Bölümler | Kategoriler | Konular | Üye Girişi | İletişim


Ebu Hanife'nin Hak Uğrunda Gösterdiği Celâlet Ve Metanet



Hak Uğrunda Gösterdiği Celâlet Ve Metanet

Ebû Hanîfe'nin Hz. Ali evlâdı taraf tan olduğunu biliyoruz. Bu, ders halkasında onun lisanından duyuluyor, talebesi bunu biliyordu. Bunlar yetmiyormuş gibi bir de bakıyoruz Ebû Hanîfe, Mansur'un sorduğu mes'elelere hiç çekinmeden onun arzusu hilâfına cevaplar veriyor. Halbuki bu fetva istemeler onun içindekini, kanaatlerini anlamak için bir vesileydi. Onun fikrini anladıktan sonra Halîfe'ye karşı isyan edenler, İmâm-ı Azam'ın sözlerini kendilerine siper edinmesinler diye onu böyle sözlerden, fetvadan menedebilirdi. Yine bakıyoruz Ebû Hanîfe, Mansur'un hediye ve ihsanlarını da kabul etmiyor. Bu hediyeler mücerred şehaveîten doğmuş değil, onun iç duygularım anlamak için yapılmış bir deneme olabilirdi. Fakat o bunu düşünmüyor, gelen hediyeleri reddediyor. Halifenin adamlarından kendisini seven biri: Hediyeleri kabul etmesi için yalvarıyor, eğer bîr özürü varsa onu söylemesini rica ediyor, tâ ki kendisi şüphe altında kalmasın. Lâkin o kabul etmemekte ısrar ediyor. Bunlara ilâveten onu, mahkemelerin heybeti zayi' olup olmayacağına bakmadan, kendi görüşünce hakka aykırı bulduğu hükümleri acı şekilde tenkit ederken buluyoruz. Bunları hakkı sevdiğinden yapıyor. İşte Ebû Hanîfe budur.

Mansur'un Kadılık Teklifînî Reddetmesi, İşkence Sebebi Bu Mudur?

Mansur'un Ebû Hanîfe'ye canı çokça sıkılmaya başladı: Hz. Ali sülâlesine karşı fazla meylini öğrenince ondan büsbütün soğudu. Çeşitli denemelerden aldığı netice onun şüphelerini kuvvetlendirdi. Sorduğu fetvalara da istediği cevabı alamadı. Fakat Ebû Hanîfe'nin aleyhine hükmetmeğe elde delil yoktu. Çünkü Ebû Hanîfe'nin yaptığı bu işler, ders halkalarını geçmiyor, mücerret tenkit haddini aşmıyordu. Dîninde itham edilecek bir yerini de bulamıyordu ki, sapıklık yapıyor diye onu yakalasınlar. Amellerinden hiçbirinde itham edilecek bir işi yoktu. Noksan ve kusurlu bir işini bulamıyordu ki, onun yakasına yapışsınlar. O, hakikati arayan, Hak yolunda sebat eden, son derece emin, dindar, muttaki idi ve doğruluğunun şöhreti her tarafı tutmuştu. Namı dillerde dolaşıyordu. Kılıca sarılıp hükümete karşı gelenlerle beraber olmadıkça, ona dokunmağa yol yoktu. Fakat halife ondan soğuyor, ona dargındır. Çünkü onun yaptıklarından hoşnut değildir. Kendisine kadılık teklif edip de, o da kabul etmeyince, çoktan beri beklediği ve aradığı fırsat Mansur'un eline geçmiş oldu.
Ona Bağdat kadılığını teklif etti. Böylelikle devletin baş kadısı olmuş olacaktı. Eğer kabul ederse hükümete ihlâsla bağlı olduğuna veya Mansur'a mutlak surette itaatına delil olacaktı. Eğer kabul etmezse umum hak nazarında din bakımından müşkilâta uğramaksızın, ona işkenceye sebep bulunmuş olacaktı. Zira mademki Ebû Hanîfe halk nazarında en faziletli bir âlimdir, bu makama, en lâyık olan odur; bu vazifeyi kabul etmiyorsa, boynuna borç olan bir şeyi kabulden çekinmiş oluyor demektir, öyle ise bu uğurda işkenceye maruz kalınca ona katlanması gerektir. Kendisine işkence yapılıyorsa bu bütün insanların maslahatına olan bir işi kabul etmemesi yüzündendir. Onu tuzağa düşürmek veya ona zulüm yapmak için değil. Mademki en büyük âlimdir, halka karşı ilim ve faziletinin borcunu ödemelidir. Bu da hâkimliği kabul etmekle olur. İşte Mansur bunları söyleyebilirdi.
Yine Mansur şunları da ileri sürebilirdi: Mademki ara sıra kadıların hükümlerini tenkit etmektedir. Öyle ise kendisi başkadılık kürsüsüne oturmalı ve kadılara kendisi, örnek olup onlara mümkün olduğu kadar doğru yolu göstermelidir. Evet, o verdiği fetvaları başkalarının hükümlerine üstün tutulan bir fakıhtır. Bir hükmün doğruluğu hakkında onun sözü miyar tutulmaktadır. Buna rağmen, şimdi eğer bu vazifeyi kabulden imtina ediyorsa, demek diğer hâkimlerin hükümlerini tenkidi yapıcı değil, yıkıcı imiş demek olur. Çünkü kendisine şimdi yapıcı bir iş teklif olunuyor, fakat kabul etmiyor. Mademki kendisi Irak halkı nazarında birinci derecede gelen bir fakıhtır. Halife onu, Başkadı yapmak istemekle en doğru tarzda hareket etmiş demektir. Eğer kendisi imtina ederse Halife onu kabule zorlayabilir. Bu zorlama zulüm sayılmaz. Çünkü maksat en lâyık adayı o makama getirerek hakkı yükseltmektir.
İşte Mansur halk nazarında kendini mazur göstermek için bunları söyleyebilirdi!

