Bölümler | Kategoriler | Konular | Üye Girişi | İletişim


Yakın tarihimiz bilinsin!

Bazıları memnun olmasa da, ‘yakın tarih’in tartışılması devam ediyor ve edecek. İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Tarih Ana Bilim Dalı Başkanı Mehmet Ö. Alkan’ın değerlendirmelerinin bir kısmı da bu şekilde yorumlanabilir.


Neşe Düzel’in sorularını cevaplandıran Alkan’ın, Taraf gazetesinde 3 gün süren (14-16 Kasım 2011) uzun röportajında söyledikleri milletimizin yakın tarih konusunda yanıltıldığını apaçık gösteriyor. Alkan, verdiği cevaplarda, her ne kadar Mustafa Kemal’e ‘diktatör’ denilmesini istemese de anlattıklarını başka şekilde yorumlamak pek de mümkün görünmüyor.

Üstad Bediüzzaman Said Nursî hakkında sarf ettiği sözleri ise talihsizlik. Doç. Dr. Mehmet Ö. Alkan, “Meselâ bugün Atatürk’e diktatördü ya da değildi demek prim yaparken, diğer taraftan Said Nursî’yi kutsamak da pirim yapıyor aynı anda... / Said Nursî’yle ilgili birçok şeye de dokunmak kolay değil. Onu ancak övebilirsiniz” demek suretiyle çarpık bir kıyaslama yapmış. Kanunla korunan bir şahıs hakkında konuşmak ya da yazmak ile, hayatını gençliğin imanını kurtarmaya adayan bir İslâm âlimi hakkında konuşmak kıyaslanabilir mi? Hakaret etmediği sürece, Said Nursî hakkında ‘eleştirel’ yaklaşan kim ‘mahkûm’ oldu? Yersiz eleştirilere itiraz edilmesi fikir hürriyetinin de bir gereği değil mi?

Doç. Dr. Mehmet Ö. Alkan’ın 3 gün süreyle yayınlanan röportajından bazı cevapları özetleyerek aktarmak istiyoruz. Bu tartışmalar gösteriyor ki, yakın tarihin bilinmeyen pek çok noktası var ve bu bilinmezlik Türkiye’yi idare edenlerin kasıtlı bir tercihi... Gerçeklerin ortaya çıkması temennisiyle, röportajdan özetlemeye çalıştığımız tesbitleri aktarıyoruz:

* Sadece 31 Mart’ı hatırlıyoruz çünkü resmî ideolojinin bizim neyi hatırlamayıp neyi hatırlamamızı istemesiyle ilgili bir konu bu... (...) 31 Mart önemli! Böyle öğrendik çünkü. Bir de şu var. Bizim bugün tartıştığımız hiçbir sorun aslında yeni de değil. 19. yüzyıldan beri süren sorunlar ve tartışmalar bütün bunlar.

* Türkiye’de kabaca ikili siyasî bir yapı var ve bu yapı 19. yüzyıldan beri devam ediyor. Bir tarafta merkeziyetçi ve devletçi kesim var. Diğer tarafta da ademimerkeziyetçiler ve daha liberaller var. Merkeziyetçi kesim ise cumhuriyeti vurguluyor ve ülkeyi, atanmışların seçilmişlerden daha iyi yöneteceğini söylüyor. Bunlar, birlik, bütünlük, tek kimlik ve katı bir laiklikten yana duruyor. Ademimerkeziyetçiler ise demokrasi üzerine daha çok duruyor. Etnik kimlik yerine çoklu kimliği önemli görüyor, dinin kamusal alanda daha görünür olmasından yana duruyor ve liberal ekonomiyi öne çıkarıyor.

* İkinci Meşrûtiyet’le İttihat Terakki öne çıktı ve onun içindeki askerî kanat partiye hâkim olmaya başladı. Özellikle 31 Mart olayından sonra asker-sivil ilişkisinde askerler lehine bir sayfa açıldı. (...) Diğer bir deyişle, 19. yüzyıldan beri süregelen iki siyasî hat, daha Cumhuriyet’in başında ortaya çıkıyor. Bir tarafta daha cumhuriyetçiler, merkeziyetçiler ve dinin kamusal hayatın dışına itilmesini isteyenler...

* Aslında Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın 1925’te İstiklâl Mahkemesi tarafından kapatılma gerekçesi bu ülkede 2000’li yıllara dek süren parti kapatma gerekçesinin hemen hemen aynısıdır. Terakkiperver’in programında, “Bu parti dine hürmetkârdır” diye yazıyor. Bu ifade dolayısıyla parti, dini siyasete âlet etmekle suçlanıyor ve kapatılıyor.

* Aynı şekilde 31 Mart Olayı’nda Derviş Vahdeti’nin partisi için de aynı gerekçe kullanılıyor. O da bölücülük ve dinin siyasete âlet edilmesi gerekçesiyle kapatılıyor. Anlayacağınız, Türkiye’nin yakın tarihinde kurumlar ve siyasi aktörler değişiyor ama tartışmalar hep aynı kalıyor. Meselâ 1930’da Serbest Cumhuriyet Fırkası kuruluyor. Onun da kendini feshetme gerekçesi aynı.

* Meselâ Cumhuriyet’te 1925’e dek okullarda okutulan tarih kitaplarına bakın. Kâzım Karabekir Paşa müthiş biridir, Doğu kahramanıdır, Ermenistan fatihidir. 1925’ten sonra ise tarih kitaplarında yoktur. Karabekir, Rauf Orbay ve Refet Bele’nin isimleri tarihten silinirken; M. Kemal, İnönü ve Fevzi Çakmak’ın isimleri öne çıkar.

* (Soru: Cumhuriyet tarihimiz hakkında hâlâ çok fazla bilmediğimiz var mı?) Var. Atatürk hakkında bile var. Örneğin Atatürk’ün ismini Kemal’den Kamal’a değiştirdiğinin farkında değiliz. Atatürk ismini Kemal’ken Kamal yapıyor. Bize tek bir harf değişiyormuş gibi geliyor ama harf değişmesinin ötesinde bir tavır bu. Kemal’i Arapça bir isim olarak düşünüyor ve 1935’in Ocak ayı başında nüfus kâğıdında ismini Türkçe ordu, ‘kale’ manasına gelen Kamal olarak değiştiriyor. Böylece Kemalizm Kamalizm oluyor. Hiç kuşkunuz olmasın, Atatürk devletçiydi! Tarihe biraz daha soğukkanlı bakmalıyız.

* Zaten 1925’te Takrir-i Sükûn kanunu çıkarıldıktan sonra muhalefete de izin verilmedi. Tek Parti rejimi kurumlaştı. Önce, Kâzım Karabekir, Rauf Orbay, Adnan Adıvar, Halide Edip Adıvar gibi siyasî muhalefet tasfiye edildi. Kürt ve sosyalist muhalefet etkisizleştirildi. Sonra da toplumsal muhalefet bitirildi.


Faruk ÇAKIR


Yakın Tarih

MollaCami.Com