Bölümler | Kategoriler | Konular | Üye Girişi | İletişim


Ebu Hanîfe'nîn Hayatı Hakkında Bilmemiz Gerekenler



Ebu Hanîfe'nîn Hayatı Hakkında Bilmemiz Gerekenler

Ebû Hanîfe kırk yaşına geldiği zaman, tam olgunluk çağında Küfe mescidinde üstadı Hammâd'ın ders kürsüsüne oturdu. Kendisine sorulan mes'eleleri çözmek arz olunan hâdiseleri bir hükme bağlayabilmek için bunları talebeleriyle müzakere yoluyla, karşılıklı konuşmalarla okutmağa başladı. Benzeri hâdiseleri birbirine kıyas yapıyor, müşterek illeti olanları ayni hükme bağlıyor, fıtrî zekâsı, kuvvetli aklı ve sağlam mantığı sayesinde bunları kolayca yapıyordu. Böylece Hanefiyye mezhebini doğuran parlak fıkıh yolunu açtı.
Burada bu ilmî yapının nasıl teşekkül ettiğini ve doğurduğu neticeleri etrafiyle anlatmaya kalkışacak değiliz. Bunun ileride şerh ve beyân yeri gelecektir.
Biz burada onun hayatının mecrasından, onunla ilgili olan şeylerden söz açıyoruz. Biz burada onun şahsını inceliyoruz. Orada ise millî varlığının teşekkülünü araştıracağız. Sonra bu iki emirden doğan neticeler nedir? Yâni ilmî kudretiyle diktiği ilim fidanları ve ne vakit meyve verdiği ve bir çok ülkelerde fıkıh ve hüküm verme kapılarını nasıl açtığı mes'elesini bahis konusu yapacağız.
Onun hayatiyle ilgili şeyleri beyan için burada îki noktayı açıklayacağız :
1- Yaşayışı, geçinmesi, kazancı nasıldı?
2- Umumî hayat yâni yaşadığı devirde olup biten olaylar karşısında vaziyeti ne idi ve bunun hayatının akışında ne gibi tesiri oldu?

Ailesinin Malî Durumu

Tarih bize anlatıyor ki, Ebû Hanîfe servet sahibi, varlıklı bir ailede yetişti. Babaları tacirdi. Onların yünlü ve ipekli kumaş ticâreti yaptıkları anlaşılıyor. Bu ticaret çok kârlı bir işti. Ebû Hanîfe atalarından kalan bu işe başladı. Gençliğinde çarşı-pazara gidip gelirdi. Ulemanın dersine devam etmezdi. Şabî ona ilim meclislerine devamı tenbih etti. Bunun üzerine o da ilme sarıldı, fakat ticaretten büsbütün ayrılıp vazgeçti mi? Bütün rivayetler onun ticareti bırakmadığını söylemektedir. Hayatının sonuna kadar ticaretle meşgul olmuştur.[16]

Onun ticarette ortağı olduğunu söylerler, öyle anlaşılıyor ki, onun ilim tahsil edebilmesi, fıkıh ve Hadîs öğrenerek ilme hizmete devanı edebilmesi hususunda bu ortağının yardımı olmuştur. Bütün rivayetler onun tacir olduğunda ittifak ettiği gibi fıkıh ve dîne hizmete kendini vermiş olduğunda da ittifak ederler. Bu ise ancak onun çarşıya bağlanmasına lüzum bırakmıyan emin bir ortağın yardım sayesinde olabilir. "Yoksa işinin başında bulunması lâzım gelirdi. Onun da ticarete dair bilgisi, tecrübesi var. Ticaretle alâkadar oluyor, ticaret işlerini idare ediyordu. Fakat ilimle ticareti bir arada toplayan ulemanın ahvali hep böyledir.
Mûtezile'nin reisi olan Vâsıl b. Atâ da böyle idi. O da Ebû Hanîfe'nin çağdaşıdır, aynı yılda doğmuşlardır. O da İran'lıdır. Ticaretle geçinirdi. Akrabasından emin bir ortağı ile ticaretini yürütürdü. Kendisi ders meşguldü. İslâma hücum edenlerle münakaşa yapardı. Bunun emsali çoktur. Öyleyse Ebû Hanîfe'nin tacir olduğu halde kendisini bu derece ilme nasıl vermiş olduğunda hayret edilecek bir cihet yoktur.

