Bölümler | Kategoriler | Konular | Üye Girişi | İletişim


TASAVVUF VE MANEVIYYAT

Tasavvuf

Tasavvuf bir ilimdir. Hem de başlıbaşına bir ilim...


Tasavvuf, kalbin ve nefsin iyi ve kötü hallerini bilip, kötü hallerden temizlenmeyi ve iyi hallere bezenip Allahü Telâyı yakın olmayı öğretir.

Tasavvufun hedefi insandır ve insanı islahtır. Bu sebeple, tasavvufun insana nasıl baktığını bilmek lazımdır:
İnsanın iki cephesi vardır.
1- Maddi vücut
2- Manevi vücut.
Maddi vücut herkes tarafından bilinen ve görülen vücuttrur. Manevi vücut ise gözle görülmez. Kur'an-ı kerimde ve hadis-i şeriflerde isimleri geçen, Kalb, ruh, Akıl, Nefs gibi unsurlar hep manevi vücudun azalarıdır.

İnsanın maddi vücudunun yaşaması için yemeye, içmeye, teneffüs etmeye ihtiyacı olduğu gibi, manevi vücudun da gıdaya ihtiyacı vardır. Manevi vücudun gıdası ise nurdur. Nur, Allahü Teâla Hazretlerinden gelir. Peygamber ve onun varisi Mürşid-i kamil denilen büyük velilerin manevi kalblerinden dağıtılır. Manevi vücut ancak, bu nuru aldığı takdirde sıhhatli yaşayabilir. Nur alamayan manevi vücut önce hastalanır, sonra da ölür. Bu manevi ölümdür. Bu duurmdaki insan, yaşayan ölü gibidir.



"Celalim hakkı için cin ve insandan bir çoğunu Cehennem için yarattık. Onların öyle Kalbleri vardır: anlamaz, öyle gözleri vardır ki, görmez, öyle kulakları vardır ki, işitmez. Dikkat edin onlar, hayvanlar gibidir. hatta ondan daha şaşkındırlar. İşte bunlar hep o gafiller..." (Araf -7/179) ayeti kerimesi gibi bu gibi manen ölü kimseleri tarif eder.

Cenâbı Hak, Kur'an-ı Kerimin; 191 yerinde "manevi kalb"den, 49 yerinde "nur"dan, 59 yerinde "akıl"dan, 9 yerinde de "ruh"tan ve pek çok yerinde de "nefs"ten bahseder. Tasavvuf, işte bu: kalb, ruh, akıl ve nefs gibi manevi unsurlarla alakalıdır.

Tasavvufun hedefi, insanın manevi vücudunu, manevi ölüm ve manevi hastalıklardan korumak, dünya ve ahirette insanı manen, huzurlu ve sihhatli yaşatmaktır.

Tasavvuf ilmine göre insnın manevi vücudunda iki zıt varlık vardır. Bunlardan biri Ruh, diğeri de Nefstir. Bu iki zıt varlık insanın vücuduna hakim olmak için mücadele eder. Nefsin gıdası günahlar, yardıcısı da Şeytan'dır. İnsanın içinden gelen her türlü kötü düşünce, fiil ve ahlaksızlığın sebei nefstir.
Nitekim Yusüf aleyhisselam:



"Ben nefsimi temize çıkarmam Muhakkak nefs, mübalağa ile kötülüğü emredicidir. ancak rabbimin rahmet ettikleri müstesna. sureti katiyyede benim rabbim gafurdur, rahimdir. (Yusuf - 12/53)

"İnsanın en büyük düşmanı iki kaşının arasındaki nefsidir" Hadis-i Şerif
"Nefs kötülüklerin deposodur" (Mektubat-ı Rabbani)

İşte din ve tasavvuf, insanın içindeki bu habis ve kötü varlığın terbiyesi ve temizlenmesi ile alakalıdır. Başta peygamberler, sonra da peygamberleri n varisi olan alimler ve evliyâullah = Mürrşid-i Kâmiller hep insandaki bu kötü varlığın temizlenmesi, nefsin mağlup olup ruhun galip gelmesi için çalışırlar.

En Kestirme Yol

Nefsin temizlenmesi ve kalbin nur ile dolmasının en kestirme yolu,Muhammed Bahâüddin Şah Nakşıbend (k.s.) şöyle buyuruyorlar:
Yolumuz ender bulunan yollardandır. Sağlam halkadır. Resulullah (s.a.v) Efendimiz Hazret-i Muhammed Mustafa'nın sünnetlerine tutunmaktan başka bir şey değildir. ashab-ı Kiramın takib ettiği yolu izlemekten başka bir gaye yoktur."

İlk Adım

Hakiki bir mürşid-i kâmile gelip bu ilmi öğrenmek isteyen bir mümin, nefsinin terbiyesi için ilk adını atmış olur. artık o mürşide kendini teslim etmiş ve manen biat etmiş olur. Bu maksatla bir mürşide gelip bağlanan kişiye mürüs (Allah'ı isteyen kişi) denir.

Mürid, geçmiş günahlarına tövbe etmiş, farzlarını yapmaya ve haramlardan sakınmaya kesin olarak söz vermiştir. Artık bu kişinin nefsi sıkı bir takip ve kontrol altına girmiş demektir. Sonra mürüd kalbine ve ruhuna Allahü Teâla Hazretlerinden gelen nuru almayı öğrenir. Allah^dan gelen bu nuru almakta vasıta, başta peygamberler sonra da onun varis ve vekili olan mürşid-i kâmillerdir.

Nurun Alınışı

Mürid tenha ve temiz bir yerde kıbleye dönerek oturur. Gözlerini yumar. Mürşidinin tarif ettiği sûre ve duaları okuduktan sonra dilini damağına yapıştırır. sonra aklından ve kalbinden (masivayı) mahlukatı düşünmeyi çıkarır. Bütün dikkatini nurun çıkış ve dağıtım merkezine toplar. Ve oradan manevi kalbine Allah'dan gelen nurun geldiğini düşünür. bir müddet sonra da dilini hiç oynatmadan sırf lalbinden "Allah" ismi şerifini zikreder. Bu, Allah'a yakın olmanın ilk adımıdır. Artık insana nur geldikçe ruh kuvvetlenir. Nefs de böyle bir ruha galip gelemez ve vücut idaresini eline geçirmez.

Kutub ve Kutublar

Veliliin en üst derecesindeki zatlara"kutub" denir. Kutublar, her devirde bir veye iki, en fazla üç kişi olur. Bunlara; üçler denir; Kutbü'l aktab, Gavsü'l âzam, Kutbü'l ûlâ diye isimlendirilirler. Üçlerin en yüksek decede olanı Kutbü'l-aktab'tır.Kutbü'l-aktab, kutubların kutbu demektir. Bu zât, Peygamber Efendimizin tam varisidir.
Velayet derecelerinin en yüksek makamına çıkmış bu zatlara, Mürşid-i kamil, insan-ı kâmil, Şeyh veya vâris-i Resül ismi verilir. Bu zatlar, Resülüllahın manevi vücudundan aldıkları Allah'ın nurlarını kendi mânevi vücutları vasıtasıyla, isteyen insanların mânevi vücutlarına dağıtırlar. Yaşadıkları devrin insanlarını irşad ederler.

Silsile-i Sâdât

Bu büyük veliler, Kur'ân-ı Kerimde Neml sûresinde anlatılan, Yemen'den Kudüs'e, göz açıp kapayıncaya kadar kısa bir zamanda Belkıs'ın sarayını getiren Süleyman aleyhisselamın veziri (Asaf bin Berhaya) gibi büyük salâhiyet ve tasarruflara sahiptirler.

Sahabe-i Kiram bu hususta en öndedir. Bu yüksek hallerin sahibi allah dostları Sahâbe-i Kiram'dan sonra da devam etmiştir. Hatta, birbirlerine bağlı zincir halkaları gibi bir silsile halinde, biri diğerine vazifesini devrederek günümüze kadar gelmişlerdir.

