Bölümler | Kategoriler | Konular | Üye Girişi | İletişim


İman-ı Hakiki (Hutbe)

Ey şeref-i İman ile müşerref olan ehl-i İman,
Hutbemiz ÎMÂN-I HAKİKİ hakkındadır.
Ademoğlunun Allâh-ü Teâlâ’ya karşı mükellef bulunduğu vazîfelerin başında îman gelmektedir. Her peygamberin ilk işi gönderildiği kavmi îmâna davet etmek olmuştur. Îmânın kıymeti her türlü maddî ve ma’nevî kıymetlerin fevkındedir.
Îmân varsa işlerimizinde kıymeti vardır. Aksi halde yapdıklarımız kıymetsiz ve ehemmiyetsizdir.
Îmân bir nurdur ki kalbler onunla huzûra kavuşur. Beşeriyyetin düşünce ufkunu ve ruh âlemini kaplayan karanlıklar, ancak îmân nuru ile dağılabilir. Bu nurdan mahrum kalan cemiyetler, fikrî sapkınlıklar içerisinde bocalamakta, îmândan yoksun olan gönüller dinmek bilmeyen ızdıraplarla çırpınmaktadır. Bilhassa her şeyin madde ile ölçüldüğü şu zamanımızda nice insanların, gönüllerindeki boşluğu maddî imkanlarla tatmin edemeyip, îman ni’metinden mahrum oldukları içinde ma’nevi haz ve zevklerden uzak olduklarından içine düştükleri boşlukta bocalayıp, her şeyden ümidlerini kesip, çareyi canlarına kasdetmekte bulduklarını zaman zaman müşahede etmekteyiz. Fertleri vazife ve mesuliyet şuuruna bağlayan ve en güç şartlar altında bile doğru yolda devam ettiren yegane şey imandır. Bir mü’minin, din kardeşinin iyiliğini kendi nefsine tercih etmesi, imandan aldığı kuvvetle mümkindir. Öyle ise bir insan için bu derece ehemmiyet arzeden îman nedir?
Îman: “Peygamber Efendimizi, Allâh-ü Teâlâ tarafından getirip tebliğ buyurduğu kat’i sûrette bilinen hususların tamamında tasdik etmektir. Başlıca nelere iman edeceğimiz ise bir Hadîs-i Şerifte şöyle ifade edilmektedir:


“İman; Allah’a, meleklere, kitablara, peygamberlere, âhiret gününe ve kadere inanmaktır.” İnsan kalbi ile hakk’a kalıbı ile halka dönük bir varlıktır. Bu i’tibarla makbul bir iman, kalbin tasdiki ve dilin ikrarı ile tahakkuk eder. Sadece dilde dolaşan ve kalbe inmeyen bir iman ile kişi mü’min olamaz. Îmanda iki yüzlülük münafıklara mahsus bir haldir.
Hayâti bir tehlike mevcut olduğu zaman sadece kalbiyle tasdik etmesi kafidir. Ancak böyle bir kimse Allâh-ü Teâlâ ile kendisi arasında mü’mindir. Şayet hayati bir tehlike yoksa, halkın yanında mü’min muamelesine lâyık olabilmesi için, dil ile ikrarda bulunmasıda şarttır. Bir tehlike olmadığı halde dil ile ikrârı terk eden kimse Huzûr-u İlâhî’de mes’ul olur.
Muhterem Mü’minler!
Makbul ve şartlarına mütenâsib bulunan îmân, dünya hayatının mamur olmasına, ebedî hayat saâdetini kazanmaya vesîle ve âhirette azâb-ı ilahiden kurtulmaya sebebdir. Ancak; büyük Allah dostlarının beyanına göre,
insana gerçek manada menfaat verecek, necatına vesile olacak, büyük derecelere yükseltecek olan iman, iman-ı hakiki dir.


Varis-i Resul olan Silsile-i Sadat'tan Ebu'l Faruk Hazretlerinin mübarek beyanlarına göre:
“Nefsin emmareliği (kötülükleri) mevcud iken dinimizin beyan ettiği vechile ahkam-ı şerıyyeye inanmasına suret-i iman denir. Bu mutlak imandır. Birde nefsin irfan hasıl eyleyip, tabi’ı olan emmareliğinden kurtulup, itmi’nan ile ittisafından sonra ehkam-ı şer’ıyyeye inanması vardır ki bu da iman-ı hakiki’dir.”
Yine beyan edilmektedir ki; iman-ı hakiki, Allah(cc) ve Resülüne ve dolayısıyla Ül-ül Emre kayıtsız şartsız itaat-ı tâmme, Onları malından, canından, herşeyinden çok sevebilmek, Onlar için her şeyini feda edebilmektir. Bu hususla alakalı olarak, biz ümmet-i muhammede her hususta nümüne olan sahabe-i kiram radiyallahü anhüm hazeratının hayatından bir misal arz etmek isterim.
Henüz müslüman olmamış, müşrik olan Ebu Süfyanın kızı olan Ümmü Habibe (r.a.) validemiz Rasülüllah Efendimizin mübarek ve muhterem zevceleridir.
Bir vesileyle Ebu Süfyan kızı Ümmü Habibe validemizin ve Peygamberimizin evine geldi. Peygamberimizin döşeğine oturmak için yönelince bunu anlayan kızı döşeği hemen dürüp, babasının ona oturmasına mani oldu. Ebu Süfyan: “Ey kızcağızım! Sen bu döşeği mi benden esirgiyorsun, yoksa beni mi bu döşekten esirgiyorsun? Anlayamadım.” Dedi. Hz. Ümmü Habibe: “Hayır bu Resülüllahın döşeğidir. Müşrik onun üzerine oturamaz. Sen ise müşrik ve necis olan bir kimsesin. Bunun için seni resülüllahın döşeğine oturtmak istemedim.” Dedi. Bunun üzerine babası “Vallahi kızım sen çok değişmişsin, sana şer isabet etmiş” diyerek kızgın bir şekilde evden çıktı. Halbuki Ümmü habibeye şer değil büyük hayırlar isabet etmişti. O mü’minlerin annesi olma şerefine nail olmuştu. İmanın insanı nasıl yücelttiği bu hadisede de çok iyi bir şekilde görülmektedir.


Muhterem Mü’minler!
İmanda itibar son nefesedir. Bunun için bir mü’min imanını hayatının sonuna kadar muhafaza etmek mecburiyyetindedir. Çünkü bu dünya hayâtı çok kısa ve fânî, âhiret hayâtı ise ebedîdir. Bu hususla alâkalı olarak Cenâb-ı Hakk âyet-i kerîmede meâlen:
“Ey îmân edenler! Allâh’a, Peygamberine, Peygamberine indirdiği kitâba ve daha önce indirdiği kitâba îman(da sebat) ediniz. Kim Allâh’ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve kıyâmet gününü inkâr ederse tam manâsıyla sapıtmıştır.” buyurmaktadır. Bir ni’meti muhafaza etmek, onu elde etmekten daha zordur. Bu sebeple olsa gerek ki, Allah dostları ve büyüklerimiz sık sık “Cenâb-ı Hakk son nefese kadar, son nefes de dahil îmân ve hidayette daim etsin” diye dua edip, bu şekilde bir mü’min için son nefesin ne derece ehemmiyet arzettiğini çok vecîz bir şekilde ifade etmişlerdir.
( mollacami.net - ücharfbeşnokta )


Hutbe ve Vaazlar

MollaCami.Com