Bölümler | Kategoriler | Konular | Üye Girişi | İletişim


Gizli Mahzenlerde Gizlenen Tarih Canlanıyor

Sultan Üçüncü Murad’ın “Uyan ey gözlerim” şiiri hakkında bir sabah namazına kalkamaması üzerine kaleme aldığı rivayeti söylenmektedir. Bunun doğruluğu nedir? Kaynaklarda geçmekte midir?


--------------------------------------------------------------------------------

Sultan Üçüncü Murad Han, Osmanoğullarının en çok ilim sahibi olanlarından biri idi. Arapça ve Farsça’yı çok iyi bildiği gibi, İslâmî ilimlere de vâkıftı. Aynı zamanda maneviyat erbâbındandı ve tasavvufa gönül vermişti. Şâir olup, “Murâdî” mahlasıyla şiirler yazmıştı. İkisinde Türkçe, ikisinde Arapça ve Farsça şiirlerinin toplandığı dört divanı vardır. Fütûhât-ı Sıyâm isimli tasavvufa dâir bir de eser yazmıştır.

Sultanın söz konusu şiiri, hece vezni ile yazılmış bir ilahidir. Yazıldığı devirden günümüze kadar -bazı değişikliklere uğramakla birlikte- hâlâ okunmaktadır. Bu ilahiyi padişahın bir sabah namazına kalkamaması üzerine kaleme aldığı rivayet edilmektedir. İlahi, okunduğunda bu husus seziliyor gibi olsa da buna dair kesin bir söz söylenemez. Esas söylenmesi gereken, haklarında ileri-geri konuşulan ve televizyon ekranlarında türlü rezaletlerle karalanıp insanlara o biçimde tanıtılmaya çalışılan Osmanlı padişahlarının, ne derece mütedeyyin ve salabet sahibi olduklarını şu küçük ilahinin isbâta kâfi olduğudur.

Bu ilahi, Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Efendi Bölümü, nr. 3397′de kayıtlı Müstakimzade Mecmuası’nda münderiç olduğu gibi Ahmet Kabaklı’nın meşhur Türk Edebiyatı’nın yeni baskısının ikinci cildinin 642-643. sayfalarındada kayıtlı bulunmaktadır.

Sağda solda farklı ve yer yer bozuk ve yanlış versiyonları bulunan ilahinin orijinal şeklini buraya derç ediyoruz:


Aç gözün bu nevm-i gafletden uyan Uyan uykusu çok gözlerim uyan
Azrail’in kasdı canadır inan Uyan uykusu çok gözlerim uyan

Bu dünya fânidir sakın aldanma Mağrur olup tâc u tahta dayanma
Yedi iklim benim deyü güvenme Uyan uykusu çok gözlerim uyan

Seherde uyanır bu cümle kuşlar Kendü dilleriyle teşbihe başlar
Tevhid eder dağlar, taşlar, ağaçlar Uyan uykusu çok gözlerim uyan

Benim Murad kulun, suçumu afvet Cürmümü bağışla günâhım ref et
Hazretin sancağı dibinde haşr et Uyan uykusu çok gözlerim uyan
Tarih Postası bir Yedikıta hizmetidir.

Milliyetçilik” terimi günümüzde yaygın olarak kullanılıyor. Sadece milliyetçilik manasına değil, “kimin milletindensin?” sorusuna da “İbrahim Aleyhisselam’ın” cevabını veriyoruz. Bu çerçevede, “millet” ve “milliyetçilik” hakkında bilgi verebilir misiniz?


--------------------------------------------------------------------------------

“Millet” kelimesi Arapça bir kelime olup lügatte din ve şeriat manalarına gelmektedir. Ayrıca gidilen yol manası da verilmiştir. Istılahta ise, Allâhü Teâlâ’nın, peygamberler ve onlara gönderdiği kitaplar vasıtası ile bildirdiği esaslar, manasınadır. O dine mensup olanlara da ehl-i millet denilir. Kur’ân-ı Kerîm’de on beş yerde zikredilen “millet” kelimesi, altı yerde “millete İbrahîm” şeklinde geçmektedir. Buralarda geçen millet kelimesi din manasına olup Hz. İbrahim’in (a.s.) dini demektir.

Kureyş müşrikleri ve sair Arap kabileleri, cahiliye devrinde yani Peygamber Efendimiz (s.a.v.) gelmeden önce Hz. İbrahim’le (a.s.) iftihar ederler ve ona hürmette bulunurlardı. Fakat bir taraftan da putlara taparlar, Allah’a şirk koşarlar ve biz atalarımızın dini üzereyiz iddiasında bulunurlardı. Kur’ân-ı Kerîm’de “millete İbrahîm” ifadesinin altı yerde geçmesinin hikmeti, onlara ataları olan İbrahim aleyhisselâmın dininin tevhid üzere olduğunu ve şirkten uzak bulunduğunu ifade etmek ve Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in tebliğ ettiği dini kabul etmelerini temin içindir. Ayrıca Peygamber Efendimiz’in tebliğ ettiği dinin esaslarının, Hazret-i İbrahim’in diniyle aynı olduğunu bildirmektir. Âl-i İmran suresinin 95. âyetinde “De ki Allâhü Teâlâ sadıktır. Artık Hanif olan İbrahim milletine tabi olunuz. Ve o (İbrahim) asla müşriklerden olmamıştır.” buyrularak müşriklere, ataları olan İbrahim aleyhisselâmın nasıl bir din üzere olduğu haber verilmiştir. Lisanımızda bu kelime, yukarıda belirtilen manasını tamamen kaybetmiş, sosyal ve siyasi bir mana kazanmıştır. Bir toprak üzerinde yaşayan, müşterek bir menşe’ ve lisana sahip insanların tamamına millet denilmiştir. Günümüzde milliyetçilik diye tabir edilen kavmiyetçilik ve ırkçılık İslam’da yoktur. İslam renk, dil, cinsiyet ve coğrafya farklılıklarına değer vermez, bunların hepsini eşit tutar. Üstünlüğün ise sadece takva ile olduğunu bildirir.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Veda Hutbesi’nde ve birçok defalarda “Arab’ın aceme, acemin Arab’a, hiçbir beyazın siyaha, hiçbir siyahın da beyaza üstünlüğü yoktur. Allâhü Teâlâ katında üstünlük ancak takva iledir.” buyurarak kavmiyetçiliği yasaklamıştır.


