Bölümler | Kategoriler | Konular | Üye Girişi | İletişim


Veda Haccı: Vedâ Hutbesi (8 Mart 632)

Veda Haccı: Vedâ Hutbesi (8 Mart 632)

Rasûl-i Ekrem Efendimiz, Hicretin onuncu yılı (Milâdi: 632) Zilhicce ayında (Hac mevsimi) İslâmî Hac farîzasmı eda etti. İslâm tarihinde, Rasûlullahın bu Haccına: Veda Haccı denilmektedir.
Rasûl-i Ekrem, Hicretten beri, Hac farizasını ilk defa ifa ediyordu. Onbi-rinci Hicret yılında vefat ettikleri için, bir daha Hac yapamadı. Bu sebepten, "Veda Haccı", İslâmî, Hacc bakımından Rasûl-i Ekrem için, ilk ve son Hac oldu.
Vakıa, Rasûl-i Ekrem Efendimiz, evvelce Mekke devrinde Kâ'be ziyaretlerini ifa buyurmuşlardı. Fakat, Peygamberimizin bu ziyaretleri. "İslâmî Hacc"ın farz oluşundan önceydi. Hazreti İbrahim -aleyhisselâm-'ın "Hanîf" dinine göre yapılmıştı.
Rasûl-i Ekrem, burada ashâbiyle vedâlaştığı ve bir daha Kâ'beyi göremediği için, bu Hacca: "Veda Hacc/" denildiği gibi, Peygamberimizin ilk İslâ-mî Haccı olması bakımından: "İslâm Hacc/" müslümanlara Hac ibâdetinin bütün hükümlerini bildirdiğinden: "Belâğ Haccı", Hac farîzasıyle İslâm dininin bütün ibâdet kaideleri tamamlanarak kemâle ermiş bulunduğu için de: "Tamam Haccı" ve "Kemâl Haccı" isimleriyle de vasıflanmıştır: (525).
Mekke, Hicretin sekizinci yılı fethedilmiş (M. 630), İslâmi Hac, Hicretin dokuzuncu yılı farz kılınmış, (M. 630), Rasûl-i Ekrem, aynı senenin Hac mevsiminde, Hazreti Ebûbekr'i Hac Emîri yapmıştı (9/631). Bir sene sonra da, Veda Haccı yapıldı (10/632).
Hicretin onuncu yılı, bütün Arabistan müslüman olmuş, Rasûl-i Ekremin hayatında puta tapıcılık, kökünden sökülüp atılmıştı. İslâm dünyası, başşehri Medine olmak üzere, Arab yarımadasını kaplamış bulunuyordu.
Rasûl-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz, "haccetmek" niyetiyle Mekke'ye gideceğini, Kâ'beyi ziyaret edeceğini her tarafa bildirdi.
Rasûl-i Ekremle beraber haccetmek istiyen müslümanlar, koşa koşa her taraftan geliyorlar, kafile kafile Medine'de toplanıyorlardı. -
Hazırlıklar tamamlandı. Zilka'denin yirmibeşinci günü: Rasûl-i Ekrem, kırk-bin kişilik bir kafileyle (Öğle namazından sonra), Medine'den çıktı. Mekke yolunu tuttu. Yanına altmış üç tane kurbanlık deve aldı. Kızı Fâtıme ile zevceleri beraberinde bulunuyorlardı. Yolda ikindi namazını (seferi olarak) iki rek'at kıldı. Geceyi "Zülhuleyfe" de geçirdi. Bundan sonra, dört rek'atlı bütün namazlarını iki rek'at olarak eda etti. Zilka'denin yirmialtıncı günü ihrama girdi: (526).
Niyet etti. Sırtındaki dikilmiş elbiseyi çıkardı. İhram elbisesini (bir i'zar ile bir rida) giydi: (527). Hepsi de aynı kılığa girdiler. Aralarında dış bakımdan ayrılık varsa giderildi. Bu suretle kardeşlik eşitliği sağlanmış oldu. Sonra telbiye'ye (Lebbeyk demeye) başlandı:
- "Bütün itaatimiz ve sevgimiz sanadır, Allah im! Bütün itaatimiz ve ih-lâsımız Sanadır. Eşin, ortağın yoktur. Sevgimiz ve bağlılığımız yanız Sanadır. Yalnız Seni överiz. Her nimet Senden gelir. Her şükür Sana'dır. Bütün saltanat Senindir. Eşin, ortağın yoktur." diyordu. (528).
