Bölümler | Kategoriler | Konular | Üye Girişi | İletişim


Zencilerin soyu kimden-nerden geliyor?

Halis ECE

Allah’a ibadet, anne-babaya itaat, zencilerin ırkı-soyu


"Rabbin kesin olarak şunları hükmetti (emretti):

- Ancak kendisine ibadet edin,

- anne ve babaya iyilik edin.

- Onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaşlanırsa, sakın onlara ‘öf‘ bile deme ve onları azarlama.

- İkisine de tatlı ve güzel söz söyle.

- İkisine de acıyarak tevazu kanatlarını indir.

- Ve şöyle de: 'Ey Rabbim! Onların beni küçükten terbiye edip yetiştirdikleri gibi, sen de kendilerine merhamet et.'

Rabbiniz içinizden geçenleri çok iyi bilir. Eğer iyi kimseler olursanız, elbette ki Allah, kötülükten yüz çevirerek tevbeye yönelenleri son derece bağışlayıcıdır.”
(İsra suresi, 23-25)

Burada Hz. Allah iki şey hususunda emir de değil, kesin hüküm vermiştir. Nitekim bu hususu bir başka ayet-i celilede de görüyoruz: “…Hüküm sadece Allah'a aittir. O size kendisinden başkasına ibadet etmemenizi emretmiştir. İşte dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.” (Yusuf suresi, 40)

Bu ayetten de açıkça anlaşılıyor ki, Cenab-ı Hakk’ın bizlere olan birinci hükmü Allah’a kulluk, ikinci hükmü ise anne-babamıza ihsandır, iyilik etmektir.
Allahu zû’l-Celâl ve’l-Kemâl hazretleri bu ayet-i celile ile hem ruhen, hem bedenen Zat-ı Ecell-i Âlasını tevhid (birleyip) ve sadece kendisine kullukla bizleri vazifelendirmiş, Zat-ı Bâri’sinden başka hiç bir şeye ibadet etmememizi ferman buyurmuştur.

Çünki O; bizim yaradılış gayemizi, bizi yaratmasının asıl maksadını şöyle açıklamıştır: “Ben cinleri ve insanları, ancak bana ibadet etsinler diye yarattım." (Zâriyat suresi, 56)

Yine Habibine şöyle emretmiştir: “Onun için öğüt ver, eğer öğüt fayda verirse.” (Â'lâ suresi, 9) Allah’ın Resûlü de bu emre uymuş; bozuk inançlara müptela, ölçüsü-tartısı-kilesi yanlış, imandan yoksun, akıl ve mantık mizanından mahrum müşrikleri imana davet ederek onları tedavi etmeye, doğru yola yönlendirmeye çalışmıştır.

Bugün de mukaddesatına hor bakan, din ve milliyetini şaşırmış, hangi milletin mensubu olduğunu bilemeyecek kadar aptallaşmış insanımızı vaazlarla, sohbetlerle, kitaplarla, yazılarla Allah’a kul olmaya, Resûlullah’a ümmet olmaya, anne-babaya da itaata çağıracağız ve hidayet yoluna dönüşlerini sağlayabilmek için elimizden gelen gayreti göstereceğiz.

Çünkü sağlam bir akla sahip olan herkes bilir ki; kendisi dahil tüm insanlık yeryüzündeki en küçük bir varlığı halk edip, onu bir kaç saniye bile yaşatmak kudret ve kabiliyetinden mahrumdur. Kul, tam bir acziyet içinde olduğunu itirafla, kendi yaratıcısının da, kâinatı yaratan Allah Teala olduğunu tasdik ve onu tevhid ile/birlemekle mükelleftir.

Aslında, mutlak acz içindeki insan, hatadan-günahtan uzak olmadığına göre, acziyetini kabullenerek ehlini bulup onu dinlemek mecburiyetindedir. Ehlini bulup dinlememek, batıl ve cehalette ısrar etmek ise, fikrini ıslah etmekten korkmak ve müptela olduğu hastalıktan kurtulmak istememektir.

Böyleleri aslında muhatap bile alınmaya değmez. Bunlara konuşmaya, anlatmaya bile gerek yoktur. Ama arzusu Hakkı-hakikatı bulmak olan kimseler dinleri tektik eder, sorar öğrenir. Şurası da muhakkak ki, her insan bir diğerinin gördüğünü göremediği gibi, bildiğini de bilemez. Dolayısıyla kendisi göremeyip bilemediği için, bir diğerinin görüp bildiğini de inkâr edemez, etmemeli. Müslümanların yaşadığı ülkede topluma küfür ve mel’ânet (dil ile, kalem ile, medya yoluyla) saçmaya da asla hakkı yoktur! Olmamalı...

