Bölümler | Kategoriler | Konular | Üye Girişi | İletişim


AZİZ MAHMUD HÜDÂİ HAZRETLERİ ve TÜRBESİ

Türbe, Üsküdar, Gülfem Hatun Mahallesi, Mektep Sokak’ta Aziz Mahmud Hüdai Camii avlusu, 433. ada, 24. parselde yer alır.

Aziz Mahmud Hüdâi Hazretleri, Anadolu’da yetişen büyük velîlerden olup, Celvetîye tarıkatının pirlerindendir. 1541 yılında Şereflikoçhisar’da doğdu. Fadlullah bin Mahmud Efendi’nin oğludur. 1628 yılında İstanbul’da vefat etti ve türbesine gömüldü..



Hüdâi Hazretleri’nin çocukluğu Şereflikoçhisar’da geçer. Burada ilk tahsilini gördükten sonra ilmini ilerletmek için İstanbul’a gelir. Küçük Ayasofya Medresesi’nde tahsiline devam eder. Hocası, Nazırzâde Ramazan Efendi, onu çok zeki ve kabiliyetli bulduğunda, yanına yardımcı olarak alır. Hüdâi Hazretleri, bir taraftan da Halveti şeyhlerinden Muslihuddin Efendi’nin sohbetlerine katılarak tasavvuf yolunda ilerler. Hocası, Nazırzâde Ramazan Efendi’nin, Edirne’deki Sultanselim medresesine tayini çıkınca, Hüdâi Hazretleri’ni de götürür. Bu sıralarda Hüdâi Hazretleri yirmisekiz yaşları civarındadır. Bir süre sonra Hocası’nın Şam ve Mısır’a tayini çıkınca, talebesi Hüdâi Hazretleri’ni de beraberinde götürür. Hüdâi Hazretleri, Mısır’da Halveti şeyhi Kerimüddin Hazretleri’nden “Usûl-i Esma” terbiyesi görerek tasavvuf yolunda ilerler. Hocasının Bursa’ya kadılığa tayin edilmesi üzerine, o da otuzüç yaşında Bursa’ya gelip, Ferhâdiye Medresesi’nde müderrisliğe (öğretmenliğe) başlar. Üç sene sonra hocasının vefatı üzerine 1576 yılında Bursa kadılığına getirilir.



Hüdâi Hazretleri, 1577 senesinde, kadılık yaptığı sırada, bir gece rüyasında cennetlik sandığı birçok kimseleri cehennemde, cehennemlik sandıklarını da cennete görür. Bunun üzerine, ertesi sabah derhal Üftâde Hazretleri’ne gidip teslim olur. Üftâde Hazretleri’ne bağlanması ile ilgili bir başka rivayet de şöyledir; Hüdâi Hazretleri’nin, Bursa’da kadılık yaptığı sıralarda, kocasını şikayete gelen bir kadın, kocasını yalancılıkla suçlayıp, boşanmak istediğini söyler. Kocası çok fakir olduğu halde Hac’ca gittiğini iddia etmektedir. Kadı Aziz Mahmud Hüdai Efendi, kadının kocasını çağırıp, sorgular. Adamcağız da, Eskici Baba isimli zat ile gittiğini delilleri ile anlatır. Kadı, şahit olarak eskici Mehmed Dede’yi dinlediği zaman bu ermiş kişinin çok etkisi altında kalır ve onun talebesi olmak ister. O da, Üftâde Hazretleri’ne gitmesini söyler. Hüdâi Hazretleri doğru Üftâde Hazretleri’ne gider ve “Hazret sana geldim, senden olmak istiyorum, ne olur beni kabul et, al yanına” der. Üftâde Hazretleri “Kendilerinin fakir olduğunu, makam sahibi bir kişiyi yanına alamayacaklarını, eğer kendilerini bağlanmayı gerçekten istiyorsa, onun her şeyden vazgeçmesi gerektiğini” söyler. Aziz Mahmud Hüdai’de, malını mülkünü, herşeyini Bursa’nın fakirlerine dağıtır ve pirî, Üftâde Hazretleri tarafından özel olarak kesilmiş bir kestane sopası üzerine takım takım ciğerler asılı olduğu halde, mahalle, mahalle dolaşıp ciğer satar. (Tarikata girecek kişiler şayet, makam ve şöhret sahibi ise önce onların benliklerini eritme taktiği ile uygulanan ciğer sattırma hadisesi, pek çok sofinin başından geçmiştir.) Böylece hak yoluna adımını atar. Gün gelir Üftâde Hazreleri’nin en iyi öğrencisi olur. Onun namaz suyunu hazırlar ve havlusunu tutar. Böylece zaman geçer. Birgün pirînin abdest suyunu ısıtmaya geç kalır. Güğüme doldurduğu soğuk suyu göğsünde ısıtmaya başlar. Bunu gören Üftâde Hazretleri, artık kemâle erdiğini söyler ve ilim ve irfan vermesi için İstanbul’a gönderir ve Aziz Mahmud Hüdâi Hazretleri’ni yolcularken “Bugüne kadar bana güzel müridlik ettin. Sana duam şudur ki, Padişahlar atının yanında yürüsün. Sana hizmette bulunsun” der. Aziz Mahmud Hüdâi Hazretleri, gözyaşları içinde İstanbul’a gelir. Daha sonra Küçük Çamlıca tarafındaki Bulgurlu köyünde inşâ ettirdiği Çilehanesi’ne kapanır. Bir yandan da Rumî Mehmed Paşa Camii’nde hutbe okuyup, halkı irşad etmeye başlayarak pirînin, kendisine verdiği görevi yerine getirmeye gayret eder. Bu arada Üsküdar’da kendi dergâhının bulunduğu yeri satın alır ve dergâhını inşâ ettirir. Çok geçmeden şan ve şöhreti bütün İstanbul’a yayılır.