Rasûl-i Ekrem, "Lebbeyk, Allahümme Lebbeyk!" dedikçe, çöl, vadi, her yer bu nida ile inliyor, her taraftan aynı ses tekrarlanıyor, yükseliyor, dağlardan da aksisadaları geri geliyordu.
Rasûl-i Ekrem'in Medine ile Mekke arasındaki bu Hac yolculuğu on gün sürdü Büyük Peygamberimiz, etrafını çeviren muhteşem bir alayla Zilhicce'nin (Kurban Ayının) dördüncü pazar günü Mekke'ye vardı. "Benî Şeybe" kapısından Haremi Şerife ulaştı. Uzaktan Büyük Kâ'beyi görünce:
- "Allahtan başka tapacak yok. Birdir, şeriki yok. Mülk Onundur. Hamd O'na yaraşır. Yaşatır ve öldürür. Her şeye kadirdir. Allahtan başka tapacak yok. Vaadini yerine getirdi. Kuluna yardım etti. Ona karşı birleşenleri yalnız başına yendi."
dedi: (529).
- "Yâ Rabbî! Sen, bu Beytin şanını artır!" dileğinde bulundu: (530). Hemen "Tavafı Kudûm"u ifa için, Kâ'benin etrafını yedi defa dolaştı (531). Makamı İbrahimde iki rek'at namaz kıldı. Yedi defa da "Safa" ile "Merve" denilen basamaklı iki tepe arasında gidip gelerek "sa'y" eyledi.
O sırada "Yemen"de bulunan Hazreti Ali, Yemen hacılariyle birlikte Mekke'ye geldi. Rasûl-i Ekreme yetişti. Diğer taraflardan da, akın akın hacılar gelmişlerdi. Bu suretle, Mekkede:Yüzyirmidörtbin hacı namzedi toplanmış oldu. Bunlar, Mekke'de, Zilhiccenin dördünden yedisine kadar, üç gün kaldılar.
Zilhiccenin sekizinci Perşembe (Terviye) günü, Rasûl-i Ekrem, devesine bindi, bütün hacı namzedleriyle birlikte, yine Lebbeyk!" sadaları içinde Mekke'den ayrıldı. "Minâ"ya vardı.
Ertesi Cum'a (Zilhiccenin dokuzuncu Arefe) günü, sabah namazından sonra, Minâdan kalktı. Aynı kafileyle doğru Arafat dağına çıktı. Arafâtın doğu tarafında "Nemre" denilen köyde bir çadır kuruldu. Çadırında biraz dinlendi.
Mevsim, ilkbahar, gece ile gündüzün müsavi bulunduğu bir zamandı. Güneş aylarından Mart Ayı idi. Öğleden sonra, Rasûl-i Ekrem çadırından çıktı. "Kusvâ" adındaki devesine bindi. "Arafat" vadisinin ortasına vardı: (532).
Orada, kendisini dinlemeye hazırlanmış, yüzyirmidörtbin müslüman toplanmıştı. Bunlar, Arabistanın çeşitli semtlerinden gelmiş, içlerinde tek müşrik bulunmayan hacı kafilesiydi.
Rasûl-i Ekrem Peygamberliğinin ilk devresinde Mekkede nasıl muamele görmüştü? Aynı muhitte, şimdi, kendisini nasıl karşılıyorlardı? Bu ne müthiş manzara, bu ne hayret verici değişiklikti! Hayattayken, İlâhî vazifesinde muvaffak olduğunu görmek şerefi, Peygamberler içinde ve filozoflar tarihinde, yalnız Hazreti Muhammed'e nasip olmuştur: (533).
Hâtemül-enbiyâ Efendimiz, Arafat'ta, deve üstünde, büyük İslâm inkılâbının en büyük hutbesini söyledi: (534).
O zaman, kendisini medenî dünyadan sayan Avrupa, henüz ortaçağ zihniyetini taşıyor, kilise ve feodalite (derebeylik) rejimini yaşıyordu.
Ondört asır önce, Rasûl-i Ekrem, irad buyurmuş oldukları bu nutuklariy-le, yalnız yedinci asır müslüman Arablarma değil, İslâmlığın bütün kudretiyle, bütün insanlığa hitap ediyordu: (Cum'a 9 Zilhicce 10/8 Mart 632): (535).