Menakıb Kitaplarına Göre İşkence

Ebû Ca'fer Mansur, Ebû Hanîfe'ye kadılık teklif etti, o kabul etmedi. Müşkül mes'elelere hüküm verirken fetva için kendisine müracaat olunmasını istedi, reddetti. Bunun üzerine Mansur onu hapse tıktı ve dayak attırarak işkence yaptı. Veyahut bâzı rivayetlere göre yalnız hapsetti. Meselenin kısacası budur. Târih ve menakıb kitaplarının rivayetlerine göre tafsilât şöyledir:
Muvaffak, Mekkî Menakıbından kaydediyor: «Ebû Hanîfe Bağdad'a çağırılıp getirilmesinden bahsederken diyor ki:
— Halîfe beni kadılık için davet etti. Ben de ona bu işe lâyık olmadığımı bildirdim. Ben: Beyyine davacıya, yemin de dâvâlıya düştüğünü bilirim. Fakat kadılık için bu kadarı yetmez. Kadılığa lâyık olacak kimse senin aleyhine, oğlunun aleyhine ve senin kumandanlarının aleyhine hüküm verecek cesarette bir adam olmalıdır. Bu ise bende yok. Sen beni öyle bir şeye davet ediyorsun ki, gönlüm ona asla razı değil!
Bunun üzerine Mansur:
— Sen benim hediyelerimi neden kabul etmiyorsun? dedi. Ben de şu cevabı verdim:
— Emîrül-Mü'minîn bana sırf kendi malından bir şey yollamadı ki ben onu reddetmiş olayım. Eğer kendi malından bir şey gelse onu kabul ederim. Emîrü'l-Mü'minîn'in bana gönderdiği hediyeler, Müslümanların malından, beyt'ülmaldendir. Halbuki Müslümanların beyt'ülmalinde benim hiçbir suretle hakkım yok. Ben cepheye gidip savaşanlardan değilim ki, serhadlerdeki mücâhidîer gibi beyt'ülmalden hisse alayım. Mücâhidlerin çocuklarından da değilim ki, kimsesiz yavrular gibi beyt'ülmalden bir şey alayım. Fakir de değilim ki, yoksullar gibi hisse alayım!
Bunun üzerine Halîfe:
— Öyle ise makamda dur, kadılar sana gelsinler, muhtaç oldukları zaman sorsunlar, dedi.[37]
İbn-i Bezzazı Menakıb'ında diyor ki: «Ebû Ca'fer Ebû Hanife'ye Başkadılık teklifinde bulundu. Kabul etmeyince hapsetti. Hattâ 110 kamçı vurdurdu. Sonra hapisten çıkardı ve kapıda beklemesini emretti. Kendisine sorulan mes'eleler hakkında fetva vermesini istedi. Ona sorulmak üzere mes'eleler gönderdi, o fetva vermekten çekindi. Tekrar hapse atılmasını emretti. Ve yine hapse atıldı. Ona çok kötü muamele ettiler. Gayet tazyik yaptılar.»[38]
Hatib Bağdadî bu hususta tarihinde diyor ki: «Ebû Ca'fer, Ebû Hanîfe'yi huzuruna davet etti. Ona kadılık makamına geçmesini teklif eyledi. O kabul etmedi. Halife o makama seni getireceğim diye yemin etti, Ebû Hanîfe de kadılığı kabul etmem, diye yemin etti. Halifenin teşrifatçısı Rabi' Ebû Hanîfe'ye:
— Duymuyor musun, Emîrül'-Mü'minin yemin ediyor, dedi. Ebû Hanîfe şu cevabı verdi:
— Emîrü-i -Mü'minîn yeminin keffaretini vermeğe benden daha kadirdir! dedi. Ve kabul etmemekte ayak diredi. Bunun üzerine hapse atıldı.»
Yine Bağdad Târihinde, Rabi' b. Yunus'tan naklolunuyor: «Emîrü'l-Mü'minîn, Ebû Hanîfe ile kadılık mes'elesine münakaşa yaparken gördüm. Ebû Hanîfe diyordu ki:
— Allah'tan kork, kadılık emanetini ancak Allah'tan korkan birisine emanet et. Ben kendime güvenemiyorum. Eğer beni Fırat'ta boğulmakla bu işi kabul etmek arasında muhayyer bıraksan, ben boğulmayı tercih ederim. Senin etrafında bir alay maiyetin var, ikram beklerler. Ben buna lâyık değilim, yapamam.
Ebû Ca'fer'in canı sıkıldı:
— Yalan söylüyorsun, sen bu işe lâyıksın! dedi. Ebû Hanîfe bunu bekliyormuş gibi:
— İşte hükmünü kendin verdin, yalan söylediğini söylediğin bir kimseye kadılık emanetini nasıl verirsin.»[39]