Tâcîr Ebu Hanîfe'nin Meziyetleri, Cömertliği

Ebû Hanîfe, tâcîr olarak halka olan ticarî münasebet ve muamelelerinde dört vasıf taşır ki, bunlar onu doğru ve namuslu tüccar arasında örnek olarak göstermeğe kâfidir. Ulema arasında en yüksek mevkide olduğu gibi ticaret ahlâkında da böyledir.
1- Son derece kanaatkar, gönlü zengindi. İnsanları fakir yapan tamahkârlıktan onda eser yoktu. Bunun sebebi, belki de zengin ve varlıklı bir ailede yetişmiş olmasıdır. İhtiyaç zilletini tamış değildi.
2- Son derece emanete riayet ederdi. Emanet hususunda çok titizdi. Hıyanet nedir bilmezdi.
3- Gayet cömertti, eli çok açıktı. Cimrilik ondan uzaktı.
4- Son derece dindardı, çok ibadet ederdi. Gündüzleri oruç tutar, geceleri namaz ve niyazla geçirirdi.
Şahsında toplanan bu dört güzel vasıf, onun ticaret muamelelerinde daima eserini göstermiştir. Tacirler ona hayret ederlerdi. Birçokları onu ticarette Hz. Ebû Bekr'is-Siddık'a benzetirdi. Sanki onu kendine örnek tutuyor, onun izinden gidiyordu, ona tâbiydi.
Bir malı satın alırken de, sattığı zamanki gibi, emanet kaidesine riayet ederdi: Bir kadın ona satmak üzere bir ipek elbise getirdi. Ebû Hanîfe fiyatını sordu. Kadın da yüz dirhem istediğini söyledi. Ebû Hanîfe: «Bunun değeri yüzden daha ziyadedir, kaça vereceğinizi söyleyin» dedi. Kadın yüzer yüzer artırarak dört yüze çıktı. Ebû Hanîfe: «Daha fazla yapar», deyince kadın:
— Benimle eğleniyor musun? dedi.
Ebû Hanîfe:
— Ne münasebet, dedi, bir adam getirin de fiyat takdir ettirelim.
Kadın bir adam çağırdı. Fiyat takdir ettirdi. Ebû Hanîfe beş yüze satın aldı.[17]

O işte böyle idi. Alıcı kendisi, fakat satıcının menfaatini koruyor. Satıcının gafletinden istifade ederek onu aldatmaya fırsat kollamıyor, vurgunculuk yapmıyor, satıcıya doğru yolu gösteriyor.
O öyle bir satıcı idi ki, müşteri fakir veya ahbabı olursa onlardan kâr almaz, malı aldığı fiyata verir, hattâ kazancından müşteriye bağışladığı bile olurdu.

Bir defa ihtiyar bir kadın geldi:
—Ben yoksulum dedi. Bana şu elbiseyi maliyeti fiyatına sat! Ona:
Dört dirhem ver, onu al, dedi.
Ben ihtiyar bir kadıncağızım, benimle böyle alay etme, dedi.
— Bunun alayı yok, bunları iki takım elbise olarak almıştım. Birini verdiğini paradan dört dirhem eksiğine sattım. Bu elbise bana dört dirheme kalmış oldu, bunu da sen al.
Ahbaplarından biri gelip şu vasıfta, şu renkte bir elbiselik kumaş istedi. Ona:
— Biraz bekle, düşerse senin için alırım, dedi.
Bir hafta geçmeden o vasıfta kumaş geldi. Ahbabı uğrayınca:
— Senin işi gördük, dedi ve kumaşı çıkardı. Ahbabı;
— Kaça? diye sordu.
— Bir dirheme, dedi.
— Benimle alay edeceğini hiç zannetmezdim!
— Ortada alay edecek bir şey yok. Ben 20 dinar ve bîr dirheme iki elbise satın aldım. Birini 20 dinara sattım. Bu bir dirheme kaldı.[18]

Şüphesiz ki, bu alış verişe satıcının cömertliğinden ileri gelen büyük bir ikram karışıyordu. Yahut bu alış veriş suretinde bir hediye ve ihsandı. Bu ticaret değildir. Bu büyük ve âlim tacirin nasıl cömert bir kalb sahibi olduğunu, onun emanet, dîn, akıl ve vefa bakımından nasıl bir namus heykeli olduğunu gösterir. Günah karışma şüphesi olan her şeyden pek sakınırdı. Bir mala haram karıştığı şüphesi hâsıl olursa onu hemen yoksullara, muhtaçlara sadaka olarak dağıtırdı.