Rasûl-i Ekrem Efendimiz, Veda Haccında, bu meşhur Veda Hutbesinde sözlerine şöyle başladı:
- "Cenâb-ı Hakka hamd ü sena ederiz. Ona döneriz. Nefislerimizin fenalıklarından ve kötü amellerimizden Ona sığınırız. Allah'ın hidayet ettiğini kimse yoldan çıkaramaz. Allahın şaşırttığını da kimse yola koyamaz. Şehâdet ederim ki. Allahtan başka Tanrı yoktur. Birdir, eşi ve ortağı yoktur. Yine şehâdet ederim ki. Muhammed Onun kulu ve elçisidir. Ey Allahın kulları! Allahtan korkmanızı. Ona itaat etmenizi tavsiye ederim.
- Ey Nâs! Sözlerimi dikkatle dinleyiniz. Bilmiyorum belki bu seneden sonra, sizinle burada, ebedî olarak bir daha birleşemiyeceğim.
- Ey Nâs
Bugünün nasıl bir gün olduğunu biliyor musunuz? Bugün: Yev-münnahr (Kurban günü), bu ayın ne ayı olduğunu biliyor musunuz?
Bu ay: Şehri Harâm (Mukaddes ay: Zilhicce), bu mevkiin hangi yer olduğunu biliyor musunuz? Burası: Beldei Harâm (Mukaddes Şehir: Mekke): bu gününüz: Nasıl mukaddes bir gün ise, bu ay'ınız nasıl mukaddes bir ay ise, bu şehriniz nasıl mukaddes bir şehir ise, biliniz ki, canlarınız, mallarınız, ırzlarınız da, ta Allahın huzuruna çıkıncaya kadar, bu mukaddes gün, bu mukaddes ay, bu mübarek şehir gibi, yek-diğerinize karşı mukaddestir. Bunlara her türlü tecavüz haramdır.
Ashabım!
Aklınızı başınıza toplayın! Biliniz ki, yarın, Allahınıza kavuşacaksınız. Bugünkü her türlü hal ve hareketinizden muhakkak sorulacaksınız. Sakın, benden sonra, eski dalâletlere (sapıklığa) dönerek birbirinizin boynunu vurmayın-! Bu vasiyetimi burada bulunanlar, bulunmıyanla-ra bildirsin. Olabilir ki, bildirilen kimse, buradaki işitenden daha iyi anlar ve muhafaza etmiş olur.
Ashabım!
Eski cahiliyet devrinde güdülen bütün kan dâvaları, tamamen kaldırılmıştır. Kaldırdığım ilk kan dâvası da. "Abdülmuttalib'in torunu: Rabîa"nın kan davasıdır: (536)
Ashabım!
Cahiliyet devrinin her türlü ribâsı (faiz. murabahacılık) kaldırılmıştır. İlk kaldırdığım ribâ: Abdülmuttalib oğlu Abbâs'ın faizidir. Allahın emriyle, faizcilik artık yasaktır. Eski devirden kalma bu çirkin âdetin her türlüsü ayağımın altındadır: (537). Bu borçlular, alacaklılara, yalnız aldıkları parayı (sermayeyi) ödeyeceklerdir. Ne zulmediniz, ne de zulme uğrayınız: (538)
Ashabım!
Kimin yanında bir emanet varsa, onu sahibine geri versin. Hediyeler hediye ile karşılanır. Başkalarına kefil olanlar, kefaletin mes'uli-yetini üzerine almış olur.
Ey Nâs!
Bugün şeytan, sizin şu yurdunuzda yeniden nüfuz ve saltanat kurmak kudretini artık, ebedî olarak kaybetmiştir. Fakat, siz, bu kaldırdığım şeylerden başka, küçük gördüğünüz işlerden ona uyarsanız, onu sevindirmiş olursunuz. Dininizi korumak için, bunlardan da kaçınınız!
- Ey Nâs! Kadınların haklarına riayet ediniz. Onlara şefkatle, sevgi ile muamele ediniz. Onlar hakkında Allah 'tan korkunuz! Kadınlar size Tanrı emânetidir. Onları, Allah adına söz'vererek aldınız, onlar emri İlâhî ile size helâl olmuştur. Sizin kadınlar üzerinde haklarınız olduğu gibi, kadınlar'ın da sizin üzerinizde hakları vardır. (539). Sizin kadınlar üzerindeki hakkınız: Kadınların aile şerefini, sizin hoşlanmadığınız hiç kimseye çiğnetmemesidir. Kadınların da sizin üzerinizde hakları: Onların her türlü yemek ve giymek işlerini sağlamanızdır. Onlar, sizin haklarınıza riayet etmeli, siz de onlara nezaketle muamele yapmalısınız. Bir kadının, kocasının izni olmadan, onun malından hiçbir şeyi, başkasına vermesi helâl olmaz.
