyse, bu kitâba râzı olan ve onu şiddetle vasiyet eden, yâhud içindekilere daâvet etmek için onu basanın hâli ne olur? Sizin (insanları) daâvet ettiğiniz tevhîdiniz işte budur. Üstâz Mensûrîânin, bu i'tikâdla gönlü hoş olsun, sevinsin. O Protestanların râzı olacağı bir tevhîd arıyordu. (İşte buldu; yumulsun!..)
[Üç] Onlardan biri de yirmi üçüncü sayfadaki şu sözüdür:
âAllah teâlâânın bir haddi vardır.. Mekânının da bir haddi vardır. O semâvâtının üstünde olduğu halde arşının üstündedir. İşte bu ikisi iki haddir. Herkes Allah'ı ve mekânını Cehmiyyeâden daha iyi bilirâ¦â
Bu söz, sâhibini, mücessime olmaktan uzak olduğunu söylemeye mecâl bırakmayacak bir sözdür. Allah celle celâlühûâya cisim isnâd etmek, putperestlikten başka bir şey değildir.
Yazıklar olsun o kimseye ki, ibâdet ettiği varlığı işte bu şekilde arşın ve kulaçla ölçmeye kalkar.
Onlar, istivâ âyetine nasıl tutunmuş olabilirler?!.. Halbuki lugatta, istivânın bir çok ma'nâsı vardır ve Arşın da bir takım ma'nâları vardır. Ehl-i Hakk olan Ehl-i Sünnetâin icmâı ile Allah Teâlââya nisbet edilecek olanda yerleşmek, yer tutmak, ayakta olup da oturmak, yatıp da oturmak ve binmek ma'nâları yoktur. Aksine âyetin hükmü, âtenzîhle[7] beraber tefvîdâ[8] veya âmülkâ, âmülkü kendine seçmek, tercîh etmekâ, âemir ve nehiy vermeye başlamakâ gibi, lugatın ve karşılıklı konuşma dilinin gereğince -yerinde açıklanmış olan- bunların benzeri ma'nâlara yormaktır. Allah teâlâ için, âhareketâ, âoturmakâ ve âsınırlarâ bulunduğunu söylemek, hakkında iki keçinin birbirini süsmeyeceği ve yine hakkında iki Müslümanın çekişmeyeceği hususlardandır.
[Dört] Onlardan biri de yirmi beşinci sayfadaki Âdem aleyhisselâm hakkındaki şu sözüdür:
âAdem aleyhisselâmâı, (Oâna) dokunarak eliyle yaratmıştır.â
Bu da kitâbda tekrâr eder. Sen onu, Allah Teâlâânın Âdem aleyhisselâmâı yaratmasını, organ yardımıyla toprak kullanılmasına yorarken görürsün. Bu, (kişiyi) rezîl edecek bir dil bilmemek ve açık bir küfürdür. Allah teâlâânın Adem aleyhisselâmâı iki eliyle yaratmasının ma'nâsı, husûsî bir inâyeti demektir. Arab dilinde, (يداك اوكتا)/âiki elin (ahdi, anlaşmayı) sağlamlaştırdı ve bağladıâ (ifâdesi) vardır. Bunu Allah teâlâânın âAllah celle celâlühûânun katında âÎsâ aleyhisselâmâın meseli, Âdem aleyhisselâmâin meseli gibidir; onu topraktan yarattı; sonra da ona ol dedi, o da olurâ[9] âyeti doğrulamaktadır.
[Beş] Onlardan biri de, yetmiş dördüncü sayfadaki şu sözüdür:
âŞübhesiz ki O, kürsünün üzerine oturur, Oândan dört parmaktan fazla bir yer artmazâ¦â
Bak şu akılsız ahmağa!.. Nasıl da, Allah sübhânehû ve teâlâ için, Kürsîânin üstünde oturmak olduğunu ve Resûlü sallellâhu aleyhi ve sellemâi oturtmak için bir yanında da bir yer bıraktığını söylüyor?!.. Nitekim bu, mübtezel Barbahârîlerin mezhebidir. âKuûdâ/oturmak, dilcilerin örfünde bacağı kıvırıp, kabaları yere koymak demektir. Şunların Allah teâlâ ve Resûlü sallellâhu aleyhi ve sellem hakkındaki îmânları işte böyle oluyor. Bu o sünnettir ki, ondan uzak olanlar onlara göre İslâmâın düşmanı oluyor. Allah kahretsin onları, Allah'a karşı ne şaşırtıcı bir cesâret sâhibidirler!..
