Bölümler | Kategoriler | Konular | Üye Girişi | İletişim


Tebük hakkında (Hutbe)

Ey şeref-i İman ile müşerref olan ehl-i İman,
Bu haftaki hutbemiz, müslümanlar olarak ibret nazarlarıyla zihnimize nakşetmemiz icabeden tarihi bir vakıa hakkında olacaktır.
Hicret-i Nebeviyyenin dokuzuncu senesi, Bizans Ordusunun Arabistan üzerine geldiği haberi alınmış, bunun üzerine Rasülüllah Efendimiz müslümanları seferber olmaya davet etmişti.
Allah ve Rasülünü canlarından ve mallarından çok seven sahabe-i kiram, ellerinde nesi varsa, getirip; ordunun hazırlanması için gayret ediyorlardı.
Malının tamamını Allah yoluna bağışlayan, “Ev halkına neyi bıraktın sualine”, “Allah ve Rasülünü bıraktım” cevabını veren Hz Ebu Bekirler, daha fazla veren ben olayım, düşüncesiyle hareket eden Hz. Ömerler, kazandığı malın neredeyse tamamına yakınını verecek kadar cömert davranarak, “Allah senin geçmiş ve gelecek bütün günahlarını bağışlasın” duasına mazhar olan Hz. Aliler, bütün gün çalışmasına mukabil kazandığı sadece bir ölçek hurmayı, Allah Rasülüne takdim eden, başındaki sarığından başka Allah yoluna verecek bir şey bulamayan, fakir ama gönlünde paha biçilmez hazineler taşıyan, Allah ve Rasülüllah aşıklarının gayretleriyle, büyük bir ordu hazırlanarak, artık hareket emri verildi.



Bunaltıcı sıcak ve müthiş kuraklığın yaşandığı bu zamanda, sefere çıkma cesaretini kendilerinde bulamayan münafıklar, fitne çıkararak, gazaya hazırlanan müslümanları caydırmak istediler. Bazıları ise müslümanların arasına ganimet maksadıyla katılmayı göze almış, fakat çok geçmeden sıkıntıya dayanamayıp geri dönmüşlerdi.
Bu arada, içleri küfürle kaplı olduğu için, müminlerle beraber ibadet etmekten ve peygamber efendimizin arkasında namaz kılıyor görünmekten sıkılan münafıklar, artık, başka bir mescitte toplanıyorlar, istedikleri gibi hareket edip, müslümanların aleyhlerine kararlar alıyorlardı.
Bir defasında, mescitlerine Peygamber Efendimizi davet ettiler. Fakat onların bu faaliyetlerini, önceden gören ve tasvip etmeyen Rasülüllah: “Şimdi sefere çıkmak üzereyiz. İnşaallah dönüşümüzde uğrarız!” cevabını vermişti.
Münafıklar sefer dönüşü Peygamber Efendimize gelerek, sözünü yerine getirmesini istediler. Fakat Cenab-ı Hak Peygamber Efendimize vahiy göndererek, bu mescide gitmesini yasaklayınca, Peygamber Efendimiz, mescidin yıkılmasını emrettiler.
Münafıkların maksadını bilmeden, binanın inşaası için, iyi niyetle, kereste yardımında bulunan Hz. Ebu Lubabe, kendisi için yaptığı bir binada kullanmak üzere keresteleri geri aldı. Ancak bu keresteler ile yapılmış olan evde hiçbir canlının nema bulmadığı görüldü.
Yine Hz. Mücemmî, bu mescitte birkaç gün imamlık yapmıştı. Hz. Ömer zamanında, Kubâ halkı, onu imam olarak istemiş, fakat Halife, zikredilen sebeple buna râzı olmayıp, Hz. Mucemmi’nin özrünü beyan etmesiyle, kendisine ruhsat vermişti.
Meşru bir mazereti olmadığı halde, havanın verdiği rehavet ve ağır davranmalarının sebep olduğu ihmalkarlıkla, müminlerden bazıları da sefere katılmamışlardı. Sefer esnasında Peygamber Efendimiz bu zâtları teker teker sormuş, “herhalde mühim bir mazeretleri olduğu için katılamadılar” cevabıyla teselli bulmuşlardı.
Sefer bitmiş, Allah rasülü ve onun ordusu Medine-i Münevvere’ye dönmeye başlamışlardı.
Peygamber Efendimiz, gazaya, mazeretinden dolayı iştirak edemeyen müminlerin de, seferdeki mücahitler gibi, ecre nail olduklarını beyan buyurdular. Ancak gazadan kaçınan münafıklara ve ihmalkarlara, yüz vermediler. Seksen kadar münafık gelip, hasta oldukları için sefere katılamadıklarını beyan ettiler. Peygamber Efendimiz, her birerine zahirlerine göre hükmederek, hayır duada bulundular. İç alemlerini ise Allah-ü Tealaya havale ettiler.
İhmalleri yüzünden gazaya katılamayan müminler ise, pişmanlık ve sıkıntı içinde bulunuyorlar, Peygamberimize, ne söyleyeceklerini düşünüyorlardı. Ama yalan söyleyemezlerdi. Söylemediler de.