Mansur'la Ebû Hanîfe'nin Arasında Geçenlerin Bir Muhakemesi

Ebû Ca'fer'in, Ebû Hanîfe'ye yaptığı eza ve cefalar ve bunların sebepleri hakkında bir fikir verebilmek için okuyucunun önüne muhtelif rivayetlerin hepsini serip döktük. Ebû Hanîfe ile Mansur arasındaki muhtelif konuşmaların birbirinden farklı olması bunların arasında tezat olduğunu göstermez. Belki de bu konuşmalar muhtelif meclislerde, muhtelif zamanlarda cereyan etmiştir. O itibarla birbirinden farklıdır. Bir defasında rivayetin birinde olan konuşma geçmiş, diğer defasında da diğeri. Bâzen ona kadılık tek¬lif etmiş, bâzen hediyelerini kabul etmeyişinin sebebini sormuştur. Başka bir defa kadılık kabul etmediğinden ona karşı daha şiddetli konuşmuş, Ebû Hanîfe de aynı şekilde cevap vermiş ve kadılığı kabul etmektense Fırat nehrinde boğulmayı tercih ettiğini söylemiştir. Diğer defa Mansur, kabul edeceksin diye yemin eder, o da kabul etmem diye yemin verir. Mansur'un teşrifatçısı Rabi' b. Yunus'un «Duymuyor musun, halife yemin ediyor» diyerek gammazlık yapması yüzünden nihayet iş hapse dayanıyor. Bütün bunlardan Ebû Ca'fer ile Ebû Hanîfe arasında eskiden beri ne gibi düşmanlık olduğunu, daha doğrusu Ebû Hanîfe'ye karşı içinden nasıl kin beslediğini öğreniyoruz.

