Bölümler | Kategoriler | Konular | Üye Girişi | İletişim


Muhtelefun fih

Bir Müslüman için, fikirler, olgular, durumlar ve hükümler üç kategoride toplanır: "Doğrular", "Yanlışlar ve "Muhtelefun fih" olanlar.

Eğer itikadî bir mesele söz konusu ise bu üçlü kategori şöyle bir mahiyet arz eder:

Delaleti ve sübutu kesin nasslara dayanan meselelerin kabulü şarttır. Bu türlü nassların kabul edilmesini istediği hususları kabul, reddilmesini istediği hususları reddetmek temel ve tabii bir mü'min tavrı olarak ortaya çıkar. Aksi istikametteki inanış ve tutumlar kişinin iman iddiasını boşa çıkartır. Bu türlü nasslarla sabit hususlara inananlara "mü'min", inanmayanlara "kâfir" diyoruz.

İtikadî alanda bir de "ara kategori" vardır. Bu kategori, delaletinde ve/veya sübutunda % yüz oranında kesinlik vardır diyemediğimiz nasslarla sabit olan birtakım meselelerin tevil yoluyla reddiyle ortaya çıkar. Bu türlü meselelerde tevil yoluyla redd veya inkâr tavrını benimseyenlere "bid'at ehli" diyoruz.

Miraç hadisesinin reddini buna örnek gösterebiliriz. Bu konudaki rivayetlerin "mütevatir" olduğunu söyleyenler yanında, bu seviyeye ulaşamayıp "meşhur hadis" seviyesinde kaldığını söyleyenler de vardır. Sübutu noktasındaki bu ihtilaf yanında ilgili rivayetleri Kur'an'a aykırılık gibi bir sebeple reddetme tavrı, sahibini itikadî anlamda "bid'at ehli" kılar.

Burada önemli bir nokta var: Tevil yoluyla yapılan redd veya inkâr tavrının giderek delaleti ve sübutu kat'î nassların redd ve/veya inkârına ya da o nasslarla çatışmaya kadar uzandığı durumlar söz konusu olabilir; böyle bir durumda ortaya çıkan bid'atın "sahibini küfre sokan bid'at" olduğunu söyleriz.

"Amentü esasları" diye bildiğimiz esaslara iman etmekle birlikte, Efendimiz (s.a.v)'den sonra peygamber gelebileceğini ya da muhkem ve kat'î nasslarla sabit herhangi bir hükmün bugün geçerli olamayacağını söylemek böyledir.

Burada söz konusu olan "ara kategori" evet "muhtelefun fih" bir alan oluşturur; ama bu ihtilafın "meşruiyet problemi" taşıyan bir ihtilaf olduğunu, dolayısıyla "doğru-yanlış" veya "hata-sevap" değil, "sünnet-bid'at" ihtilafı olduğunu söylemiz lazım. Bid'at ehlinin muhalefeti Sünnet'e aykırılık arz eden ve "hevadan kaynaklanan" bir muhalefet olduğu için merduttur ve bid'at ehli kişi bu yola girmekle, sırat-ı müstakimden sapmaya, batıla doğru bir seyir izlemeye başlamış demektir.

İkinci alan fıkhiyatta ortaya çıkan ihtilafların oluşturduğu alandır. Buradaki ihtilaf yer yer nassların -farklı anlaşılmaya müsait- yapısından kaynaklandığı, yer yer de ictihadla belirlenen fer'î delillere taalluk ettiği için öteden beri "meşru ihtilaflar" olarak kategorize edilmiş ve varlığını bir "rahmet vesilesi" olarak sürdürmüştür.

Burada delillerin de hükümlerin de zannîliği söz konusu olduğu için kimse kimseyi kınamaz, ihtilaf eden taraflar birbirine saygı ve anlayışla muamele eder.

Ehl-i Hadis ile Ehl-i Fıkh'ın gerek kendi aralarında gerekse birbirlerine nazaran ortaya çıkan ihtilafları bu kategoriyi oluşturur.

Söz gelimi Ehl-i Hadis'ten herhangi bir kimsenin İmam Ebû Hanîfe'yi, ilk üç asırda yaşayan mestûr (durumu tam olarak bilinmeyen) ravilerin rivayetini kabul ettiği için eleştirmesi söz konusu olmamalıdır. Keza İmam eş-Şâfi'î'nin, -birkaç istisna dışında- mürsel hadisleri kabul etmemesi de aynı şekilde saygıyla karşılanması gereken bir ictihad ihtilafıdır.

Burada dikkat edilmesi gereken husus da şudur: bu alana giren ihtilaflar dinin aslına ve itikada taalluk etmez. Fer'î alana inhisar eden ihtilafla bu ümmet için bir "çatışma ve ayrışma" vesilesi değil, rahmettir.

Tam bu noktada Ehl-i Hadis ile bir kısım Ehl-i Tasavvuf arasındaki ihtilaflara da dikkat çekmemiz gerekiyor. Bilindiği gibi Ehl-i Hadis, hadislerin keşfen tashih/taz'ifini kabul etmez. Buna mukabil bir kısım Tasavvuf ehli, keşfen tashih/taz'ifi kabul eder.

Burada dinin aslına, özüne taalluk eden bir şey yoktur. Dolayısıyla bu ihtilafı büyütüp ümmet fertleri arasında ayrışmaya, kamplaşmaya vesile olmak hiçbir şekilde hakka hizmet anlamı taşımayacaktır.

Keşfen hadis tashihi ve buna taalluk eden diğer meseleler hakkında bir sonraki yazıda bir miktar detay vermeye çalışacağım inşaallah.

