Bölümler | Kategoriler | Konular | Üye Girişi | İletişim


Dinler Arası Diyalog mu ????????

VATİKAN’IN DİYALOG İLE VARMAK İSTEDİĞİ SON NOKTA

Diyalog ve hoşgörü, Vatikan’ın bir tuzağıdır. Diyalog vasıtasıyla, önce, Müslümanların imanları bozulacak, İslâmi şuurdan, yaşayıştan uzaklaştırılacaklar; Hazret-i Peygamber ve âlimler devre dışı bırakılarak İslâmiyyet, emir ve yasağı olmayan, felsefi bir sistem haline getirilecek.

Müslümanlar arasında, Müslüman olsun Hıristiyan olsun fark etmez; nasıl olsa, iki din mensubu da Cennete gidecek, inancı hâkim kılınacak. Bu hale getirilen Müslümanların, Hıristiyanlığa kaymaları kolaylaşmış olacaktır. Çünkü insan, nefsinin hoşuna giden, kendine kolay gelen şeyleri tercih eder. Hâl böyle olunca, haftada bir gün kiliseye gitmekten başka hiçbir kuralı olmayan Hıristiyanlığa kayması daha kolay olacaktır. Böylece, nihai birleşme Hıristiyanlıkta olmuş olacak. Çeşitli vesilelerle yaptıkları konuşmalarda bunu zaten açıkça dile getiriyorlar. Onlara göre gerçek din sadece Hıristiyanlıktır:

“Biz her ne kadar Hıristiyan olmayan dinlerin manevi ve ahlaki değerlerini tanıyor, saygı gösteriyor, onlarla diyaloga hazırlanıyor ve din hüviyetini savunmak, insanlık kardeşliğini tesis etmek, kültür, sosyal refah ve sivil iradeyi oluşturmak gibi hususlarda diyaloga girmek istiyorsak da dürüstlük bizi gerçek kanaatimizi açıkça ilan etmeye mecbur etmektedir. Yegâne gerçek din vardır, o da Hıristiyanlıktır.” (Leibhard, Wilmington 1978, s:13 vd.)

Papa II. Jean Paul’un 20 yıllık dostu ve “Papa’nın Düşüncesi” kitâbının yazarı Buttiglione bu düşünceleri şöyle açıyor: “Hıristiyanlar İsa’nın Mesih olduğuna ve insanın onun sayesinde kurtulduğuna inanır. Tanrı’ya götüren başka bir yol yoktur...” (NPQ Cilt 1, yaz. 1991)

Nihai birleşmenin Hıristiyanlık çatısı altında olacağını, dinler arası diyalogun mimarlarından M. Watt, "dinleri birleştirme" projesi ile bakınız nasıl dile getiriyor: "Uzun vadede bütün dünya için tek bir dinin olacağı ümîd edilebilir. Bu din Hıristiyanlığın çatısı altında, Sünni İslâm'da dört fıkhi mezhebe müsaade eden anlayışa benzer bir şekilde kendi içinde bazı görüş ayrılıklarına yer verebilir." (Modern Dünyada İslâm Vahyi s:171)

Papa II. Jean Paul da, Sen Pietro Kilisesi’nde, 25.6.2000 günü pazar ayininde, “Kilise ile diğer dinler arasındaki diyaloga evet. Ama aynı zamanda tek kurtarıcının İsa olduğunu ilan etmek gerekiyor’’ diyerek diyalog sonunda nerede birleşeceğinin açık adresini de vermiştir.

DİNDE REFORM

Dinler arası diyalog ve dinlerin birleştirilmesi fikri hemen oluşmadı. İki asırlık aşamalı faaliyetler sonucunda ancak gelinebildi. Önce âlimler ve temel fıkıh kitapları devre dışı bırakıldı. Arkasından dinde reform faaliyetleri yapıldı. Bunun için İslâm âleminde ısrarla şu görüş öne sürüldü: “İslâmiyyet çağın şartlarına artık uymamaktadır. Zamanımıza göre, dinimizde de yenilikler, değişiklikler yapılmalıdır…”

Reformcular reform kelimesine karşı halkta bir tepki oluştuğunu bildikleri için bu kelimeyi ağızlarına almıyorlar. Yeri geldiğinde, “biz reforma karşıyız, İslâmiyyet’in reforma ihtiyacı yoktur; biz dini aslına döndürmek istiyoruz” diyorlar. Fakat yaptıkları, savundukları dinde reformun ta kendisidir. Reform kelimesinin yerine, modernlik, modernize, Müslümanlara yeni elbise, çağa göre gibi kelimeler kullanıyorlar. Maksatları, reform demeden reformu yerleştirmek. Açıkça ifade edilmese de dolaylı olarak İslâmiyyet’te reform yapılması istenmektedir. Reform bozulmuş dini yenileme, eski haline getirme demektir; İslâmiyyet, Hıristiyanlık gibi bozulmadı ki reform yapılarak eski haline getirilsin! ...

Müslümanlarda, birkaç yüz seneden beri bir duraklama, hatta gerileme olduğu meydandadır. Bu gerilemeyi bakarak, İslâmiyyet’in bozulduğunu söylemek, çok haksız ve pek yanlıştır. Geri kalmanın sebebi, Müslümanların dine sarılmamaları, dinin emirlerini yerine getirmekte gevşek davranmalarıdır. İslâm dinine, başka dinlerde olduğu gibi, hurâfeler karışmamıştır. Cahillerin yanlış inanışları ve konuşmaları olabilir. Fakat bunlar, İslâm’ın temel kitaplarında bildirilenleri değiştirmez.
Bu temel kitaplar, Rasûlullah’ın sözlerini ve Eshâb-ı Kirâm’dan gelen haberleri bildirmektedirler. Hepsi, büyük âlimler tarafından yazılmışlardır. Bütün İslâm âlimlerince sözbirliği ile beğenilmiştir. Asırlar boyunca, hiçbirinde hiçbir değişiklik olmamıştır. Cahillerin sözlerinin ve kitaplarının ve dergilerinin hatalı olması, İslâm dininin temel kitaplarına kusur ve leke kondurmaya sebep olamaz.

Dinin emir ve yasaklarını, her asrın modasına gidişine göre değiştirmeye kalkışmak, mesela namazı üç vakte indirmek, ibadetin Türkçe yapılmasını istemek, Haccın her mevsimde yapılmasını savunmak, kurban kesmeyip parasını vermek, kadınların başını örtmeleri dini bir emir değil Anadolu kadınının âdetidir demek gibi şeyler her zaman için yeni bir din yapmaktır. Böyle değişiklikleri, Kur'ân-ı Kerim’e ve hadis-i şeriflere dayanarak, bunlara uydurarak yapmaya kalkışmak, Kur'ân-ı Kerim’i ve hadis-i şerifleri bilmemenin, İslâmiyyet’i anlamamanın bir alâmetidir.

İslâm’ın emirlerinin, yasaklarının zamana göre değişeceğini sanmak, İslâm dininin hakikatine inanmamak olur. İslâm dini ilim üzerine kurulmuştur. Her bakımdan, selim olan akıllara uygundur. Kur'ân-ı Kerim’de ve Hadis-i Şerif’lerde açıkça bildirilmemiş olan şeylerde, akla ve ilme uygun yeni emirler çıkarmak, yani Kıyâs ve İctihâd yapmak İslâmiyyet’in ana kaynaklarından biri ise de, bunu mezhep sahibi müctehid âlimler zaten yapmışlar, eksik bir şey bırakmamışlardır.

Dinimiz Edille-i Şeriyye denilen dört ana direk üzerine bina edilmiştir: Kitâb (Kur'ân-ı Kerim), Sünnet (Hadis-i Şerif’ler), İcma ve Kıyas’tır. Burada esas kaynak, Kur’ân-ı Kerim ve Hadis-i Şerif’ler ise de, bunların doğru anlaşılabilmeleri İcma ve Kıyas sayesinde olmaktadır. İslâm’ın bu ana bilgilerini, temel kitaplarını değiştirmeye, zamana uydurmaya kalkışmak, İslâmiyyet’i değiştirmek, bozmak olur. Müslüman demek, bu ana bilgilere inanan, saygı gösteren, bunları bozmaya kalkışmayan kimse demektir.

Reform yapmak isteyenler, önlerinde en büyük engel olarak mezhepleri, âlimleri gördükleri için, bunları kötüleyerek devre dışı bırakmak istiyorlar, kendilerini onların yerine geçirmek istiyorlar. İmam-ı Azam olmak istiyorlar. İslâmiyyet’in temel bilgilerini toplamış, dünyaya yaymış olan İslâm âlimlerini ve topladıkları İslâm ilimlerini ayaklar altına alıyorlar.

Dinde reform isteyenler, temel kitaplara dokunmayıp, yalnız cahil halk arasına yerleşmiş olan hurâfeleri yok etmeyi düşünüyorlarsa, buna bir şey denemez. İslâmiyyet’e hizmet etmiş olurlar. Fakat böyle iyi düşündüklerine inanabilmemiz için, önce kendileri İslâmiyyet’i eksiksiz olarak yaşayarak hakîkî ve samîmî Müslüman olduklarını isbât etmeleri gerekir.

İslâm çağa uymuyor diye reform yapmak isteyenler, bilerek veya bilmeyerek İslâm’ın yıkılmasına yardım etmektedirler. Reform yapmak isteyenlerin ortak özelliği, dinimizin temel fıkıh kitaplarını kabul etmemek, doğrudan Kur’ân-ı Kerim’den hüküm çıkarılmasını savunmaktır. Hâlbuki İslâmiyyet’in bozulmadan bugüne gelmesini sağlayan temel fıkıh kitaplarımızdır. Bundan sonra da bozulmadan devamı bu fıkıh kitaplarına ve âlimlere tabi olmaya bağlıdır! …

Edille-i şer'iyye dörttür: Kitâb (Kur'ân-ı Kerîm), Sünnet (Peygamber efendimizin söz, fiil ve takrirleri, bir iş yapılırken görüp de ona mâni olmadıkları şeyler), İcmâ (müctehid âlimlerin dînî bir işin hükmünde söz birliği etmeleri) Kıyas (hükmü bilinmeyen bir şeyi hükmü bilinene benzeterek anlamak).

DİNLER ARASI HOŞGÖRÜ TUZAĞI

Vatikan, Batı’da daha uzun süre ayakta kalamayacağını anlayınca, Müslümanların, dağınıklığından, kimsesizliğinden, fakirliğinden istifade etmek için Doğu’ya yöneldi. Müslüman ülkelerinde Hıristiyanlaştırma çalışmasını başlattı. Bunu iki safhada yapmayı planlıyorlar: Önce çeşitli baskı, entrika ve ithamlarla Müslümanları sindirmek ve saha dışına itmek; sonra da bu boşluğu doldurmak. Bu maksatla, soğuk savaşın sona ermesinden “Kızıl tehlike”nin bertaraf edilmesinden sonra, “Yeşil tehlike!”yi ortaya attılar. Ve en büyük stratejilerini “İslâm fundamentalizmi” olarak adlandırdıkları ve terörle özdeşleştirerek İslam dünyasını mahkûm etmeye karar verdiler.

Daha sonra da, “İslâm’ı Protestanlaştırmaya”, yani İslâm’ı emir ve yasakları olmayan, felsefi ahlaki bir sistem haline getirerek dünyaya, hayata ilişkin, siyasi, ekonomik, kültürel taleplerini iptal etmeye çalışmak; yani İslâm’ın içini boşaltmak. Bunun için de en etkili yol olan, temel fıkıh kitaplarını; âlimleri, mezhepleri bertaraf etmek.

Hıristiyanlaştırmada takip ettikleri yol da “Diyalog” projesi; projeyi ortaya atan Vatikan. Asırlardır Müslümanlara karşı en ufak bir müsamahası, hoşgörüsü olmayan Vatikan’ın bu girişiminden iyi niyet beklenebilir mi? Sözde diyalogla orta yolu bulacaklar. İki ayrı dinde orta yol nasıl bulunacak? Her iki din de %50 taviz verecek, inançlarından feragat edecek böylece ortak noktada buluşulacak! Bir dinin yarısı giderse geri kalana din denir mi?