Tarih Postası bir Yedikıta hizmetidir.

Baltacı Mehmet Paşa ve Katerina hakkında yazılanlar doğru mudur? Ya da bu iddialar nasıl çıkmıştır? Aydınlatırsanız sevinirim.

--------------------------------------------------------------------------------

Osmanlı tarihinde, Prut gibi büyük bir zaferi kazanmış olan Baltacı Mehmed Paşa hakkında, maalesef bazı tarihçiler haksız ithamlarda bulunmakladırlar.

Yapılan ithamların başında; Baltacı Mehmed Paşa’nın, Prut Harbi esnasında Katerina’nın tesiri altında kalarak, sulh yaptığı iddiası vardır. Evvela şunu ifade etmek icap eder ki, 200 bin rublelik savaş fidyesi alındığı doğrudur, fakat savaşı bitiren ve sulh yapılmasını sağlayan husus bu değildir.
Eğer sulhu bir rüşvet neticesinde kabul etmiş olsa idi, anlaşma şartlarını da hafif tutması gerekirdi ki, tam aksine, Rusları hem savaş meydanında zora sokmuş, hem de masa üzerinde cok ağır şartları kabul etmeye mecbur bırakmıştı. Prut Savaşının son günü akşamına doğru yeniçeriler harp meydanından ayrılmaya başlamışlar ve Ruslar bunun farkında olmadıkları için de, muharebeye devam edememişlerdi. Hâlbuki Ruslar, yeniçerilerin bu hareketini bir savaş taktiği olarak değerlendirmişlerdi. Hiç kimsenin aklına, Osmanlı ordusunun savaş meydanını terk edeceği fikri gelmezdi. Karanlık bastığı için yeniçerilerin bu ihanetleri anlaşılamamış, mesele böylece Rusların gözünden kaçmıştı.
Yeniçeriler, savaş meydanını terk etmekle kalmamış. Rus askerlerine yiyecek yardımı bile yapmaya başlamışlardı. Rus askerlerini kardeş diye çağırdıkları hususunda bilgiler mevcuttur.
Yeniçerilerin bu hâline karşı Baltacı Mehmed Paşa’nın, onlara güvenmeyip sulh akdetmesinde hiçbir ihanet ve rüşvet söz konusu olamaz. Baltacı Mehmed Paşa, sulh kararını tek başına vermemiş, yanında bulunan bütün devlet erkânı ile müzakereden sonra kararlaştırmıştır. Osmanlı ordugâhına gelen fidyeler ise. Baltacı Mehmed Paşa’nın bizzat kendisinde kalmayıp, devlet ve askerî erkân arasında muhafaza edilmişti. Bu kadar basit bir fidye karşısında Baltacı Mehmed Paşa gibi bir devlet adamı ve muzaffer kumandanın gaflete düşmesi akıldan bile geçmez. Baltacı Mehmed Paşa, hayatında hiç zengin olmamış ve vefatında da terekesinden çok büyük bir mal çıkmamıştır. Fidyelerle beraber gelen Katerina’nın yüzüğü ise. Sadaret Kethüdası Osman Ağa’nın terekesinden çıkmıştır. Bu sefer esnasında hazinenin sıkıntıda olmasından dolayı, devlet ricali şahsî paralarını sefer için harcamak mecburiyetinde kalmışlardır.

Bu mevzu ile alakalı bir diğer husus da, Katerina’nın, bizzat gelerek Baltacı Mehmed Paşa ile görüşmesi ve işvekârlıkta bulunması hususudur ki, en evvelâ bir Osmanlı kumandanının; başkasının, hele bir devlet başkanının karısına karşı hissi muhabbet içinde olması düşünülemez. Katerina’nın gelip Baltacı’dan aman dilemesi son derece normal bir hâdisedir. Zira Rus ordusunun beyaz bayrak açarak. 200 bin rublelik fidye vermesi Katerina’nın sayesindedir. İş böyle olunca, Katerina’ya karşı başka maksatla mukabele edilmesi gibi bir mesele vuku bulmamıştır. Rusların imparatoriçesi olsa bile. Osmanlı serdarının çadırına gelmesinde yanlış anlaşılacak bir husus yoktur.

Bazı araştırmacılar tarafından, Baltacı Mehmed Paşa’nın ahlaksızca itham edilmesinin altında, Osmanlı tarihine karşı duyulan husumet yatmaktadır. Birçok devlet ricali ve kumandanın yanında, Katerina ile çadırında yalnız kalması söz konusu değildir. Ayrıca, Katerina’nın çadırına bizzat geldiğine dair rivayetler de çok zayıftır.

Muzaffer bir kumandana yapılan bu iftiranın bir mesnedi olması icap eder. Zamanın bütün kaynak ve vesikaları bu hususta Baltacı Mehmed Paşayı haklı çıkartacak durumdadır.


Tarih Postası bir Yedikıta hizmetidir.

bunların her birini ayrı kkonular olarak eklesek cok daha güzel olacak.

tek mesaj altında olursa, gözden kaçabilir

tamam reis bizcede uygundur...


Tarih

MollaCami.Com