Bu rivayetlerden anladığımız ve çıkardığımız neticeler şunlardır:
1- Ebû Hanîfe'nin kadılığı kabul etmemesi, bu, yalnız Mansur tarafından gelen bir teklif olduğu için değildi. Belki de onu gayet ağır ve hattâ tehlikeli bir iş gördüğünden reddediyordu. İhtimal ki altından kalkamam diye korkuyordu vicdanı bu yükün mesuliyetini yüklenmeğe razı değildi. O makamın icabı bâzı işler hususunda nefsini tutmağa belki kadir olamam endişesi vardı. Hak ve adaleti bütün insanlar hakkında müsavat üzere kabul etmek istemiyordu. Zühd ve takva sebebiyle hükümet vazifesi almaktan çekinen ulema çoktur. Kadılık makamında mes'uliyet vardır. Ebû Hanîfe fetva vermeyi de reddetmiş olsaydı, kesin olarak, sırf bu endişelerle kabul etmekten çekindiğine hükmederdik. Bunda siyasî kanaatlerin de rol oynadığına ihtimal vermezdik. Fetva, kadıların maruz kaldıkları müşkülâtı çözmek içindir. Ebû Hanîfe, fetva işlerini gayet iyi bilirdi. Bu hususta hem kuvvetlidir, hem de atılgandır. Acaba fetvayı hiçin kabul etmedi. Burada hatıra gelen şudur: Ondan fetvası istenen mes'eleler, bir hükme bağlanacak mahkeme mes'eleleri idi. Öyle ise bunların hüküm ve kararla sıkı alâkası var demektir. Halbuki o ne suretle olursa olsun, mahkeme mes'elelerine asla karışmak istemiyordu. Burada şu ince noktaya da işaret edelim ki, bu nevi fetva vermek, hüküm vermekten daha tehlikelidir. Çünkü dâva mevzuunu bilmeden, davacıların sözlerin¬den, beyyinelerinden hakkı meydana çıkarmak için delil aramadan, incelemeden mes'elenin hükmü verilmiş olacaktı.
2- Ebû Ca'fer, Ebû Hanîfe'yi kadılığı kabul etmemeye sevk eden âmillerde şüpheli idi. Kadılığın mücerret güç bir iş olmasından ve hâkimlik mes'uliyetini üzerine almaktan çekindiğinden ileri geldiğine inanmıyordu. Onun için hediyeleri reddetmesinin sebebini sordu. Eğer kadılığı kabul etmekle hediyeleri reddetmek arasında bir bağlantı olduğu düşünülmeseydi, bu sual sorulmazdı. Hâdiselerin cereyan tarzı gösteriyor ki; böyle şüphelere düşürecek sebepler vardır: Halifenin etrafındakilerden bâzıları bu şüpheleri boyuna uyandırmakta devam ediyorlardı. Halifenin dikkat nazarını oraya çeviriyorlardı.
3- Ebû Hanîfe cevaplarında pek mülayim değildi. Tatlı sözlerle oyalamak istemiyordu. Hileye başvurmuyordu. Neticesinin ne olacağına hiç aldırış etmeden hakkı cesaretle söylüyordu. Karşısına çıkacak en kötü ihtimalleri göze alarak belâlara sabır ve tahammüle hazırdı. Hem kadılığı hem de fetva vermeyi tereddütsüzce reddediyor ve hediyeleri niçin kabul etmediğini açıkça söylüyordu. Zira bu mallar Müslümanların beyt'ülmalindendir, bunlar helâl değildir, Halife kadılığı kabul edeceksin diye ısrar ediyor, o da etmeyeceğim diye yeminle mukabelede bulunuyor ve hiç sakınmıyor.
Teşrifatçı Rabi' arada gammazlık yapıyor, buna da aldırış etmiyor. Çünkü o her işi inceden inceye hesaplamıştı, bütün ihtimalleri ölçmüştü, bu işi sonuna kadar götürmeğe karar vermişti. Karşılığını vermek Allah'a aittir.

