Bölümler | Kategoriler | Konular | Üye Girişi | İletişim


Osmanlı'yı yakan Mondros Ateşkesi


Yakın Tarih Yazıları...

Kardeş Sultanların vefâtı


Garip bir tevâfuk eseri olarak, aynı zamanda kardeş olan 34. ve 35. Osmanlı Padişahı Sultan Abdülhamid ile Sultan Mehmed Reşad, 1918 yılı içinde peşpeşe vefat ettiler.

Daha da hazin olanı, vefat etmeden önce, altı asırlık koca Osmanlı Devletinin dört yıldır devam eden Birici Cihan Harbinde mağlup düştüğünü, dolayısıyla tükeniş sürecine girdiğini görme bahtsızlığını yaşamış olmalarıydı.
Önce, on yıldır mahpus durumdaki büyük kardeş vefat etti.

Büyük kardeş, otuz üç yıl (1876–1909) müddetle padişahlık yapan Sultan II. Abdülhamid, mecburî ikamete mahkûm edildiği Beylerbeyi Sarayında 10 Şubat günü vefat ederek Hakk'ın rahmetine kavuştu.

Vefatının hemen ertesi günü (11 Şubat 1918) Topkapı Sarayına getirilen cenazesi, büyük bir askerî merasim ve halktan mahşerî bir kalabalık eşliğinde, Divanyolu'nda bulunan dedesi Sultan II. Mahmud'un medfun bulunduğu türbeye defnedildi.
Cenaze merasiminde, kardeşi Sultan Reşad ile Başkumandan Enver Paşa da hazır bulundu.
Sultan II. Abdülhamid, 1876'da tahta geçmişti, ne gariptir ki vefât ettiğinde 76 yaşındaydı.

Sultan Reşad'ın vefatı

Osmanlı padişahları arasında en bahtsız ve talihsiz olanların başında gelen Sultan Reşad, yakalandığı şeker hastalığından kurtulamayarak 3 Temmuz 1918'de 74 yaşında iken vefat etti.

Onun büyük bahtsızlığı ve şanssızlığı, 600 yıllık devletin içte ve dışta, üstelik hemen her kademede yıkılışa doğru gittiğine yakînen şahit olmasında yatıyor: Amcası Sultan Abdülaziz, onun gözleri önünde devrilip (1876) katledildi. Büyük kardeşi Sultan II. Abdülhamid'in tahta geçmesinin ardından, her ihtimale karşı kontrol altında tutularak bir nevi hapis hayatı yaşamak mecburiyetinde bırakıldı.

Bu çileli hayat, tam 33 yıl devam etti. 1909'da ağabeyi komitacılar tarafından devrildi ve kendisi tahta çıkarıldı. Komitacı İttihatçıların gölgesinde kaldı ve adeta onların kuklası durumuna düştü.

Tam bir zaaf ve acziyeti ifadesi olan bu vaziyet bir yana, 1911'den itibaren yaşanan zincirleme savaşlara şahit oldu: Trablusgarp (Libya) Savaşı, Ege'de İtalyan Harbi, Birinci ve İkinci Balkan Harbi, son olarak da Birinci Dünya Harbi, hep onun devr–i saltanatında vukua geldi. Üstelik, bu harplerin tamamı büyük kayıp ve mağlubiyetlerle neticelendi.

Devletin ve milletin içine sürüklenmiş olduğu bu fecî vaziyet, ona ağır geliyor ve onu mânen yıpratıyordu.

Hemen bütün cephelerde ağır mağlubiyetlerin yaşandığı Birinci Dünya Savaşının sonlarına doğru, yakalanmış oldu şeker hastalığı iyiden iyiye ilerlemeye başlayan Sultan Mehmed Reşat, 3 Temmuz 1918'de vefat etti. Yerine ise, başka türlü talihsizliklere şahitlik edecek olan Sultan Vahdeddin getirildi.

Mondros Mütarekesi

Limni Adasının Mondros sâhilinde bir araya gelen Osmanlı ve İtilâf Devletleri temsilcileri, Birinci Dünya Savaşını sona erdiren ateşkes (mütareke) antlaşmasına 30 Ekim 1918'de imza attılar.
Bu antlaşma, Osmanlı hükümetinin sonunu getirmekle kalmadı, aynı zamanda ülke topraklarının yarıdan fazlasının işgal edilmesini de netice verdi.