Nitekim diyalogun mimarlarından olan diyalog toplantılarında hep komisyon başkanlığına getirilen bir ilahiyat profesörü “Ben yurt dışına gittiğim zaman sık sık Kiliselere gidiyorum; çok da lezzet ve zevk alıyorum” diyor.

Aynı Prof. diyalog konusunda da, “Efendim, diyalog ve hoşgörü devam edecekse, Hıristiyanlarla konuşurken sizin kitabınız bozulmuş, sonradan değiştirilmiş; en hakiki din benim dinim demeyeceksiniz.” diyor.

Yine diyalogcular, “Sadece,’La ilahe illallah’ demeyi, ‘Muhammedun Rasulullah’ dememeyi telkin ediyorlar.”

Bu sözler diyalogun gerçek amacını göstermede ipuçları veriyor: Demek ki, diyalog ve hoşgörü uğruna kendi dinimizin, kitâbımızın ve Peygamberimizin hak ve en son olduğunu söylememeniz gerekiyormuş. İşte diyalog ve hoşgörü dediklerinin en kısa tarifi bu.
Artık görevler de değişti herhalde. Din adamları dini savunmayınca dini savunmak başkalarına kaldı. Nitekim Türkiye Sağlık-İş Sendikası Başkanı Sayın Mustafa Başoğlu diyalog toplantısında tahammül edemeyip, “Ben burada öyle şeyler dinledim ki, bana öğretilen dine uymuyor. ‘Son hak din İslâm demeyeceksiniz’ ne demek? Son hak din İslâm’sa, Kur’ân öyle diyorsa, öyledir. Diyalog isteniyorsa öyle konuşmayacaksınız olmaz böyle şey” demek zorunda kalmıştır.

İki dinin temsilcilerinin konuşmaları da, diyalogun maksadının, iyi ilişkiler, iyi komşuluklar olmadığını göstermektedir. Diyanet İşleri eski Başkanı Mehmet Nuri Yılmaz, Papa’yla görüşmesinden sonra, “ Diyalog iki dinin kurumları arasında bir tür diplomatik ilişkilerle sınırlı mı olacaktı, yoksa ilahiyat (teoloji) alanında da ‘diyalog’ geliştirilecek mi?” sorusuna, “İlâhiyyât alanında da diyalog kurulacak. İslâm ve Katolik ilahiyatçılar karşılıklı çalışmalar yapacaklar… “ cevabını vermiştir. (T. Akyol-Milliyet-17.6.2000)

Aynı soru, Sayın Yılmaz’dan sonra Başkanlık koltuğuna oturan Sayın Ali Bardakoğlu’na, Armada Oteli’nde düzenlenen, “Türkiye ve Avrupa’da Din, Devlet ve Toplum-Dinler Arası Barışçı bir Ortak Yaşam için Olanaklar ve Engeller” konulu konferansta ayaküstü soruldu. Net bir cevap verilmedi; oturumda sorulması istendi. Oturumda, Prof. Dr. Niyazi Öktem bu konu ile ilgili olarak şunları söyledi:

“Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın organizesi ile üç dinin mensupları olarak, I. Harran toplantısını Urfa’da yaptık. II. Harran toplantısını da, Mardin’de yapacağız. Vahiy, Tanrı, gibi konular gündeme getirilerek tartışılacak; tabular yıkılacak.”

Toplantıda Sayın Öktem’e soruldu: “ Dinler arası diyalogun insani boyutunu anlıyoruz. Bu önce de vardı bundan sonra da olacak. Bunun devamında ve geliştirilmesinde fayda var. Ancak diyalogun ikinci boyutu net değil; hayli karanlık. Vahiy, Tanrı gibi konuları tartışarak nereye varmak istiyorsunuz; üç dinin dışında yeni bir din mi ortaya çıkartmak istiyorsunuz, yoksa Vatikan’ın sık sık dile getirdiği gibi, nihai birleşme Hıristiyanlıkta mı olacak?”

Tahmin edeceğiniz gibi tatmin edici bir cevap alınamadı. “Savaş olmasın, barış olsun…” türünden bir şeyler söyledi. Papa 2. Jean Paul da, Sen Pietro Kilisesinde, 25.6.2000 günü pazar ayininde;‘’Kilise ile diğer dinler arasındaki diyaloga evet. Ama aynı zamanda tek kurtarıcının İsa olduğunu ilan etmek gerekiyor’’ diyerek diyalog sonunda nerede birleşeceğinin adresini de vermiş oluyor.

Bütün bunlardan sonra, Vatikan’ın başlattığı “Diyalog” projesinin İslâmiyyet için faydalı olduğunu söyleyene kim inanır? Basiret sahibi herkes bunun Vatikan’ın sinsi bir oyunu olduğunu hemen anlıyor. Cenâb-ı Hak bilerek veya bilmeyerek böyle sinsi oyunlara alet olmaktan muhafaza etsin! Alet olanları da kısa zamanda kurtarsın!

DİNLER ARASI DİYALOGUN AMACI -1-

Vatikan projesi olan dinler arası diyalogun amacı, Müslüman halkların Hıristiyanlaştırılmasıdır.

Diyalog faaliyetleri ile Hıristiyanlaşan milletler konusunda dünyada pek çok örnek vardır.
Azerbaycan’da kiliseye devam eden, aynı Allâh’a inandıklarını söyleyen ama hala Müslüman olduğunu iddia eden binlerce insan var.
Kırgızistan’da 15 sene evvel 4 tane olan Protestan kilise evi sayısı şu anda 900’e ulaşmış durumdadır.
Gürcistan ve Kazakistan’da kiliselerde dağıtılan paralar karşılında vaftiz olan yüzlerce insanın vaftiz merasimleri ulusal kanallarda yayınlanmaktadır.
İşsizlik ve sefalet karşısında dinini değiştirerek paraya ve işe kavuşan insanlara dünyanın her fakir ülkesinde rastlamak mümkün.
Türkiye’de ise diyalogun etkileri daha farklı şekillerde de görülmekte.
Kısa bir zaman içinde Türkiye’de şu değişiklikler yaşandı:

Domuz etinin yaygınlaştırılması.
Zinanın serbest bırakılması.
Din dersi kitaplarından Kelime-i Şahadet ifadesinden Muhammedun Rasulullah kısmının çıkarılması.
İbrahim’i dinler tabiri getirilerek son peygamber Hazret-i İbrahim’dir görüşünün ortaya atılması.
Misyonerlik faaliyetlerinin serbest bırakılarak muharref olan dinlerin hak din olarak gösterilmeleri.
Eski kiliselerin imarı ve yenilerinin açılması.
Kilise, havra, caminin bir arada olması.

Türkiye’de örneklerini saydığımız bu değişim hareketleri diğer İslâm ülkelerinde de farklı şekillerde yaşanmaktadır.

Bugün, batının İslâm ülkeleri üzerindeki yukarıdaki etkileri, kaynaklarını sömürme, ülkelerini demokrasi getiriyoruz gerekçesi ile işgal etme ve halklarını Hıristiyan yapma şeklinde tezahür etmektedir.

DİNLER ARASI DİYALOGUN AMACI -2-

Ülkemizde meydana gelen olaylar, 800 yıllık Endülüs Medeniyeti'nin yok olmasıyla sonuçlanan olaylarla tam bir paralellik arz ediyor. Dinler arası diyalog adı altında aslında yeni bir tür misyonerlik ile karşı karşıyayız; diyalogun gerçek amacı işte bu.

Bir milletin toprak bütünlüğünü dağıtmak arkasından da işgal etmek düşünülüyorsa, evvela o topraklar üzerinde yaşayanların inanç ve akideleriyle oynanır.

Birileri kalkıp da, 'korkmaya gerek yok, biz güçlü bir milletiz, öyle misyonerlik falan ve filan bize sökmez, dinine güvenen misyonerlikten, diyalogdan korkmaz' türü edebiyat yapıyorsa bu kişi ya gizli misyonerdir, ya da olayların vahametinin farkında değildir.
Siz, dünyanın en güçlü adamı olsanız dahi kafanızı yastığa koyup uyusanız, size henüz yürümeye başlamış bir çocuk bile rahatlıkla zarar verebilir.
Niye? Çünkü siz uyuyorsunuz. İradeniz, direnciniz, gücünüz ve kuvvetiniz artık yorgan ile döşek arasında hapsolmuştur.
Sizin bütün bu özellikleriniz artık acemaşiran makamında “horlamaktan” ibarettir.
Millet olarak bu hali yaşıyoruz. Bu halden uyanmak için dini ve milli bütünlüğümüzü tehdit eden misyonerlik konusunda detaylı bilgi sahibi olmak zarureti vardır.

MİSYONERLİĞİN GAYESİ

Hıristiyanlık, misyonerlik çalışmaları ile masum görüntülerle dünyanın her ülkesine pazarlanırken; başlangıç olarak gayet samimi bir hava yaratılır. Ancak hâsıl olan netice; bu başlangıç gibi hoş ve samimi değildir.
Gidilen yerlerde iktisadi çıkarlar ön planda tutularak ve siyasi, iktisadi, hukuki katliamlar yapılarak medeniyetler yok edilir. Mesela, Amerika’nın keşfi adı altında yapılan çıkarma, Hıristiyanlığı hâkim kılmak için; İnka, Aztek, Maya medeniyetlerinin yok edilmesiyle, Kızılderililerin ortadan kaldırılmasıyla neticelenmiştir.
Afrika'da da durum bundan farklı olmamıştır. Gayet masum görüntülerle Afrika'ya uzanan misyonerler, bu bölgelerdeki yeraltı ve yerüstü kaynaklarını elde etmenin projesini hayata geçirmişlerdir. Kenya Devlet Başkanı Kenyatta'nın şu sözleri her şeyi özetlemektedir.
'Misyonerler geldiği zaman, İncil onların, topraklar Afrikalılarının elindeydi, misyonerler gözlerimizi kapayarak dua etmemizi öğrettiler. Gözlerimizi açınca, bir baktık ki. İncil bizim elimizde, topraklar onların elinde!'
Ve yine Ortadoğu'da Arap-İslâm âleminde faaliyet gösteren özellikle İngilizler tarafından yetiştirilip gönderilen on binlerce misyonerin asıl gayesi; Osmanlı’nın bu bölgedeki hâkimiyetini yok etmek, toprağını ve halkını parçalayarak kendi emellerine ve iktisadi, siyasi gayelerine alet etmektir.
Dünyada misyonerlik hep bu yüzüyle gözükmüştür. Günümüzde ise oryantalizm, diyalog gibi isimlerle ortaya çıkmasının başka bir tarzda izahı mümkün değildir. Bugün de asıl maksat; Hıristiyanlar için va’d edilmiş topraklar olan Anadolu'yu parçalamak ve bu güzel toprakları kendi tasarruflarına almaktır.
'Sizin için Mekke, Medine ne ise bizim için Yalvaç, Tarsus odur' sözünün bir Hıristiyan din adamına ait olduğunu aklımızdan çıkarmamalıyız.

POST MODERN MİSYONERLİK: DİYALOG

'’Dinler arası diyalog'’ kavramı Şubat 1998'de Türkiye kamuoyunun gündeminin başköşesine oturdu. Gerçi 1966'dan başlayarak Müslümanlarla yakın münasebetlere girişen Hıristiyan çevreler, başta Katolik Kilisesi olmak üzere, 1980'den itibaren Türkiye'deki özellikle ilahiyat fakülteleri eksenli olarak diyalog yolları aramıştır.
1988 yılında, Vatikan'da, Türkiye'deki ilahiyat fakültelerinden 12 bilim adamı ile Roma'daki Katolik enstitülerinden bir o kadar uzmanın katılmasıyla bir Kollogyum düzenlenmiştir. Bunun yanında Ortodoks Hıristiyanların 1984'te başlayan benzeri girişimleri olmuştur. Diyalog toplantılarının altıncısı 10-14 Eylül 1984 tarihleri arasında İstanbul'da yapılmıştır. Bütün bu diyalog etkinlikler hep akademik çevrelerle sınırlı kalmıştır.

