Bölümler | Kategoriler | Konular | Üye Girişi | İletişim


Ağrı

Sâdık bir vakıada gördü ki kocaman bir dağın altında bekliyor. Beyaz tüylü kar tanecikleri savruluyor. Fenerin ışığı elif gibi inen karlara yansıdıkça havada sevimli konfetiler oluşuyor. Bu tablo birdenbire değişiyor. Yer yerinden oynamaya başlıyor. Dağın tepesinden alevler dağılıyor her bir dünyaya. Rüzgâr kaya parçalarını koparmak istercesine esiyor.

Büyük bir savaş çıkacak. İçinden bir ses bunu söylüyor. Bütün dünya bu savaşa katılacak. Binlerce can yanacak. Devletler yıkılacak, devletler kurulacak. Milletler dağılacak, milletler toparlanacak. Dünya altüst olacak. Yıkılmadık yer kalmayacak. Boğazlardan su değil, kan akacak. Müttefikler düşman, düşmanlar dost olacak. Değerler baş aşağı devrilecek.

Kalbleri aydınlatan imanın nuru köreldikçe işler daha da sarpa saracak.

“Ağrı… Ağrı… Ağrı…” diyen içinin sesini dinlemeyi sürdürdü. Dağ birdenbire parçalanmaya başladı. Her bir parçası bir memlekete düştü. Düştüğü yerde yeni devletler kuruldu. Bu hâl üzre yaşarken gecenin dehşetini… Yanında annesini gördü. Korkma annem, dedi. Bu bir işaret-i ilâhîdir. Annesi titredi, dehşete kapıldı, sonra sakinleşti. “Oğlum!” dedi annesi, sen bu yıkılan dağların tamiriyle görevlendirildin.

“Annem!” dedi. Anlıyorum ki, kitabımızın etrafındaki surlar yıkılacak. Kitabımız korumasız kalacak. Ancak onun bütün zamanların düşmanlarına karşı koyabilecek güçte öyle büyük bir koruyucusu var ki… Zamanlara hükmedebilen bir mühim zat belirdi. “O büyük, muhteşem hakikatleri beyan et, sebepler plânında sen, bu surları söz denizinde yeniden kurmakla görevlisin!” dedi. Anladı ki, vazifelendirildi. “Evlâdım!” dedi annesi, “Vazifelisin bundan böyle.” Vazifesini bildi.

Kitabın etrafındaki surlar yıkılacak. O, kendini korumak, müdafaa etmek zorunda kalacak. Onun hiç sönmeyen söz gücü yani icazı çelik bir zırh olacak. İşte bu icazı anlatacak kutlu olarak seçildi. Mühim zatın dediği gibi kitabımızın mucizevî sözlerini izaha başlayacak. Nebiler silsilesinden gelen bir görev.

Dağlar yıkıldı. Surlar devrildi. Cihan sarsıldı. Kitap kimsesiz kaldı. Devletler yıkıldı, yeniden kuruldu. Milletler dağıldı, yeniden toparlandı. Ve zilziletül ardu zilzaleha… Dağlar yerinden oynadığında, yangınların alevleri gökleri yaladığında… Binler canın biletsiz yolculuğa çıktığında… Bir bahçe olan kapının arkası darağacına çevrildiğinde… O ateşten sellerin önünde set oluyor, “Durun girmeyin! Bu gürül gürül aktığını zannettiğiniz ırmak bir ateş yalımıdır.” diyordu. Tutabildiğini kenara çekti. Kenara çekilenler ateşi gördü. Ateşi görenler diğerlerini kurtarmaya koştu.

O, vazifesinin başında memleket memleket dolaştı. Birlikler kurup milletin toparlanması, uyanması için çalıştı. Sonra, kitaplar yazdı. Millet denen meydanın kavgayla kurulamayacağını, sevgiyle yoğrulursa ancak bu sahanın açılacağını anlattı. Anlayanlar bir adım daha yaklaştı. Anlamayanlar korkudan arkalarına bakmadan uzaklaştılar.

Adını verdiler bir meydana. Onun adına anıtlar diktiler. En büyük ve en heybetli anıtın adı “son karakol” idi. Güney cephesinde şu yazıyordu: “Bu karakol, son karakol. Bu millet son nöbetçidir. Bir gayret daha. Formalarınızı giyinin. İzinler iptal edildi. Ölünceye kadar nöbette kalacağız.”

Son günleriydi. Bir sadık vakıada gördü ki, parçalanan Ağrı yeniden bütünleniyor. Annesi tebessüm ediyor. O mühim zat gözetmenlik yapıyor. Anladı, vazifesi bitiyor. Göç zamanı geliyor. Gençlik yıllarından bir perde belirdi: Tepeye çıktı. Bir asker gördü. Ne geziyorsun burada, dedi asker. Okulumun plânını çiziyorum dedi. Okulun plânını çizdi. İçinde koşturan öğrencilerin müstakbel hâllerini görüp mesrûrane tebessüm etti. Karşısında bekleyen o gence döndü: “Okulumu sana emanet ediyorum. Nöbet sende!” dedi.



İhsan İlkin

Çok güzeldi emeğine sağlık :(

okuyan gözlerinize sağlık...


Hikayeler

MollaCami.Com