Devrin Padişahı, Sultan I. Ahmed[1] bir gece rüyasında; Nemçe Kralı’nın kendisinin sırtını yere, toprağa yatırdığını görür. Bu rüyanın tabiri kötüye yorumlar ve Nemçe Kralı’ndan fenalık beklenir. Padişah rüyasının tabirini bir de Aziz Mahmud Hüdâi Hazretleri’nin yapması için, bir mektup yazıp, ona gönderir. Hüdâi Hazretleri, daha evvelden rüyanın tabirini hazırlamıştır. Padişahın mektubunu açmadan elindeki zarfı, Padişaha gönderir. Mektubu padişaha getiren elçi durumu padişaha anlatır. Padişah şaşa kalmıştır. Sonra mektubu açar. Mektupta, insanda sırtın, doğada toprağın, gücü temsil ettiğini ve düşmana karşı zafer kazanacağını müjdeler. Daha sonra Sultan I. Ahmed peşpeşe zaferler kazanır. Bunun üzerine Sultan I. Ahmed ile Hüdâi Hazretleri arasında bir yakınlaşma başlar. Bu arada Sultanahmed Camii’nin inşâsı bitmiş ve Padişah camiyi, Hüdâi Hazretleri’ne olan sevgi ve saygısından dolayı ona açtırmak ister. Bunun için, Üsküdar’da bulunan Aziz Mahmud Hüdâi dergâhına bir mektup gönderir. Ancak, caminin ziyarete açılacağı günün sabahı deniz o kadar dalgalıdır ki, karşıya geçmesi imkansız görülür. Aziz Mahmud Hüdâi Hazretleri kayığa binip karşıya geçerken deniz süt liman olur. Karşıya, Sultanahmed mevkiine gelir ve Sultanahmed camiinin açılışını yapar.



Bir gün, Sultan I. Ahmed Han, mürşîdini ziyaret için, Üsküdar’a gelir. Çarşıdan geçerken, Hüdâi Hazretleri’nin alışveriş yaptığını görür. Atınının üzerinde olan padişah, atından inip, Hüdâi Hazretleri’nin elini öper ve atına binmesini rica eder. Bir müddet Hüdai Hazretleri at sırtında, Padişah da yaya olarak ardında yürür. Kısa bir süre sonra Hüdâi Hazretleri, dünyayı titreten koca bir padişahın, arkasında yürümesine razı olmaz ve “Sultanım! Sırf hocam Muhammed Üftâde Hazretleri’nin duası ve emri yerine gelsin diye bindim. Çünkü o; diye dua etmişti” diyerek atından iner.



Aziz Mahmud Hüdai Hazretleri’nin, Sultan I. Ahmed’in yanında ellerine kaldırarak yaptığı dua bugüne dek gelip söylenmektedir. Bu dua şöyledir; “Yâ Rabbî, kıyamete kadar, bizim yolumuza katılan, bizi sevenler ve ömründe bir kere Türbemize gelip, ruhûmuza Fatiha okuyanlar bizimdir. Bize talebe olanlar denizde boğulmasınlar, ömürlerinin sonuna kadar fakirlik görmesinler. İmanlarını kurtararak gitsinler ve öleceklerini bilip, haber versinler”



Aziz Mahmud Hüdâi Hazretleri, Üsküdar’daki dergâhında yüzlerce talebe yetiştirdi. Küçük Ayasofya Camii ve Fatih Camii’nde tefsir, hadis ve fıkıh dersleri verdi. İlim ve devlet adamlarına kadar uzanan geniş bir mürid edindi. Otuz adet kadar Arapça ve Türkçe yazılmış eserleri, bugün Selimiye Kütüphanesi’ndedır. İlahi tarzında yazılmış şiirleri vardır. Zikir ve musikiyi ustalıkla birleştirmiştir.



Aziz Mahmud Hüdâi Türbesi, 17. yy. yapısıdır. Türbe, kuzeyden güneye kadar sıralanan camekânlı bir giriş bölümü, türbedar odası, piramit biçiminde bir külahla örtülü oda ve esas harim (türbe) kısmından oluşmaktadır. Türbedar odasında bir kuyu yer almaktadır. Dikdörtgen planlı harimin ortasında, daire kesitli, dört adet mermer sütuna oturan ve içeriden Celvetî tacının tepeliği gibi, onüç dilime taksim edilmiş, ahşap bir kubbe yükselmektedir. Türbenin içi tamamen kalem işleri ile süslüdür. Dört duvarını çevreleyen Sülüs yazı kuşağında, Mahmud Celâleddin Efendi hattıyla “Tebâreke Sûresi” yazılıdır. Aziz Mahmud Hüdâi Hazretleri’nin, yaldızlı demir şebekelerle kuşatılmış ahşap sandukası, kubbenin altında bulunmaktadır. Sandukanın baş kısmında Halvetî tarıkatı tacı vardır. Sandukanın üzerinde, Kâbe örtüleri ve kıymetli kumaşlardan puşîdeler vardır

insallah bu zattada gideriz

Amin inşallah

istanbula gitmeden once koysaydiniz giderdim ben oyle pek zatlari bilmiyom molladan ogrenip gidiyorum :)

bir-iki kere ziyaret etmişliğim vardır zaata inşaallah dualarına layık oluruz. AMİN


İstanbul

MollaCami.Com