1995'te başlayan değişim sürecinin bir yansıması olarak oldukça ilginç bir zamanlama ve gerekçeyle Fethullah Gülen'le birlikte dinler arası diyalog süreci kitlesel bir boyuta taşınmış olduğu görülmektedir. Fethullah Gülen'in ardından Mehmet Nuri Yılmaz'ın Papa ile yaptığı görüşme Diyanet İşleri Başkanlığı'nı da diyalog sürecine dâhil etmiştir.
O zamanlar demek istediğimizi anlamayan ve yanlış yorumlayanlar sağda solda şunları söylüyorlardı: Bu diyalog karşıtları bizi çekemiyor, yaptığımız büyük hizmetleri kıskandıkları için böyle yapıyorlar, bunlara bakmayın. Hatta bunlar öyle fazla bir sayıda değildir. Marjinal bir grupturlar. Yapacak başka bir şey bulamadıklarından, bir hizmetleri olmadığından böyle yapıyorlar.
Tabi bununla da kalmadılar, bazı cümlelerinin içine hakaret unsuru sözler de eklediler. Biz, bu tip eleştirilere delilli cevaplar vermeye devam ettik. Yapmayın, etmeyin, yanlış yapıyorsunuz, sizin bu çalışmanız bu milleti Hıristiyanlaştırmaktan başka bir şeye yaramaz. Bu millet Müslüman'dır, bu milletin Müslümanlığı bu ülkenin bölünmez bütünlüğünün de teminatıdır. Siz bu milletin zihnine dini ile ilgili bazı şüpheler sokarsanız, bu yaptığınız din ile kayıtlı kalmaz, ülkenin bütünlüğünü de olumsuz yönde etkiler.

Bütün misyonerlerin ana hedefi şüphe tohumları ekmektir. Dini hakkında şüphe içinde olan bir Müslüman, misyoner için en iyi hedeftir. Ülkemizde meydana gelen olaylar, 800 yıllık Endülüs Medeniyeti'nin yok olmasıyla sonuçlanan olaylarla tam bir paralellik arz ediyordu. Aynı masum görünümlü oyunlarla sonu getirildi Endülüs'ün. Diyalog ve hoşgörü adı altında aslında yeni bir tür misyonerlik ile karşı karşıya idik. Bunun yol açacağı tehlikelerle bugün artık yüz yüzeyiz.

Süreç içerinde neler oldu: Altı yıl içinde ülkenin her yanı misyonerlerle doldu. Mantar gibi kilise evleri türemeye başladı. Bir elde İncil, bir elde güya Hazret-i İsa'nın hayatım konu eden kasetler, ülkeyi pervasızca dolaşmaya başlayan bu eğitimli misyoner ajanlar, dağıttıkları İnciller içine Türkiye'yi çok farklı gösteren haritalar da koymayı ihmal etmediler.
Bizi, endişelerimizde son derece haklı çıkaran bu tehlikeli sürecin yanında bir başka şey daha ortaya çıkmış oldu. O da diyalog karşıtlarının marjinal mi, yoksa güçlü bir kitle mi? olduğu. Alanlara yüz binleri, salonlara on binleri dolduran diyalog karşıtları öyle marjinal falan da değildi.

Dinimiz açısından, akaidimiz yönünden sakıncalı, tamamen zıt hareketleri tasvip etmemiz mümkün değildir. Dinî ve millî bütünlüğümüzü tehdit pahasına da olsa, 'hizmet' yapılıyor diye susmamız, ileride telafisi mümkün olmayan tahribatlara sebep olacak girişimlere seyirci kalmamız asla doğru değildir.

Diyalogculara “Allâh’ın ipine sarılmayı” tavsiye ediyoruz.

DİYALOGCULAR YAPTIKLARI RÖPORTAJI SAPTIRDILAR, YALAN VE İFTİRA

Yümni Sezen’den Diyalogculara Yalanlama

“Diyalog ihaneti” adlı eseriyle diyalogcu çevreleri sarsan Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Yümni Sezen, Aksiyon Dergisi’ne bir mülakat verdi. Ancak mülakat Aksiyon ve Zaman tarafından çarpıtıldı.

“Aksiyon Dergisi Yazı İşleri Müdürlüğü’ne,

13 Mart 2006 tarih ve 588 sayılı derginizde benimle yaptığınız röportaj yayınlandı. Röportaj yapmak isteyen gençleri samimi bulduğum için kabul ettim. Röportaj ve haber adı altında cemaati savunma ve beni de bir çeşit sorgulama sürecine dönüştü. Kendi ifadelerine göre benim Ehl-i Sünnet’ten olup olmadığımı ve namaz kılıp kılmadığımı önceden soruşturmuşlardı. Geçer not almışım. Ama benim onlar hakkındaki duygularım doğru çıkmadı.

Ses alma cihazını kapattıktan sonra artık daha samimi konuşabiliriz, kaydetmeye gerek yok dedikleri halde kitabın ismini değiştirip değiştirmeyeceğime ait soru ve verdiğim cevap da röportaja eklenmiş. Röportajcıların ne kadar samimi olduklarını buradan anlamak mümkündür.

Başlığa koyduğunuz “kitabımı saldırı malzemesi yapmasınlar” ifadesi bana ait değil. “Aydınlık Dergisi gibi dinî kaygısı olmayan çevrelerin ya da başka niyetleri olan grupların kitabımı istismar etmesinden rahatsız olur, üzülürüm” ifadesi de benim değil. Aydınlık Dergisi’nin adının geçtiği yer bana sorulan sorudaki bir ifadedir.

“Kitabımı olur olmaz ve din ile ilgisi olmayan çevreler kullanacaklar diye yanlışlarınızı tenkit etmeyecek miyiz, elbette ilgisiz kimselerin kullanmasına üzülürüm” şeklindeki ifadem değiştirilmiştir.

Şirkteki Hıristiyanları tevhit dinine çekmek için uğraştığınızı söylüyorsunuz, kendiliğinden dinî çizgiye gelenlere cephe alıyorsunuz. Bu nasıl şey? Meşhur diyalogunuzu Hıristiyanlardan önce memleketimizin insanlarına çevirseniz daha iyi olmaz mı?

Cevaplarımda önemli hususların çoğunu atlamışsınız. Mesela derginizin bir sayısında teslisin felsefesini yapan yazıya yer verdiğinizi söylemem gibi. Fakat şunu söylemeden geçemeyeceğim. “Aydınlık Dergisi’yle sanki aynı cephede yer almış gibi görünüyorsunuz” sorusuna cevap olarak başka yerde kullandığım ifadeyi, bunun cevabı gibi monte etmişsiniz. “sosyolojide beklenmeyen sonuçlar diye bir konu var” ifadem cemaatin niyetleri ile ilgili kısımda idi. Niyet iyi de olsa kötü bir sürece vasıta olur demiştim. Bundan sonra sosyolojide de beklenmedik sonuçlar diye bir bahis vardır, diye eklemiştim. Bunu Aydınlık Dergisi ile ilgili sorunuzun cevabı olarak kullanmışsınız. Ses alma cihazınızı tekrar dinlerseniz bunu göreceksiniz.

Şunu da söylemeden geçemeyeceğim. Röportajı yayınladığınız sayfaya, ne ilgisi varsa, Hıristiyan ve Yahudi ruhanilerinin, muhtemelen bir ayin sonrasında çekilmiş resmini koymuşsunuz. Kenarda da yalnız kalmış İstanbul müftüsü duruyor. Hangi resmi veya neyi koyacağınız beni ilgilendirmez ama sürekli böyle motifler kullanıyorsunuz. Şuuraltınız mı karışık, yoksa anlayamadığımız bazı mesajlar mı vermek istiyorsunuz?

Röportaj yayınınızdaki saptırılmış yerlerin düzeltilmesini rica ediyorum.”

14.03.2006 Prof. Dr. Yümni Sezen

“Zaman Gazetesi Yazı İşleri Müdürlüğü”ne,14.03.2006 günkü gazetenizde, benimle ilgili Aksiyon Dergisi’ndeki röportajdan alıntı haberde, dergideki saptırma ve uydurmalara, üzerine eklemek suretiyle yalan ve iftiralarda bulunduğunuz görülmektedir.

Karşı çıkan veya kuşku duyanları kazanmak için yeni bir takım taktiklere başvurduğunuzu söylüyorlardı. Bu vesile ile yalan ve iftira ile de bu işi yaptığınızı öğrenmiş oldum.

Başlıktaki “bazıları kitabımı başka hesaplar için kullanıyor” ifadesi ve bu ifadeyi tekrarlayan içerdeki ifadeler bana ait değil, sizin uydurmanızdır. “Başkalarına imla ve tashihler mânâsında edisyon için gösterdiniz mi” sorusuna verilen “birçok kişiye kontrol ettirdim” şeklindeki cevabımı, “kitaba birçok kişinin eli değdiğini kaydetti” diye değiştirmeniz, hakikat dışı bir hareket, yalan ve iftiradır. “Ekibim var, yardımcılarım var, bana destek olan insanlar var” ifadesi de size ait bir yalan ve iftiradır. Bu kadar kaynağı nasıl kullandığınız ve düzeltmeler yapıldı mı mânâsındaki soruya verilen cevabı nerelere çekmek istediğiniz bu saptırmalardan anlaşılmaktadır.

F. Gülen’in diyalogla ilgili bir çalışması olup olmadığını bilmediğim de tarafınızdan uydurulmuştur. Sadece bahsettikleri bir kitabı görmediğimi söyledim.

“Yanılmış olursam bir kişi yanılmış olur, yanılmış olmazsam Türkiye’ye ve Müslümanlara yazık olur” şeklindeki ifademi de “yanılmış olma ihtimalim”e çevirmişsiniz. Bu kadar yalan ve saptırma sahiplerine Müslümanlar nasıl inansın ve güvensin?

Neredeyse Yümni Sezen bütün söylediklerinden vazgeçti diyeceksiniz ama cesaret edememişsiniz. İnternette bu vebale de girmiş olduğunuz haberini aldım.

Bu kadar uydurma ve saptırmaya başvurduğunuza göre, kendinizi savunmak için ne kadar acz içine düştüğünüz anlaşılıyor.

Ben bir ilmî araştırma yaptım. İlim ve Müslüman ahlâkı bu sorulara cevap vermeyi gerektirirdi ve ben de yanlış yapıp yapmadığımı öğrenmiş olurdum. Siz ise yalan ve saptırmaları seçtiniz. Kitabın isminin gerçekten isabetli olup olmadığında tereddütlerim vardı. Fakat bu tutum ve davranışınızla tereddütlerimi ortadan kaldırdınız.

Uydurduğunuz ve saptırdığınız cümleleri değiştirmenizi, tazminat dâvâsı hakkım baki olmak üzere, talep ediyorum.”