Tasavvufta iki silsile mevcuttur. Biri, Zikr-i Hafi = Gizli Zikir Silsilesi, diğeri Zikr-i Cehri = Açık Zikir Silsilesi.
Gizli zikir silsilesi Hazreti Ebubekir Efendimize dayanır. Açık zikir silsilesi de Hazreti Ali Efendimize dayanır. Tasavvuf erbabı her fert, mutlaka bu iki silsileden birine bağlanır.Bütün tarikatlar=yollar, bu iki ana koldan gelmişlerdir. Daha sonraları bu iki kol,

1. Nakşi Silsilesi
2.Kaadiri Silsilesi diye anılmıştır.

Bu silsilere Silsil-i Zeheb (Altun Silsile), Silsile-i Kibrîti Ahmer isimleride verilmiştir.

Altun Silsil'yi teşkil eden zevat-ı kiram'ın adedi 33'dür. bu sırlardan bir sırdır.

Mürşid-i Kâmilin Vasıfları

Her şeyin hakikisi ve sahtesi bulunduğu gibi mürşidi kamilinde hakikisi ve sahtesi mevcuttur.

Sahtesinin şerrinden kotrunmak ve hakikisine kavuşmak için Cenâb-ı Hakka çok iltica etmek lazımdır. Çünkü her devirde sahteleri, hakikilerinden çok fazla olmuştur.

Sahtesinde bulunan en açık vasıflar şunlardır:

1- Sahte mürşid, en başta dinin emirlerine ve Resülüllah Efendimizin sünnetine uymaz.
2- Her devirde görülen en açık misali kadın erkek münasebetlerindedir.Kadın cemaatle bir arada bulunur. Kadınlara elini öptürür.
3- Sahte mürşidin, sohbetlerinde ve toplantılarında rüyaya çok geniş yer verilir.
4- Hadis-i şeriflere ve ayeti kerimelere ulemanın verdiği manaların dışında manalar verilir. Sünnetler yanlış yorumlanır.
5- Dinin yayılması için değil, kendi tarikatının yayılması için çalışılır.
6- İnsanların hidayete ermeleri için çalışmaktan ziyade istikameti düzgün insanlarla uğraşır ve onlarla meşgul olur.
7- Mekruhlara ehemmiyet vermez.
8- Nafile ibadetleri insanların gözü önünde yapar.
9- Zamanlı zamansız, yerli yersiz insanların gözü önünde ağlar.
10- Çoğu Vahdet-i vücud'a inanır.
11- Namazını hep Mekkede kılıyor diye ve buna benzer nice şeyleri şakşakçılarına yaydırır.İlk zamanlar buna tabi olanlar büyük bir zevk duyar, huzur alır, ibadete bağlılığı artar. Şeytan o kimseyi sahte mürşide bağlamak için ondan vesveseyi kaldırır, o kimsenin kolayca ve zevkle ibadet etmesini sağlar. Fakat daha sonra onu daha büyük ve delalete sokar.
13- Erkek ve kadın mürüdlerine bol keseden halifelikler vererek onları dünya menfaatiyle kendilerine bağlar.


Gerçek Mürşid


"Ağaç nasıl ki, gövdesinden değil de, meyvesinden iyi anlaşılırsa, mürşid-i kâmil olan kişilerde, gösterişli zahir hallerinden değil, meyve ve mensuplarından yani yetiştirdikleri kimselerin güzel hallerinden anlaşılır. Ve bu süretle kendilerine tabi olmak, manevi feyzinden her hususuta istifade etmek caiz ve sahih olur. şöhreti arşa çıksa, hakiki mürşidin misali, meyvesidir." (2)

Üveysi İrşad

Bir mürşid-i kamil vefat ettikten sonra da istediği bir kimseyi irşad edebilir. Kendi ruhaniyetinden yardım isteyen birine yardımlarda bulunur ve onu manene terbiye eder. İşte bu şekilde cismen değil de manen terbiye olma haline tasavvufta "Üveysi" olarak irşed olma ha denir. bu hal ilk defa Veysel Karani Hazretlerine vaki olmuştur. Resülüllah Efendimizi bizzat görmemiş ancak, ruhaniyetinden istifade ederek irşad olmuştur.

Nefsinizi Tanıyormusunuz ?



--------------------------------------------------------------------------------
Kaynaklar:
1) Altun Silsile, Abdülkadir Dedeoğlu, Osmanlı Yayınevi,
2) Süleyman Hilmi Tunahan
3) Mektubat-ı Rabbani
4) Yusuf, 53
5) Araf, 179

