Bölümler | Kategoriler | Konular | Üye Girişi | İletişim


yüreklerimiz eziliyor..

Şikâyetçiyim: Çünkü insanlarla paylaşmak istediğim onca şey var, ama etrafımda paylaşacak kişi bulamıyorum.
Çünkü yaşadıklarımı paylaşacağım kişinin öncelikle güvenilir olmasını, sırrımı tutmasını istiyorum.
Ani bir fırtına çıkmış da herkes evlerine kapanmış gibi kendilerine kapanmışlar; üstelik yürek kapılarını da sımsıkı kapatmışlar.
Bir ben sokakta kaldım.
Sahipleri tarafından terk edilmiş bir kedi yavrusu kadar yalnız, ürkek ve çaresizim...
Çıkan her fırtınada savrulup yağan her yağmurda ıslanıyorum...
Her yağmur damla damla ruhuma damlıyor...
Yalnızlık akrep gibi sokuyor benliğimi!..
Hayallerim bile sırılsıklam!
Yılgın değilim aslında, çünkü hayatla çok erken yaşlarda savaşmaya başladım. Beş yaşında tattım zorlu acıları...
Zemheri gecelerinde kâbuslarla uyandı ürkekliğim. Kimse sarılmadı korkularıma, kimse “geçecek yavrum” demedi, ninni söylemedi; saçlarımın arasında şefkatli parmaklar hiç dolaşmadı.
Şimdi olgunluk çağındayım. Sık olmasa da kâbuslarım sürüyor. Onlarla baş etmeye çalışırken, kalabalıkta yalnızlığa tosluyorum.
Hayatın yüreğinde oluşturulan boşluk, git gide tüm insanları kuşattı. Bizi idealsizleştirenlere inat biz hedefsizleştik, duyarsızlaştık, kimliksizleştik. Artık evlatlar annelerini öldürüyor!
Herkes kadar ben de kendi yalnızlığımı dolaştırıyorum. Oysa “Hayat paylaşma ve paslaşmadır” diyorlar. Sevginin, şefkatin, merhametin, himmetin ve bunların sonucu olan paylaşmanın olmadığı yerde, hayatın olamayacağını söylüyorlar.
İnsanların çoğu bu anlamda yaşamıyor. Üniversitelerin içini boşaltanlar, insanların içini de boşattılar: İnancı, ideali, sevgiyi, duyguyu her gün binlerce kez öldürmeye çalışıyorlar.
Tek değer para! Anlaşılan sadece onun sağlayacağı güçle birbirimizi vuracağız!
Ben böyle olmak istemiyorum, ama böyle olmaya zorlanıyorum. Başarıya ve paraya kilitli bir robot olarak yaşamamı öneriyorlar. Bu öneriyi reddettiğim taktirde “modern hayat”ı da reddetmiş olacağım.
Yüreğimi yaşayamadıktan sonra, “modern hayat”ın getirilerinin ne önemi var?
Bütün anlamsızlıklarıyla birlikte, hayatı, yine de çok seviyorum. Yaşanacak pek çok şey olduğuna hâlâ bütün kalbimle inanıyorum.
Tanıyanlar bu tarafıma çok şaşıyorlar. Belki de hâlâ niye tükenmediğimi sorguluyorlardır. İnadına tükenmeyeceğim işte! İstanbul denen devanası ruhumu ve yüreğimi teslim alamayacak inşallah!
Bazen çok umursamazım, her şeye boş veriyorum. Sonuçta, “Hayatı biz planlamıyoruz, sadece verilen rolü oynuyoruz!”
Öyleyse fazla dertlenmenin, dünyayı adeta yüklenmenin bir anlamı yok.
Böyle umursamaz zamanlarımda kendimi daha çok seviyorum. Kendimce muziplikler, haşarılıklar, uçarılıklar yapıyorum.
“Yaşına yakışmıyor” diyenlere, “Geceleri saymayın” diye takılıyorum, “o zaman yaşım yarıya düşer, eh ona da yakışır doğrusu.”
Bazı insanlar güç kullanarak kendi saplantılarını hayata empoze ediyorlar...
Biliyor musunuz bunlar tutmayacak. Çünkü hayat zorlamalarla, plânlamalarla düzenlenebilecek bir şey değil: Salt yaşanacak bir şey!
Yaşamayı beceremeyenler başkalarının hayatına müdahale ediyor!
Bence, başörtüsü probleminin bir ucu burada saklı...
Doğru düzgün yaşamayı beceremeyişimize çok üzülüyorum. En çok bu yüzden kahırlanıyor, hatta bazen sinir oluyorum.
Dindarlar ölüme, laikler dünyaya çağırıyor. İkisinin ortasında uzlaşmayı bir türlü beceremiyorlar. Bari “bizimkiler” hiç olmazsa mezarlıkların verdiği mesajı okuyabilseler...
Mezarlıklarına hayatın güzelliklerini katmış bir kültüre mensubuz. Hem mezar taşlarındaki duygusal güzellemeler, hem de mezarlara dikilen yediveren gülleri, kendilerini fark edebilen idrake, ölümün gerçekçiliği yanında hayatın zengin renklerini de sunuyor...
Ölümü de sevdiriyor, hayatı da...
Bu anlamıyla ölümün hayatı da kapsayan boyutlarına bayılıyorum.
Bu yüzden ne kadar zorlarlarsa zorlasınlar yaşamaktan asla vazgeçmeyeceğim ben.
Siz de vazgeçmeyin.

YAVUZ BAHADIROĞLU...

çok güzell emeğine sağlık kardeşim Allah razı olsun...


çok güzell emeğine sağlık kardeşim Allah razı olsun...


Edebiyat

MollaCami.Com