DİNLER ARASI DİYALOG TUZAĞI

Dinin lügat mânası: Ceza, ivaz yani karşılık olarak verilen şey ya da bedel. Aziz olmak, itaat etmek, verâ ve takva. Istılahta ise: Allâh ile kulları arasındaki münasebetleri tanzim eden nizam. İman ve amel mevzuu olarak, insanlara Cenab-ı Hak tarafından teklif olunan hak ve hakikat kanunlarının heyet-i mecmuasıdır. Cenab-ı Hakk'ın Dergâh-ı Ulûhiyyetine kulluk edasına vesile ve medar olan ibadet. (Abdullah Yeğin, "İslâm-İlim-Edep-Felsefi Yeni Lügat", s.107)

Istılah olarak dinin anlamı: "Yüce Allâh'ın, kullarının kendisi vasıtası ile hakka ulaşmaları için peygamberleri aracılığı ile akıl sahibi insanlara tebliğ ettiği, onları dünya ve ahret mutluluğuna kavuşturan sistem, Allâh'ın koyduğu hükümler" anlamındadır. Bu anlamıyla din hem inanç konularını hem de amelî konuları kapsamaktadır. Din bazen her peygamberin getirdiği "millet" hakkında da kullanılabilir. Din, Allâh'tan geldiği için "Allâh'ın dini" şeklinde Allâh'a; peygamber tarafından tebliğ edildiği için "peygamberin dini" şeklinde de peygambere; ona uyup bağlandıkları için de, mesela "Müslümanların dini" şeklinde bir ümmete izafe edilebilir." (Rağıb El-Isfahânî, "El-Müfredât fî Garîbi'l-Kur'an", Kahire 1381/1961, s.174; Tanevî, "Keşşâfu Istılâhâti'l-Fünûn", Kalkuta 1862'den İstanbul 1404/1984 tıpkı basım, 1, 503)

Allâh’ın Kullarına Gönderdiği Din Tek Bir Dindir

İlk insan ve ilk peygamberle başlayan din olayı bugünlere kadar gelmiş, günümüzden dünyanın son gününe kadar da devam edecektir. İlk anında nasıl başladı ise, son anına kadar aynı ölçüde ilkelerle devam edecektir. Neydi Allâh tarafından ilk insana verilen dinin özü?
Bir olan Allâh'a iman etmek… Her türlü noksan sıfattan beri olan, hiçbir şeye muhtaç olmayan, her şeyin O'na muhtaç olduğu Allâh'ın, kullarına gönderdiği ve muhteviyatında her iki cihan mutluluğu bulunan ve daha çok ebedî hayatı kazanmak için konulmuş olan birçok emir ve yasağın bulunduğu kurallar bütünü, bir kurum, din.

İlk insan Âdem Aleyhisselâm ile başlayan insanlık tarihi boyunca, Allâh tarafından gönderilen din, ilke ve prensip olarak tektir. Âdem Aleyhisselâm'a gönderilen din ile Hazret-i Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e gönderilen din aynı dindir. İlk ve son peygamberin arasında gelip geçen peygamberlerin dini de aynıdır. Nitekim Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:

"Allâh nezdinde hak din İslâm'dır..." (Âl-i İmrân 19)

"Göklerde ve yerlerdekiler, ister istemez O'na teslim olduğu hâlde onlar (Ehl-i Kitâb), Allâh'ın dininden başkasını mı arıyorlar? Hâlbuki O'na döndürüleceklerdir." (Âl-i İmrân 83)

"De ki: Biz, Allâh'a, bize indirilene, İbrahim, İsmail, İshak, Yakup ve Yakup'un oğullarına indirilenlere, Musa, İsa ve (diğer) peygamberlere Rableri tarafından verilenlere iman ettik. Onları birbirinden ayırt etmeyiz. Biz ancak O'na teslim oluruz." (Âl-i İmrân 84)

"Kim, İslâm'dan başka bir din ararsa, bilsin ki, kendisinden (böyle bir din) asla kabul edilmeyecek ve o, ahret de ziyan edenlerden olacaktır." (Âl-i İmrân 85)

Peygamberlerin Şeriatlarında ki Farklılıklar

Allâh tarafından insanlığa gönderilen tek din olan İslâm, özde tevhit akidesinde bir olmakla beraber insan yaşamına dair uygulamalarında bazı küçük farklılıklar bulunmaktadır. Bu farklılıklar, bazı küçük ayrıntılarda bulunmaktadır. Örneğin, Nuh Aleyhisselâm'ın tebliğ ettiği din İslâm dinidir. İbrahim Aleyhisselâm'ın tebliğ ettiği din de İslâm dinidir. Ancak her iki tebliğin, uyguladıkları şeriatta bazı küçük farklılıkları bulunmaktadır. İbrahim Aleyhisselâm'ın tebliğ ettiği İslâm dini ile Musa Aleyhisselâm'ın tebliğ ettiği İslâm dininin uygulamalarında bazı farklılıklar bulunmaktadır. Musa Aleyhisselâm'ın tebliğ ettiği İslâm dini ile İsa Aleyhisselâm'ın tebliğ ettiği İslâm dininin uygulamalarında da bazı farklılıklar bulunmaktadır.

Peygamberlerin şeriatlarındaki farklılıkların nedeni, bir değil birkaç sebepten kaynaklanmaktadır. Bir sebebi; dünyanın sosyoekonomik ve teknolojik gelişmesine bağlı olarak, o günkü dünya şartlarıdır. Bir başka sebebi de coğrafî şartlardır. Bir diğer sebep ise; peygamberin gönderildiği kavmin özel durumudur.

Peygamberlerin şeriatlarındaki farklılıklara bakacak olursak, bir kısmının yiyecek içeceklerindeki yasak, diğer şeriatta serbest olmuştur. Bir kısmında aile ilişkileri ve evlilik usulleri farklı olmuştur. Bir kısmında miras hukuku farklı olmuştur. Farklılıklar sosyal hayatta olmuştur. Tevhitte, itikatta, imanda zerre kadar değişiklilik yoktur ve olmamıştır.

Bedenin Hayat Kaynağı Yiyecek Ve İçecekler Ruhun Hayat Kaynağı da Din (İnanç)

İnsan var olduğu günden bu yana, yerküre üzerinde varlığını sürdürebilmesi için gerekli olan temel ihtiyaçları, onun var olması için olmazsa olmazları da beraberinde yaratılmıştır. İnsanın, dünya hayatını sürdürebilmesi için başta hava, su, yiyecekler ve içecekler insan yaşamı için olmazsa olmazlardandır. Maddî plandaki bu olmazsa olmazların yanında, mânevî planda yer alan olmazsa olmaz unsur, dindir.

Din insan hayatının vazgeçemeyeceği, olmazsa olmazlarındandır. Nasıl ki bedenin, varlığını sürdürebilmesi için suya, havaya, yiyecek ve içeceklere ihtiyacı varsa, ruhun da inanmaya, bir şeye inanıp tapınmaya, ona bağlanmaya öyle ihtiyacı vardır. Nasıl ki bedenin zahirî hayat kaynağı yiyecek ve içeceklerdir. Din, inanç da ruhun hayat kaynağıdır.
Bunun içindir ki, ilk insanla başlayan insanlık tarihinin günümüze kadarki seyrine baktığımızda karşımıza binlerce değişik inanç ve din çıkmaktadır. Bu değişik din ve inançlar, insan ruhunun, din ve inanca olan zarurî ihtiyacından ortaya çıkmıştır.
Bu din ve inanç grupları, insanın fıtrî temel ihtiyacı olan inanma ihtiyacını gidermiştir. Acizlik ve çaresizlik içinde bulunan insan, bu aczi yetinden kurtulmak için sığınacağı bir yer aramış, işte o yer de inanç limanı olmuştur.
İnancın altında yatan en büyük gerçek, insanın aczi yetinden başka bir şey değildir. Acizlik içinde bulunanların, darda kalanların, hastaların tek sığınağı inançlarıdır. İşte bu inanç olmasa, insanlık olmaz, insan yaşamı devam etmez ve dünya hayatı olmaz.
Yaratıcı, kullarının kendisine karşı olan görev ve yükümlülüklerini yerine getirecekleri ilke ve prensipleri koyarken, her zamanki gibi kullarını düşünmüş ve bu taleplerin uygulanmasının kolaylaşması için "inanma arzu ve isteğini" insanın fıtratına yerleştirmiştir. Böylece insan için inanç zarurî bir ihtiyaç olmuştur.

Dünyaya gelip geçmiş insanlar içinde inancı olmayan bir tek insan yoktur. Akla şu soru gelebilir: Ateizmi benimseyenler, (hâşâ) Yaratıcıyı inkâr edenler var. Evet, Yaratıcıyı inkâr eden gruplar olmuştur. Bu inkârcılık yani ateizm de bir inançtır. Yaratıcı inancına sahip olmayan insan, fıtrattan gelen inanç ihtiyacını, inançsızlığı inanç hâline getirerek gideriyor. Bir kısmı ateşe, puta, dağa, taşa, yıldıza taparken, bir kısmı da yaratılışı reddederek, inançsızlığı kendine inanç olarak seçiyor.

Gerçeği Olmayanın Sahtesi De Olmaz

Bir tek din, bir tek inanç ve iman edilecek hakikat vardır. Her şeyin yoktan yaratıcısı olan Allâh ve O'nun kullarına gönderdiği kurtuluş reçetesi din: İslâm dini. Bu en büyük hakikatin dışında kalan bütün inanç ve dinler bâtıldır, sahtedir, uydurmadır.

"Gerçeği olmayan bir şeyin sahtesi de olmaz." sözü bir kaidedir. Evet, her ne olursa olsun, gerçeği, hakikati yoksa sahtesi de olamaz. Bir başka ifade ile her bâtıl ve sahte, netice itibarıyla bir gerçeğe ve hakikate dayanır.

Bütün sahte dinlerin ve inançların aslı, bir olan Allâh ve O'nun indinde tek din olan İslâm dinidir.< Bu sahte din ve inanç gruplarını üç maddede toplayabiliriz:

Hak din olan İslâm dininin tahrif edilmesiyle ortaya çıkan sahte dinler. Yahudilik ve Hıristiyanlık bunun en güzel iki örneğidir. Bu iki dinin aslı İslâm dinidir. Musa Aleyhisselâm'ın dini İslâm dini, ona inananlar da Müslüman’dır. Keza İsa Aleyhisselâm’ın dini de İslâm'dı, ona inananlar da Müslüman’dı. Ancak bu iki peygamberin kavimleri zaman içinde dinlerini tahrif ederek aslından uzaklaştırdılar. Aslından uzaklaşıp tahrif edilen İslâm dini, bir tarafta Yahudilik oldu, diğer taraf da Hıristiyanlık olarak ortaya çıktı.

Fıtrattan gelen inanma ihtiyacını gidermek için, insanoğlu kendi dinini kendisi meydana getirdi. Bu grup inanç sahiplerinin, bazen insanın ulaşamayacağı şeylere, bazen de kendi elleri ile yaptıkları şeylere tapındıklarını görmekteyiz. Aya, yıldıza, güneşe, göğe tapınmaları gibi. Yer cisimlerine tapanlar da olmuştur; ateşe, dağa, taşa, denize, değişik hayvanlara ve hatta şeytana. Kendi elleri ile yaptıklarına tapanlar dahi vardır. Bu grup inanç sahiplerinin en ilginç olanları, insana tapanlardır. İnsana tapanların, en açık örneği Nemrut ve Firavun'dur.

Üçüncü grup, inançsızlar grubudur. Günümüz tabiriyle ateistler. Bir başka ifade ile de yaratılışa inanmayanlar. Bu grup insanlar, ruhlarındaki fıtrattan gelen inanma ihtiyacını, inançsızlığı inanç yaparak gidermektedirler.

İlâhî Dinler, Semavî Dinler Yanılgısı

Günümüzde sıkça kullanılan ve büyük çoğunluğun inanıp söylem hâline getirdiği bir husus var ki, bilinçle ve şuurla söylendiğinde Müslüman’ın dinden çıkmasına sebep olacak türdendir. İlâhî dinler, üç ilâhî din, üç semavî din demek, Allâh tarafından gönderilen üç çeşit, üç değişik din demektir ki, bu bir noktada küfürdür.

Allâh Kur'an-ı Kerîm'de şöyle buyuruyor:
"Allâh nezdinde hak din İslâm'dır." (Âl-i İmrân, 19) Allâh kendi katında tek din olduğunu ve bu tek dinin de İslâm dini olduğunu açıkça beyan ediyor. Bu beyan karşısında, üç ilâhî dinden bahsetmenin ne anlama geleceğini akıl sahiplerine havale ediyoruz.
Müslümanların bu cümleleri kullanmaktan kaçınmaları gerekir. İslâm dininden başka bir din arayan, İslâm dininden başka bir dine meşruluk kazandırmaya çalışanlara, bakın Rabbimiz nasıl sesleniyor:
"Kim, İslâm’dan başka bir din ararsa, bilsin ki, kendisinden (böyle bir din) asla kabul edilmeyecek ve o, âhirette ziyan edenlerden olacaktır." (Âl-i İmrân, 85)

Tek gerçek ve hak din İslâm’dır. Onun dışındaki dinlerin tamamı batıldır, sahtedir, uydurmadır. Bu durum son derece açık ve nettir.