Üzerinde yaşadığımız küre-yi arzı bir topaca benzetip, dönüp duruyor diye gözü kapalı konuşup, onu yaratını ve döndüreni tanımamak; bir saati gördüğü-bildiği-kullandığı halde onu yapan, kuran ve çalıştıran ustanın varlığını inkârdan daha âdice bir nankörlük değil midir?

Tenasül nizamını inkârla, yani insanların Hz. Âdem’den çoğalıp geldiğini kabul etmeyerek, insanların maymundan tekâmül ettiğini iddia eden, Yahudi Darvin nazariyesinin zehirlediği dimağlara sorulsa, dense ki; “Neden bu hadisenin bugüne kadar başka bir emsali yoktur? Neden hâlâ günümüzdeki maymunlar tekâmül edip, insan olmuyor? Neden hâlâ hiçbir kimse değil bir canlı, bir damla kan bile halk edemiyor?” Verecekleri cevap var mıdır?

Öyle ise, insanların aslı Kitab-ı İlahi’de beyan buyrulduğu üzere Hz. Âdem’dir (a.s.). Batıl iddia sahipleri için, bugün tek çıkar yol vardır. Ya Âdem’i (a.s.) ve onun yaratıcısı Allah’ı tanıyacaklar, ya da gökten inen bütün kitapları ve tarihçilerin yazdıklarını tamamen inkâr edeceklerdir.

Şüphesiz ki her akl-ı selim/sağduyu sahibi Ata’sını da, Allah'ını da tanır...

Malum olduğu üzere Mevla-i zû’l-Celâl insanı bütün mahlûkatın en mükerremi-üstünü, en şereflisi olarak yaratmıştır.

***

ALLAH’A İBADET - KULLUK

Kul, amiri olan Mevla’sının memuru bulunduğunu bilip, emrolunanları gerektiği gibi edâ ve ifa etmeye çalışmalıdır. Madem ki biz “Elestü bezmi”ndeki (ahdindeki) ezeli tasdik ile, Allah’ın varlığına-birliğine şahadet getirdik “Belâ (evet)” dedik, öyle ise, Allah’a hamdolsun ki hepimiz mü’miniz. Ama bu sözümüzün doğruluğunu, sıhhat ve samimiyetini, ibadetimizle göstermek, ahlakımızla isbat etmek mecburiyetindeyiz.

Hizmetini yapmayan bir hizmetkâr, Efendisi yanında nasıl boynu bükükse, ibadetsiz kulun da Allah yanındaki hali o olacaktır!

***

ALLAH’A İBADETTEN HEMEN SONRAKİ VAZİFEMİZ

Allah’a ibadetten hemen sonraki vazifemiz, anne-babamıza iyilik ve ihsan etmektir. İşte bunu da Cenab-ı Hak, “(Mâsıyet olmamak şartıyla) anne-babaya itaat etmeyi ve onlara iyi muamelede bulunmayı(Lokman Suresi, 15) emrediyor...

Peygamberimiz de bir hadisinde buna açıklık getirerek, “Anne-babaya itaat etmek, Allah’a itaat etmek demektir. Anne-babaya isyan etmek ise, Allah’a isyan etmektir" buyuruyor. (Muhtaru’l-Ehadis, Harf-i Tı)

Anne-babaya isyan, Peygamberimiz’e ve dinimize göre büyük günahlardandır ve ahiretteki azabı şöyle dursun, dünyada da bu isyanın cezası peşindir.

Sevgili Peygamberimiz bir diğer hadisinde, “(Ne sebeple olursa olsun), sakın annenizden-babanızdan yüz çevirmeyiniz. Kim anne-babasından yüz çevirirse, muhakkak o küfretmiş olur (en azından nankör kimselerden olmuş olur). (Muhtaru’l-Ehadis, Harf-i La)

Yine Rasûlüllah Efendimiz meşhur hadisinde, “Cennet annelerin ayakları altındadır” buyurmuyor mu?

Bizim zahiri varlığımıza sebep olan anne-babalarımızın, çocukluğumuzda bize yapmış oldukları izzet-ikrâmı, koruyup yetiştirmek için olan çırpınmaları, bu yolda çekmiş oldukları zahmet ve meşakkatleri, göstermiş oldukları şefkat ve merhameti düşünüp, onlara kul-köle olmalı, ikrâm ve ihsanda kusur etmemeye çaba göstermeliyiz.

Sonra da Hz. Allah onlara karşı -mevzumuzun başında zikrettiğimiz bu ayette- beş vazifemizi sıralıyor: Yani anne ve babandan biri veya her ikisi senin yanında ihtiyarlığa ulaşır, acziyet haline gelirlerse (bakıma muhtaç olurlarsa) o zaman onlara karşı, sizin beş vazifeniz var, buyuruyor. Ve evladı bu beş mükellefiyetle/yükümlülükle görevlendiriyor: Sen onlara sakın öf deme! Sert davranıp, sert konuşma! Ve kendilerine karşı yüzünü ekşitip “Aman sende!” diyerek kalplerini kırma! Buradaki “öf” ile evladın anne-babasına ezâ verecek, onların gönlünü rencide edecek bilumum sözleri ve fiilleri harama dâhil olmuştur. Aynı zamanda burada, en aşağı mertebe ile en yüksek mertebeye tenbih/işaret/delalet vardır.