Tasavvuf ve Tarikatlar

-ü Teala, insanlığı yarattığı günden itibaren mürşidsiz bırakmamış, onlara zaman, zaman dünya ve ahiret saadetine ulaşmanın yollarını gösteren bir peygamber göndermiş ve insanlığı ona tabi olmakla muvazzaf kılmıştır. İlk insan Hz. Adem babamız aynı zamanda ilk peygamberdir. Her kavme peygamber gönderildiğine göre, aslında dinden haberi olmayan hiçbir topluluk yoktur. Cenab-ı Hakkın gönderdiği bütün peygamberler ve kitaplar islam dininden bahseder. Zira bütün peygamberler itikatı mevzuda, yani -ü Tealanın varlığı, birliği, sıfat-ı zatiye ve sıfat-ı subutiyesi; cennet, cehennem ve ahiret mevzularında müttefikan, müttehiden beşeriyete aynı malumatı vermişlerdir. Onun için bütün peygamberler ve kitaplar yüce ’a iman ve teslimiyetten yani İslam dininden bahseder.
Bu din tevhid dinidir, hanif dinidir. Bunun için din, ’ü Teala katında tektir. İslam dini, beşeriyetin en mütekamil dinidir. Bu kemalata, peygamberimiz Hz Muhammed (S.A.V.) ile vasıl olmuştur. Tasavvuf, zühd ve takvanın membaı peygamberimizdir.
Tasavvuf bir gönül terbiyesidir. Gönül de insanda bulunduğu için tasavvufun konusu insandır, gayesi ise onun kalbi yönünü eğiterek, olgunlaştırarak, kemal derecesine ulaşmaktır. Bu noktaya ulaşan kimseye insan-ı kamil denir. İslam tasavvufu, insanı gerçek bir kul ve tam anlamıyla bir insan yapmaya müteveccihtir.
Seriyyi Sakati: “Tasavvuf üç manayı içine alan bir isimdir.”
a) Marifenin nuru vera’ın nurunu söndürmez.
b) Kitap ve sünnetin zahirine muhalif olacak şekilde ilm-i batından bir söz ile konuşmaz.
c) Kerametleri kendisini ’ın mahrem olan sırlarını belirtmeğe teşvik etmez.”
Cuneyd-i Bağdadi’ye göre: Tasavvuf, hakkın seni senden gidermesi ve kendisiyle ihya etmesidir. Tasavvuf, masiva ile alakayı keserek Cenab-ı Hakk ile beraber olmaktır. Masiva ile alakayı kesmek demek, insanın hayatını herşeyden, fiziki çevreden soyutlaması demek değildir. Maddeye gönül vermemek, ona bağlanmamak, onu gaye haline getirmemek demektir. Ehl-i tasavvuf herkes gibi çalışıp maişetini temin edecek, başkalarına da yardım edecek, zengin olursa malıyla, mülkiyle yolunda cihad edecektir. Ayet-i kerimelerde cihaddan bahsedilirken; önce malla sonra canla yapılması gerektiğini bildirir.
Tasavvuf, insanın kalbindeki kötü vasıflarla onlardan kurtulma çarelerinden; kalpteki iyi vasıflar ve onları kazanma yollarında manevi mertebeleri katederken yüksek mertebe olan “İnsan-ı Kamil” mertebesine ulaşmanın yoludur.
Tasavvufla ilgilenen zatların eserleri incelendiğinde çok değişik tariflere rastlanır. Bu da normal durumdur. Malum tasavvufta “Tatmayan bilmez” diye bir söz vardır. Buna binaen herkes yaşadığı ölçüde, tattığı ölçüde bir şeyler söylemişler, değişik tarifler yapmışlardır. Hatta bir zat değişik zamanlarda değişik tarifler de yapabilir. Çünkü manevi derecesi, durumu değişmiştir.
Görüldüğü gibi tasavvuf şeriatın hilafına birşey serdetmiyor, bilakis şeriatı en ince teferruatına kadar yaşamayı bildiriyor.Binaenaleyh tasavvuf reddedilemez.
Tasavvuf İslamın canı ve ruhudur.
Tasavvuf kelimesinin nereden geldiğine dair çeşitli görüşler ortaya atılmıştır. Bunlar: Ashab-I Suffa, Saff-I Evvel, Benu’s- Sufa, vb.dir.
Tasavvuf ve tarikatler tarihte birçok fonksiyonlar icra etmişler, insan kitleleri üzerinde büyük tesirleri olmuştur. Tasavvuf, içtimai hayatta birlik ve bütünlüğü sağlamıştır. Birlik ve bütünlük de ancak birbirini seven insanlar arasında söz konusu olur. Bilhassa Türkler de tasavvufun bir hakimiyeti vardır.
Tasavvufun içtimai ve dini hayat yönünden en dikkat çekici yönü kitlelerin islamlaşmasındaki rolüdür. Anadolu’da olduğu gibi Avrupa, Afrika ve Asya’nın en uzak köşelerinde dahi, islamlaşma büyük çapta dervişlerin faaliyeti neticesinde gerçekleşmiştir.İktisadi hayattaki ahi ve fütüvvet teşkilatının temel düşüncesi tasavvuf kaynaklıdır. Bunlar bir mürşidden feyiz almış, dünyanın ne olduğunu, insanın ne olduğunu öğrenmiş, vazife ve mesuliyetlerini kavramış kişilerdir. Onlar, çalıp-çırpma hırsıyla, beşe on katma düşüncesiyle hareket edemez. Siyasi hayatta da, tasavvuf erbabının yöneticilerle kurdukları münasebetler onların tesir alanlarını genişletmiştir.
Tasavvufta cihad, daha ziyade nefisle cihadı ifade eder.
İntişar-ı islam tarihi tetkik edildiği zaman görülüyor ki dinin, ilmin neşri için bir taraftan medreseler kurulurken, diğer taraftan irfan yoluyla hakayık-ı ilahiyyeyi öğrenmek ve Hak yolunda bulunmak için dergahlar, hankahlar, çilehaneler de birlikte teessüs etmiştir. Bu meyanda Anadolu’muzda tekke ve dergahın bulunmadığı köy ve kasaba yoktur dense mübalağa yapılmış olmaz ve bu kuruluşlar üzerine düşen fonksiyonları icra etmişlerdir. Ancak hemen şunu da ifade edelim ki; asıl vazifesini icra etmeyen, yozlaşmış tekkeler, sahte şeyhler de zaman zaman görülmüştür.
Günümüzde de bazı selahiyetsiz kişilerin kendilerini bu mertebede görüp göstermeye çalıştıkları maalesef vakidir. Bunlar birçoklarını da etraflarında toplamış, hak mürşid olmadıkları için de yanıltmışlar, şaşırtıp perişan etmişlerdir. Bu kişinin mürşid olabilmesi için belli başlı vasıflara haiz olması gerekir. Bu vasıflara inşAllah çalışmamızın ilerleyen sayfalarında temas edeceğiz.
Tasavvufta mürşid kavramının ehemmiyeti ve icra ettiği fonksiyonu çok mühimdir. Medresede müderris ne ise, dergahta mürşid de odur. Ancak müderris nakli akla tatbik eder, akla hitabeder, metni açıklar, ilminin derecesine göre tahlile girişir ve vazifesi bununla biter. Mürşid ise, ruh ile meşgul olan bir mürebbidir. Kendisine intisab eden müridin bütün hususiyetlerini, kabiliyetlerini göz önünde bulundurarak, herkese ayrı ayrı yol gösterir. Yaratılışındaki ferasetin ve edindiği ilmin derecesine göre müridinin kalbindeki küdüratı, mizacındaki sertliği, ahlakındaki fesadı tedricen izaleye çalışır. Mürşid her şeyiyle müridini gözetir. Onun her haliyle alakalanır, hastalığında sağlığında, ruhen, fikren onu gözetir, şefkat kanadı daima müridinin üzerinde olur. Tabi ki mürid de gassal elindeki bir meyyit gibi teslimiyet gösterirse, mürşidinin daima kendini manen takip ettiğini düşünürse maksat daha çabuk hasıl olur. Herkesin yaradılışı ve temayülü bir olmadığı için, herkes aynı sebatı aynı samimiyeti göstermeyebilir. Mürşid bunu manevi ferasetiyle bildiği için, müridini bir hamur haline getirir ve onu istenilen şekle ulaştırır.
İslam tarihinde bir çok tarikatlar mevcuttur. Bunların en meşhurları: Kadiriyye, Yeseviyye, Rıfaiyye, Kübreviyye, Medyaniyye, Desükiyye, Şazeliyye, Bedeviyye, Ekberiyye, Mevleviyye, Sa’diyye, Nakşibendiyye.

Nakşibendiye tarikatı, bu adı Şah-ı Nakşibend Muhammed Bahaüddin’den (Ö.791/1338) almıştır. Buharanın yakınında bulunan Kasr-ı Arifanda dünyaya gelen Şah-ı Nakşibend, çok küçük yaşta iken Hacegan tarikatı şeyhlerinden Muhammed Baba Semmasi tarafından manevi evladlığa kabul edilmiştir. Semmasi onun terbiyesini Emir Külal’e havale etmiştir. Bununla beraber Bahauddin Nakşibendin hakiki şeyhinin üveysilik yolu, nisbeti ruhaniyye ile terbiyesini aldığı Hace Abdulhalık-ı Gucduvani (Ö.617/1220) olduğu kabul edilmektedir. İslam aleminde çok büyük bir şöhret sahibi olan Şah-ı Nakşibendin hayatı menkıbelerle doludur. Şah-ı Nakşibend Hanefi mezhebinden idi. Her fırsatta sohbeti ihtiyar eder, sohbetlerinde ilim ve ahlaka büyük yer verirdi. “Yolumuz sohbet yoludur”buyururlardı.
Nakşibendi tarikatı, Bahauddin-i Nakşibendin halifeleri tarafından çok geniş bir alana yayıldı. Hususiyle İmam-ı Rabbani döneminde Hindistan taraflarında hızlı bir şekilde gelişti. Bu tarikat Fatih Sultan Mehmet Han zamanında şeyh Ubeydullah-ı Ahrar’ın halifelerinden Molla İlahi vasıtasıyla İstanbula girmiştir. Nakşibendi tarikatı 18. Asırda Mevlana Halid-i Bağdadi ile Osmanlılarda hem genişlemiş, hem de istikrar kazanmıştır. İmparatorluğun orta tabakası arasında büyük bir nüfuz sağlamıştır. Bu tarikat Türk kültürüne, halk maarifine, Anadolu vahdetine büyük hizmet ve emekleri geçmiş bir tarikat olarak kabul edilir. Devlet ricali arasında da varlığını kabul ettirmiştir. Hatta son Osmanlı padişahı Vahidedin’in bile Nakşi olduğu rivayet edilir.
Esasları:
a) Şeriatla zahiri temizlemek
b) Tarikatla batını temizlemek
c) Hakikatle kurb-ı ilahiye ulaşmak
d) Maarifetle ’a ulaşmak

