Bölümler | Kategoriler | Konular | Üye Girişi | İletişim


Ramazanı Nasıl İhya Edelim

Bismillâhirrahmânirrahîm.
Elhamdulillâhi Rabbi’l-âlemîn. Ve’s-salâtü ve’s-selâmü alâ Rasûlinâ Muhammedin ve alâ âlihî ve eshâbihî ve ezvâcihî ve evlâdihî ve etbâihî ve ehl-i beytihî ve ümmehâtihî ve ebîhi bi-adedi külli şey’in fi’d-dünyâ ve’l-âhirati ve kezâlik ve’l-hamdu lillâhi Rabbi’l-âlemîn.

Rabbimize sonsuz hamd-ü senâlar olsun. Peygamber (s.a.v.) Efendimize salât ve selâmların en güzeli olsun.
Ramazan ayının gündüzü oruç, gecesi ise ibadet ve taatla doludur.

Selman (r.a.)’dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.) Şâban (ayın)ın son gününde bize hutbe irat etti ve şöyle buyurdu: “Ey insanlar! Sizi büyük bir ay, mübarek bir ay, içerisinde bin aydan daha hayırlı bir gece bulunan bir ay gölgeledi. Allah o (ayın) orucunu farz, gece ibadetini nafile kıldı. Her kim o (ayda) hayırdan bir hasletle (Allah’a) yakın olmaya (çalışırsa), diğer (aylarda) farz işleyen kimse gibi olur. Her kim o (ayda) bir farz işlerse, diğer (aylarda) yetmiş bin farz işleyen kimse gibi olur. O, sabır ayıdır. Sabrın sevabı ise cennettir. (O), yardımlaşma ayıdır, mü’minin rızkının arttığı bir aydır. Her kim (Ramazan’da) bir oruçluyu iftar ettirirse, bu (onun), günahlarının bağışlanmasına, cehennemden azat olmasına (sebep) olur ve (oruçlunun) sevabından hiçbir şey eksiltilmeksizin onun için sevap vardır.” (Ashap): “(Yâ Rasûlallah)! Hepimiz, (yanımızda) oruçluyu iftar ettirecek bir şey bulamıyoruz?” dediler. Bunun üzerine (Rasûlullah) şöyle buyurdu: “Allah bu sevabı, oruçluya bir hurma veya bir içim su yahut bir yudum süt karışığı ile iftar ettirene de verir. O, öyle bir aydır ki, başı rahmet, ortası mağfiret ve sonu cehennemden kurtuluştur. Bu ayda hizmetçisinin yükünü hafifleteni Allah bağışlar ve onu cehennemden azat eder. O (ayda), şu dört hasleti çok işleyiniz. Bunlardan iki hasletle Rabbinizi razı edersiniz. Ve (diğer) iki hasletten de müstağni sayılmazsınız.

Rabbinizi razı edeceğiniz iki haslet şunlardır:

1- Allah’tan başka hiçbir ilah olmadığına şahadet etmek.

2- Ondan mağfiret dilemeniz.

Müstağni olmadığınız iki haslete gelince:

1- Allah’tan cenneti istersiniz.

2- Cehennem’den ona sığınırsınız.Her kim bir oruçluya su verirse Allah da ona havzımdan öyle bir içecek verir ki, cennete girinceye kadar hiç susamaz.” (Sahîh İbn-i Huzeyme, Sıyâm, Babu Fedâil Şehr-i Ramadan İn Sahha’l-Haber)