Rivayet olunduğuna göre: Ortağı Hafs b. Abdurrahman'ı mal satmak üzere gönderdi ve içlerinde kusurlu bir elbise olduğunu da ona söyledi ve bunu satarken kusurlu olduğunu, söylemesini tenbih etti. Hafs malı sattı. Kusurunu söylemeyi unuttu. Onu satın alanın kim olduğunu da bilmiyor, Ebû Hanîfe bunu öğrenince bütün o mallardan alınan paranın hepsini sadaka olarak dağıttı.[19]

Bu derece takvaya riayet, helâl kazançla iktifa etmesiyle beraber ticareti ona yine de çok gelir sağlıyordu, serveti çoktu. Ulemaya, muhaddislere pek çok ihsanda bulunur, onlara iyilik yapardı. Târih-i Bağdadî diyor ki: Seneden seneye kazancını toplar, onlarla üstadîanın muhaddislerin ihtiyaçlarını karşılar, yiyeceklerini, giyeceklerini satın alır, bütün hacetlerini görürdü. Sonra kârdan kalan parayı onlara dağıtırdı ve: «Bunları ihtiyacınız olan yere sarf edin ve ancak Allah'a hamd edin», derdi. Çünkü verdiğim bu mal filhakika benim değildir, sizin nasibiniz olarak Allah'ın fazl ve kereminden benim elimden size gönderdiğidir.»[20]

Ticaretinin sağladığı kazançla ulemaya mürüvvet gösteriyor, onların ihtiyaçlarını karşılıyordu. Onları başkalarına muhtaç olma durumundan çıkararak ilmin şerefini koruyordu.
O, dış görünüşe de ehemmiyet veriyor, dışının da içi gibi temiz olmasına dikkat ediyordu. Elbisesine itina gösterirdi. Elbisenin en âlâsını giyerdi. Üst elbisesi otuz dinar kıymetinde idi. Kıyafeti güzeldi. Çok güzel kokular kullanırdı. Ebû Yusuf'un dediği gibi daha uzaktan güzel kokusu duyulur, geldiği belli olurdu.[21]

Tanıdıklarını da kendi elbiselerine ve diğer dış görünüşlerine dikkat etmeye teşvik ederdi. Yanına gelip oturan bir adamın üzerindeki eski elbise gözüne ilişti. Adam kalkıp gideceği zaman biraz beklemesini söyledi. Meclis dağılıp herkes gittikten sonra ikisi yalnız kalınca adama:
— Şu seccadeyi kaldır, altında olanları al, dedi.
Adam seccadeyi kaldırdı. Altında bin dirhem vardı, durakladı.
— Al bu dirhemleri, dedi. Onunla kılığını kıyafetini değiştir!
— Ben zenginim, bunlara ihtiyacım yok, cevabım verdi.
— Sen Hz. Peygamber'in şu Hadîsini duymadın mı: «Allah, kulunun üzerinde, ona verdiği nimetin eserini görmeyi sever.» Sen şu halini değiştirmelisin, tâ ki dostların senin için kederlenmesin. [22]



[16] Fıkıhla meşgul olması Ebû Hanîfe'yi ticaretten ayırmamıştır. Mekki, Menakıb'mda onun günlük hayatını şöyte anlatmaktadır: «Yusuf b. Halid Bimtîden rivayetle diyor ki, cumartesi gününü aile ihtiyaçları için ayırmıştı. Ne ilim meclisine gelir, ne de pazara giderdi. Ev işlerine, bahçe işlerine bakardı. Sair günlerde çarşı pazarda kuşluk vaktinden ikindiye kadar dururdu. Cuma günleri bütün dostlarına ahbaplarına evinde ziyafet verirdi. Onlara envai yemekler hazırlatırdı». Mekkî, Menakıb-ı Ebu Hanife, c, II, s- 100.
[17] îbn-i Hacer Heysemî, Hayrat'ul-Hisan, s. 44.
[18] Hatib Bağdadi, Tarih-i Bağdad, c. 13. s. 362
[19] Hatib Bağdadî, Tarih-i Bağdad, c. 13, s. 358.
[20] Hatib Bağdadî, Tarih-i Bağdad, c. 14, s. 360,
[21] İbn-i Haeer Heysemi, Hayrat'ul-Hisan, s, 61
[22] Hatib Bağdadi, Tarih-i Bağdad, c. 13, s. 361.


Hanefi Mezhebi

MollaCami.Com