Nakşi Tarikatında İbadetler ve Evrad-ı Ezkar
Hüve hüvesine ehli sünnet çizgisinde bulunan ve günümüzde dahi bu sabit çizgisini devam ettiren Nakşi Bendi Tarikatı mensupları, şeriatı kusursuz olarak yaşar ve emirlerini yerine getirirler. Ehli sünnete uymayan taşkın hareketlere rastlanmaz, farz ibadetleri en hassas bir şekilde yerine getirdikten sonra nafileleri aksatmadan yerine getirmeye çalışırlar. Nakşi Tarikatının esasını:
Mutabaatı Sünnet, Ameli Azimet, İçtinabi Bid’at, Devamı Udubiyet, Cezbeyi Muhabbeti Zatiye olarak vermek en isabetlisidir. Çünkü, sünnet dışına çıkılmaz, bilakıs hayatın her safhasını Resulullah’ın sünnetine uyarak takip etmek esastır. Hususi ile unutulan sünnetler yeniden ihya edilmeye çalışılır. Bid’atlerden kesinlikle uzak durulmaya çalışılır, bu hususta çok hassas hareket ederler. Her türlü ibadetlere ve zikirlerde devamlılık mevzu bahisdir. sevgisi ve muhabbeti (Zikri Kalbi, Rabıta) esasdir

Nakşibendi tarikatında rabıtanın ve zikri kalbinin ehemmiyeti büyüktür. İmamı Rabbani Hazretleri Mektubatı Kudsisinde “Usulune uygun olarak yapılan Rabıtayı, en kısa yoldan kazanç elde etme, manevi dereceleri kat etme ve ’ın Nuru ile nurlanma, ’a ulaşma vesilesi olarak görür. “Süleyman Efendi de Tariki Nakşi’yi tarif ederken; “Tarik-ı Nakşi demek, Silsile-i saadat vasıtasıyla gelen Füyüzatı İlahiyeyi kalbe akıtmak demektir” derken rabıtanın ehemmiyetini dile getiriyordu.
Rabıta terimi tasavvufi istilahta mevcuttur. Bazı tarikatlarda da nefsi terbiye etmede müessir bir usul olarak kullanılmıştır. Rabıta ayeti kerimelere dayanır. Tarihten günümüze kadar da yapılagelmiştir ve haktır. Hal böyle iken; bu rabıtada nereden çıktı, bu adamlar resme taparcasına rabıta yapıyorlar demek manasızdır.
Rabıtanın dayandırıldığı ayetlere gelince: “Ey iman edenler! Allahtan korkun ve sadıklar ile beraber olun.” Sadıklar, ’a vuslat yolunu gösteren mürşitlerdir. Salik onların ahbabı ve kapılarının eşiğinde hadimleri olduğu zaman bu mürşitlerin muhabbet, terbiye ve velayet kuvvetleri ile masivayı terk ederek seyr ilAllah mertebesine ulaşır. “Ona (Allaha) yaklaşma hususunda Vesile arayın. “Alleme beyzavi ibni Abbastan bir rivayette bulunuyor, “Kur’anı Kerimin her ayetinin zahiri tefsiri olduğu gibi, batıni te’vili de vardır”. Öyle ise bu ayetler, rabıtanın şeriatta mevcut olduğunun en kuvvetli delilleridir.
“Ey İman edenler! ’tan korkun, Ona (yaklaşmaya) vesile arayın. Onun yolunda mücahade edinki, felaha eresiniz.
Rabıta-i şerifede hasıl olan ruhani zevk nurani şevkin pek lezzetli olan meyvesi “Allahtan her şeyden yüz çevirmek, tamamen Allaha yönelmek, mü’minin Amentü billahi – ’a iman ettim sözünün tadını letaifinde bulunmak ve Allahu tealada fenai hakiki ile fani olmaktır”. Dolayısıyla rabıta, pek azim bir devlet, çok ulvi bir saadet olan ’ın cemalini ve sair büyük nimatlere nail olmaya vesile olabilecek bir hidayet rehberidir. Rabıta ’a götüren yolların en yakını, ’tan feyz almanın menşeidir.
Ehli rabıta olan kimsede kibir, gurur, enaniyet olmaz. Makamları, mevkileri yüksek olsa bile; mahviyyet köşesine çekilirler, tezellül gömleğini giyip, inkıyad halinde ’ın rızasını ve evliyaullahın hoşnutluğunu beklerler. Bu hususta: “Bilhassa bu nurlu yol, yani Tarikat-ı Aliyye-i Nakşibendiyyenin bahçesinde esrar-ı ilahiden nasiplerini alan, makamı hayrette nice seçkin alimler, abalı, hırkalı büyükler vardır. Onlarda enaniyet, kibir, gurur görülmez.
Rabıta-i şerife inkar edilemez. Ama herkes de rabıta yapamaz. Önce bu işe inanıp, kendisini ona vermesi lazım. Hakiki bir mürşide intisab etmesi gerekir. Bu hususa dikkat çeken bir tespit: “Bir kişi namaz inkar edilemez, ama namazın içindeki kıyamın aslı yoktur” demiş olsa namazın tamamını inkar etmiş olur. Keza rabıtai şerife de, zikir ehli için, namazın kıyamı gibidir, zikrin en büyük ruhudur, özüdür.
Şeyhi Kamile rabıta yapan ihlaslı bir mürid, deli bile olsa; mürşidini mabud olarak kabul etmez.Hiçbir zaman ona ibadet ediyorum demez. Şeyhinin ancak, ’a vuslatın keyfiyetini gösteren bir kılavuz olduğuna inanır. Fenafillah makamında olan bir şeyhi kamile, bir müridin rabıta yapması; farz olan bir vakit namazın edasında, takva sahibi bir zatı imam kabul ederek ona uyması gibidir. Kılınan namaz içindir, imam ise sadece bir vasıtadır. Namazı cemaatle edanın sevabı ihlasına göre münferiden kıldığı namazdan kat kat daha fazladır. Binaenaleyh bir şeyhi kamile bağlanan rabıta ehlide bunun gibidir, hatta daha değişik daha ulvi dereceler ve makamlar elde eder; ancak bu bir hal işi olduğu için kal ile anlatılması güçtür. Fakat kısaca bir şeyler söylemek gerekirse; tunç gibi katılaşıp sertleşen kalp mürşidi kamile olan rabıta ile yumuşar, hamur gibi olur. Rabbimiz Taala ve tekaddes hazretlerinin tesellilerine kavuşur, ilahi tecelliyatın kabesi olur, diye hülasa edebiliriz.

Nefsi emmare ile mücadele

İnsan nefsi üzerinde, tasarruf ve terbiye bakımından büyük tesiri olan Nakşi yolunun hassalarından biride başkasının menfaatını kendi menfaatına tercih etmektir. Bu ise kemalatı insaniyyedendir. Şu güzel hasleti nefsine tatbik eden, peygamber ahlakı ile ahlaklanmış, sıfatlanmış olur. Nefsin kuvvetli hastalıklarından biride haset olduğu gibi, şeytanın kuvvetli tasarruflarından biride vesvese olup, Kur’anı Kerimin tertibininde haset ve vesvese ile nihayet bulması işin ehemmiyetine işaret eder. Habis nefsin bütün arzuları menfaat olup, emel ve arzularının tavanı yoktur. Manfaat perest insanlar, nefsin köleleridir. Maneviyyat erbabi ise şöyle düşünür; Herkes müslüman olsun, hak yolunu bulsun, bizden evvel cennete girsin, zengin ve alim olsun, bizler ise hak yolunda hadim olalım, yani hizmet edelim derler. Çocuk emzirdikçe büyüdüğü gibi, nefiste arzularını uyuldukça büyür. Hatta veli olsa, peygamber olsam der. Nefsi emmare ancak Rabıta ile terbiye olunur.
Ehliyetli tabibler insanın maddi marazlarına nasıl teşhis koyup onu değişik metodlarla kontrol altına alarak iyileştirmeyi gaye edinirse; mana doktorları olan kalp hastalıklarını iyi teşhis eden Mürşidi Kamillerde manevi hastalıkları tesbit eder ve onların tedavi yollarını insanlara gösterirler.
Birincisinin işi maddidir, Olayları labaratuvarlarda inceleme imkanı vardır. Ama ötekisinin ki manevidir, sadece ilmi ehliyete değil, manevi selahiyete dayanır. Mürsidi kamilde talebelerine birşeyin faydalı veya zararlı olduğunu en çarpıcı bir şekilde beyan eder ve insanları ondan kendilerini nasıl muhafaza edeceklerini gösterirdi. Nefis için etkili ve kalıcı ilacın Rabıta olduğunu söyler.
İnsanın etrafı kebair, nefis, şeytan, ırz, tamah vs. şeylerle çevrilmiş olup, cemali ilahiye giden yolu kesmek isterler. Bu setler silah ve sair sebeplerle aşılmaz. Sabahlara kadar ibaret ve zikirle meşgul olsa letaife nur girmez. Zira kapılar açılmaz. Ancak Rabıta ile setler yıkılır, kapılar açılır ve kalbe nur girer. Büyük ceryanın demiri erittiği gibi, Rabıta da bu setleri yok eder. Tariki Nakşi; Rabıta yolu, enbiya ve mürselin yolu, arifler, kamiller, sıddıklar yolu, tariki müşahede ve tariki şuhuddur.