Teravih; ‘tervîha’nın çoğuludur. Dinî ıstılahta ‘tervîha’, teravih namazının her bir dört rekâtına verilen isimdir. Tervîh, rahatlandırma, rahatlandırılma anlamlarına gelir. Ramazan gecelerine mahsus olan bu nafile (müekked sünnet olan) namaz, arada fasıla verilerek, dinlenilerek kılındığı için bu adı almıştır. Türkiye’mizde ise; zaman, iş şartları vb. sebeplerle teennî ile değil de seri bir şekilde kılmak adet halini almıştır. Aslında Sahabe-i Kiram efendilerimiz bu namazı, yatsı namazından itibaren başlayıp gece teheccüd namazı vaktine kadar yavaş yavaş ve uzun âyetler okuyarak kılıyorlar idi. Onlar da çalışıyor ve yoruluyorlardı. Onlar da tarlalara gidiyorlar, bağda bahçede çalışıyorlar, ticaret yapıyorlardı.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) teravih namazını ramazanın ilk gecelerinde mescidinde kılmış, ashâb-ı kiram da bu namazda hazır bulunmuşlardı. Âişe (r.anhâ)’dan rivayet edildiğine göre, Rasûlullah (s.a.v.), (ramazanda) bir gece mescitte namaz kıldı. Cemaat de ona uydu. Sonra ertesi gece yine (bu şekilde) namaz kıldı. Derken cemaat çoğaldı. Üçüncü ya da dör¬düncü gece (cemaat) yine toplandı. (Fakat) Rasûlullah (s.a.v.) onların yanına çıkmadı. Sabah olunca (Rasûlullah): “Yaptığınızı gördüm! (Bu namazın), size farz kılınacağından endişe etmemden başka hiçbir (neden), beni, sizin yanınıza çıkmaktan menetmedi.” buyurdu. (Müslim, Salâtu’l-Musâfirîn 25) Sahabe-i Kiram efendilerimiz ramazan gecelerinde bu namazı hiç terk etmediler. Öyle ki, ashâb-ı kirâmın evlerinden ramazan gecelerinde arı vızıltısı gibi sesler işitilirdi. (Cübeyr bin Nüfeyr yoluyla Ebû Zerr (r.a.)’dan mervidir. Neylü’l-Evtâr 3/50)

Ümmetine karşı çok şefkat ve merhametli olan Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.) onların zayıflığını bildiği için ümmetine farz kılınır endişesiyle insanların arasına çıkmıyor, teravihi yalnız kılıyor. Bu, şu demektir: Eğer teravih namazı Cuma namazı gibi farz kılınacak olsa idi, teravih namazını kılmadıkları ve farzı terk ettikleri için insanlar büyük günah sahibi olurlardı. Cenâb-ı Hakk Cumâ sûresi dokuzuncu âyette; “Ey iman edenler Cuma günü namaza çağırıldığı (ezan okunduğu) zaman hemen Allah'ı anmaya koşun ve alış verişi bırakın. Eğer bilmiş olsanız elbette bu sizin için daha hayırlıdır.” buyurmaktadır. Cuma namazı farzdır. Öyle ki cuma namazında bile insanlar sokaklardan hiç eksilmiyor. Toplumun büyük bir kesimi bu farz namazı kılmıyor.
Teravih namazı Hz. Ömer (r.a.) efendimizin halifeliğine kadar Rasûlullah Efendimizin döneminde olduğu üzere münferit olarak kılına geliyordu. Hz. Ömer (r.a.) efendimiz ise ramazanda teravih için hususi imam tayin ediyor ve cemaatle kılınmaya başlıyor. Tabi ki bu sünnet-i seniyye, müslümanlar arasında daha da kuvvet buluyor ve ondan sonra da bu şekilde devam edip geliyor. İşte Cenâb-ı Hak, ramazan gecelerini bu ibadetle tezyin eylemiş, nimetlendirmiş elhamdülillah.

* * *

Ramazanda yapılacak en güzel iş, farz olan orucu tutmaktır. Orucu tutarken lisan ve diğer azalarımıza da oruç tutturmak; haram ve yalan olan sözler, çekişmeler, gıybet gibi orucun sıhhatine mani olacak hâl ve davranışlardan kaçınmak lazımdır.