Bu zatlardan Hz. Ka’bibni Malik başlarından geçen o sıkıntılı hali şöyle anlatır:
Rasülüllah’ın huzura vardığım zaman, beni acı bir tebessümle karşıladı. Peygamberimize: “Ey Allah’ın Rasülü! Şu anda kurtulmak için bir yalan söylesem, Allahü Teala, onu meydana çıkarır ve Rasülü de bana gadaplanır. Meşru bir mazeretimin olmadığını itiraf ediyor ve affımı talep ediyorum.” deyince, â€œİşte Ka’b, hakikati söyledi!” buyurdular. Benim gibi doğru söyleyen iki daha kişi çıkmıştı. Peygamber Efendimiz; evimize gidip, Allah-ü Tealanın hakkımızdaki hükmü gelinceye kadar, beklememizi emrettiler.

Rasül-i Ekrem Efendimiz, halkı bizimle beraber olmaktan, görüşüp konuşmaktan men etmişti. Biz de evlerimize kapanarak, gözyaşları içinde tevbemizin kabulü için yalvarıp durduk.
Ben diğerlerine nazaran daha genç olduğum için dışarı çıkıyordum. Fakat beni gören müminler, her yerde yüzlerini asıyorlar ve nazarlarını başka tarafa çeviriyorlardı.
Artık dayanamadım, Allah’ın Rüsülünün huzuruna çıkıp, ona karşı olan bağlılığımı arzettim. Fakat o susmakta devam etti.
Bir gün bir yabancının beni aradığını duydum. Bir mektup getirmişti. İpek bir bez üzerine yazılmış yazıda “Sahibinin sana eza verici muamelede bulunduğunu duydm. Sen, bizim yanımıza gel. Layık olduğun ihsan ve iyiliğe kavuşursun” deniliyordu. Bu hadise üzerine üzüntüm daha da ziyadeleşmişti. Ne hale düşmüşüm ki, bir kâfir, beni kullanmak istiyordu.
Bu şekilde 40 gün geçti. Sonra Rasülüllah kadınlarımızdan uzak kalmamızı emretti. Bu arada diğer kardeşlerim de affedilmeleri için Cenab-ı Hakka yalvarıp göz yaşı döküyorlardı. Birinin ağlamaktan gözleri görmez olmuş, diğeri ise “affedildin!” müjdesi gelinceye kadar kendini bir direğe bağlamıştı.
Halktan tecrid edildiğimizin ellinci günü, hakkımızda inen “O üç kişiye de ki geri bırakılmışlardı. Nihayet o derece bunaldılar ki yer yüzü bütün genişliğiyle başlarına dar geldi”(Tevbe 118) ayetinde beyan buyurulduğu üzere, yer yüzü bütün genişliğine rağmen bize dar geldiği, kalplerimizin kederden iyice sıkıldığı ve Allahü Teala’dan başka iltica edecek bir yer olmadığının idraki içinde bulunduğum bir anda, Sel dağından birinin: “Ey Ka’b Müjde!”, diye bağırdığını duyar duymaz, secdeye kapandım. Büyük bir ferahlık ve huzura kavuştum.
Allah-ü Teala bizim tevbemizin kabulünü ayet-i kerimeleriyle bildirmişti.
Sevinç ve mutlulukla Allah’ın rasülünün huzuruna varıp selam verdim. Selamıma neşe ile karşılık verdi. Sevincinden mübarek yüzü ay gibi parlıyordu. Beni tebrik ederek şöyle buyurdular: Ya Ka’b! Anandan doğduğundan beri, en hayırlı günün, bu gündür!”
( mollacami.net - Müderris )


Hutbe ve Vaazlar

MollaCami.Com