Bölümler | Kategoriler | Konular | Üye Girişi | İletişim


Türk diplomasi tarihine geçen restler...

Erdoğan'ın Davos olay olan resti hepimizin milli gururunu okşadı. Peki, diplomasi tarihimizde buna benzer çıkışlar var mı?

*Şehzade Yusuf İzzettin, 1910'da VII. Edward'ın cenaze töreninde, hangi devlet başkanının arkasından yürümek istemedi?

*İsmet Paşa Lozan'da oturacağı koltuğun diğerlerinden küçük olduğunu görünce ne yaptı?

*II. Dünya Savaşı'nın ilk yıllarında Ruslar, Dışişleri Bakanımız Şükrü Saracoğlu'yla nasıl boğuştu?

*Büyükelçi Orhan Eralp, BM toplantısında Kıbrıs Rum Kesimi'ne nasıl seslendi?

SARACOĞLU'NUN MOLOTOV VE STALIN'LE İMTİHANI

1 Eylül günü Alman ordularının Polonya'ya girmesiyle II. Dünya Savaşı fiilen başladı. 3 Eylül'de İngiltere ve Fransa, Almanya'ya savaş ilan etti. Büyük savaş tüm Avrupa'yı sarmaya başlamıştı. Sovyet Rusya, Almanlar ile bir saldırmazlık paktı imzalamıştı. Tam olarak hangi tarafta olduğu belli değildi ama en azından Almanların şimdilik karşısında olmayacağı belliydi. Peki Türkiye bu durumda Sovyetler'le ne yapacaktı? Müzakere hazırlıklarına başlandı. Zaten 9 Temmuz'da Moskova'ya bildirilen projede Karadeniz ve Boğazlar bölgesinde savaşı doğurabilecek bir saldırı karşısında Türkiye ve Sovyetler Birliği'nin fiilen işbirliği yapacağını öngörüyorlardı. Ayrıca imzalanacak bir Türk-Sovyet antlaşmasına İngiliz-Fransız çekincesi konacaktı.

Bütün bu gelişmeler üzerine 15 Eylül'de Dışişleri Bakanı Şükrü Saracoğlu, Moskova'ya davet edildi. İki gün süren gemi yolculuğunun ardından Sovyet Rusya'nın liman kenti Odessa'ya gece yarısı vardılar. Limanda birkaç alt düzey memur tarafından karşılandılar. Bu durum can sıkıcıydı ama asıl karşılamanın Moskova'da yapılacağı söylenerek durum Sovyet yetkililerce telafi edilmeye çalışıldı.

Spiridonova adındaki konukevinde ağırlandılar. Yabancı misafirlerin ağırlandığı bu bina eski yapı olmasına karşın zamanında birçok ünlü misafiri konuk etmişti. Üç günü aşan yol tüm heyeti fazlasıyla yormuştu. Odalarına çekildiler.
Saracoğlu da üstünü değiştirip yatağa uzandı ama bırakın uyumayı, düzgün bir şekilde yatmak bile mümkün değildi. Kamburu çıkmış yatağın içinde toplanan pamuklar eni konu tepecikler oluşturmuştu. Saracoğlu burada uyunmaz diyerek odadan çıkıp Feridun Cemal'in odasının kapısını çaldı.

Bir yandan da söyleniyordu:
- İlk andan itibaren bizi bıktırmaya bezdirmeye çalışıyorlar. Benim yatağın halini bir görsen.
- Efendim benimki de iyi değil. Ama isterseniz siz bu odaya buyurun.
- Hayır ben şuradaki koltukta kıvrılıp uyumaya çalışacağım. Eğer uyuyamazsam bakarız bir çaresine.
Ruslar psikolojik savaşı başlatmışlardı.

***

Ertesi gün ikili görüşmelere geçildi.
Sovyet Hariciye Komiseri Molotov toplantı sırasında aniden Saracoğlu'nun önüne bir kağıt uzattı. Saracoğlu kağıdı eline almadan 'Nedir bu' diye sordu. Molotov, Montreux Anlaşması'ndaki bazı maddelerin tadiline ilişkin bir düzenleme olduğunu söyledi. Türkiye'nin Montreux anlaşmasıyla kazandığı hakları Ruslar'la paylaşmasını öngörüyorlardı. Saracoğlu böyle bir düzenlemeyi konuşmanın gereksiz olduğunu belirterek kağıdı eline dahi almadı:
- Böyle bir teklifi kabul etmemiz mümkün değildir.
Molotov, Saracoğlu'nun kararlı tutumu karşısında biraz şaşırsa da hamlesini sürdürdü:
- Bu kararınızı Ankara'ya sormadan mı vereceksiniz?
- Evet. Ankara'ya sormaya gerek yoktur. Yetkim bunu burada reddetmeye yeterlidir!
Artık her şey Stalin'le yapılacak görüşmeye kalmıştı.