Enes b. Mâlik (r.a.)’dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Araplar yolculukta birbirlerine hizmet ederlerdi. Ebû Bekir ve Ömer'in yanında o ikisine hizmet eden biri vardı. Ebû Bekir ve Ömer uyudular, henüz kendilerine yemek hazırlanmamışken uyandılar ve: “Şu adam ne kadar çok uyuyor.” deyip onu uyandırdılar ve kendisine: “Rasûlullah’a git ve ona: ‘Ebû Bekir ve Ömer sana selâm söylüyorlar ve senden katık istiyorlar.’ de.” dediler. (Rasûlullah): “Şüphesiz o ikisi azıklanmışlardır.” buyurdu. O ikisi geldiler ve: “Yâ Rasûlallah! Biz ne ile katıklandık?” dediler. (Rasûlullah): “Kardeşinizin etiyle. Nefsim elinde olan Allah’a yemin olsun ki, ben onun etini sizin dişlerinizin arasında görüyorum.” buyurdu. Ebû Bekir ve Ömer: “Yâ Rasûlallah! Bizim için istiğfar et.” dediler. (Rasûlullah): “O (hakkında konuştuğunuz) kimseye emredin de sizin için istiğfar etsin.” buyurdu. (Haraitî, Mesâviu’l-Ahlâk, s.95; İbn-i Kesîr, Tefsir’inde Hafız Ziyâ el-Makdîsi’nin ‘el-Muhtâra’ adlı kitabından nakletmiştir)

Gıybet, ölmüş olan bir insanın etini yemektir. Hakikatteki manası budur. Tabi biz bunu şuan bu gözlerimizle göremiyoruz, müşahede yolumuz kapalı. Hakikatine baktığımız zaman ise işin aslı Peygamber Efendimizin haber verdiği gibidir. Gıybet, en çok düşülen günahlardan, hatalardan, kusurlardan ve orucumuzu zayi edecek ahlâklardan birisidir. Bu nedenle lisanlarımızı da oruca alıştırmak gerekiyor.
Hayır söz konuşalım, doğru söz konuşalım, nasihat olan sözler konuşalım, Rasûlullah Efendimizin şu emrinde olduğu gibi: “Her kim Allah’a ve âhiret gününe iman ediyorsa ya hayır söylesin ya da sussun.” (Buhârî, Edeb 31)

Kur'an ayı olan ramazan-ı şerifte çokça Kur’an okuyalım. Konuşacaklarımız da Allah'ı zikir olan sözler olsun.

Ticaret yapıyor ve maişetimiz için çalışıyorsak, işimiz dışında malayani sözlerden kaçınmalıyız. Lisanen işimizle meşgul olsak bile kalben Allah'ın zikrinden hali olmamak gerekir. İnşallah bunlara da dikkat edelim! Ve insan Cenâb-ı Hakk'a yöneldiği zaman;

“Yâ Rabbi! Farz kıldığın orucu tuttum Allah’ım! Gücüm yettiğince bütün azalarımı da haramlardan çektim yâ Rabbi! Senin razı olmadığın bütün hâl ve davranışlardan imtina ettim Allah’ım! Yâ Rabbi! Kullarına emrettiklerini yerine getirdim. Güzel Allah’ım! Bu ibadetler neticesinde müjdelemiş olduğun nimetlerle beni ve bütün ümmet-i Muhammed'i tezyin eyle yâ Rabbi!” diye niyaz edebilmelidir.

Hakikaten insan bu saydıklarımıza dikkat ederse içinde bu samimiyeti bulur. Allah'ın zikrinden gafil olmayıp da bu hâl üzere hareket etmişse, Allah (c.c.) içine bir kuvvet verir ve içtenlikle niyazda bulunur:

“Yâ Rabbi! Ben geldim kapını çaldım, Sen de beni boş çevirme! Emirlerini Sen’in lütfunla, Sen’in yardımınla yerine getirebildim yâ Rabbi! Sen bana kuvvet verdin, sıhhat verdin de ben orucumu tuttum. Sen benim kalbimi zikrinle doldurdun da ben haramlardan yüz çevirdim. Sen bana emirlerini sevdirdin de ben o emirlere yöneldim. Razı olmadığın şeylerden kalbimi çevirdin de ben de onlardan uzak kaldım Allah’ım, yâ Rabbi!”

