Bölümler | Kategoriler | Konular | Üye Girişi | İletişim
İstersen bir tecrübe et dene...
Değilse aç kalır, açıkta kalırdı.
Sonra ona kim el uzatırdı?!.
Hummalı bir çalışmayla didindi, çırpındı durdu. Olmayacak şeyleri olur yapmak için, ömür sermayesini kapital olarak bol bol kullandı. Aylar yıllara, sıkıntılar dertlere eklenmişti, ama olsundu.
Birçok insan için zengin sayılabilecek bir servete kavuşmuş, ülke ortalamasının hayli üzerinde bir gelir seviyesine ulaşmıştı. Gene de daha fazlasını istiyordu.
İhtiyaçları, arzuları, hedefleri vardı. Güçlü olmalıydı. Geleceğe yönelik planlarını gerçekleştirebilmek için, daha çok kazanmalıydı.
Ancak, düşene tekme vurulan bir sistemde yaşıyordu. İyi biliyordu. Bu, hatanın asla kabul edilmediği, büyük balığın küçük balığı yutma mücadelesiydi.
Gerektiğinde kendisi de düşenlere tekmeler vurmuştu. Mazereti de hazırdı, o da tökezleyecek olsa, ona da acımayacaklardı.
Bütün emekleri bir çırpıda yok olabilirdi. Bu ihtimali göze alamazdı.
Sonra ona kim el uzatırdı?!.
Derdi maişet içinde, belirsizliklerle dolu gelecek kaygısının ıstırabıyla, hayatı da bir dert yumağı haline geliyordu. Sanki servetinin artmasıyla birlikte korkuları da çoğalmış gibiydi.
Birkaç gün önce, hayatının ikinci baharına ayak basmıştı. Kendi deyimiyle artık sonbaharı yaşıyordu. Sonbaharın akabinde ise kışın geldiğini elli senedir gözlemlemekteydi.
Uzaktan uzağa, ömrünün kışına doğru yaklaştığını hissediyordu. Sonu ölüm olan bir kış mevsimiydi önündeki yıllar. Biliyordu. Hatırladıkça, alabildiğine üşüyordu.
Titremesini hafifletir ümidiyle hep daha çok kazanmayı arzu ediyordu. Para her şeyi satın aldığına göre, titremesine neden engel olmasındı ki?!.
Bir gün banka çıkışında, gençliğinden beri görmediği bir arkadaşına rast geldi. Bir zamanlar, yedikleri içtikleri ayrı gitmezdi. Birlikte dertleşirler, birlikte sevinir, birlikte üzülürlerdi. Hele, hoşlandığı kız arkadaşına nasıl kurlar yapması gerektiğini salık vermesi hâlâ aklındaydı. O kız arkadaşıyla sonuçta evlenmişti. Bu evliliği ona borçlu sayılırdı.
Gerçekten sıkı arkadaştılar o yıllarda. Hayat mücadelesi yüzünden ilişkileri kesilmiş, tâ bu güne kadar da bir daha görüşememişlerdi. Bu sürpriz karşılaşma ile eski anıları yeniden canlanıvermişti.
Yıllar öncesini tatlı tatlı yâd ederlerken, bir kafeteryanın bahçesinde, karşılıklı oturuverdiklerini bile çok sonra fark ettiler.
Çaylarını yudumlarlarken, eski fakat eskimeyen dostluklarının hatırına, içindeki derdi maişet sıkıntısını, gelecek kaygısını açıverdi. Ne de olsa tavsiyeleri tutarlı birisiydi. Çok parası vardı, ama dertleri azalacağına artmıştı.
Nedendi? Kendisine bu konuda yardımcı olabilir miydi? Sorduâ¦
Arkadaşı gülümseyerek: âYarın sabahtan akşama kadar evde otur ve hiçbir yere hareket etme. Hiçbir işe de kalkışma, hatta konuşma bile. Ama yine de göreceksin rızkın sana ulaştırılacak! İstersen bir tecrübe et dene.
Gelecek kaygısına ve derdi maişete hiç gerek olmadığını inşallah anlayacaksın. Rızıklanmak için minnacık bir gayret yeterlidir. Korkma, bu dünya memleketine bizi gönderen Zât, aç ve sefil halde bırakmazâ dedi.
Şimdi bu ne demekti? Mücadele etmeden insan rızkını nasıl elde edebilirdi? Nasıl olurdu? Arkadaşı, o bildiği eski arkadaşı gibi konuşmuyordu. Çok farklı ve bu güne kadar ihtimal vermediği şeylerden bahsediyordu. Herhalde kendisiyle dalga geçiyordu.
Söylediklerinde ciddi olduğunu, bu zamana kadar ilgilenmediği soyut kavramlardan bahsetmesiyle anlamaya başlamıştı. Arkadaşı âAllahâ diyordu, âdinâ diyordu. Ne diyordu? Kavramakta gerçekten güçlük çekiyordu.Yoksa o da mı dincilerden olmuştu? Düşünceleri allak bullaktı.
Eve geldiğinde hâlâ bu karmaşık duyguları üzerinde taşıyordu. Nasıl olurdu? Yoksa gerçekten dediği gibi miydi? Pek ihtimal vermiyordu ya..