Dilerseniz şimdi de bunları maddeler halinde görelim…

1) Sanki Hz. Allah buyuruyor ki: Kendilerine karşı gücenip te “öf“ demenize bile razı değilim! Sizden, onların bütün ezalarına-cefalarına, sıkıntı ve meşakkatlerine karşı sabretmenizi istiyorum!

TARİHİ BİR VAK’A

ZENCİ IRKININ MENŞEİ KİME DAYANIYOR?

Nuh aleyhisselâm uyuyordu. Üç oğlu Sam, Ham ve Yafes yanına gelmişlerdi.
Hz. Nuh uyurken farkında olmadan bir taraftan diğer tarafa dönmüş ve bu dönüş esnasında avret yeri açılmıştı. Hz. Nuh’un oğullarından birisi, onun avret mahallini açık görünce gülmüş… Hz. Nuh da uyanınca ona,

“Yüzün kara olsun!” diye beddua etmişti.

Bu beddua oğlunun yüzünü karartmakla kalmamış, ondan gelen bütün neslin de yüzleri, hatta bütün bedenleri kararmıştı. Nitekim rivayete göre bugün Afrika’nın bütün siyahları Hz. Nuh’un bu oğlunun çocukları olarak dünyaya gelmişlerdir. (Bkz. Ruhu’l-Beyan Tefsiri, Lokman suresi)

2) Onların bir emri, bir teklifleri-istekleri olduğunda; gücün yettiği nisbette onları yerine getir. Ve sakın onları reddedip, isteklerini-arzularını geri çevirme! Yukarda da işaret ettiğimiz gibi, Hâlik’a isyan olmayan yerde anne-babaya mutlaka itaat gerekir… Aksi takdirde ise itaat edilmez. Çünkü Hz. Allah yine Lokman Suresi’nin 15. Ayetinde, anne-baba da olsa, Hâlik’a isyanla emrederlerse, onlara itaat etme, buyuruyor. Şöyle ki:

“Bununla beraber! O ikisi, hakkında hiç bir şey bilmediğin ve delilin de olmayan bir şeyi onlar bana ortak konuşmaya seni zorlarlarsa (putlara, taşlara, tapmanı senden isterlerse) işte o vakit, onlara itaat etme!” buyuruyor...

RESÛLULLAH’I AĞLATAN BİR HADİSE

Müşrikler, kendilerinin ileri gelenlerinden ve en yaşlılarından olan Husain ismindeki yaşlı şahsa çok güveniyorlardı. Ona gelerek rica ettiler:

- “Git şu adamla (Muhammed ile) bizim adımıza bir konuş. Çünki O, ilâhlarımıza dil uzatıyor!” dediler.

Hüsain de Resûlüllah’ın (s.a.v.) huzuruna geldi. O esnada Rasûlüllah’ın yanında Husain‘in daha önce Müslüman olmuş oğlu İmran da bulunuyordu. İmran müşrik babasını görünce, hiç kıpırdamadı, istifini bile bozmadı.

Resûlullah Efendimiz “Şu ihtiyara yer açın, otursun!” buyurdu. Onlar da yer açtılar, Husain oturdu. Ve Resûlullah’a,

- “Senin hakkında duyduklarımız nedir? Sen bizim ilahlarımıza küfrediyormuşsun!” dedi. Hz. Resûlullah ona,

- “Kaç tanrıya tapıyorsun?” buyurdu. O da,

- “Yedisi yerde, birisi gökte. 8 tanrıya!” dedi. Bunun üzerine Resûlullah sordu:

- “Sana herhangi bir zarar dokunursa, hangisine yalvarıyorsun?”

“Göktekine!” dedi Husain. Resûlullah yine;

- “Malın helâk olursa, hangisine?” diye sordu.

- “Göktekine,” dedi. O zaman Resûlullah,

- “Senin isteklerine yalnız birisi icabet ettiğine göre, peki bu yerdekilere neden tapıyorsun?” buyurdu.

Hüsain bir cevap veremedi, kendi kendine şöyle dedi: “Bugüne kadar onun gibi biriyle hiç konuşmadığımı anladım!” Ve bana döndü:

- “Hüsain! Müslüman ol, selamet bul!” buyurdu.

Hüsain de Müslüman olup, orada şehadet getirince, biraz evvel kapıdan girdiğinde hiç kıpırdamayan oğlu koşup, babasının elini, hatta ayağını öptü.