* * *

Hz. Abdülkâdir Geylânî (k.s.) efendimiz ‘el-Ğunye’ adlı kıymetli eserinde, ‘Ramazan Ayı’nın Faziletleri’ bölümünde Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in şu hadîs-i şeriflerini naklediyor:

Abdullah b. Abbas (r.a.)’dan rivayet edildiğine göre, kendisi Rasûlullah (s.a.v.)’i şöyle buyururken işitmiştir:
“…Ramazan Bayramı gecesi olduğunda, o geceye câize (mükâfât) gecesi denir. Bayram sabahı olduğunda Allah melekleri her bir beldeye gönderir. (Melekler) yeryüzüne inerler, sokak başlarında dururlar. Cin ile insandan başka Allah Azze ve Celle’nin yarattıklarının duyabileceği bir ses ile seslenir ve: ‘Ey Muhammed’in ümmeti! Çok büyük sevap veren, büyük günah affeden, kerim olan Rabbinizin (huzuruna) dönünüz.’ derler. Musallalarına çıktıklarında Allah Azze ve Celle meleklere: ‘İşini yaptığı zaman işçinin karşılığı nedir?’ buyurur. Melekler: ‘İlahımız ve Efendimiz! Onun mükâfatı, ona karşılığını vermendir.’ derler. (Allah): ‘Ey meleklerim! Ben sizi şahit tutuyorum ki, muhakkak ben ramazan ayını oruçla geçirmeleri ve ihya etmelerine karşılık olarak (onların) sevaplarını, rızam ve mağfiretim kıldım.’ der ve (sonra): ‘Ey kullarım! Benden isteyin. İzzetim ve Celâlim’e yemin olsun ki; bugün benden âhiretiniz için istediğiniz her şeyi size veririm. Dünyanız için istediğiniz şeyde sizin için nazar ederim. İzzetime yemin olsun ki, sizler beni gözettiğiniz müddetçe ben sizin hatalarınızı örterim. İzzetime yemin olsun ki, ben sizi hududu koruyanlar arasında rezil ve rüsva etmem. (Evlerinize) mağfiret olunmuş olarak dönün. Beni razı ettiniz, ben de sizden razı oldum.’ buyurur. Melekler sevinir ve Allah Azze ve Celle’nin bu ümmete ramazan ayından (sonra) bayram yaptıklarında vereceği şeylerle müjdelerler.” (Beyhakî, Şuabu’l-Îmân 23, c.3, s.335)

* * *

Bir hadis-i şerife daha dikkatinizi çekmek istiyorum. Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz: “Kim inanarak ve sevabını Allah’tan umarak ramazan orucunu tutarsa geçmiş günahları bağışlanır.” (Buhârî, İman 28) buyuruyor. Burada bir ‘inanma’ hadisesi var. Bu kelimeye dikkat edin. Peygamber Efendimiz orucu, alışılagelmiş âdetten bir iş gibi değil, Hz. Allah'ın bir emrini yerine getirme idrakiyle tutulan bir orucun karşılığından haber veriyor. Yoksa niceleri vardır ki, tutmuş oldukları oruçlarla aç kalmaktan başka bir şey elde edemezler.

İnşallah bu ayda, kelime-i tevhid ve istiğfarla, Allah'ın zikriyle lisanlarımızın daim olmasına gayret edelim.
Rabbim, ibadetlerimizi, oruçlarımızı dergâh-ı uluhiyetinde ihlâslı olarak kabul eylesin. Âmin!
Ve selâmun ale’l-mürselîn ve’l-hamdu lillâhi Rabbi’l-âlemîn.


MUZAFFER YALÇIN


Hutbe ve Vaazlar

MollaCami.Com