***

Ertesi sabah Molotov'la yapılacak görüşme ani bir kararla ertelendi. Molotov Alman Hariciye Vekili Ribbentrop'u kabul edeceğini söyleyerek Saracoğlu'ndan özür diledi. Ve görüşmelerini bir gün sonraya ertelemeyi teklif etti. Alman
Dışişleri Bakanı'nın bu ani ziyaretinin bir sebebi de Türkiye'nin bir gün önce Türk-Fransız-İngiliz ortak metnini paraf ettiğinin duyulmasıydı. Gerçi anlaşmaya son şekli verilmemiş ve askeri stratejik birçok konu henüz boşlukta bırakılmıştı ama yine de Türkiye, Dışişleri Bakanı'na yapılan Sovyet teklifine bu parafla karşılık vermeyi planlamıştı.
Tam bir satranç maçı onanıyordu.

Saracoğlu, Alman Dışişleri Bakanı'nın gelişini ve kendi programlarının ertelendiğini duyduğunda öfkeden çılgına dönmüştü:
- Ne yaptıklarını sanıyor bunlar! Çocuk oyuncağı mı bu!
Öfkeyle kaldıkları konukevinin salonunda bir aşağı bir yukarı turlamaya başladı.
'Yoo anladım. Bunların niyeti bizi bıktırmak, sinirlerimizi altüst etmek. Ama öyle yağma yok. Direneceğiz! Hemen Paşa'yla konuşmamız lazım' diyerek Moskova Elçiliği'ne doğru harekete geçti. İsmet Paşa ile yapılan şifreli telsiz konuşmasında durumu olduğu gibi anlattı. Paşa durumun nezaketsiz bir davranış olduğunu anladığını ancak her ne olursa olsun beklemek gerektiğini söyledi.

Saracoğlu da bunu tahmin etmişti zaten. Mecburen bekleyeceklerdi.

Ruslar, resmi temas olmayacak bu günde Türk heyetine bir program hazırlamayı da ihmal etmediler. Sovyet Hariciyesi'nde protokol şef yardımcısı olan Pontikov, Türk heyetine mihmandarlık yapacaktı. İlk günün programında önce bir tarım sergisi vardı. Sovyetler'de üretilen tarım ürünleri ve hayvancılıkla ilgili ayrıntılı bilgi verildi. Akşam ise Bolşoy Balesi'nde yer ayrılmıştı. Gönülsüz olarak baleye gittiler. Ancak akılları Rus-Alman görüşmesindeydi.
Asıl can sıkıcı haber ertesi gün ortaya çıktı. Sovyet-Alman anlaşması imzalanmıştı. Anlaşmada her iki ülkenin de birbirine gerek askeri gerekse ekonomik destek olacağı ve barışı sağlamak üzere ortak hareket edecekleri yazılıydı.
Herkes hem yanındakine hem de karşısındaki ülkeye durmadan mesaj veriyordu.

Rusların Türk heyetiyle yeniden görüşmek üzere verdikleri randevu tarihi 1 Ekim oldu. Bu kez görüşmelerde Devlet Başkanı Jozef Stalin de olacaktı. Akşam saatlerinde Kremlin Sarayı'nda yerini alan Türk heyetinde heyecan yüksekti. Bu kez kartların daha açık olacağı bir görüşme bekleniyordu ancak yine de zorlu geçeceği muhakkaktı.

Molotov ilk günkü görüşmelerde cebinde taşıdığı notu görüşmelerin başında yeniden masaya taşıdı. Boğazlarla ilgili taleplerini yineliyordu. Ayrıca Sovyetler Birliği'nin Bulgaristan ve Romanya'dan toprak talepleri konusunda Türkiye'nin tarafsız kalması isteniyordu.

Tabii bunları dile getiren Sovyet Hariciye Komiseri Molotov'du. Stalin iyi polisi oynuyordu. Bütün taleplerini Hariciye Komiseri'ne söyletiyor, kendisi de iyimser ve yumuşak bir hava yaratmaya çalışarak denge yaratmaya çabalıyordu.
Stalin, Molotov'un yeniden masaya taşıdığı notu aldı, ilk defa görüyor gibi baştan sona okudu, yüzünü buruşturdu ve 'Bu çok kötü yazılmış, bunu geri çekiyorum' dedi. Türk tarafında tedbirli bir iyimserlik havası belirse de ilerleme henüz sağlanamamıştı. Stalin üçlü ittifakta yer alan Sovyet çekincesinin daha kalın çizgilerle belirtilmesini ve Türkiye'nin her ne koşulda olursa olsun Sovyetler'le savaşmamasını istiyordu. Ayrıca Romanya ve Yunanistan'a yapılacak saldırılarda Müttefiklerle beraber savaşa girme ilkesinin gözden geçirilmesini istiyordu.

Aslına bakılacak olursa Stalin'in talepleri çok ağır değildi. Ancak bu karar için Fransa ve İngiltere'ye de danışılması gerekliydi. Saracoğlu olumlu bir sonuç çıkmayabileceğini söylese de Stalin 'Deneyelim' dedi.
Saracoğlu kabul etti.