Dr. Ebubekir Sifil
araştırmacı yazar

Muhtelefun fih2
İtikadî konularda "muhtelefun fih"lerden bahsetmenin son derece tehlikeli, yerine göre ucu küfre kadar varabilecek yanlış tutumlara kapı aralamak anlamına geldiğini, buna mukabil fıkhiyyat alanında ihtilafın bu ümmet için rahmet olduğunu bir önceki yazıda izah etmeye çalışmıştım.

Ağırlıklı olarak IV ve V./X ve XI. asırlardan sonra görülmeye başlayan bir olgu, zaman zaman Ehl-i Sünnet kesimler arasında bir ayrışma ve fırkalaşma konusu olarak öne çıkartılıyor: Hadislerin, sened sistemi dışında keşif, rüya vb. gibi vasıtalarla tashih/taz'ifi meselesi.

Hadislerin sened kritiğine tabi tutularak alınması ya da reddedilmesi sadece muhaddislerin değil, Selef'ten halefe fukahanın, sufilerin, kelamcıların... da kabul edip uyguladığı bir sistemdir.

IV ve V./X ve XI. asırlara gelene kadar keşif ya da rüya yoluyla hadis ahzı meselesine -birkaç istisna dışında- rastlanmıyor oluşu burada son derece önemlidir. Efendimiz (s.a.v)'den sonra Sahabe arasında ihtilaf konusu olmuş hiçbir meselede, O'nun en yakınları keşif ya da rüya aleminde O'na sorarak ihtilaflı meseleleri çözmek gibi bir yola başvurmamışlarsa, bunun elbette bir anlamı vardır. Ne hilafete kimin geleceği, ne Kur'an ayetlerinin mushaf halinde toplanması, ne de başka herhangi bir hususta Sahabe böyle bir yola başvurmuştur.

Onlardan sonra gelen nesiller içinde de gerek muhaddisler, gerekse fukaha ve ehl-i tefsir, hadisleri keşif veya rüya yoluyla değil, sened sistemini işleterek ahz, ve/veya tashih/taz'if yoluna gitmiştir.

Bütün bunlara rağmen keşif veya rüya yoluyla hadis ahzı, tashih ve/veya taz'ifini bir imkân veya metot olarak görenler, özellikle yukarıda zikrettiğim tarihten sonra ehl-i tasavvuf arasında görülmeye başlamıştır.

Rüya, ilham, keşif vb. metotlar, bizim bilgi anlayışımızı yansıtan Usul-i Fıkıh kaynaklarımızda zikredilen "aslî" (Kur'an, Sünnet, İcma, Kıyas) ve "fer'î" (İstihsan, Mesalih-i Mürsele, Ehl-i Medine'nin icmaı, İstıtıshab...) deliller arasında yer almaz. Bununla birlikte mü'min, rüyaya tamamen kayıtsız da değildir. Efendimiz (sa.v)'in, rüyanın Nübüvvet cüzlerinden bir cüz olduğunu haber veren hadisleri Salih rüyanın yabana atılmaması gerektiğini ihtar etmektedir. Salih rüyanın -özellikle de Salih kimseler tarafından görülen Salih rüyanın- hayatın görünen yüzünde saklı/örtülü bulunan birtakım hakikatlerin keşfinde elbette önemli bir yeri vardır.

Bu sebeple rüyada ya da keşif aleminde hadis tashih/taz'ifine imkân bulanlar, o bilgiyle kendileri amel edebilirler. Ancak söz konusu bilginin Kur'an ve Sünnet'e, Şer'î prensiplere ve Usuller çerçevesinde ortaya konulmuş bulunan Şer'î hakikatlere aykırılık teşkil etmemesi gerekir.

Bugüne kadar herhangi bir velinin, ümmetin üzerinde icma ettiği kat'iyattan bir meseleye aykırı bir bilgiye keşif veya rüya aleminde vasıl olduğuna dair herhangi bir bilgimiz yok. Esasen böyle bir şeyin imkânından bahsetmek, Din adına bugüne tadar ortaya konulmuş şeylerin tartışılabilir olduğunu söylemek demektir.

Keşif veya rüya ile elde edilen bilginin münhasıran "ictihadî" meseleler hakkında olması önemli bir kriterdir. Esasen daha önce de müteaddit defalar vurgulamaya çalıştığım gibi keşif sonucu elde edilen bilginin yüzde yüz oranında kat'iliğinden bahsetmemiz mümkün değil. Zira keşif sahibinin keşfinden çıkardığı netice de sonuçta ictihada dayanmaktadır.

Şu halde netice olarak şunu söyleyebiliriz:

1. Keşifle elde edilen bilgi Din'de zaruretle bilinen hususlara aykırı olamaz.

2. İctihada açık alanda ehli tarafından elde edilen bilginin kesinliği ictihadî bilgiden daha kuvvetli değildir.

3. Keşif sahibi, ictihada açık meselelerde keşfen ulaştığı bilgiyle kendisi amel edebilir. Ama bu bilgi ümmetinsair fertleri için bağlayıcı değildir. Herhangi bir veli de "Benim keşfen elde ettiğim bilgi kat'îdir, Şer'î bilgilere aykırılık arz ederse benim bilgim alınmalı Şer'î bilgi terk edilmelidir" dememiştir.

Vallahu a'lem...

Bkz. İbnu'l-Esîr, Câmi'u'l-Usûl, II, 525; IV, 189.
Dr. Ebubekir Sifil
araştırmacı yazar


Ebubekir Sifil

MollaCami.Com