[Altı] Onlardan biri de, seksen beşinci sayfadaki şu sözleridir:
âŞâyet dilese elbette bir sineğin sırtına oturur ve kudretiyle ve Rablığının lütfuyla o sinek onu yüklenir ve taşırdı. Ya bu, büyük arşın üzerinde olursa, ne olur?!.â
Allah sübhânehû ve teâlâ hakkındaki sözü işte budur. Sanki, ma'bûdunun sineğin sırtına oturması olmuş bitmiş ve kabûl görmüş bir iş de bununla, Allah teâlâânın, sineğin sırtından daha geniş olan Arşın üzerinde karar kılmasına delîl ileri sürüyor! Allah celle celâlühû bundan çok büyük bir yücelik ile yücedir. Bu Siczîâden, Harrânlıâdan ve bu ikisinin yandaşlarından evvel, insanlardan, böylesi boş ve akılsızca bir söz söyleyen bir kimseyi bilmiyorum. (Allah celle celâlühûânun) dileme(si)nin muhâle[10] tealluk etmeyeceğini kim bilmez?!.. Bu, âdilerse, elbette yer, içer, evlenir, kendi gibisini yaratırâ ve başka imkânı olmayan şeylerin söylenmesi gibidir. Allah celle celâlühû bunların hepsinden yücedir. Allah sübhânehu ve teâla büyük üstâz allâme Hammâmîâyi mükâfatlandırsın. Ğavsüâl-âİbâd isimli kitâbında, bu kelimeye, gizli yanlarını açığa çıkaran geniş bir îzâh düşmüştür ki, burası onu nakletmeye müsâid değildir. O yüzden işâretle yetindik. Onda, kalbler için şifâ vardır.
İnancını insanların kalemleriyle savunan ve insanların beyniyle düşünen bu boş davuldan öteden beri hep taaccüb ede gelmişimdir. Öyle ki, Allah Teâlâânın âhiç şübhe yoktur ki Allah herhangi bir şeyi, sineği ve (küçüklükte) onun üstündeki bir şeyi mesel vermekten hayâ etmezâ[11] âyeti ile delîl getirerek, şu şenâî kelimeyi teâvîle kalkışmış ve miskîn darb-ı meselin ma'nâsının ne olduğunu bilmemiştir. Çünki onun belâğati, ona bir mevhîbedir; bu yüzden kitâblarla işi yoktur. Allah Teâlâânın âAllah için meseller de vermeyinâ[12] âyetini hatırlamamıştır. Hattâ bu âyet, âAllah sübhânehû ve teâlâ için yarattıklarının hakkında mesellerden dilediğini verme hakkının olduğuâ manasınadır; âşânının, sineğin Oânu sırtında taşıyacağı bir hadde kadar küçültülmesinin mübâh kılınmasıâ ma'nâsında değil. Bu öyle bir cinnet getirmektir ki, üzerinde hiçbir cinnet getirmek yoktur. Allah, şunların (Oânu) vasfettiklerinden çok büyüktür. Kahrolsun kendisi için sineğin taşıdığı bir maâbûd tasavvur eden. Onun gibisi, muhâtab alınmaktan düşen birisi olur.