Ya âvarâdıysa.. Bu güne kadar sadece gördüğüne inandığı bir yaşam tarzını seçmişti. Hayır olamazdı. Yatakta bir sağa, bir sola dönüyor, arkadaşının söyledikleri kabus gibi kulağında çınlıyordu.âBir tecrübe et dene.â
Ertesi gün tecrübe etmeye karar verdi. İçindeki düşünce fırtınasının nihayet biraz olsun dindiğini fark etti. Evet, denese ne kaybederdi ki. Sonunda uyudu, ama uyuduğunu fark edememişti bile.
Sabah kalktığında geceden kalma bir artık etki taşıyordu zihni. Arkadaşının dediklerini uygulamaya karar verdi. Bütün bir gün boyunca evden dışarıya çıkmayacak, yerinden bile oynamayacaktı.
Ha! Bir de unutmadan, konuşmayacaktı da.. Bakalım, rızkı ona yine de gelecek miydi?
Tekrar yatağa girdi ve boylu boyunca uzandı. Eşi kalkmış, kahvaltıyı hazırlamıştı. âKahvaltı hazırâ ikazına cevap vermedi.
Yanına gelen karısının: âKahvaltı yapmayacak mısın?â sorusuna, âhayırâ anlamında kafasını salladı. Öğleye kadar aç ve susuz bir şekilde yattı durdu. Hani, ne gelen vardı ne de giden. Zaten böyle bir şeyin mümkün olamayacağını biliyordu, ama içindeki o şüpheyi silmek için akşama kadar bu tavrını sürdürmeye kararlıydı.
âYemek hazırâ uyarısına da kayıtsız kaldı. Aslında çok da acıkmıştı.
Eşinin: âNeyin var, hasta mısın?â sorusu da boşlukta dağıldı gitti.
Yine cevap vermemişti. Kadın, kocasının bu durumuna bir anlam veremedi, ama genelde böyle tuhaflıkları olduğu için pek önemsemedi onu.
âBen arkadaş toplantısına gidiyorum.â Seslenen karısıydı. Daire kapısını kapatmasıyla kendine geldi. Artık yapayalnızdı.
Yürümüyor, konuşmuyor, kısacası hiçbir çaba sarf etmiyordu. Bakalım rızkı yine de kendine gelecek miydi? İyiden iyiye acıkmaya başlamıştı. Saatler de geçmek bilmiyordu bir türlü. Akşam bir olsaydı da bu anlamsız oyuna bir son verseydi artık.
Saat üç buçuk gibi kapı çaldı. Kalkıp kapıyı açmadı. Zil bir daha çaldı, yine hareketsiz kaldı.
Kim olduğunun merakıyla kulak kabarttı. âHerhalde evde yoklar.â diyen sesin, karşı komşuları olan hanımdan geldiğini anladı.
Komşuları un helvası yapmış, âBelki kokmuşturâ niyetiyle onlara da bir tabak getirmişti. âOlmazsa kapıya bırakıvereyimâ dedi komşu kadın.
Yayılan kokudan un helvası getirdiği anlaşılıyordu. Ne güzel kokuyordu. Ah bir yiyebilseydi.
Komşu kadının: âÜst komşunun köpeği de devamlı apartmanda dolaşıyor canım. Bu kadar da olmaz ki. Hoştâ sitemlerini işittiğinde âEyvah! Galiba kapıya bırakmayacak?
Ne de güzel kokuyordu oysaâ sözleri umutsuzca çıkıverdi dudaklarından. En sonunda kuvvetli bir âÖhhö, öhhöâ diyerek konuşmadan varlığını duyurmayı denedi.
Komşu kadın: âEvdeler demekâ diyerek bir daha zile bastı. Yine, âöhhöâ diyerek cevap verdi komşuya. Komşu: âMüsait değiller her haldeâ diye düşünerek, âhelva yapmıştım daâ dedi, âkapıya bırakıyorum, afiyet olsun.â
Kapıya bırakıp gitti. Gelen vardı sonunda gelmesine, ama hâlâ rızık kendisine ulaşmış değildi.
Bir süre sonra eşi eve geldi ve kapıdaki un helvasını görünce, âKarşı komşu bıraktı herhaldeâ diyerek eşikteki helvayı içeri aldı.
Kocasının hâlâ yattığını görünce: âCanım, hasta mısın? Bak, komşu un helvası yapmış, tazecikâ dedi.
Mis gibi kokan un helvasını hemen yanı başında, eşinin ona uzattığını görünce, açlığın verdiği abartılı bir iştahla birkaç lokmada yiyiverdi.
Açlığını biraz olsun dindirip kendine geldiğinde, âÖhhö diyecek kadar bir gayret, maişetin temini için yeterli oluyormuşâ diyebildi usulca.
Demek rızık gerçekten gönderiliyordu! O halde, derdi maişete hiç gerek yoktu. Karısı, bu sessiz hakikatten henüz haberdar değildi.
Peki, rızkı gönderen âKimâdi?
Aykut TANRIKULU
İhtiyaçları, arzuları, hedefleri vardı. Güçlü olmalıydı. Geleceğe yönelik planlarını gerçekleştirebilmek için, daha çok kazanmalıydı.
Ancak, düşene tekme vurulan bir sistemde yaşıyordu. İyi biliyordu. Bu, hatanın asla kabul edilmediği, büyük balığın küçük balığı yutma mücadelesiydi.
Gerektiğinde kendisi de düşenlere tekmeler vurmuştu. Mazereti de hazırdı, o da tökezleyecek olsa, ona da acımayacaklardı.
Bütün emekleri bir çırpıda yok olabilirdi. Bu ihtimali göze alamazdı.
Sonra ona kim el uzatırdı?!.
Allah kuluna kafi değil mi?