Dinler arası diyalog kavramı son derece yanlış, hatalı ve tehlikeli bir sözdür. Bu sözün perde arkasında, arka planında hangi samimi niyet, hangi haklı gerçek saklı olursa olsun, "dinler arası diyalog" kavramını meşru kılmaya gerekçe olamaz.
Yukarıda açıkladığımız üzere birkaç sebepten dolayı dinler arası diyalog olamaz.

Birinci sebep: Allâh "İslâm’dan başka din yok" buyuruyor. Allâh'ın kabul etmediği, reddettiği, sahte, uydurma dinleri, meşru kılarak, muhatap almak, İslâm dinine uygun bir hareket değildir.

İkinci sebep: Hiçbir haklı gerekçe, bir asılın, sahtesini muhatap almasını gerektirmez. Bir asıl, bir gerçek, kendisinin sahtesini muhatap aldığında kendi varlığını kendi gerçekliğini tartışma konusu yapmış olur. Bugün itibarıyla baktığımızda dinler arası diyalog çalışmalarının sonucu, bu tezimizin haklılığını ortaya çıkarmıştır.

Üçüncü sebep: Bir asıl, bir gerçek, bir hakikat, kendisinin sahtesini muhatap aldığında, sahtesine meşruluk kazandırmış olur. Tek hak din olan İslâm, bâtılı muhatap aldığında, bâtıl dinlere meşruluk kazandırmış olur. Bugün özelikle ülkemizde bu durumu yaşamaktayız.

Üç Beş Papaz Müslüman Olacak Diye Yüz Binlerce İnsan Hıristiyan Oldu

Dinler arası diyalog iki gerekçe ile yapılabilir. Bu iki gerekçenin zahirî ve bâtınî boyutları olabilir. Arka plandaki gerekçesi, Hıristiyan ve Yahudi âlemi ile yakınlık kurarak, onların Müslüman olmalarını sağlamak olabilir. Kalpleri ve niyetleri bilen Allâh'tır. Niyetlerin hâlis ve samimi olduğunu düşünerek, dinler arası diyaloga öncülük edenlere şu soruyu sormaya mecburuz: Üç beş papaz, haham Müslüman olacak diye (!) yüz binlerce Müslüman’ın İslâm dininden uzaklaşmasına zemin hazırladığınızın farkında mısınız? Muhatapları bu sorunun cevabını vermek durumundadır.
Görünüşte hangi haklı sebebe dayandırmaya çalışılırsa çalışılsın, dinler arası diyalogun haklılığını hiçbir tez ortaya koyamaz.

Rasulullah Dinler Arası Diyalog Yapmadı

Her müminin beşerî noktada tek gerçek lideri, önderi ve ışığı olan Kâinatın Efendisi bu konuda ne yaptı? Bize neyi miras bıraktı? Rasûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimizin, dinler arası diyalog noktasında hiçbir faaliyeti olmadığı gibi, bu hareketi önerecek bir söz de ondan sadır olmamıştır. Bu konuda Rasûlullah'a atfedilen ve dinler arası diyaloga zemin teşkil ettirmeye çalışılan mübarek mektuplar vardır.
Onun yazdığı mektuplar vardır. Ama bu mektuplar, bir diyalog çağrısı değil; davet mektuplarıdır. Dinler arası diyalog yerine, "dinlere tebliğ", "dinlere davet" sözleri kullanılsa ve bu sözlerin de içerikleri doldurulsa, amaç hâsıl olur. Fakat ne yazık, görünen o ki, dinler arası diyalog faaliyetlerinde Hıristiyan ve Yahudi din âlimlerinin ve dinlerinin reklam ve tanıtımları yapılarak, İslâm topraklarında onlara meşrutiyet sağlanmaktadır. Rasûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz, hayatının hiçbir döneminde böyle bir diyaloga girmiş değildir. Bırakın diyalogu, Allâh ve Rasûlu, Yahudi ve Hıristiyanları dost edinmeyi bile yasaklamıştır.

Dinler Arası Diyalogun Sonuçları

Dinler arası diyalogun sonuçları ülkemizde yaşanmaya başlamıştır. Dinler arası diyalog çalışmaları başladığı tarihlerden itibaren, ülkemizdeki misyonerlik faaliyetleri de hızlanmıştır. O gün bu gündür yapılan çalışmalar artık çok korkunç boyutlara gelmiştir. Bugün itibarıyla ülkemizde Hıristiyanlaştırılan vatan evlatlarının sayıları yüz binlerle ifade edilmektedir. Özellikle Doğu ve Güney Doğu'da son beş yıl içinde sayılarının yüz binleri aştığı ifade edilen vatan evladının Hıristiyan olduğu tespit edilmiştir. Bu çok dehşetli ve acı bir durumdur. İşte bu acı durumun meydana gelmesindeki en önemli faktör, hiç şüphesiz dinler arası diyalogdur.

Yıllardır manevî eğitim ve öğretimden mahrum kalan insanımız, dinine babadan dededen kalma bir miras misali baktığından, şuursuzca bir inanç içinde bulunuyordu. Bu şuursuzca inanç, zaman içinde sosyal ve ekonomik sorunların artmasından dolayı iyice zayıfladı. Zayıfladıkça, inanıp inanmama noktasına gelindi. İşte tam bu noktada Misyonerlik faaliyetleri ortaya çıktı. Sıkıntı ve problemleri ile uğraşan, bir arayışta olan insanlara bir yenilik ve cazibe içinde Hıristiyanlık sunulmaya başlandı. Dinler arası diyalog bu duruma zemin hazırladı. Öyle ki, ilmi olmayan, şuursuz Müslümanlar üzerinde Misyonerler, dinlerinin meşruluğu inancını oluşturdular. İnsanlar şunu demeye başladılar: "Evet, üç ilâhî din var. Mademki, dinler arası diyalog kuruluyor, mademki bu dinler de meşrudur ve onlar birbirleriyle aralarında diyalog kuruyorlar, o hâlde babamın, dedemin dininden olmama gerek yok. Bir değişiklik olsun, biraz da diğer ilâhî dinlere bağlanayım." Bu düşüncenin oluşmasının temelinde dinler arası diyalog yatmaktadır. Ülkemizin değerli ilim adamları ve bir meseleden habersiz halkımız maalesef bu tuzağa düştüler.

DİYALOG MESELESİ

Cahiliye kuşatmışlığının verdiği boşluktan yararlanarak özellikle Türkiye Müslümanlarının üzerinden çevrilmek istenen bulandırılmış, ılımlaştırılmış İslâm anlayışı tezleri zahirde devam ediyor gözükse de, hakikatte iflas etmiştir. Zaman zaman tebliğ kavramının taşıdığı masumiyet ve izzet perdeleri altına gizlenerek Yahudi ve Hıristiyanlarla manen yakın akraba olmaya çalışan diyalog mantığı müminlerin sözde barbarlığından mahcubiyet duyarak Ehl-i Kitâb’la din anlayışıyla Tevhîd dinini iliştirmeye çalıştılar. Türkiye'de 1940'lı yıllarda Kültürleri Telif Cemiyeti adı altında kurumlaşan bu mantık sabatayist eliyle beslenerek günümüze kadar geldi.

Bediuzzaman'ın antikomünist yaklaşımından mütevellid (doğan, ileri gelen, kaynaklanan) ateistlere karşı Ehl-i Kitâb’la ittifak siyasetinden istifade ederek, Tevhîdi İslâm’a karşı Ehl-i Kitâb’la ittifak siyaseti işletilmeye çalışıldı. Adına da dinler arası diyalog denilerek bu hareket geliştirildi. Ne var ki müminlere bu hareketin meşruiyeti ilmi temellerle sözde ispat edilirken edile-i şeriyyeden hiç biri kullanılmadı; sadece kitaptan delil getirildi. Ama burada da mübarek âyetler kullanılırken ne akâid, ne tefsir usulü, ne de fıkıh usulü gözetildi. Gözetilseydi zaten bu neticelerin çıkması mümkün değildi. Nasıl olsa cahiliye sistemlerince cahil bırakılmış hazır halk kitlesi din tepsisinde sunulmuş her şeyi yutmaya hazır beklemekteydi.

Diyalogun sözde İslâmcı tarafları Âl-i İmran Suresi’nin 64. âyetini delil getirerek hareketlerine meşruiyet kazandırmaya çalıştılar.

"De ki: Ey kitâb ehli! Sizinle bizim aramızda ortak olan bir kelimeye geliniz. Allâh'tan başkasına kulluk etmeyelim, O'na hiçbir şeyi eş tutmayalım ve Allâh'ı bırakıp da kimimiz kimimizi ilâhlaştırmasın. Eğer onlar yine yüz çevirirlerse, deyin ki: "Şahit olun biz Müslümanlarız". (Âl-i İmran 64)
Buradan yola çıkarak, Ehl-i Kitâb’la güya ortak kelimemiz " Allâh'tan başka ilah yoktur" da sözde ittifak sağlayacağız. Tefsir usulünde; siyak ve sibak, inzal sebebi, âyetin tefsirini varsa başka bir âyetle tefsir etme gibi esasları göz ardı ederek İsa Aleyhisselâm'ı (hâşâ) Allâh'ın oğlu kabul eden Hıristiyanlarla, Uzeyr Aleyhisselâm'ı (hâşâ) Allâh'ın oğlu kabul eden Yahudilerle sözde ortak kelimede buluşabildiğini iddia ederek İbrahim’i dinler tabelasıyla işe masumiyet yükleyenler acaba hiç akıl etmediler mi? birilerinin yukarıdaki âyetlerden sonra gelen âyetleri de bilebileceğini veya açıp okuyabileceğini.

İbrahim’i dine ait olmanın ne olduğunu yine Rabbimiz şöyle bildirir devamındaki âyetlerde:

"Ey Kitâb ehli! İbrahim hakkında niçin tartışıyorsunuz? Oysa Tevrat da, İncil de ondan sonra indirilmiştir. Siz hiç düşünmüyor musunuz? İşte siz böylesiniz. Haydi, biraz bilginiz olan şey hakkında tartıştınız, ya hiç bilginiz olmayan şey hakkında niçin tartışıyorsunuz? Allâh bilir, siz bilmezsiniz. İbrahim, ne Yahudi, ne de Hıristiyan’dı; fakat o, Allâh’ı bir tanıyan dosdoğru bir Müslüman’dı, müşriklerden de değildi. Doğrusu onların İbrahim'e en yakın olanı, ona uyanlar, şu Peygamber (Hazret-i Muhammed) ve iman edenlerdir. Allâh da müminlerin dostudur. Kitâb ehlinden bir grup sizi saptırmak istediler, hâlbuki sırf kendilerini saptırıyorlar da farkına varmıyorlar."(Âl-i İmran 65, 66, 67, 68, 69)

DİNLER ARASI DİYALOG DİN İSTİSMARI

Dinler arası diyalog veya medeniyetler buluşmasının adı değişse de hedefleri hep aynı. Projenin hedefi, papalık misyonunu gerçekleştirmek ve bütün dünyayı kiliseye bağlamaktır. Bu çalışmanın esası İslâm’ın içinden peygamberimiz Hazret-i Muhammed Mustafa’yı çıkartmaktır. Canlı Kur’ân olan Hazret-i Muhammed’i yok kabul eden bu batıl anlayışı halka hazmettirmektir. İşte bu proje adım adım uygulanmaktadır. ‘Hazret-i İbrahim’de buluşalım’ diye başlayan bu düşünce, gide gide peygamberimizi yok kabul etme noktasına kadar gitti. Daha sonra, sıra geldi Kuran’ı yorumlayarak istedikleri şekle sokmaya. Böylece menfaatleri neyi gerektiriyorsa, İslâm dini adına onu yaptıracaklar.
Afrikalı bir devlet adamının ifadesini hatırlayın: “Batılılar Afrika’ya geldiklerinde onların elinde İncil vardı, bizim ayaklarımızın altında topraklarımız. Gözümüzü kapattırdılar. Gözümüzü açtığımızda ise elimizde İncil vardı, onların ayaklarının altında ise bizim topraklarımız.” Batılıların din anlayışını en iyi özetleyen kıssalardan birisi budur. Bu örnekte de olduğu gibi dinler arası diyalog çalışmalarıyla hedeflenen işte bu sonuçtur.