İşte bunu gören Resûlullah ağlamaya başladı, onunla beraber Ashab da ağlaştılar.
(Hayatü’s-Sahabe Tercümesi, C. 1, S. 56)

3) Anne-babanıza güzel ve tatlı sözler söylemekle, onların gönlünü hoş ediniz. Güler yüzlü ve tatlı sözlü bulununuz. “Anneciğim! Babacığım!” gibi hürmet ve nezaket ifade eden sözlerle onların gönüllerini fethediniz.

Bugünkü gibi “moruk-koruk, koca karı, koca herif” benzeri sözlerle asla hitap etmeyiniz!

Bilakis son derece ve ailece onlara hürmet gösteriniz.

Nitekim Sevgili Peygamberimiz bir hadisinde buyuruyor ki: “Hiç bir kimse yoktur ki, annesinin veya babasının yüzüne merhametle, şefkatle, tebessümle baksın da Allah ona makbûl ve mu’teber bir Hac sevabı yazmasın.” (Muhtaru’l-Ehadis, Harf-i Ma)

4) Onlar için şefkat ve merhametten doğan tevazu kanatlarımızı yere sererek-döşeyerek, onlara karşı kibir ve gururdan uzak olunuz.

Rabbimiz bizlere; ebeveynimize karşı, sanki avcının eline düşüp de kurtulmak umudundan mahrum olmuş ve kanatlarını yere sermiş bir kuş misali gibi olun, demek istiyor.

5) Sadece yukardaki maddelerle yetinmeyip yine de ki: Ey Rabbım! Ne olur, anneme-babama Sen merhamet et! Çünki onlar, en aciz ve zayıf olduğum çocukluk dönemimde beni bağırlarına basıp terbiye ettiler! Beni, himaye edip büyüttüler. Allah’ım! Sen de yüce lutuf ve ihsanlarınla muamele buyurarak, onlara merhamet eyle!

Şirk ve isyan hariç, bu ferman-ı İlâhiye’deki vücup, yani anne-babanın emirlerini yerine getirmek, kâfir olan anne ve babalara dahi şamildir. Küfre zorlamalarının dışındaki bütün emirlerine riayet gerekmektedir. Ancak, hidayetlerine de dua etmelidir.

Fakat bütün bu dikkat-riayet-hassasiyet ve hizmetler, onların gözlerine girip, itimatlarını kazanıp, mâlik oldukları servetlerini elde etmek veya diğer varislerden mal kaçırmak için olmamalı… Yalnızca rıza-i İlâhi’yi kazanmak için olmalıdır.

Nitekim Allahu zû’l-Celâl hazretleri anne-babanın emirlerini layıkıyla riayetin ve hizmetin lüzumunu bizlere beyan ettikten sonra, bu itaatten ve hizmetten kaçınanları tahzir ve tehdid sadedinde yani azarlayıp, korkutmak için şöyle buyuruyor: “Rabbınız! Sizin kalplerinizdeki esrarı (gizlediklerinizi) bilir! Eğer siz iyi kimseler olursanız, Cenab-ı Hak kusurlarınızı afveder. Zira Rabbınız tam bir ihlas ile tevbe edenlerin günahlarını örter, bağışlar!”

Bu ayetlerden anlaşılan bir nokta da şudur: Hizmetlerimizin dış görünüşü içimize mutabık olmalıdır. Yani bu hizmetleri menfaat için değil, rıza-i İlahi için yapmalıyız.

Ahkaf suresinin 15. ayetinde ise, anne-babamıza neden iyilik yapmamız lazım geldiğini Cenab-ı Hak bütün açıklığıyla anlatarak buyuruyor ki:

Biz insana anne-babası hakkında iyilik yapmasını tavsiye ettik. Anası, onu zahmetle (karnında) taşıdı ve zahmetle doğurdu. Taşınmasıyla süt kesimi arası 30 aydır!

Şu halde; Allah’ın rızasını elde etmek isteyen insana, bu husustaki istikametin esasını bildirmek üzere Allahu zû’l-Celâl hazretleri anneye-babaya ihsan etmeyi vasiyet ettik, buyuruyor. Zira, anası onu büyük bir meşakkat ile 9 ay karnında taşıdı ve dünyaya getirirken birçok zahmetler çekti. Validesinin çocuğu karnında taşıması ve memeden ayırması, 30 aydır, buyuruyor.

İnsafla düşünen herkes, nasıl dünyaya geldiğini anlar ve medyun/borçlu olduğu anne-babasının emrine isyan etmez, dizinin dibinden kalkmaz.

Ayet-i celilenin devamında ise Hz. Allah, biraz daha açıklık getirerek şöyle buyuruyor:

Nihayet yaş kemaline erdiği ve kırk yaşına girdiği zaman insan: Ey Rabbım! Anneme ve babama ihsan buyurduğun nimetine şükretmemi ve razı olacağın güzel bir iş yapmamı bana nasip et! Zürriyetimden gelecek nesli de, iyi kişiler eyle! Çünki ben tevbe ederek sadece Sana yöneldim ve ben gerçek Müslümanlardanım, diye dua eder...”