insaallah burada icmali olarak zikir edecegimiz bu mübarek zatlari müstekil bir baslikda ayri ayri tafsili olarak izah etmeye calisacagim.

SİLSİLE-İ SAADAT
-Altun Silsile-
1-EBU BEKİRİ’S SIDDIK (R.A.): Silsile-i Saadat’ ın birinci halkasına şekil veren, ’ın Rasül’ ünün en yakın dostu ve mağara arkadaşı Sıddık-ı Azam (R.A.) Hazretleridir. Ebu Bekir’s Sıddık (R.A.) Hicrette Sevr mağarasında Peygamberimiz (S.A.V.)’le beraberdi. Bu mağarada Resulüllah (S.A.V.) Ebu Bekir’e (R.A.) diz üstü oturmasını, gözlerini yummasını, dilini üst damağına yapıştırmasını ve ** kelimesini sadece kalbinden tekrarlamasını emrettiler. İşte kıyamete kadar safiyetinden ve parlaklığından –en karanlık devirlerde bile- zerre kaybetmeyecek olan Zikr-i Hafi yolu, böylece başladı. Bu yolun ve bu halkanın başlangıcını da Hazreti Ebu Bekir’ s Sıddık(R.A.) teşkil etmiş oldu. Sıddık’ı Azam, Peygamberimiz (S.A.V.)’ den sonra O’ nun Hilafet makamını iki sene, üç ay, on gün idare etti ve o da Peygamberimiz (S.A.V.) gibi 63 yaşında iken bu alemden ebedi aleme göç eyledi.
2- SELMAN’I FARİSİ (R.A.): Silsile-i Saadat’ın ikinci halkasını Selman-ı Farisi teşkil eder. Selman-ı Farisi Peygamberimiz (S.A.V.) zamanında da harplerde güzel fikirlerle Peygamberimiz’ e yardımcı olmuştur. Mesela Hendek harbinde hendek kazmak fikri ilk defa onun tarafından ileri atılmış ve kabul edilmiştir. Selman-ı Farisi, Hz. Osman (R.A.) zamanında 250 (diğer bir rivayette 350) yaşlarında iken vefat etmiştir. (R.A.) Tasarrufu vefatından sonra devam etmiştir.
3- KASIM BİN MUHAMMED (K.S.): Silsile-i Saadet’ in üçüncüsü Hafid-ü Sıddık-ı Ekber Kasım Bin Muhammed’tir. Medine-i Münevvere’ de yetişen ve ashabı kiramdan sonra fetva vermeye başlayan *Fukaha-i seb’a* (Yedi fakih)’ den biridir. Her sabah Peygamber Efendimizin (S.A.V.) mescidine gelir. İki rekat namaz kılar, sonra Rasülullah’ ın minberi ile kabri saadetleri arasına oturur ve kendisine sorulan meselelere fetva verirdi. Hicri 167 tarihinde 70 yaşında iken vefat eyledi.
4- CAFER-İ SADIK (K.S.): Silsile-i Saadet’ in dördüncüsünü teşkil eden Cafer-i Sadık, hicri 83 yılının Rebiul evvel ayının son yedinci günü Medine-i Münevvere’de doğdu. İmam-ı Muhammed Bakır’ ın en büyük oğludur. İmam-ı Azam Hazretleri, Cafer-i Sadık’ın manevi himayesinde, onun ders ve sohbetlerine devam ederek kendisini yetiştirdi. Cafer-i Sadık Hazretlerinde iki yol birleşmiştir. Birisi: Ebu Bekir (R.A.), Selman-ı Farisi ve Kasım Bin Muhammed’ den gelen nübüvvet kemalatı. Diğeri de Hazreti Ali ( R.A.), Hasan, Hüseyin, Zeynel Abidin ve Muhammed Bakır yolu ile gelen velayet kemalatıdır. Cafer-i Sadık (K.S.) on iki imamdan biridir. Bütün ilim ve rumuzlarda kamil noktada idi. Namazda kendinden geçerek düştüğü zamanlar oklurdu. Hicri 143 yılı Recep ayının 12. Gecesi Pazartesi günü yine Medine’de 65 yaşında iken vefat eyledi.
5- EBU YEZİDİT TAYFURİ’L BASTAMİ (K.S.): Hazreti Cafer üs Sadık (R.A.)’ ın irtihallerinden 40 sene sonra dünyaya gelmişler ve onların ruhaniyyeti aliyelerinden feyz almışlardır. Beyazidi Bestami (K.S.) Mekke-i Mükerreme’den dönüyorlardı. Hemedan beldesine uğrayıp bir miktar tohum satın alıp tohumu bir torbaya doldurdular. Bastam’ a vardıklarında eşyalarını indirerek tohum torbasını açtıklarında içlerinde birkaç karınca gördüler bunun üzerine *bu karıncaları kendi yuvalarından ayrı düşürmek insanlıkla bağdaşmaz* diyerek tekrar Hemedan’a dönerek o tohumu aldıkları dükkana bıraktılar ve ondan sonra Bastam’ı teşrif buyurdular.
6- E BU’L HASAN HARKANİ (K.S.): İsm-i Şerifleri, Ali Bin Cafer’dir. Zamanın Kutbu idiler. Mevlana Celaleddin’i Rumi Hazrelerinin rivayetlerine göre Beyazıt-i Bestami Hazretleri hayatta iken Ebu-l Hasan-i Harkani Hazretlerinden müridanına haber vererek vasıf ve makamlarının ulviyetini beyan buyurmuşlardır.
7- EBU ALİ FARAMİDİ (K.S.): Kutbu aktab Faramidi (K.S.) zamanında Horasan Şeyhleri’nin Şeyhi idi. Hicri 447 yılında Rebiulevvel ayının dördünde Tus şehrinde vefat etti.
8-YUSUF’ÜL HEMEDANİ (K.S.): İsimleri Ebu Yakup’ tur. 440 veya 441 hicri senesinde Hemedan’da dünyaya teşrif ettiler. Tarikat hırkasını Ebu Ali Farımidi Hazrelerinden giydiler. Gavs-ı Azam Ebulkadir-i Geylani Hazretlerinin hayırlı meclislerinde dahi bulundular. Hicri 535 tarihinde vefat etti.
9- ABDÜ’L HALIK GUCDÜVANİ (K.S.) :Hoca Yusuf’ül Hemedani Hazretlerinin en büyük halifesi olan Abd-ül Halik-il Gucdüvani(K.S.) Hacegan-ı Nakşiyye defterinin en başına gelenlerindendir. Abd-ül Halik Gucdüvani (K.S.) 5 yaşında iken,Buharanın büyük alimlerinden olan şeyh üstad Sadrettin Hazretlerinden Kur’an öğreniyorlardı.Okuma esnasında (Rabbınıza tazarru ederek ve gizli dua ediniz) Ayet-i Kerimesine gelindiğinde hocasına *Bu (gizli) nin hakikati ve kalp ile yapılan zikrin aslı nedir? Eğer zikir ve dua aşikar ve dil ile olursa riyadan korkulur. Araya riya girerse hakkı ile zikredilmemiş olur. Eğer kalp ile zikredersem (şeytan insanın damarlarında kan gibi dolaşır) Hadis-i Şerifi gereğince şeytan bu zikri duyar.* Bu müşkilimi halledin der. Hazreti *Üstad Oğlum, bu ilm-i Ledünni’dir. ’u Teala dilerse seni ehlüllahdan bir zata ulaştırır. Kalp ile zikir sana talim eyler. O vakit bu müşkülün hallolur.* buyurur. Bunun üzerine müşkülün çözülmesine müntazır iken, Hz. Hızır (A.S.) yanına gelip Cehri ve Hafi zikir yollarını öğrettiler.
10- HACE ARİF RİVĞİRİ. (K.S): Hoca Abdülhalıku’l gücduvani Hazretleri’nin eshabının en efdali ve halifelerin en büyüğüdür. Kendisinin uzun müddet hizmetlerinde bulunmuş. Hicri 715 senesinde doğduğu kasabada irtihal buyurmuşlardır.
11- MAHMUD İNCİR FAG’NEVİ (K.S.): Hace arif Rivgiri Hazretlerinin eshabının en efdali ve halifelerinin en büyüğü olup en yakın sırdaşı idi.
12- HACE ALİ RAMİTİNİ (K.S.): Hace Mahmut incir fag’nevi Hazretleri’ nin en büyük halifesi ve altın silsilenin 12. Sidir. Kumaş dokuyucusu olarak helal kazanç temin etmişlerdir. Kerametleri sayılamayacak kadar çoktur.