Müslüman olmanın temel esası Allâh’ın birliğine ve peygamberimiz Hazret-i Muhammed’in Allâh’ın kulu ve rasulü olduğuna iman etmektir. Bu olmazsa olmaz kuraldır. Ve diğer bütün kurallar bu kuralın içindedir. İslamiyyet’te Hazret-i Muhammed’e inanıldığı gibi, Hazret-i İsa ve Hazret-i Musa dâhil geçmiş bütün peygamberlere iman edilir. Oysa Hıristiyanlıkta ve Yahudilikte, Allâh’ın birliğine inanılmaz. Peygamberimiz ise peygamber olarak kabul edilmez. Buna rağmen dinler arası diyalog çalışmalarında sanki aynı Allâh’a inanılıyor intibaı verilerek, iki yüzlülük yapılmaktadır. Sanki aradaki ayrılık sebebi sadece peygamberimiz gibi gösteriliyor. Buradaki niyetleri İslâm’ı tahrip edebilmektir. Hemen peşinen belirtmek gerekir ki buna güçleri yetmeyecektir. “Kur’ân’ı indiren Allâh, aynı zamanda onu koruyacaktır.” Burada esas olan dünyevi ve uhrevi olarak kazanmak veya kaybetmektir. Allâh’ın vahyettiği, Peygamberimiz, Ashâbı Kiram’ın yaşadığı şekilde inanmak ve yaşamak İslâm’ın gereğidir. Bunun haricinde bir yaklaşım din olmaktan çıkar ve felsefeye dönüşür. Din diye de pazarlandığı zaman, bu dini tahrip etmek demektir.

Can, bir bünyede ne ise iman da İslâm da odur. İmana ait konuların masa başında pazarlık konusu yapılması dini din olmaktan çıkartıp bir felsefe haline getirmek demektir.

Diyalogcular ezan üzerinde bir proje yürütüyorlar. Diyalogcuların geldiği nokta, Ezan-ı Muhammediyye’den peygamberimizi çıkartmak oldu. Belçika-Türk Dostluk ve Diyalog Derneği (Beltüd) ve Belçika Entegrasyon Derneği Foyer tarafından Saint-Jan de Doper Kilisesi’nde diyalogcular ‘Muhammeden Rasulullah’ kısmını çıkartarak ezan okudular.
Bunun sebebi ne olabilir?
Bunun sebeplerinden birisi Müslümanların tepkisini ölçmektir. Peygambersiz din anlayışında geldikleri seviye acaba halk tarafından ne kadar hazmedilmiş bunu anlamak içindir. Zamanlama da çok anlamlıdır. Medeniyetler ittifakını da dikkate alacak olursak şımaran bir güruhun meydan okurcasına peygamberimizi yok sayan bir uygulamasıdır bu aynı zamanda.
Bütün bu faaliyetlerin Müslüman ülkelere karşı değişik isimlerle işgalin yoğunlaştığı günlere denk gelmesi de bir tesadüf değildir. Dinler arası diyalog çalışmalarının neticesinin ne anlama geldiğini Endülüs Emevî Devleti’nin acı akıbetinde görmemiz mümkündür. Toplumun inanç esaslarını bozdular sonra da bu çalışmaya alet olanlar dâhil hepsini katlettiler. İşte aynı oyun, bugün nerede Müslüman varsa orada oynanmaktadır. Gelinen nokta bir kırılma noktasıdır. Milletin dinine sahip çıkması gerekir...

Ilımlı İslam ve Diyalog&Hoşgörü Tehlikesi

Başta ülkemiz olmak üzere tüm dünya müslümanlarına oynanan sinsi bir oyun .. Ilımlı islam ve DİYALOG .. Ilımlı İslam ve Diyalog,Müslümanları Hristiyanlaştırma çabasının bir ürünü olmakla beraber,Kur’an’dan ayetler ile birlikte birçok delil ile reddiyelerimizi sitemize bulabilirsiniz.Aşağıdaki konulara göz atmak ve bu konuları herkese anlatıp yaymak,her müslümanın üstüne bir vazifedir.Çünkü bu,ciddi bir tehlikedir.

ALLAH Katında Hak Din Ancak İslam’dır(1)


Üç Büyük Tehlike
BİSMİLLÂHİRRAHMANİRRAHİM
……………………………………………………
“Dinler Arası Diyalog ve Hoşgörü” Sloganı Adı Altında ; “Yahudiler ve Hristiyanlar da Allah ve Ahiret Gününe İnandıkları Takdirde Cennete Girebilirler” Sözünü söyleyen ve savunan İlahiyatçılara ve Hoca’lara Reddiye : ALLAH KATINDA HAK DİN ANCAK İSLAM’DIR !
……………………………………………..
Mevlâ Te’alâ , hak dînin ancak İslâm olduğunu beyan sadedinde : “Şüphesiz ki Allâh nezdinde o (gerçek ve makbul) din ancak İslâm’dır.” (Ali İmrân Suresi : 19) buyurmuştur.

Mevlâ Te’alâ : “O (kafir ola)nlar (İslâm’dan yüz çevirip de,) Allâh’ın dîninden başkasını mı arıyorlar ? Oysa göklerde ve yerde bulunan (tüm yaratık)lar(dan kimi,)isteyerek ve istemeyerek(de olsa) ancak Kendisi(nin hükmü)ne teslim olmuştur.” (Alî İmrân Suresi : 83) kavl-i şerifinde de Allâh’ın dîninin İslâm olduğunu bildirmiştir.

Âlemlerin Rabbi Olan Allâhımız,diğer bir âyet-i kerîmesinde de : “Her kim dîn olarak İslâm’dan başkasını ararsa,asla kendisinden (bu yanlış dîni de diyâneti de) kabul edilmeyecektir. Üstelik o,âhirette hüsrâna düşenlerdendir.” (Alî İmrân : 85) buyurmuştur. Yine Böylece ; “Babanız İbrâhim’in milletine (ve dînine)sarılın!O (Allâh-u Te’âlâ) bu(Kur’â)ndan önce (gönderilen Tevrât,İncîl gibi kütüb-ü semâviyede)de,size Müslümanlar ismini takmıştır.” (Hac Sûresi : 78) buyurmaktadır.

İşte Allâh-u Te’alâ bütün bu âyet-i kerîmelerinde hak dînin ancak İslâm olduğunu ve insanla içinde İslâmdan başka din arayanlar bulunduğunu beyan ederek,bize İslâm’ın ne olduğunu öğretmiştir.

Hâsıl-ı Kelâm,bir âlim Kur’ân-ı Kerîm’de bu mânâ hakkındaki âyet-i kerimeleri araştıracak olsa,bu delillerden ciltler dolusu toplaması mümkündür.Artık bu mesele Ehli İslâm arasında kat’iyyet kazanmıştır.

Bütün insanlar mümin sayılacak olsaydı,dîne dâvet etmekle emrolunduğunuz,cizye ödeyinceye kadar kendileriyle cihat etmekle memur kılındığımız,o cehennemle tehtit olunan kâfir kimselerdir.

Bu hususta daha nice şerî hüküm saymak mümkündür,zaten bütün dinler doğru kabul edildiği takdirde,peygamberlerin gönderilmesine ve kitapların indirilmesine ne gerek vardır ?
Bu kadar açık deliller karşısında bir takım İlâhiyat proflarının hâlâ bu fikirlerinde ısrar ederek din ve Kur’ân hakkında tahrife kalkışmalarının kâfirlik sayılmayıp,galat ve hata olarak kabul edilmesi mümkün değildir.Bunun dinle oynamaktan ve zındıklıktan başka bir şey olmadığı aşikârdır.

Allâh-u Te’alâ onlara adâletiyle muâmele eylesin,bizi de böyle vartalara düşmekten muhâfaza eylesin.Âmîn.

[ Müslümanlara Karşı 3 Büyük Tehlike | " Yahudi ve Hristiyanlar Cennete Giremez " .. "Yahudi ve Hristiyanlar Cennete Girecek Diyenler de Cennete Giremez." Tarafından ; "Yahudi ve Hristiyanlar Cennete Girecek Diyenler Cennete Giremez." Kitabından Yazılmıştır.]

BİSMİLLÂHİRRAHMANİRRAHİM ….

Bugün “İbrâhimi Dinler” kavramı adı altında “Dinler Arası Diyalog” Faaliyeti yürütülmekte.Bu yazımızda ; “İbrahimi Dinler” kavramının İslâm ile bağdaşmadığını ve İnkâr’a sürüklediğini delilleriyle okuyacaksınız … …………..Allâh’u Tealâ Kur’ân-ı Kerim’de İbrahim (Aleyhisselam)ın dininin sadece İslâm olduğunu müteaddid defalar açıklamıştır.

Nitekim : “İbrahim ne (Yahudilerin dediği gibi) bir Yahudi,ne de (Hristiyanların dediği gibi) bir Hristiyan değildir ! Velâkin o(yanlış inançlardan uzak,Hakk’ın tevhidine inanmış ve itaatine boyun eğmiş) bir hanîf ve bir Müslüman’dı.O,(Sizin gibi,Uzeyr’i ve İsa’yı Allâh’a ortak koşan) müşriklerden de değildi.” (Al-i İmrân Suresi : 67) buyurmuştur.

Yine böylece Mevlâ Tealâ ; “O (Yahudi ve Hristiya)nlar(dan her bir fırka,sadece kendi dinlerini doğru sayarak) : “Yahudiler yahut Hristiyanlar olun ki,hidayete eresiniz !” dediler. (Habibim!) De ki : “Doğrusu,(biz sizin uydurma dinlerinize uymayız,bilakis bâtılı bırakıp hakka yönelmiş) bir hanîf olan İbrâhim’in milletine (ve dinine uyarız)! O,(hiçbir zaman) müşriklerden olmamıştır!” (Bakara Suresi : 135) buyurmuş,bu âyet-i kerîmenin öncesinde de : “Ey Rabbimiz ! O (zürriyetimizden Mekke’de kala)nlar içerisinde ; Senin âyetlerini üzerlerine sürekli okuyacak,onlara o Kitab’ı ve hikmeti (Kur’ân’ı Kerîm’i ve Sünnet’i) öğretecek ve (böylece) kendilerini (şirk ve isyan gibi pisliklerden) tertemiz edecek bir Rasûlü kendi aralarından gönder.! Şüphesiz (mağlup edilemeyecek bir güce sahip olan) Azîz de (yaptığı işi son derece yerinde ve sağlam yapan) Hakîm de Sensin Ancak sen ! Kendisi (ve yaratıcısı olan Allâh’a kulluk yapması gerektiğini) bilmez olmuş kimseden başka,İbrâhîm’in (dininden ve) milletinden kim yüz çevirebilir ? Andolsun ki ; elbette Biz onu dünyâda kesinlikle (dostluk makamına) seçmişizdir.Şüphesiz ki o,âhiret de elbette (yüksek makam sahibi olan) salih (nebî)lerdendir. Hani Rabbi ona : ‘(Evvelce bulunduğun İslâm üzere sabit ol ve bütün emirlerine tam mânâsıyla) teslim ol !’ buyurmuştu da,o : ‘Ben âlemlerin Rabbine teslim oldum !’ demişti.”(Bakara Suresi : 129-131) âyet-i kerimeleriyle İbrâhim (Aleyhisselâm)ın milletini açıklamış,akabinde de İbrâhîm oğlu Ya’kub (Aleyhisselam)ın,oğulllarına İslâm’ı vasiyet ettiğini bildirmek üzere ; “İbrâhim’de oğullarına o (İslâm yolu)nu vasiyet etmişti,(torunu) Ya’kub da ! (Her ikisi de) ‘Ey oğullarım ! Şüphesiz Allâh sizin için bu (İslâm) dîni(ni) seçmiştir.O halde siz ancak Müslümanlar olarak ölün !’ (Demişlerdi)” (Bakara Suresi : 132) buyurmuştur. Kur’ân-ı Kerîm’in bunca sarih beyanına rağmen hala Yahudiliği ve Hristiyanlığı İbrâhim (Aleyhisselam)a mal etmek için :”İbrâhimi dinler” gibi tabirini kullanmak hiç şüphesiz ki Allâh-u Te’alâ’yı yalancı çıkarmak ve hakkı batılla karıştırmak başka bir mânâ taşımaz. Aynı şekilde “Semâvi dinler” ve “İlâhi dinler” gibi tabirler de Allâh-u Te’âlâ’ya büyük bir iftira içermektedir.Çünkü Allâh’u Te’alâ kendi katında muteber olan tek dinin İslâm olduğunu ve büyün peygamberlerin Müslüman olduğunu beyan etmişken,Yahudilik ve Hristiyanlık gibi muharref dinlere : “Gökten inen” mânâsına gelen “Semâvi” tabirini kullanmak ve “Allâh’a âit” anlamını taşıyan “İlâhi” vasfını yakıştırmak gerçekten de semâvi ve İlâhi tüm vahiyleri inkâr etmek anlamına gelir.