Aynı zaman zarfında Anadolu ve Rumeli'nin hemen her tarafında kurulmaya başlayan Müdafaa–i Hukuk Cemiyetleri, mütareke şartlarını kabul etmeyerek ülkenin bağımsızlığı için bilfiil harekete geçti.

Kısa sürede yaşanan mühim hadiseler

Dört yıl evvel başlayan Dünya Harbi, Eylül 1918'e gelindiğinde, bu savaşın Osmanlı ve müttefikleri açısından bir mağlûbiyet olduğu kesinlik kazandı.

Bunun üzerine, mağlûbiyeti kabul eden ülkelerden Bulgaristan 29 Eylülde, Almanya ise 4 Ekim'de ABD'ye başvurarak barış için arabuluculuk yapması teklifinde bulundu.

Bu durumda Osmanlı Devletinin de eli kolu bağlanmış oldu. Üstelik, ülkenin hemen her tarafında topyekûn işgal girişimleri başlamış durumdaydı. Yani, şartlar alabildiğine zorlaşmıştı.

İşte, bu ağır şartlar altında kalan Osmanlı da, 5 Ekimde ABD Başkanı Wilson'a başvurarak barış girişiminde bulunmasını istedi.
Bu arada, İttihatçı Talat Paşa kabinesi istifâ etmek zorunda kaldı. (8 Ekim) Onun yerine 14 Ekim'de İzzet Paşa geldi, yeni bir hükümet kuruldu.

İşte, Mondros Mütarekesini imzalayan da bu yeni hükümetin temsilcileriydi.

Ateşkes şartları işgalin kılıfı oldu

İki taraf arasında 30 Ekim günü imzalanan yirmi beş maddelik antlaşma metni, Osmanlı hükümetini her yönüyle pasif ve etkisiz bir hâle getirildi.

İşte, esaret şartlarına benzeyen o fecî antlaşmanın birkaç maddesi:

1) Boğazlar açılacak. Güvenliği sağlamak için de, İstanbul ve Çanakkale Boğazı Osmanlı'nın değil, İtilâf Devletlerinin kontrolü altında tutulacak.

2) Osmanlı sınırındaki bütün mayın alanları temizlenecek, gerekirse bu konuda yardım istenecek.

3) Asker sayısı azaltılacak, komutanların çoğu terhis edilecek ve bunların teçhizatı da İtilâf Devletlerine teslim edilecek.

4) Osmanlı donanmasına bağlı büyük gemiler silâhtan arındırılarak denetim altında tutulacak ve bu gemiler limanlardan dışarı çıkmayacak.

5) İtilâf Devletleri, bir direnişle karşılaşmaları halinde, silâhla müdahale etme, hatta işgal girişiminde bulunma hakkına sahip olacak.

6) Osmanlı hükümetinin bütün haberleşme işlemleri İtilâf Devletlerince denetlenecek.

7) Kuzey Afrika ve Arabistan'da bakiyesi kalmış olan Osmanlı orduları, İtilâf kuvvetlerine teslim edilecek.

İngilizler, Anadolu'yu kıskaca alıyor

İstanbul'daki işgal politikalarını sertleştiren İngilizler, Anadolu'nun muhtelif bölgelerine asker çıkararak diğer şehirleri de işgale başladı.
İngilizleri Fransızlar ve İtalyanlar takip etti.

Fransızlar, 8 Mart 1919 günü Zonguldak ve Ereğli'yi işgal ederken, İngilizler de Antep'te bildiri dağıtarak halkın elinde bulunan bütün silâhların teslim edilmesini istedi.
İngilizler, bir gün sonra ise Samsun'a 200 kadar asker çıkardı. Şehri işgal eden bu askeri birliğin bir bölümü Merzifon'a doğru harekete geçti.

Bölgedeki Müslüman ahalinin galeyana gelmesine yol açan bu durum, özellikle Merzifon'daki Rum ve Ermeni kesim tarafından sevinç gösterileri ile karşılandı.

* * *
Anadolu'daki işgal hareketinin başını, İngiliz birlikleri çekiyordu. Tıpkı İstanbul'da olduğu gibi...

İşgal güçleri, bu yaptıklarını 30 Ekim 1918'de imzalanan Mondros Mütarekesi şartlarına bağlıyordu.

Oysa, o antlaşmanın metinleri arasında herhangi bir yeri "işgal etme" maddesi yoktu. Sadece "güvenliği sağlama" gerekçesi vardı.
Zaten, yapılan işgallere de bu gerekçenin kılıfı geçiriliyordu.


M. Latif SALİHOĞLU


Yakın Tarih

MollaCami.Com