13- MUHAMMED BABA SEMASİ (K.S.): Hoca (Azizan) Ali Ramitini Hazretleri’ nin en üstün halifesidir. Doğup büyüdükleri yer, Buhara’ya 3 mil mesafede bulunan (semas) isimli köydür.
14- SEYYİD EMİR KİLAL (K.S.): Hoca Muhammed Baba Semasi Hazretleri’nin halifelerinin en üstünü ve Silsile-i Saadat’ın ondördüncü halidir. Hicretin 772 yılında bir şafak vakti vefat etti.
15- MUHAMMED BAHAÜDDİN-İN NAKŞİBEND (K.S.): Daha üç günlük çocuk iken Hoca Muhammed Baba Semasi’nin (K.S.) evlatları arasına girmiş ve yine Muhammed Baba’nın vasiyetleri ile Seyyid Emir Kilal Hazretleri tarafından tarikat edepleri ta’lim edilmiştir. Kendisinden keramet istedikleri zaman buyurdular ki *Bizim kerametimiz açıktır. Bu kadar çok günah ile yer yüzünde yürümemizden daha büyük keramet mi olur? * Hicri 971’de 73 yaşında iken Kasr-ı Arifan’ da irtihal buyurdular.
16-HACE ALAADİN-İ ATTAR (K.S.): Şah-ı Nakşibend’in (K.S.) en büyük halifelerindendir. Aynı zamanda kendilerinin damadı olmak şerefine kavuşmuştur. Hastalıkları esnasında şöyle nasihat ettiler. *Merasim ve adetleri bir tarafa bırakınız! Halkın adeti ne ise aksini yapınız. Birbirinize uyuma Resulu (S.A.V.)’ nün gelişi, insanların merasim ve adetlerini bıraktırmak içindir.*
17- YAKUP ÇERHİ (K.S.):Şah-ı Nakşıbend Hazretleri’nin eshabının ileri gelenlerindendir. Hazreti şahı Nakşibend Yakup Çerhi’yi Hace Alaaddin-i Attar Hazretlerine havale ettiler. Onun vefatından sonra altın silsilenin eli Yakup Çerhi Hazretlerine geçti.
18- HACE UBEYDULLAH- AHRAR (K.S.): Mukaddes emaneti Yakup Çerhiden aldılar. Şöyle buyurdular; *Çok açlık ve çok uykusuzluk dimağı yorar ve onu hakikatlerin inceliklerini idraktan alıkor. Bunun için ehl-i riyazatın keşfinde hata vaki olmuştur. Ferah ve sürür ise dimağa kuvvet verdiği gibi uyku dahi dimağı hatadan muhafaza eyler.*
19- HACE MUHAMMED ZAHİD(K.S.): Nakşibendiyye-i Aliye silsilesinin büyük Şeyhlerinden ve asrın ülemasının yücesindendir. İlahi sırların gizliliklerine vakıftı. Dünya alakasızlığı, zühd, takva ve her türlü fazilet başlıca amelleri idi.
20- DERVİŞ MEHMED (K.S.) Silsile-i Saadatın 20.si Derviş Mehmet Hazretleridir. Muhammed Zahid Hazretleri’nin halifelerinin en büyüğüdür. Tevazu’un en son noktasında idi. Zahiri ve batıni ilimleri kendinde toplamış, süri ve manevi rumuz ve işaretlere vakıf. Zevk ve şevk ile sıfatlanmış, cömertlik ve ihsanı ile tanınmış bir zat. Daha önce de 15 sene zühd ve riyazatla vakit geçirmiş. Uykusuz zikir ve fikir ile meşgül olmuştu. Sonra Hızır (A.S.) vasıtasıyla Muhammed Zahid hazretlerini bulmuş ve kemal derecesine kavuşmuştur. Hicri 970 yılında vefat edip ebedi aleme göçtü.
21- MUHAMMED HACEGİ EMKENGİ (K.S.): Silsile-i Saadat’ın yirmi birincisi Muhammmed Hacegi Emkengi Hazretleridir. Hicri 918 tarihinde Semerkant yakınlarında bulunan Emkeng kasabasın da doğdu. Silsile-i Aliyye-i Nakşi-bendiyye meşayihinin büyüklerindendir. Hicri 1008 senesinde 90 yaşında oldukları halde irtihal buyurdular.
22- HACE MUHAMMED BAKİBİLLAH (K.S.): Silisile-i Saadat’ın yirmi ikincisi Hace Muhammed Baki Billah Hazretleridir. Hace Muhammed Baki Billah (K.S.) Hazretleri hicretin 972. Senesinde Kabil’de doğmuştur. Büyüklük hali daha çocukluk zamanı da simalarında belli olurdu. Şefkat ve merhameti o kadar çoktu ki, bir defasında Lahor şehrinde kıtlık vaki olup, yaşamak güçleşmişti. O günlerde o’nlar da Lahor’da bulunuyorlardı. Hatta birkaç gün yemek bile yemedi. Ne zaman huzurlarına yemek getirseler: “İnsanalar, sokaklarda açlıktan can verirken, bizim yememiz insafa sığmaz.” Derdi. Getirilen yemeklerin hepsini açlara dağıtır, “Geceyi Rabbimin yanında geçiririm” Hadisi Şerifine varis olarak kendisi ise ruh kuvveti ile yaşardı. Her işte azimet ve evla olan ile hareket ederdi.
23- İMAM-I RABBANİ AHMED-İ FARUK-İ SERHENDİ (K.S.): Silsile-i Saadat’ın yirmi üçüncüsü ve büyük nur merkezlerinin dördüncüsü İmam-ı Rabbani Müceddidi Elfi sani Ahmed-i Faruk-i Serhendi hazretleridir.
Alimlerin Üstünü vasılların reisi, harikaların kerametlerin mazharı, sonsuz derecelerin camii, hakikat ehlinin öncüsü idiler. Hazret-i Ömer (R.A.)’in 28. Torunudurlar. Hicretin 971. Senesi, aşure günü Serhend şehrinde doğdular. Kadiriyye, Sühreverdiyye, Kübreviyye ve Çeştiyye büyüklerinin bütün kemalatlarına sahip idiler. Abdullah-ı Dehlevi Hazretleri talebelerinden birisine yazdıkları mektuplarında şöyle buyurdular: “İmam-ı Rabbaniyi sevenler mü’min ve takva sahibidirler.” Sevmeyenler ise,şaki ve münafıktırlar. Bütün islam alemine İmam-ı Rabbani’nin şükrünü eda etmek vaciptir. (Mektubat-ı Ahmediyye) isimli kamil ve mükemmil kitapları bu yüksek derecelerin hakikatlerine en adil delildirler. Bu kitaplarında kendi hallerini ve nice nice Nakşibendiyye makamlarını zikretmişlerdir.
İki ciltten ibaret olan Mektubat isimli kitaplarının ikinci ciltinde buyururlar ki: “Bir gün murakabada idim. Hazret-i Resül-i Kevnevi (A.S.) Efendimiz teşrif buyurup, bu şekilde ben kullarına hitap eylediler ki; (Sana şimdiye kadar hiç kimseye yazmadığımız icazetnameyi yazmak için geldim) ve yine buyurdular (hangi cenazenin namazını ifa etsen o meyyit af ve mağfiret olunup cennete dahil olacaktır.)”
İmam-ı Rabbani şöyle buyurdular: “Kıyamet gününe kadar Tarikatı müceddideye dahil ve salik olacak mürid, hizmetçi derviş ne kadar insan varsa tamamına tarafından muttali oldum ve kaffesinin isimleri dahi bana bildirildi ve Tarikat nakşibendiye’ye salik olacakların tamamının cehennemden azat olacaklarını Cenab-ı Hak bana beyan etti.”