[Yedi] Onlardan birisi yüzüncü sayfadaki şu sözüdür:
âDağın başı göklere dibinden daha yakındır. Minârenin başı Allah'a dibinden daha yakındırâ¦â
Bu sözü, Oânun dağların başından, minârelerden ve gözetleme yerlerinden maâbûdunu gözlediğini göstermektedir. Nitekim bu ecrâm-i ulviyyeye[13] ibâdet eden Harrân Sâbiîlerinin yaptığı bir iştir. Müslümânlara gelince.. Onlar, Allah sübhânehû ve teâlâânın mekândan münezzeh olduğuna, mekânların Oâna nisbetinin bir/ayni olduğuna, Oâna yakınlığın mesâfe ile olmadığına ve Oâna uzaklığın da yine mesâfe ile olmadığına inanırlar. Allah teâlâ, âsecde et ve yaklaşâ[14] buyurmuştur. Resûl salavâtüllâhi aleyhi de âkulun Rabbine en yakın olduğu an, secde ettiği ândırâ buyurmuştur. Bu hadîsi, Nesâî ve başkaları rivâyet etmiştir.
Halbuki bu hüsrâna uğrayan adam ve taraftarları, âaksine, dağ başına çık, gözetleme kulesinin üstüne yüksel ve maâbûda yaklaşâ diyorlar. Bundan öte bir küfür mü olur?!.. Miskîn bir yerde de, metin ve sened bakımından muztarib olmasına rağmen âeynellâhâ/âAllah nerededir?â hadîsinden söz ediyor. Bununla beraber, âeyneâ/ânerede?â kelimesi bazen âmekânâ, bazen de âmekânetâ/ârütbeâ için bir suâl olur. Buna göre hadîsin maânâsı âsence Allah'ın makam ve rütbesi nedir?â demek olur. Nitekim bunun tafsîlâtını Ebû Bekr İbnüâl-Arabîânin Ârıdatüâl-Ahvezîâsinde bulacaksın. Arablar arasında âfülânın mekânı semâdadırâ sözü bilinen bir sözdür. (Bununla), aslâ ne semâyı ve ne de orada yer tutmayı düşünmeden, o kişinin şânının yüceliğini kasd ederler. Benî Caâdâın Nâbiğaâsı radıyellâhu anhuânun (aşağıdaki) sözü bu kabîldendir:
Semâya ulaştık, büyüklüğümüz, şerefimiz ve tâlihlerimiz⦠(göklere vardı)â¦
Şübhe yoktur ki biz, elbette, bunun üstünde bir mazhar istiyoruz..[15]
Ben, şu (zihinleri) iğfâl edilen kimselere, -dağ başında bulunanın Allah'a yakın olması hakkındaki- sözlerini medreselerdeki küçük talebelere işittirmemelerini tavsiye ediyorum. Yoksa onları ağızlarının dolusunca bu söze ve onu söyleyenlere güldüreceklerdir.[16] Çünki aralarında yeryüzünün yuvarlak olduğunu bilmeyen bulunmayacaktır. Bu kıtâadaki dağın tepesinde bulunan adamın başının tarafı, meselâ Amerikaâdaki dağın tepesinde duran adamın başının tarafına ters düşecektir. Yeryüzünün yuvarlak oluşu, -münâkaşa kabûl etmeyen bir fennî sâbit oluşu bir yana- İbnü Hazmâın, el-Fısalâde de anlattığı gibi, Kitâb ve Sünnet ile sâbittir.
[Sekiz] Onlardan biri de âellerimizdeki Kurâân Allah sübhânehûânun yaptığı şeylerdendir; o yüzden yaratılandırâ diyene cevâb sadedinde söylemiş olduğu yüz yirmi birinci sayfadaki şu sözüdür:
âBiz Allah'ın yaptığı ve var ettiği her şeyin yaratılan bir şey olduğunu kabûl etmiyoruz. İcmâ' ve ittifak etmişizdir ki, hareket, inmek, yürümek, koşmak, arşın üzerine ve semâya istivâ kadîmdir.â
Müellif (Dârimî), bütün bunların Allah sübhânehû ile beraber vâr olduğuna inanmaktadır. Arşın üstünde istivâ etmenin kaçınılmaz bir netîcesi olarak Arş da kadîm olmaktadır. Hareketin ve yürümenin kadîm olduğunu düşün(ebil)mek şu önderlerin akıllarının şânıdır!!.. Kim böylesi bir açık putperestlik inancına sâhib ise, onun, yeryüzünde bozgun çıkarmaya, müslümanlara imâmlık yapmaya ve onlarla nikâhlanmaya bırakılması doğru olmaz.