Demek ki insanoğlu olgunluk çağı olan 18 yaşına, sonra da tekamül edip 40 yaşına geldiğinde ,“Ya Rabbi! Bana ilham et!” diyerek Rabb’ına yalvarır.
Bu kadarla da yetinmeyerek devam eder ve der ki, “Ya Rab! Senin rıza-i sübhaniyyene muvafık iyi ameller işlemekliğimi bana ilham edip, öğret! Ve beni zürriyetim hakkında ıslah et ki, benim ıslahım ve iyi halim onlara da sirayet etsin! Ve ben Senin riza-i şerifine muhalif olarak yaptığım şeylerin cümlesinden Sana tevbe ettim ve Müslümanlardan oldum!” diye iltica ederek Cenab-ı Hakk’a yalvarır.

Ve yine Ahkaf suresinin 16. ayetinde de Hz. Allah:

İşte yaptıklarının en güzelini kendilerinden kabul edeceğimiz ve günahlarını bağışlayacağımız bu kimseler cennetlikler arasındadırlar. Bu onlara vaad edilmiş olan dosdoğru bir sözdür.”

Dünyada Rab’ları tarafından cennete girecekleri onlara vaad edilmişti. İşte o İlâhi vaade bunlar, annelerine-babalarına yaptıkları bu hizmetler vesilesiyle nâil olmuş oluyorlar. Çünkü Hz. Allah vaaddinde sâdıktır.

İbn-i Mes’ud (r.a.) diyor ki: “Bir gün Rasûlullah’a (s.a.v.) sordum dedim ki: “Ya Rasûlellah! Ameller içinde en efdal olan hangisidir?” Peygamberimiz buyurdu ki: “Vakti içinde kılınan namazdır.” Dedim ki: “Bundan sonra hangi ameldir?” Buyurdu ki: “Anne-babaya iyilik etmektir.” Dedim ki: “Bundan sonra hangi ameldir?” Buyurdu ki: “Allah yolunda cihad etmektir."

Burada dikkat edilir ise görülür ki, dersimize mevzu aldığımız ayet-i celilenin 2. cüz’ü gibi Peygamberimiz’in hadisinin de 2. cüz’ü “Anne-babaya iyilik etmektir.”

Evlat, anne-babasının nâfile ibadetlerde (yani nâfile bir ibadeti edâ ederken) çağırmaları halinde namazdan çıkıp onlara “Buyur anne, buyur baba”, demek mecburiyetindedir.

Ama farz kılıyorsa, istiğâse (medet ve yardım isteme) hali hariç, yani feryad u figanın dışında namazdan çıkıp, icabet edemez; ancak namazdan çıkınca, namazda olduğunu söyleyip, özür diler.

Yine bir haberde, anne-baba hakkında şöyle buyrulmuştur:

Anne, cennet kapılarının orta kapısıdır. İstersen annene iyi muamele ederek o kapıya sahip ol, istersen iyi muamele etme de, o kapıyı kaybet!”

***

ANNE-BABANIN RIZASI

Müslüman bir zatın annesi vefat ettikten sonra, hayatta kalan babasının hizmetini görmek üzere geceleri onun ayakucunda yatarak, hizmetine devam ediyordu. Bir gün pederi hastalanıp, gece uyandırdı ve kendisinden bir su talebinde bulundu. Oğlu suyu temin edip, getirinceye kadar, pederi uyumuştu.

Fakat bu sâdık evlat, elinde bir bardak su ile saatlerce ayakta bekledi, pederinin uykusuna kıyıp, onu uyandırmadı. Bir hayli zaman sonra uyanan peder, oğlunu elinde su ve ayakta görünce, nihayetsiz memnun oldu ve oğluna dualar etti...

İşte o dualar için ve o memnuniyet için Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.), "Allah’ın rızası, anne-babanın rızasındadır. Allah’ın gadabı ise, anne-babanın gadab ve öfkesindedir" buyuruyor. (Camiu’s-Sağir, Harf-i Ra)

Diğer bir hadisinde, "Anne ve babalarınıza iyilik yapınız ki, evlatlarınız da size iyilik yapsın" buyuruyor. (Muhtaru’l-Ehadis, Harf-i Be)

Sevgili Peygamberimiz bir hadisinde de dört şeyin, dört şey içinde olmasına Allah’ın hükmettiğini beyan ederek buyuruyor ki:

"Allahu zû’l-Celâl Hazretleri 4 şeyin varlığını, 4 şeyin varlığına bağlıyarak hükmetti. İlmin varlığı ve bereketi; ruhen ve fikren yükselmeye hizmet eden muhterem Üstazlara hürmet ve tâzımladır... İman’ın bâkası, Allah’ın emirlerine tâzim ve riayetledir. Hayatın, yani yaşamanın lezzeti; anne ve babaya itaat ve ihsandadır. Cehennem ateşinden kurtuluş ise, mahlukâta ezâyı terk edip, onlara iyilik yapmakla mümkündür."