24- HACE MUHAMMED MASUM (K.S.): Silsile-i Saadat’ın yirmi dördüncüsü Muhammed Masum Hazretleridir. İmam-ı Rabbani Hazretlerinin ortanca mahdumlarıdır.Vaktin Kutbu, zamanın mürşidi idiler. 1009 hicri senesinde dünyayı teşrif ettiler. Peder-i alileri, doğumlarından sonra Hace Baki Billah Hazretlerinin sohbet-i şeriflerine mazhar olup buyurmuşlardır ki;* Bu çocuğun tevellüdü bize pek kıymetdar ve değerlidir. Zira o’ nun tevellüdü akabinde böyle aziz bir Pir’ in şerefli mülakatları müyesser olmuştur.* Muhammed Masum Hazretleri istidatlarının çok yüksek oluşunun icabı olarak Muhammedi Meşreb idiler. Tahsillerini 16 yaşlarında ikmal ettiler. Peder-i alileri ahir ömürlerinde müridlerinin terbiyesini kendisine havale ettiler. Muhammed Masum Hazretleri 1079 veya 1080 senelerinde 71 yaşlarında oldukları halde beka alemine irtihal buyurmuşlardır.
25- ŞEYH SEYFUDDİN ARİF (K.S.): Silsile-i Saadat’ın yirmi beşincisi Şeyh Seyfüddin Arif Hazretleridir. Zahiri ve batıni ilimleri cami ve suri ve manevi kemalatı havi idiler. Zühd ve takvada ve Sünnete ittibada eşsizlerdendi. Dünya ehli ile sohbet etmekten son derece kaçınırlardı. Meclis-i alilerinde oturdukları vakit, birisi, Mevlana’ nın Celil ismini zikredecek olsa, Hazret-i Şeyh dehşete düşerek yarım kesilmiş kuş gibi yer üzerinde yuvarlanırlardı. Kendilerinden gayrı ihtiyari pek çok keramet ve harika zuhür etmiştir. Hazret-i Şeyh, Hicret-i celile-i Nebebiyye’nin 1098. Senesinde irtihal-i dar-ı na’im eylemişlerdir.
26- MUHAMMED NURÜ-L BEDVANİ (K.S.): Slsile-i Saadat’ın yirmi altıncısı Muhammed nur’ül Bedvanidir. Muhammed Nur’ül Bedvani Hazretleri bilhassa Sarf, Nahiv, Mantık, Menai, Hadis, Tefsir, ilimlerinde ve bunlar dışında kalan şeriat ve tarikat ilimlerinde asrının yegane alimi; hakikat ve marifette zamanın bir tanesi idi. Hazreti Muhammed Masum’un mahdüm-u alileri Seyfü’ddin Arif Hazretlerinden Sufiye hırkasını giymiş, irşad için icazet almışlardır.
İstiğrak ve cezbeleri son derece ziyade olup, Cemal’ i ilahiyeyi müşahade ile 15 sene mesd ve müstağrak olarak kalmışlardır. Sünnet-i seniye’ye ittibaları öyle bir dereceye erişmişti ki, bir kere nasılsa helaya girerken sol ayağını atacağı yerde, sağ ayağını atması üzerine üç gün kabız hali yaşadılar ve helaya girmediler. Vera ve takvada dahi en uzak menzilleri kat etmişlerdi.
27- ŞEMSÜDDİN HABİBULLAH İBN-İ MİRZA CAN (K.S.): Silsile-i Saadat’ın yirmi yedincisi Şemsüddin Habibullah’tır. Hicri 1111’de bir Cuma gününde dünyayı teşrif etmişlerdir. Muhammed Nur’ül Bedvani Hazretlerinin en efdal talebesi ve en büyük halifesidir. Evliyanın sığınağı, kamil bir mürşid ve alim bir zat idi Şemsüddin Habibullah Hazretleri; Hicri 1111’de Ramazanın bir Cuma gününde dünyayı teşrif ettiler. 16 yaşına geldiklerinde mübarek babaları Mizra Can vefat etmişler, 18 yaşına geldiklerinde de Muhammed Nur’ül Bedvani Hazretleri ile karşılaşarak Nakşi Bendi yoluna intisab etmişlerdir. Dört yıl Şeyh Hazretleri’nin sohbetlerinde kaldıktan sonra hilafet almış ve Müceddidiye yolundan pek çok nasiplenmiştir. Şeyh Hazretleri, 1195 senesi Muharrem’in 9. Günü irtihal-i dar-ı na’im eylediler.
28- ABDULLAH-I DEHLEVİ (K.S.): Silsile-i Saadat’ın yirmi sekizincisi Abdullah Dehlevi’ dir. Şemsud-din Habibullah Hazretlerinin en büyük halifeleridir. Nisbet’i şerifleri Hz. Ali (R.A.)’ye ulaşmaktadır. 15 sene Şemsüd-din Habibullah Hazretlerinin sohbetleri ile şereflendikten sonra sülükunu kemal noktaya vardırmış ve Nakşiyye, Çeştiyye ve Sühreverdiye’den irşad hırkası giymişlerdir. Üstazlarının irtihallerinden sonra da binlerce talibi hakka vasıl eylemişlerdir. Müridlerinden Mehlevi Kerametüllah isimli zat nasılsa zatülcenb hastalığına mübtela olmuşlardı. Hazreti Şeyh mübarek elleriylehastayı mesh etmeleriyle derhal zatülcenb hastalığı bi iznillah izale olmuştur. Hazret-i Hace 1240 Hicri senesinde 82 yaşında oldukları halde irtihal ettiler.
29- HAFIZ EBU SAİD SAHİB (K.S.): Hicri 1196 senesinde dünyayı teşrif etmişlerdir. Tarikat ahkamına dair *Hidayetüt Talibin* namında bir risale yazdılar. Hint beldelerinden Levenk’ te Hicri 1250 yılında Dehlevi’nin yanına defnedildi. 40 yıllık yolda cesedi mübarekeleri zerrece bozulmamıştır.
30- HABİBULLAH CAN-I CANAN (K.S.): Habibullah Can-ı Canan Hazretleri, Hafız Ebu Said Hazretlerinin en büyük halifesidir. Kendisi Hafız Ebu Said Hazretlerinin gasl işi ile bizzat meşgul oldular.
31- MUHAMMED MAZHAR-İ ŞAN CAN-I CANAN (K.S.): Kendisi Habibullah Can-ı Canan Hazretlerinin büyük halifesidir. Hindistan evliyasının büyüklerinden. İsmi Muhammed Mazhar olup, Ahmet Said-i Faruki Hazretlerinin üçüncü oğludur. Hz. Ömer’in soyundandır. 1248 (M. 1832) senesi Cemaziyel evvel ayının üçüncü günü, Hindistan’ın Delhi şehrinde dünyaya geldi. 1300 (M.1883) senesinde Medine-i Münevvere’ de vefat etti. Vefat tarihinin, 12 Muharrem 1301 (M.1883)pazartesi gecesi olduğu da bildirilmiştir. Babası Ahmed Sa’id-i Faruki’ nin kabri yanında medfündur.
32- SALAHUDDİN İBN-İ MEVLANA SİRACÜ’D-DİN (K.S.): Buhara’ lıdır. Altın Silsilesi’nin 9. Büyük rütbesi ve 32. Halkasıdır. Devamlı istiğrag halinde, zamanın kutbu ve tayyi mekan sahibi idiler. Sabah namazının ekserisini bu süretle yani Tayyi mekanla Kabe-i Muazzam’a-da kılardı.
33- EBU’L FARUK (SÜLEYMAN HİLMİ) (K.S.): Bu zikrolunan Altun Silsile Nakşibendi Tarikatının Halidiye kolunda seyru süluk edenlere göredir. Bu, Peygamberimiz (s.a.v.)’in zamanından kıyamete kadar 33 adet büyük zat gelecektir. 33 adet olması sırlardan bir sırdır ve ehline malumdur. Resülullah (sav) Efendimiz bu 33’ün içine dahil değildir. Çünkü o, peygamberler silsilesinin son halkasıdır, bütün feyzlerin menbağı o’ dur.
Görüldüğü gibi Süleyman Efendi 33. Sıradadır. Nasıl ki Peygamberimiz (sav), peygamberler halkasının sonuncusuysa; Süleyman Efendi’de mürşidler silsilesinin son halkasıdır. Bu bir tensib-i ilahidir. Nice hikmetleri vardır. Bu ancak ehline malumdur. Süleyman Efendi İslam dininin yenileyicisidir ve beş nur merkezinin beşincisidir. Bu hususu kendi ifadelerinden dinleyelim. “-ü zülcelal Hazretleri dini ihyaya hükmetti ve min indillah bu yenileme vazifesi, benim ve sizin omuzlarınıza indi. Delil mi istiyorsunuz? İşte Hazreti çelik çomak oynayacak yaşta olan çocuklara kısa zamanda ilmini ihsan ettiği gibi irşada dahi istidat veriyor. Bundan büyük delil mi olur.