Nihayet İşkence Yapılıyor

Nihayet Ebû Hanîfe işkenceye maruz kaldı. Bütün rivayetlerin birleştiği bir cihet var ki, o da Ebû Hanîfe'nin hapse atılmış olduğudur. Bundan sonra fetva vermek, ders okutmak için ilim meclisine oturmamıştır. Çünkü ya atıldığı hapiste, veya oradan çıktığı gibi ölmüştür. Rivayetlerin ayrıldığı noktalar buradadır. Acaba hapiste dayağın tesiriyle mi öldü? Yoksa zehirlenerek mi öldürüldü? Zira yalnız dayakla iktifa edilmeyerek hapiste uzun müddet kalmasın diye ve çabuk ölsün diye zehir içirildiği de söylenir. Yoksa hapiste ölmeden önce serbest bırakıldı da çıkınca evinde mi öldü? Hapisten çıktıktan sonra aynı zamanda ders vermekten ve halkla görüşmekten de menedilmiş miydi? Bu rivayetlerin hepsi de Menakıb kitaplarında yer almıştır.
Rivayetlerden birine göre dayak atıldıktan sonra hapiste kalmış ve orada ölmüştür. Davud b. Vâsıtî diyor ki; «Kadılığı kabul etmesi için İmâm-ı Azam'a işkence yapılırken gördüm. Her gün zindandan çıkarılır ve on kamçı vurulurdu. Hattâ 110 kırbaç bile vuruldu. Ona, kadılığı kabul et, denirdi. O da: Ben, buna lâyık değilim derdi. Dayak atılırken o yavaşça: «Allah'ım, kudretinle benden onların şerrini uzak kıl!» diye niyaz ederdi. Kadılığı kabul etmeyeceğini anlayınca onun yemeğine ağu kattılar ve onu zehirleyerek öldürdüler.»
İbn-i Bezzazî ise menakıbında şunları kaydediyor: «Ebû Hanîfe hapsedilip bir müddet tazyik yapıldıktan sonra bâzı yakınları Mansur'la bu işi konuştular. Bunun üzerine hapisten çıkarıldı ise de fetva vermekten ve halkla görüşmekten men olundu. Evinden çıkması yasak edildi, ölünceye kadar bu hal böyle devam etti.»[40]
Biz bu sonuncu rivayeti kabule meyyaliz. Çünkü olayların gelişine uyan ve Mansur'un herkesçe bilinen tutumuna muvafık olan budur. Zira Mansur ilim ve ulemayı tazyik altında tutan bir adam kılığında ortaya çıkmayı elbette istemezdi. Hadiselerin akışı zor ile Ebû Hanîfe'ye eza ve cefa yapsa da, bunu mazur göstermeğe çalışmak için sebepler de bulmuştur. Bunlara uygun düşecek tarzda bu kadarı ile iktifa etmek, bir fakının kaniyle ellerini bulamaktan çekinmek, mantık ve akıl icabıdır. Onun için diyebiliriz ki, kadılığı kabule zorlamıştır ve yapılan işte bu kadardır. İşkence; mücerret intikam ve şahsî kin için imiş gibi bir mâna verilmeyebilir. Zâhire göre kadılığı kabul ettirmek içindi. Bir netice alamadıysa dayak attırmağa devam etmekten bir mâna yok, eğer devam ederse, niyetinin bozuk olduğu meydana çıkar. Onun için hapisten salmıştır.
Burada akla daha mülayim gelen cihet şudur: Halifenin yakınlarından bâzıları, bu ihtiyar fakıha acıyarak, Halife nezdinde ona şefaatçi çıkmış olabilir. Zira o Halifeye muhalifse de şahsen ona hiçbir zaran dokunmamıştır. Bu fakıha işkenceye devam ederse onlardan da korkulur. Umum-u efkâr daima mazlumdan yana çıkar. Bütün rivayetler Ebû Hanîfe'nin Hayzuran mezarlığının gasbolunan kısmına gömülmeyip, gasbedilmemiş olan kısmına defnedilmesini vasiyet ettiğinde müttefiktirler. Bu vasiyet hapishane haricinde yapılmıştır.
Hapishaneden çıkarıldıktan sonra halkla temastan ve ders vermekten menedilmiş olması Halife'nin gönlünü yatıştırmıştır. Ortada şüpheyi davet edecek bir hal kalmamıştır, aleyhte propaganda yolları kapanmıştır. Hapishanede mevkuf tutulmasında ve bunun devam edip gitmesinde bir mâna yok. Onun için hapisten çıkarıldığı rivayeti daha uygundur. Ebû Hanîfe öldüğü zaman, Mansur'un onun cenaze namazını kıldığını söylüyorlar. Eğer hapishanede ölmüş olsaydı Mansur bunu yapmazdı.





[37] Mekki, Menakıb-ı Ebî Hanife c. I, s 215
[38] İbn-i Bezzâzi, menâkıb-ı İmam-ı A'zam, c. 2. s. 19.
[39] Hatib Bağdadi, c. 13, s. 328, 329.
[40] Menakıb-ı İmam-ı Azam, c. 2, s. 15 ve devamı


Hanefi Mezhebi

MollaCami.Com