Ve yine, "İlim talep eden talebe ile kocasına itaat eden kadın, annesine-babasına iyi davranan çocuk, hesapsız ve sualsiz olarak cennete giren Peygamberlerle beraber cennete girer" buyurmuştur.

Diğer bir rivayette de buyuruyor ki: "Anne ve babasına itaat eden kul, ahirette mükâfat olarak cennetin en yüksek mertebelerine kavuşacaktır."

Bir diğer bir rivayet ise, "Kim ömrünün uzamasını ve bereketlenmesini istiyorsa ve kim rızkının artmasını-çoğalmasını istiyorsa, anne-babasına iyilik etsin, akrabasından kesilmeyip, onları ziyarete gitsin" buyuruluyor. (Ramuzu’l-Ehadis, Harf-i Men)

Peygamber Efendimiz Büsre ismindeki sahabe bir kadına şöyle hitab ve vasıyette bulunmuş: "Ey Büsre! Hata ve günah ettiğinde kalben ve lisanen Allah’ı zikret ve Ondan mağfiret dile! Allah da seni mağfireti ile ansın. Kocana itaat et ki, dünya ve ahiret hayırları da sana müyesser olsun. Anne-babana itaat ve ihsan et ki, evinin bereketi çoğalsın."

Görüldüğü üzere bu hadis-i şerifte; kocaya itaat, anne-babaya ihsana takdim edilmiş olup, riayette kocaya tercih hakkı verildiği anlaşılmaktadır.

Yukarda geçen bir hadis-i şerifte bir evladın anne-babaya merhamet nazarıyla bakmasının onun için makbul bir hac sevabı temin edeceğini görmüştük.
Bu defa da yine Sevgili Peygamberimiz, Bir annenin-babanın, çocuğuna şefkatle bir kere bakması, bir köle azad etmişçesine sevaba ve mükâfata mazhar olacağını, beyan buyuruyor. Bunun üzerine bir sahabi “Ya Resûlellah! Anne-baba çocuğuna bu suretle günde 360 defa baksa, mükâfatı artar mı, yoksa bir mi olur?” dedi. Sevgili Peygamberimiz de: “Evet! İhsanında hudut olmayan Allah Azimüşşân her bakışına bu mükâfatı verir, hatta belki daha ziyadesini ihsan eder!” buyurdular.

***

VE BİR HİKÂYE

Hz. Ali'den (r.a.) naklolunuyor: Bir gün bir zat Resûlillah’ın huzuruna gelerek annesinin dilinin fena ve ağzının bozuk olup, kendisini çok incittiğinden bahsediyor. Ve bununla beraber ona itaat edip iaşesini teminde kusur etmediğini, başka ne yapabileceğini soruyor.

Peygamber Efendimiz de ona: “Sen ananın hakkını ödemeye gayret et! Vallahi o validen senin etini, lime-lime kesse, sende olan hakkının dörte birine değil, belki ancak yüzde birine tekabül eder. Bilmiyor musun ki, Cennet anaların ayağı altındadır!” buyurdu.

Bunun üzerine Rasûlullah Efendimiz’e “Ana ve babanın hakkı, bu kadar ehemmiyeti ve büyüklüğü nereden alıyor?” diye soruldu. Peygamberimiz de: “Anne ve baban senin en aciz ve zayıf olduğun zamanda hayatının, en iyi bir şekilde idamesini temin etmek için, her türlü mihnet, şefkat ve fedakârlığı yaparak sana sahip çıktılar. Sen ise, onların zayıf ve muhtaç oldukları halde bir an evvel vefat etmeleri için ve tek başına kalıp, miraslarından istifade etmek için onlara hizmet ediyorsun!” buyurdu.

Evet, evlatlar ne de olsa anne ve babalarının ölmelerini ve rahat kalmalarını isterler. Ama bilhassa anneler evlatlarının yaşaması için, canlarını verirler.
Binaenaleyh, hayat ile memat arasındaki farkı mukayese etmek, bu hususta kâfidir. Ama şu unutulmamalıdır ki, anne-baba evlat için hem cennet hem de cehennemdir. Nitekim Ebi Umame Rasûlullah'tan (s.a.v.), anne-babanın çocuğu üzerindeki hakkı nedir, diye sorduklarında Peygamberimiz ona, Anne-babanın çocuklarının üzerindeki hakkı onların hem cenneti hem de cehennemi olmasıdır. Yani, onlara ihsanda bulunursan onlar sana cennettir, cennetin kapısını açarlar, isyan edersen cehennemi boylarsın, buyurdular...