silsile-i saadet diye yazdıgınzkişiler
dünyaya gelirkern yani dogarken kalbinde allah ile gelenlerdir.
yetişirler ve irşat etmeye başlarlar.
ilki hz adem a.s sonuncusu hz mehdi r.a.
dünya bunsuz olmaz.
şu anda dünyada bir tanesi var. irşat ediyor.
ALLAH işlerini bize yönelik onlar üzerinden yürütüyor.
vefatı ile digeri kalbinde ALLAH olan görevi devralır.
bilgilerinize arz ederim.


silsile-i saadet diye yazdıgınzkişiler
dünyaya gelirkern yani dogarken kalbinde allah ile gelenlerdir.
yetişirler ve irşat etmeye başlarlar.
ilki hz adem a.s sonuncusu hz mehdi r.a.
dünya bunsuz olmaz.
şu anda dünyada bir tanesi var. irşat ediyor.
ALLAH işlerini bize yönelik onlar üzerinden yürütüyor.
vefatı ile digeri kalbinde ALLAH olan görevi devralır.
bilgilerinize arz ederim.


s.a.
Lütfen burada cok dikkat etmemiz icab eden bir mesele vardir.adem a.s bir peygamberdir.peygamber silsilesinin birincisidir.

Mehdi ali rasül ise velidir peygamber degildir.Peygamber efendimiz muhammed mustafa s.a. efendimizin varisi ve vekilidir.

ikisini karistirmamali.

Paylaşımınız için teşekkürler...
Allah razı olsun...


Paylaşımınız için teşekkürler...
Allah razı olsun...


Paylaşımınız için teşekkürler...
Allah razı olsun...

TEŞEKKUR EDERİZ.
ALLAH RAZI OLSUN.
MEVLAM BİLGİ VE BİRİKİMLERİNİZİ KAT BE KAT ARTIRSIN. AMİN.

-Adam “Müslümanım elhamdülillah”diyor,ama içki içiyor faiz yiyor;”dervişim,ehl-i tasavvufum,tarikattenim”diyor,şeytana uyup nice hatalı işler yapıyor,zikrini,tesbihini çekmiyor,kötü huylarından vazgeçmiyor,nefsini ıslah etmiyor;sevabı,günahı düşünmüyor;hesabı kitabı,azabı mahkeme-i kübrayı hesaba katmıyor.Kur’an’ı Kerim’e şeriat-ı garraya ahkam-ı diniyeye uygun hareket etmiyor;ve’l-hasıl işlediği günahın peşinden sürüklenmiş gidiyor.Sonunun vahim,kötü bir azap beklediğinin haberi yok.Yüce Rabbim!Bizleri Allah’ın yolundan,izinden,istikametinden ve Resûlüllah’ın sünnet-i seniyyesinden ayırmasın.Sevdikleriyle,sevenleriyle her iki cihanda da buluşmayı nasip ve müesser eylesin.Amin.
-Tasavvuf,en önemli islâm’i ilimlerinden biridir;çünkü Allah’ı bilmeyi,O’na ermeyi,rızasını kazanmayı öğretir;evliya olma yoludur,sonuç olarak cehennemden kurtulup cennete girmeyi sağlar.
-Ayet:Göklerde ve yerde olonlar Allah’ındır.(Bütün)işler(hesap için)ancak Allah’a döndürülür. AL-İ İMRAN SÜRE:109
-Bu ulvi gayeye ulaşmak için neler yapılması gerektiği,Kur’an’ı Kerim’inde,sünnet-i seniyye-i nebeviyyede,şeriat-ı gara-yı Ahmediyye’de açıkça bildirilmiştir;tasavvuf bunları bilir ve uygulatır.Peygamber Efendimiz(s.a.v)rehberimiz,serverimiz,nûmûne-i imtisalimiz Hz.Muhammed(s.a.v)Allah’ın en sevgili kulu ve en yüce peygamberi olduğundan bizim de Allah’ın sevgilisi olabilmek için ona,o mübarek Resûl’e en güzel şekilde ittiba ve iktida etmemiz,yeğane salah ve felah yoludur,başka çıkar yol yoktur.
-Nefsi tezkiye ve terbiye,zikr-i kesir ve halvet,güzel ahlâk’a teşvik,ulü’l-emre(ulema’ya)itaat,dini talim ve taallüm,alime hürmet,takva,ihlas,ibadet ve taat,züht ve kanaat gibi nice tasavvufi hususlar çok önemlidir,kıymetlidir bu hasletleri kaybetmemeliyiz.

hu ile vur kalbine allah desin....
tasavvuf ...teşbihte hata olmaz kaidesiyle...el feneri...
karanlık yürekleri aydınlık ebedlere götürecek kılavuz...
konu ayrıntılı geçilmiş.allah razı olsun kardeşim.

emeğinize sağlık bilmemiz gereken mevzular teşekkürler paylaşım için

kardeş allah razı olsun senden emeğine sağlık eklemişsin bayağı.

allahü teala nurani nefslerin, kutsi ruhların duasını, bereketini üzerimizden eksiltmesin.

allah bizlere rahmet etsin. bizleri nefsimizin hain tuzaklarından korusun.

bir veli mürşide tabi eylesin. nefsimizin tezkiyesini, felaha ermesini nasip etsin


Tasavvûf

MollaCami.Com