BİSMİLLÂHİRRAHNANİRRAHİM

Sonsuz hamd-u senalar Alemlerin Rabbi Olan Allah’a olsun.Sonsuz salât’lar da Alemlere Rahmet Olarak yaratılan Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) e olsun.
“Yahudiler ve Hristiyanlar ; Peygamberimize (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) inanırlar ise Cennete Girebilirler.(Kendi dinlerinde kalsalar bile)” sözünü söyleyen ve savunan zihniyete Allah’ın hidayet vermesini diliyoruz.Bu yazıda “Peygambere İnanmanın”,Yahudi ve Hristiyanları cennete sokmaya yetmediğini okuyacaksınız..
………………………………
Yahudi ve Hristiyanların cennete gireceklerini savunanlar büyük tenkitlere maruz kalınca,çağdaş diye tanımladıkları tefsirlerinde bir yorum değişikliği yaparak : “Biz : ‘Bütün peygamberlere inanmak şart değildir’ demek istemedik,inanmak şartsa da uymak şart değildir.Dolayısıyla Muhammed (Aleyhisselam)ın peygamber olduğuna inanmayan bir Yahudi ve Hristiyan cennete giremeyecekse de,onun hak peygamber olduğuna inanmakla beraber ona uymayıp kendi dîninde kalanlar cennete girebilirler.” demişler ve böylece bir bataklıktan kurtulalım derken daha büyük uçuruma düşmüşlerdir.Çünkü Mevlâ Te’alâ : “Rahmetim (dünyâda mümin-kafir dahil) her şeyi kaplamıştır.Yakında (âhirette) Ben onu özellikle o kimseler için yaz(ıp ayır)acağım ki onlar (kâfirlik ve günahlardan) hakkıyla sakınmaktadırlar,zekâtı vermektedirler ve yine o kimseler ki kendileri (indirdiğimiz kitaplardaki tüm) âyetlerimize inanmaktadırlar ! O kimseler ki,yanlarındaki Terât ve İncîl’de kendisin(n açıktarifini) yazılı olarak buldukları o Rasûl’e,o (okuma yazma bilmeyen,ancak İlâhî talimle eğitilmiş olan Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) namımdaki Ümmî Nebî’ye hakkıyla uymaktadırlar.” [Araf Suresi : 56-57] buyurmaktadır.

Görüldüğü gibi ; bu âyet-i kerîmelerinde Mevlâ Te’alâ rahmetini ve cennetini,âyetlerine inanan ve âhir zaman peygamberine uyanlara tahsis etmişdir ve sadece inanmak şartıyla yetinmeyip uymayı da şart koşmuştur.Nitekim âyet-i kerîmenin sonunda : “Artık o kimseler ki ona inanmışlardır,ona (saygı ve) tazimde bulunmuşlardır,(davetini ulaştırma yolunda) kendisine yardım etmişlerdir ve indirilmiş olan o (Kur’ân) nur(un)a onunla birlikte hakkıyla uymuşlardır ; işte sana ! (Dünyâda ve âhirette umduklarına kavuşup,korktuklarından kurtularak) felâh bulanların ta kendileri ancak onlardır !” (A’râf Sûresi : 57) buyurarak,kurtuluş için peygambere inanmakla yetinmeyip,ona uymayı da şart koşmuş,bununla da iktifâ etmeyip Kur’ân’a uymayı da şart koşmuştur.Yine böyleceMevlâ Te’alâ :

“(Habîbim ! Seninle diğer peygamberler arasında farkı açıklama üzere tüm kullara) De ki : “Ey insanlar ! Şüphesiz ki ben,O Allâh’ın sizin hepinize (döndermiş olduğu) elçisiyim ki,göklerin ve yerin (saltanat ve) mülkü sadece Kendisine aittir,O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur,O diriltir ve öldürür.! O halde Allâh’a da,o Nebiyy-i Ümmî olan Rasûlüne de îmân edin ki,o da Allâh’a ve (hem kendisine,hem de diğer peygamberlere indirmiş olduğu) kelimelerin(in tümün)e inanmaktadır.

Bir de (kuru bir tasdikle yetinmeyip,dînini yaşamakla yükümlü olduğunuzu kabullenerek) ona hakkıyla tabî olun,tâ ki siz (hakka ve hakikate) dihâyet bulabilesiniz.!” (A’râf Sûresi : 158)
Bu ve bir önceki âyet-i kerîmelerden açıkça anlaşıldığı üzere ; hidâyet ve felâha erişebilmek ve neticesinde cennete girmek için,sadece Allâh’a ve âhirete inanmak gibi şartlar yeterli olmadığı gibi,Rasûlullah (Salallahü Aleyhi ve Sellem)e inanmak,ona saygı göstermek,destek çıkmak,getirdiğidine ve kitaba hakkıyla uymak gibi şartlar da öne sürülmüştür.

Demek oluyor ki ; Rasûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)in dînini inkâr eden Yahudi ve Hristiyanlar cennete giremeyecektir.Beyzâvî ve Âlûsî gibi muteber tefsirlerin beyanı vechile ; bu âyet-i kerîmede hidâyetin,Rasûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)e îman ve ittibâ şartlarına bağlanmış olmasu şunu açıkça ortaya koymaktadır ki,ittibâsız sade bir imân hidâyet kazandırmamaktadır.Hidâyetin olmadığı yerde ise dalâlet kaçınılmazdır.

Demek ki bir insan Rasûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)in doğruluğunu tasdik etse,fakat onun şeriatının hükümlerini uygulamayı üzerine borç bilip ona tâbi olmasa,o dalâlet vâdilerinde bocalamakta olup,hidâyet ve felâh (kurtuluş) ehlinden değildir.(Beyzâvi Âlûsî,İlgili ayet-i kerime)

Müfessirlerin (tefsir yapanların) bu beyanları gerçekten yerli yerincedir.Nitekim İslâm dışındaki tüm dinlerden ve inançlardan uzaklaşıp,Kur’ân’ı Kerîme tâbi olunmadan mücerred bir îmanla yani sadece : “Muhammed Allah’ın elçisidir,doğru bir insandır,dîni de doğrudur.” demek kurtuluş için yeterli olsaydı,o zaman Ebû Tâkib’in kurtulmuş olması lazım gelirdir.Çünkü O Ölümünden önce ; “Gerçekten ben şunu iyice bildim ki Muhammed’in dîni,din olma açısından yaratıkların sahip olduğu tüm dinlerin en hayırlısıdır.” (İbn-i Hacer,el-isâbe 7/236) demiştir.Fakat tenkit olunmaktan ve “Ölüm korkusuyla din değiştirdi” denilerek aleyhine konuşulmasından çekindiği için İslâm’a girmeyi kabullenemedi.Bu yüzden de cennete giremedi.Ancak cehennemde ehven bir azap ile cezalandırılacağı beyan edildi.

Nitekim Abbâs İbni Abdilmuttalip (Radıyallahu Anh) : “Ya Rasûlallâh ! Ebû Talib’e hiçbir fayda sağlayabildin mi ? Çünkü o seni himaye ediyordu ve senin için (düşmanlarına) kızıyordu.” diye sorduğunde Rasûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) : “Evet ! O,cehennemin azabı en hafif olan yerindedir,eğer ben olmasaydım (benim için yaptığı bu gayret olmasaydı),elbette o,cehennemin en aşağı tabakasında olurdu”. (Buhâri,Edeb : 115) buyurarak,Amcası Ebu Talib’in,onu himaye etmesi,ona yardım etmesi,dinini ve kendini doğrulamasına rağmen cehennem ehlinden olduğunu söylemiştir.

Bu sahih rivâyetten de açıkça anlaşıldığı üzere ; peygamberin doğruluğuna ve İslâm’ın hayırlı oluşuna inanmak,hatta peygamberin dönemine kavuşup ona fiilî destekde bulunmak bile insanın cennete girmesini temin etmez.

Hal böyle iken sadece Rasûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hakkında : “Hazret-i Muhammed’de de göksel ilham vardır.” demekle bir Hristiyanın cennete girebileceği nasıl iddia edilebilir !?

Demek ki yanlış fikirli bazı ilâhiyatçıların iddia ettiği gibi ; Bakara Sûresi : 62 ve Maide Suresi : 69.âyet-i kerîmelerinde : “Sadece Allah’a ve ahiret gününe iman şartıyla cennete girecekleri” beyan edilen Yahudi ve Hristiyanlardan maksat ; İslâm’ı kabullenmeyen günümüzdeki Ehl-i Kitap olmayıp,kendi peygamberleri göneminde hak olan dinlere tabi olan Ehl-i Kitap’dır.

Ilımlı İslam, İslam ülkelerinde radikal İslami hareketlerle ilişkili istikrarsızlık ve bunun getireceği siyasi sonuçların, Amerikan ve Batı karşıtlığı hareketlerine, güvenlik zaafiyetlerine ve olası menfaat kayıplarına sebep olmasının önüne geçmek için ABD düşünce kuruluşlarında geliştirilen modernist, protestan İslam yorumu.[1][2][3][4]
Amerika Birleşik Devletleri'nndeki düşünce kuruluşları Ortadoğu'ya komünizm tehdidine karşı öne sürdükleri ve köktendinci islamcıları destekledikleri Yeşil Kuşak Projesi'ni revize ederek yerine ılımlı islamın desteklenmesi fikrini geliştirdiler. Buna göre ılımlı İslamcı grupların İslam coğrafyasında desteklenmesinin gerekliliği öne sürüldü.

Konu başlıkları



1 RAND raporu
1.1 Rand raporu planı

2 Görüşler
3 Dipnotlar
4 Dış bağlantılar


RAND raporu

ABD'deki düşünce kuruluşlarından olan kar amacı gütmeyen Rand Düşünce Kuruluşunun, Milli Güvenlik Araştırmaları Dairesinin 2003 yılında yayınladığı Uygar ve demokratik İslam, partnerler, kaynaklar ve stratejiler isimli araştırmasına göre çağdaş İslam, değerleri, kimliği ve dünyadaki yeri ile ilgili dahili ve harici çatışmaların sürdüğü istikrarsız bir vaziyettedir. Rapora göre bu çatışmanın getirdiği ciddi bir maliyet vardır ve bu çatışma dünyanın geri kalanınına iktisadi, toplumsal, siyasi ve güvenlik açısından tesir etmektedir. ABD ve diğer sanayileşmiş memleketler ve tabi ki milletlerarası toplum, sistemin geri kalanı ile uyumlu, ekonomik olarak güvenilir, siyasi olarak istikrarlı ve milletlerarası kurallara ve normlara riayet eden bir İslam dünyasını tercih eder.

Bu rapora göre Arap milliyetçiliği, Arap sosyalizmi gibi sonuçsuz kalmış girişimlerin doğurduğu öfkenin de tesiriyle ayrışma ve çatışma hızlanmıştır. İslam dünyasında dört faklı görüş birbiriyle çatışma halindedir. Raporun saydığı çatışma halindeki farklı görüşler, köktendinciler, gelenekçiler, modernistler ve laikler olarak sıralanır.