***

ASR-I SAADET’TEN BİR-İKİ MİSÂLLE MEVZUMUZU TOPARLAYALIM

Hz. Enes anlatıyor:

Biz, Mescidin Suffa kısmında bulunuyorduk. Bir kadın, yanında 15 yaşlarında oğlu ile Mekke’den hicret ederek Medine’ye yanımıza geldi. Rasûlullah kadını, kadınlar tarafına gönderdi. Genci de bize teslim etti.

Çok geçmeden, bu kadının o biricik oğlu Medine vebasına yakalanarak öldü. Ben de durumu gidip Rasûlullah’a haber verdim. Rasûlullah da geldi, gözlerini yumdu ve annesine haber verin, buyurdu. Biz de hemen annesine haber verdik, annesi ağlıyarak geldi, şefkatla oğlunun soğumuş ayaklarını ellerine aldı ve gözyaşı dökerek, “Allah’ım! Kendi arzumla Müslüman oldum. Putlardan yüz çevirip, onları boynumdan attım! Ve Seni arzulayarak Medine’ye hicret ettim. Sen beni bu belaya uğratıp geride bıraktığım putperestleri sevindirme Allah’ım! Ve taşıyamıyacağım bu yükü bana yükleme!” diye yalvardı.

Vallahi, kadın daha duasını tam bitirmemişti ki, onun elleriyle oğuşturduğu ayaklarını oğlu kıpırdattı ve yüzüne örttüğümüz örtüyü kaldırıp, ayağa kalktı. Annesinin boynuna sarıldı. Ve bu genç Resûlullah’ın vefatından sonra bile yaşadı... (Hayatu’s-Sahabe Tercümesi, C. 4, S. 292)

***

YİNE ASR-I SEADET’TEN BİR BAŞKA TABLO

Aile fertlerinde vefa...

Hz. Fatıma Validemiz’in düğününde Resûlullah Efendimiz ağlıyor. Hz. Fatıma babasına sebebini soruyor, Resûlullah Efendimiz, “Keşke bugün annen de sağ olsaydı ve kendi elleriyle senin çeyizini hazırlayıp, senin gelin olduğunu görse idi. İşte bunu hatırladım ve hüzünlendim de ağladım!” buyuruyor. Bu defa da Hz. Fatıma hüzünlenip, ağlıyor. Ve “Benim çeyizim de, mihrim de Ümmet-i Muhammed’e senin şefaatın olsun, Babacığım!” diyor. Bu âli-cenap söz de Rasûlullah ile beraber düğünde bulunan Ashab’ın hepsini ağlatıyor. Rasûlullah Efendimiz de bunun üzerine, “Ne yapalım kızım! İşte dünya; kâh gâm, kâh sevinç! Böyle gelip, böyle gider!” buyurdular...

***

ÇOCUKLARIN ANNE-BABA ÜZERİNDEKİ HAKLARI

Anne-babanın çocukları üzerinde haklarını gördük, peki dinimize göre çocukların anne-baba üzerlerinde hakkı yok mu? Câmiu’s-Sağir’in Ha harfiyle başlayan 3 hadisinde görüyoruz ki, çocuğun da anne-baba üzerinde şu hakları vardır, buyuruyor Resûlümüz (özetle):

a) Anne-baba çocuğuna okumayı-yazmayı öğretecek.

b) Yüzmeyi öğretecek.

c) Ok atmayı, silah kullanmayı öğretecek.

ç) Onu ancak helal rızıkla besleyip, büyütecek.

d) İsmini güzel ve İslâmi bir isim olarak verecek.

e) Büluğa erip yetişince, evlendirecek.


Hatta diğer bir hadiste de, ona güzel bir muhit/çevre seçecek, edebine dikkat edecek, buyuruyor.

Muhtaru’l-Ehadis’in 1096 No’lu Hadis’inde de Rasûlümüz, hiç bir anne-baba çocuğuna güzel ahlak ve edepten başka daha güzel bir şey bırakmamıştır, buyuruyor....

***

Son devir dersiamlarından Tarikat-ı Aliyye-i Nekşibendiyye-i Müceddidin kolunun 33. ve son halkasını teşkil eden Süleyman Hilmi Tunahan (k.s.) hazretlerine bazı talebeleri,

- “Efendim biz okumak istiyoruz amma, annemiz babamız bize, 'Çiftimiz var, çubuğumuz var, senden başkada yapacak kimsemiz yok' diyerek izin vermiyorlar” deyince, Hazret-i Üstaz öfkelenip Lokman suresinin yukarda geçen, Allah’a isyan halinde (anne-baba da olsa) mahluka itaat yok, mealindeki 15. ayetini okuyarak, derse devam etmelerini emretmişlerdir.