Durum Ankara'ya bildirilecek ve elçiler vasıtasıyla Müttefik ülkelerin görüşleri alınacaktı. Yorucu gün böylelikle sona ermiş, 5.5 saatin sonunda Ankara'da merakla bekleyen İnönü'ye görüşmelerin raporu sunulduktan ve gelinen nokta aktarıldıktan sonra 'havayı' özetleyen bir cümle iletilmişti:

'Bugünkü temaslara görüşmeden ziyade boğuşma adı verilebilir!'
Saracoğlu'nun bu telgrafı aslında çok şeyi özetliyordu. Akşam kaldıkları
konukevine dönerken Feridun Cemal'e mırıldandı:
- Şu Rusların başı bir sıkışsa!.. Yemin ederim kalkıp zeybek oynayacağım.

İsterseniz Rum İmparatorluğu deyin
ORHAN Eralp deneyimli bir büyükelçimizdi. Milli mücadele kahramanlarımızdan Kazım Özalp'in yeğeniydi, ne yazık ki dramatik bir intiharla yaşamına son verdi. Ama Eralp'i asıl unutulmaz kılan Birleşmiş Milletler'de yaptığı ünlü konuşmaydı. Kıbrıs Rumlarının 'Neden bizi tanımıyorsunuz? 150 BM üyesi ülke tanıdı' yollu sataşmalarına verdiği cevap hiç unutulmadı: 'Kıbrıs sorunu bir cebir denklemidir. Bu denklemin 'x'i de Türkiye'dir. Tüm dünya sizi tanısa bile Türkiye sizi tanımadıkça bu denklem çözülemez. Şimdi kendinize isterseniz 'Kıbrıs Rum imparatorluğu' bile diyebilirsiniz!'

Bulgar Kralı'nın arkasında yürümem!
VELİAHT Yusuf İzzeddin Efendi, 1910'da VII. Edward'ın cenaze töreninde Osmanlı İmparatorluğu'nu temsil etmişti. Protokolce hazırlanan programa göre kendisinin Bulgar Kralı'nın arkasından yürüyeceğini gören Veliaht Yusuf İzzettin Efendi, 'Ben burada Osmanlı İmparatorluğu'nu temsil ediyorum. Katiyen Bulgar Kralı'nın arkasından yürümem' diye dayatmıştı. Durum İngilizleri telaşa düşürmüş, fakat ısrar karşısında Veliahtı Bulgar Kralı'nın önüne almaktan başka çare bulamamışlardı.

İsmet Paşa'dan koltuk salvosu
LOZAN Barış Konferansı'nın ilk günü, toplantı Mont Benon Gazinosu'nda yapılacaktı. Türk delegasyonunu temsilen salona gelen İsmet İnönü, karşılaştığı manzaraya hemen tepkisini gösterdi. Salonda kendisine öteki heyet başkanlarına göre daha küçük bir koltuk ayrıldığını gördü. Nedenini sordu. Aynı boyutta bir başka koltuk bulunmadığı yanıtını aldı. 'O takdirde bulunduğu zaman toplantıya girerim' dedi. Odasına çekildi. İnönü'nün bu ilginç tepkisi etkili oldu. Çok geçmeden Lord Curzon'unki gibi aynı boyutta bir koltuk bulunup yerine konuldu.

Tarihimizde bir ilk olmadığı görülsün. Ona göre alkışlansın hani ::)

Daha yakın tarihte de Mesut Yılmaz'ın benzeri bir tersleme yaptığını öğrendim, hem de dış işleri bakanıyken.

Güzel paylaşım için teşekkürler Efe kardeşim...

önemli değil vazifemiz....


Tarihimizde bir ilk olmadığı görülsün. Ona göre alkışlansın hani ::)

Daha yakın tarihte de Mesut Yılmaz'ın benzeri bir tersleme yaptığını öğrendim, hem de dış işleri bakanıyken.

Güzel paylaşım için teşekkürler Efe kardeşim...



Rize Bağımsız Milletvekili Yılmaz, geçen ay AP`deki Yeşiller Grubu`nun düzenlediği toplantıda Lagendijk`a Müslüman ülkelerde daha saldırgan bir laikliğin olması gerektiğini söyleyerek, `Çünkü İslam daha saldırgan ve elini kaptırırsan kolunu ister.` demiş. Star Gazetesi`ne konuşan Joost Lagendijk, söz konusu toplantıda Yılmaz ile Türkiye ve laiklik üzerine tartıştıklarını anlattı. Lagendik, Yılmaz`ın, `Müslüman ve Hıristiyan ülkelerdeki laiklik farklı. Hıristiyan ülkelerde saldırgan laiklik konusunda haklı olabilirsiniz; ama biz Müslüman ülkelerde yaşayanlar laiklik konusunda daha saldırgan olmalıyız, çünkü İslam din olarak daha saldırgan.` yorumunda bulunduğunu belirtti.

14.07.2008; Zaman


Mesut Yilmaz'in terslemelerinden bir tanesi.
Islam dinini saldirgan olarak niteleyen birinin terslemesi, ancak kendi ahiretini terslemekten baska ne ise yarar.


Türk Tarihi

MollaCami.Com