Kim bu kepâze înancın rezîlliklerini geniş bir şekilde bilmek isterse, İbnüâl-Cevzîânin âDefâu Şübehiât-Teşbîhâini, Takıyy el-Hısnîânin âDefâuâş-Şübehâini, Takıyy es-Sübkîânin, İbnüâl-Kayyimâin Nû-niyyeâsine reddiye yazdığı âes-Seyfuâs-Sakîl fîâr-Reddi Alâ İbniâz-Zefîlâ kitabını, zikri geçen reddiyeye yazdığımız Tekmileâyi ve İmâm Beyhakîânin âel-Esmâ veâs-Sıfâtâını okusun. El-Esmâ veâs-Sıfât yeniden bir daha basıldı. Kim bu kitâbı güzel mütâlaa ederse, ona şu mücessimenin husûsıyyetlerinden hiçbir gizli şey gizli kalmaz ve vazîfesini daâvetçilerine karşı yerine getirir.
İçinde Ezher-i şerîfâin bulunduğu bir beldede, Dârimîânin kitâbını neşreden ve peşine takılan gibilerin açıkça âAllahâın hareket ettiği, yürüdüğü, ayağa kalktığı ve bir kadîm yere oturduğuâ inancına daâvet etmeye cesâret etmeleri ğarîb bir gayrettir. Âlemlerin ilâhı bu putperestliklerden yücedir. Bu kitâbın nâşiri, Müslümanların, namazlarında imâmlığını, hatîbliğini ve vaaz etmek vazîfesini üstlenmektedir. Bu aklı kıt adamın ve kandırdıklarının böyle bir vakitteki, en zararlı kitâblarından olan bir kitâbı basmak ve cumhûrun arasında neşretmek vaktindeki şamataları, ancak, sâdık azîmetlerin, gayretlerin sâhiblerini, şu kepâzelik, sözü geçen kitâbın neşri kepâzeliği üzerine yazılar yazmaktan çevirmek içindir. Yoksa onun gibi birisinin hezeyânına hiç aldırmaz, aksine onu dilediği saçmalamaları yapmaya terkederdim. Nice defa söylemişimdir: âHakâret, âcizin gayreti, acâizin[17]hüccetidir.â İbret alınacak nokta, -anlattığımız gibi- ilk putperestlik daâvetçilerinin Ümmetâe şirke girme iftirâsını atmış olmalarıdır.
Umulur ki Ezher-i şerîf, Dârimîânin Kitâbıâna karşı, cumhûrun, inancını korumak hırsı gereği ve şu kitâbı yayanları hududlarında durdurmak için, üzerine düşen vazîfeyi yerine getirmekten geri kalmaz."
* Makâlatüâl-Kevserî (301)
Köşeli olsun olmasın parantezler arasındaki rakam ve sayılar ile koyulaştırmalar, anlaşılma kolaylığı için tarafımızdan konulmuştur. (Mütercim)
[1] Câhilliğine rağmen âlimlik taslayan.
[2] Buradaki Dârimî, meşhûr Sünen sâhibi Dârimî değildir.
[3] Ta'lik: Söz ilâve etmeden, haklarında konuşmadan.
[4] Mahza: Süzme ve katıksız
[5] Tecsîm: Allah celle celâlühûâya cisim yakıştırmak.
[6] Siczî: Sicz isimli yere mensûb kimse (Buhârî gibi).
[7] Tenzîh: Yani Allah celle celâlühûâyu, Oâna yakışmayacak şeylerden uzak görmek.
[8] Tefvîd: İşin hakîkatini Allah celle celâlühûâya bırakmak.
[9] Sûre-i Âl-i âİmrân:59
[10] Muhâl: Olması imkânsız olan
[11] Bakara:26
[12] Nahl:74
[13] Yükseklerdeki gök cisimlerine
[14] Sûre-i Alak:19
[17] Acâiz: Kocakarılar
Not: Bu yazı Guraba Dergisi'nin 13. sayısından iktibas edilmiştir.