***

ŞİİR

Ne sultanlar devr eyledi bu âlem,
Ahiret yolunu tutmuş giderler.
Daha nice yüzbin Allahu a’lem
Kara topraklara yatmış giderler...

Kimileri yaşlı, kimileri sıbyan,
Kimileri derviş, kimileri ihvan.
Kimisi körpe, kimisi civan,
Ecel şerbetini tatmış giderler...

Lâ edrî

elinize emeğinize sağlık hocam RAHMAN ebeden razı olsun
söylenecek bir söz bırakmamışsınız
gayet çok güzel açık geniş bir şekilde izah etmisşiniz..
bizlere düşen bu güzel ilimlerle bilgilerle amel etmek..

RABBİM inşallah anne ve babalarımızın gönlünü hoşnut edip dualarını alıpta

bu alemden ebediyete gitmeyi nasip eder..

Allah razı ve memnun olsun hocam içten zevkle okudum.Baştan sona güzeldi ama can alıcı noktalar insanı ferahlandırıyor bitiriyor

Bu ayetlerden anlaşılan bir nokta da şudur: Hizmetlerimizin dış görünüşü içimize mutabık olmalıdır. Yani bu hizmetleri menfaat için değil, rıza-i İlahi için yapmalıyız.

İnsafla düşünen herkes, nasıl dünyaya geldiğini anlar ve medyun/borçlu olduğu anne-babasının emrine isyan etmez, dizinin dibinden kalkmaz.

Demek ki insanoğlu olgunluk çağı olan 18 yaşına, sonra da tekamül edip 40 yaşına geldiğinde ,“Ya Rabbi! Bana ilham et!” diyerek Rabb’ına yalvarır.

Bu kadarla da yetinmeyerek devam eder ve der ki, “Ya Rab! Senin rıza-i sübhaniyyene muvafık iyi ameller işlemekliğimi bana ilham edip, öğret! Ve beni zürriyetim hakkında ıslah et ki, benim ıslahım ve iyi halim onlara da sirayet etsin! Ve ben Senin riza-i şerifine muhalif olarak yaptığım şeylerin cümlesinden Sana tevbe ettim ve Müslümanlardan oldum!” diye iltica ederek Cenab-ı Hakk’a yalvarır.

Burada dikkat edilir ise görülür ki, dersimize mevzu aldığımız ayet-i celilenin 2. cüz’ü gibi Peygamberimiz’in hadisinin de 2. cüz’ü “Anne-babaya iyilik etmektir.”
Burada dikkat edilir ise görülür ki, dersimize mevzu aldığımız ayet-i celilenin 2. cüz’ü gibi Peygamberimiz’in hadisinin de 2. cüz’ü “Anne-babaya iyilik etmektir.”

Hz. Fatıma Validemiz’in düğününde Resûlullah Efendimiz ağlıyor. Hz. Fatıma babasına sebebini soruyor, Resûlullah Efendimiz, “Keşke bugün annen de sağ olsaydı ve kendi elleriyle senin çeyizini hazırlayıp, senin gelin olduğunu görse idi. İşte bunu hatırladım ve hüzünlendim de ağladım!” buyuruyor. Bu defa da Hz. Fatıma hüzünlenip, ağlıyor. Ve “Benim çeyizim de, mihrim de Ümmet-i Muhammed’e senin şefaatın olsun, Babacığım!” diyor. Bu âli-cenap söz de Rasûlullah ile beraber düğünde bulunan Ashab’ın hepsini ağlatıyor. Rasûlullah Efendimiz de bunun üzerine, “Ne yapalım kızım! İşte dünya; kâh gâm, kâh sevinç! Böyle gelip, böyle gider!” buyurdular...

Hz.Allah razi olsun.Ellerinize saglik.
Mevzuyu cok guzel anlatip,neticelendirmissiniz.
Mevlam anne ve babalarimizin kiymetini,onlari kaybetmeden anlayanlardan eylesin..

emeğinize sağlık hocam............zenci soyunun bu şekilde olduğunu yeni öğrendim....lakin şuda aklıma geldi....hz adem babamız yaratıldığı zaman her renkten toptak olduğu.....bu topraklar neticesinde her renk insanın mevcut olduğunu duymuştum.....kaynak şu an hatırlayamıyorum...saygılar.

Makaleye ilginiz ve güzel katkılarınız için teşekkürler sevgili hak yolcusu, ücharfbeşnokta, sila ve ihvan rumuzlu değerli üye okurlarım. Ellerinize sağlık, Rabbim cümlenizden razı olsun.

ihvan kardeşim, söylediğinle bu hadise arasında asıl itibariyle bir tezat gözükmüyor. Farklılık teferruatta... Aralarını telif etmekse pekala mümkün. Netice itibariyle öyledir, ama o sonucun ortaya çıkmasında değişik sebepler devreye girmiş olabilir.

Selam ve dualarımla...


Halis Ece

MollaCami.Com