Bölümler | Kategoriler | Konular | Üye Girişi | İletişim
AB olmuyor, Şanghay Beşlisine girelim!
(Şanghay Beşlisi olarak anılan ve Çin, Rusya, Kazakistan, Kırgızistan ve Tacikistanâın katılımıyla kurulan işbirliği örgütünün üye sayısı, daha sonra Özbekistanâın da girmesiyle altıya çıktı. Örgüt, üyelerinin güvenlik, ekonomi ve kültür alanlarında işbirliği yapmalarını öngörüyor.)
Başbakan daha önce de benzer bir âlâtifeâyi, 3 Kasım 2002 seçiminden sonra kendisini Washingtonâa davet eden eski ABD Başkanı Bushâa yapmış, âAB olmazsa bizi NAFTAâya alınâ demişti. (NAFTA, Amerikaânın, sınır komşuları Meksika ve Kanada ile kurduğu ticarî ortaklık.)
NAFTA olmayınca Şanghay Beşlisi veya Altılısına mı ibreyi çeviriyor Başbakan? Peki, yarım asır önce adaylık başvurusu yapıp sonraki süreçte bu müracaatımızı yenilediğimiz, 1999âdan beri resmen adayı olduğumuz ve 2005âten bu yana da üyelik müzakerelerini sürdürdüğümüz AB varken diğer birliklere yönelmenin anlamı ne?
NAFTA dünyanın öbür ucunda, okyanus ötesinde ABDânin patronajıyla çalışan bir örgüt.
Şanghay Beşlisi de, bir anlamda NAFTAânın Asya versiyonu. Lokomotif ülkeleri ise Rusya ve Çin. Diğerleri daha ziyade dolgu malzemesi gibi.
(Kazakistan, Kırgızistan ve Özbekistanâla Türk zirveleri ve ECO; Tacikistanâla yine ECO kapsamında özel ilişkilerimiz vardı, ama son dönemde bunlar önemli ölçüde tavsadı ve zayıfladı. Rusya ve diğer üye ülkelerle Karadeniz Ekonomik İşbirliği Örgütü çerçevesindeki ilişkilerimiz de öyle.)
Peki, Türkiyeânin Şanghay Beşlisinde işi ne?
Bir de beş Güney Amerika ülkesinin (Brezilya, Arjantin, Uruguay, Paraguay ve Şili) kurduğu MERCOSUR var ki, o da dünya ticaretinde NAFTA ve ABâden sonra üçüncü sırada geliyor.
Ama nedense Erdoğan şimdiye kadar oraya da dahil olma isteğini âlâtife konusuâ yapmadı.
Ve onca emek verdiğimiz AB üyelik sürecimiz yerinde sayıyor. Başbakan ise hükümetin süreci boşladığı eleştirilerine sert çıkıyor; âŞu anda bizde bütün fasılların hepsi hazırâ diyor ve AB ile ilgili bakanlığın çok güzel çalıştığını savunuyor.
Süreci tıkayanın AB tarafı olduğunu söylüyor.
Konuyla ilgili hemen herkesin defaatle vurguladığı, bizim de birçok kez yazdığımız gibi, elbette ki AB içinden kaynaklanan ciddî engeller gözardı edilemez. Bilhassa Sarkozy Fransaâsı ile Merkel Almanyaâsının olumsuz tavrı ciddî bir handikap.
Bakalım, seçimde Sarkozyâyi ekarte eden Hollande döneminde Fransa tavrını değiştirecek mi?
Ve Sarkozy gibi âgidiciâ görünen Merkelâden sonra Almanya nasıl bir politika takip edecek?
Bu arada, dönem başkanlığının Rumlara geçtiği ve bir ayını geride bıraktığımız altı aylık zaman zarfında Ankaraânın süreci tek taraflı olarak dondurup askıya alması, üyelik hedefine giden yolun biraz daha uzamasını netice veriyor.
Gerçi tam üyelik hedefini A planı olarak niteleyip, olmadığı takdirde B planının hazır olduğunu ve bu plana geçtiğini çoktan deklare etmiş olan hükümet için bu gecikmenin önemi yok.
Çünkü yerli yersiz tekrarlanan âBoşlamadık, herşeyimizle hazırızâ söylemlerine rağmen, her geçen gün daha iyi görülüyor ve anlaşılıyor ki, AKP hükümetinin artık Türkiyeâyi AB üyeliğine taşımak gibi bir hedefi yok. AKP için o iş bitti.
Ki, bunu Başbakanın eski basın danışmanı Ahmet Tezcan, görevi bıraktıktan sonraki beyanlarından birinde âErdoğan başlangıçta AB için istekliydi, ama sonra hevesini kaybettiâ şeklinde özetleyebileceğimiz sözleriyle ifade etmişti.
Dikkat çeken ilginç bir nokta da, ABâden iyice soğuduğu görülen Erdoğanâın alternatif olarak NAFTA ve Şanghay Beşlisi gibi ortaklıkları telâffuz ederken, İslâm birliği veya Erbakanâın D-8âi gibi şıkları hiç ağzına almaması. Acaba niye?
Kazım GÜLEÇYÜZ
53paylasim icin tesekkurler