Köktendinciler Demokratik değerleri ve çağdaş Batı kültürünü reddeden köktendinciler. Kendi aşırıcı bakış açısılarına göre İslam hukukunu ve faziletlerini uygulayacak otoriter, bağnaz bir devlet isterler. Bu gayeye ulaşmak için teknolojiyi ve yenilikleri kullanmayı arzularlar.

Gelenekçiler Muhafazakar bir toplumdan yana olan gelenekçiler. Değişim, yenilik ve moderliğe kuşku ile bakarlar.

Modernistler Modernciler (modernistler) İslam dünyasının, küresel modernliğin bir parçası olmasını arzularlar. Çağa ayak uyduracak şekilde İslamda reforma gidilmesini ve modernleştirilmesini isterler.

Laikçiler (seküleristler) Sekülerciler (laikçiler) İslam dünyasının, devlet ve dinin, Batılı demokrasilerde kilise ve devletin ayrı olması gibi ayrılmasını, dinin kişinin kendi mahrem hayatı olmasını kabul etmesini isterler.

Bu gruplar, siyasi ve şahsi hürriyetler, eğitim, kadın hakları, kadının toplumdaki yeri, ceza hukuku, değişim ve reformların yasalaşması ve Batıya karşı tutum gibi birçok zaruri tartışma konularında devamlı bir ihtilaf içinde farklı görüşlere sahiptirler. Köktendinciler Batıya ve ABD'ye karşı düşmanca tavır sergilerler. Gelenekçiler daha ılımlı tavır sergilerler ancak yer yer köktendincilere yakın dururlar. Modernist ve sekülaristler, değerler ve davranışlarda Batıya en yakın olanlardır ancak toplumda örgütlenme, etkinlik ve finans olarak diğerleri kadar etkin değildirler. Sekülerler geniş ideolojik eğilimleri yanında toplumdaki İslamcılara karşı kendilerini kabul ettirebilme güçleri olmamaları sebebiyle kabul edilebilir müttefikler değildirler.
Rapora göre ılımlı islamın demokratik unsurları köktendinci islamcıların otoriteryen ve baskıcı yanlarını karşılamaya yeterli değildir. Burda görev modernist İslamcılara düşmektedir. Batı ve Amerika İslam ülkelerinde daha sağlam bir demokrasinin, uluslararası dünya düzeninin çağdaş batı değerlerinin yerleşmesi için İslami unsurlar içinde hangisini destekleyeceği, hangilerini himaye edeceği ve kendisine potansiyel müttefik seçeceğini bu rapor irdelemiştir.

Rand raporu planı

Rapor karışık dört aşamalı bir eylem planı öngörmekte ve tavsiye etmektedir. Önce modernistleri destekle

Modernistlerin çalışmalarını subvanse edilmiş maliyetlerle yayınla.
Gençlik için kamuoyuna açık sunumlar ve konferansları cesaretlendir.
İslami eğitim müfredatında onların görüşlerini duyur.
Onlara bir kamuoyu platformu sağla
Onların dini yorumlar ile ilgili fikirlerini ve yargılarını web siteleri, okullar, enstitüler gibi fikir yayma araçları ile gelenekçi ve köktencilerinkine rakip olarak ortaya koymalarına imkân sağla.
Asi fikirler arayışındaki İslami gençliğe, seküler ve modernist karşıkültürleri seçenek olarak ortaya koy.
İslam önceki ve İslami olmayan kültürlerinden haberdarlıklarını ilgili ülkenin medyasında ve eğitim kurumlarında öne çıkar.
Bağımsız sivil orgnizasyonların gelişimini destekle ve sıradan vatandaşların kendilerini politik süreçte eğitmeleri ve görüşlerini söyleyebilmeleri alanları yarat.


Gelenekçileri köktencilere karşı destekle

Köktenci aşırılıklarını ve şiddetini eleştiren gelenekçileri kamuoyu önüne getir. Gelenekçi ve köktencilerin anlaşmazlıklarını teşvik et.
Gelenekçiler ve köktenciler arasındaki ittifakların önüne geç
Modernistlere yakın görüşten gelenekçilerin modernistler ile ortak hareket etmelerini destekle
Uygun oldukça gelenekçileri köktenciler ile münakaşalarında daha iyi olabilmeleri için eğit ve donat. Köktenciler hitabette genellikle çok üstündürler buna karşın gelenekçiler dini eğitimlerini ailede alırlar ve meramını anlatmada zayıftırlar.
Gelenekçi enstitü ve kurumlarda modernistlerin profillerini ve varlıklarını arttır.
Gelenekçilerin değişik bölümleri arasında ayrımcılık yap. Modernist görüşlere yakın olan olan Hanefi mezhebi okulu gibilerini diğerlerine karşı cesaretlendir. Vahabî kaynaklı kuralların otoritesini zayıflatmak maksadıyla onların dini fikirlerini yaymalarını destekle. Bu iş fonlama ile ilintilidir: Vahabi parası muhafazakar Hanbeli mezhebini destekler. Bu ayrıca bilgi ile alakalıdır: Müslüman dünyanın daha geniş çekingen kısmı İslami hukunun yorumundan ve ileri uygulamalarından bihaberdir.
Sufiliğin kabulünü ve popülerliğini teşvik et.


Köktencilere karşı koy

İslamı yorumlamalarına itiraz et ve tutarsızlıklarını açığa vur.
İllegal grup ve eylemler ile ilişkilerini ortaya koy.
Şiddet eylemlerinin neticelerini kamuoyuna duyur.
Cemaatlerinin ve bölgelerinin olumlu gelişimi için yönetme yetersizliklerini göster.
Bu mesajları özellikle genç insanlara, takva ehli gelenekçilere, batıdaki Müslüman azınlığa ve kadınlara ver.
Köktenci aşırıların ve teröristlerin başarılı şiddet eylemlerine saygı duyulmasına ve sempati beslenmesine engel ol. Onları kötülük sever kahramanlar olarak değil, rahatsız edici, alçak ve ödlek olarak lanse et.
Köktendinciler ve teröristlerin gayri ahlakiliklerini, riyakârlıklarını ve yolsuzluklarını araştırmaları için gazetecileri yüreklendir.
Köktenciler arasındaki bölünmeleri destekle.


Laikçileri seçici destekle

Köktendincilerin ortak düşman olarak tanınmasını destekle, laikçilerin Milliyetçi ve sol ideolojik platformlarda ABD karşıtı gruplar ile ittifak yapmalarına mani ol.
İslamda da devlet ve dinin ayrı tutulabileceğini bunun inanca zarar vermeyeceği aksine onu güçlendireceği fikrini destekle.


Görüşler

Rand düşünce kuruluşunun danışmanı ve CIA eski yakın ve güney Asya bölgesi istihbarat şefi Graham Fuller Siyasi İslam'ın Geleceği isimli kitabında[5] Dinlerarası Diyaloğun Türkiye'deki en güçlü aktivistlerinden, liberal ve reformist İslamcı olduğunu yazdığı Fethullah Gülen'in ve Nurculuğun desteklenmesini savunmuştur. Rand Düşünce Kuruluşu'nun raporunda[3] da Almanya merkezli Kaplancılar tehlikeli köktendinci bir akım olarak tanıtılırken Fethullah Gülen ılımlı İslam'ın en önemli liderlerinden biri olarak tanıtılmıştır.[6]

Dipnotlar

^ Kongar, Emre. "Emre Kongar'ın Resmi Internet Sitesi" (html). Erişim tarihi: 12 Ocak.Alıntı:Tam bu noktada, ABD'nin radikal siyasal İslam'a karşı bir silah olarak kullanacağı Türkiye, karşı taraftan daha az tepki çekecek bir kimliğe kavuşturulmak istendi ve içerdeki siyasal oluşumların da desteğiyle, ortaya Ilımlı İslam modeli çıktı.
^ Taşgetiren, Ahmet. "Ilımlı İslam kavgası" (html). Aksiyon (dergi). Erişim tarihi: 12 Ocak.Alıntı:“Ilımlı İslam teorisi” Soğuk Savaş sonrasında, Amerika’nın (genelde tüm Batı dünyasının, hatta Rusya’nın) İslam coğrafyasında sömürgeciliğe karşı İslam’la siyasi bilinci, yer yer de fiili mücadeleyi senkronize eden ve “Radikal İslam, Siyasal İslam, Fundamentalist İslam” gibi tanımlamalarla ifade edilen oluşumlara karşı geliştirmek istediği bir ‘İslam formülü’dür.
^ a b Civil and democratic İslam, partners, resources and strategies, Cheryl Benard, RAND National Security Research Division, 2003
^ Altuğ GÜNAL. "Büyük Ortadoğu Projesi ve Türkiye" (Türkçe). Ege Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü. Erişim tarihi: 3 Ekim 2009. "“Ilımlı İslam Ülkesi” tanımlamasına Genelkurmay sert tepki verdi. (Radikal Gazetesi, 20-3-2004) Buna ilaveten Nisan 2004 ayında Washington’da yapılan Amerikan Türk Konseyi toplantısında bir konuşma yapan Büyükelçi Loğoğlu’nun “Türkiye bir İslam devleti değil, laik bir ülkedir”şeklindeki sert uyarısı üzerine, ABD yetkilileri bu tanımlamadan ve buna dayalı “model ülke”söyleminden vazgeçiyor; bunun yerine ne anlama geldiği pek belli olmayan 160 “demokratik ortak” ifadesini kullanmaya başlıyorlardı. Bunların ardından Başbakan Erdoğan da ABD ziyaretinde katıldığı “Ortadoğu” panelinde ABD kongre üyesi Jane Hormon'un “Ilımlı İslam”ifadesine, ılımlı-ılımsız İslam olamayacağı gerekçesiyle tepki gösteriyordu. (Radikal-çevrimiçi / Ekonomi / ‘Rakamları siyasiler doğrulasın’ 335)"
^ The Future of Political Islam, Graham Fuller (İngilizce)
^ Altuğ Günal age, Alıntı:Konu İslam olunca, ünlü strateji ve İslam uzmanı Graham Fuller’in de BOP’a katkısından söz etmek gerekir. 1980’li yıllarda CIA’nın “Yakın ve Güney Asya Bölgesi Milli İstihbarat Şefi” görevini yürüten ve halen RAND kuruluşu araştırmacı yazarlarından olan Fuller, RAND Raporu’nun ardından çıkardığı “Siyasal İslam’ın Geleceği” adlı kitapta; Amerikan dış politikasının en önemli hedeflerinden birinin özünde İslamcı fakat aynı zamanda liberal bir İslami reformu teşvik etmek, bu amaçla da Nurcuların -özellikle Fethullah Gülen’indesteklenmesi gerektiğini ileri sürmektedir. Fuller; Türkiye’deki 236 okulu, yurtdışında 280 okulu, 200 dolayında dini vakfı ve 211 ticari şirketi ile Gülen’in BOP’un kapsama alanında etkili olabilecek liberal bir İslamcı hareket olduğu görüşündedir.(9) (Füller, 1993: 20-36)


Dış bağlantılar


Türkiye ılımlı İslam değil laik model, Sabah, 21 Nisan 2005
Hürriyet, 16 Mart 2003, Oktay Ekşi, Eseriniz ortada...
World Affairs Florida Paul Henze konuşmacı biyografisi
Yaşar Nuri Öztürk, Habertürk, "Ilımlı İslam" İslam'dan çıkışın dinidir
Yaşar Nuri Öztürk, Emperyalizmin ılımlı İslam üzerinden oynadığı oyun, Hüriyet
Hakimiyet-i Milliye internet sitesi, Ilımlı İslam’ın İsveç versiyonu', Ali Haydar Nergis
Muazzez İlmiye Çığ, Ilımlı İslam ve Laiklik
Mete Çubukçu, Birgün, Ilımlı İslam, muhafazakâr demokrat vs., 5 Eylül 2007


Dini Sorular ve Cevaplar

MollaCami.Com