Kölelerinize gelince: Onlara yediğinizden yedirmeğe, giydiğinizden giydirmeğe dikkat ediniz. Affedemiyeceğiniz bir hata yaparlarsa, izin veriniz. Fakat, onlara asla eziyet etmeyiniz. Çünkü, onlar da Alla-hın kuludur. Ey Mü'minler! Sözümü iyi dinleyiniz, iyi anlayınız, iyi muhafaza ediniz. Muhakkak ki, Rabbiniz birdir. Babanız birdir. Hepiniz Adem'densiniz. Adem de topraktandır. Hiç kimsenin, başkaları üzerine üstünlüğü yoktur. Şeref ve üstünlük, ancak fazilet iledir. İyi bilin ki her müslüman, müslümanın kardeşidir. Bütün müslümanlar birbirlerinin kardeşidir. Eşit hakka mâliktir. Din kardeşinize aid olan herhangi bir hakka tecavüz etmek, gönül rızası olmadıkça, bir başkası için helâl olmaz. Haksızlık da yapmayın! Haksızlığa da boyun eğmeyin! Ahalinin haklarını gasbetmeyin! Sakın, benden sonra, kâfirlerin yaptığı gibi, birbirinizle boğuşmayın!
Ashabım!
Nefislerinize de zulmetmeyiniz! Nefislerinizin de üzerinizde hakkı vardır.
Ey Nâs! Allah, herkese düşen hak sahibinin miras hakkını Kur'-anda bildirmiştir. Mirasçılar için vasiyete lüzum yoktur.
Ey Nâs!
Her câni kendi suçundan bizzat kendisi sorumludur. Hiçbir caninin işlediği suçun cezasını evlâdı çekemez. Hiçbir evlâdın suçundan da babası mes'ul edilemez.
Ey Nâs!
Devamlı olarak dönmekte olan "zaman" Allahın gökleri, yerleri yarattığı günkü durumuna dönmüştür. Bir yıl, ay ölçüsüyle oniki aydır. Bunların dördü haram aylarıdır. Bunların üçü, arka arkaya, Zilkade, Zilhicce, Muharrem, Dördüncüsü Receb: Cemâziyel'âhire ile Şa'ban arasındadır. Bu sene haram ayları eski yerine geldi. Hac mevsimi: Zilhiccenin onuncu gününe rastladı.
Ey Mü'minler!
Size bir emanet bırakıyorum. Ona sıkı sıkı sarıldıkça, yolunuzu hiç şaşırmazsınız. O emanet de Allahın kitabı: Kur'an'dır.
Ey Nâs!
Allaha ibadet edin! Beş vaktinizi kılın! Ramazan orucunu tutun: Emirlerime itaat edin! Rabbinizin cennetine girersiniz.
Ey Nâs!
İfrattan (aşırı gitmekten) sakının! Evvelkilerin mahvolmalarının sebebi: Dinde ifratlarıydı. Hac amellerini (usûllerini) benden öğrenin! Muhakkak olarak bilmiyorum belki, bu seneden sonra, bir daha sizinle burada buluşamıyacağım. Bu nasihatlerimi, burada bulunanlar, bulunmayanlara bildirsin. Belki, kendisine bildirilenler içinde, burada bulunanlardan daha iyi anlayanlar, bunları daha fazla muhafaza ederek hatırlayacak olanlar bulunabilir."
Rasûl-i Ekrem Efendimizin, açık ve tatlı ifadeli bu sözleri, dinleyenler tarafından iyice duyulabilmesi için, güzel ve gür sesliler tarafından tekrarlanıyordu. Peygamberimiz her cümleyi söyledikçe duruyor, ezcümle "Ümeyye oğlu Rabia" yüksek sesle bu sözleri tekrar ediyordu. Bu suretle, Vedâ Hutbesi bütün cemaat tarafından duyulmuş oluyordu.
Nutkunun sonlarına doğru, İslâm cemaatinin gösterdiği hararetli tezahürat karşısında heyecana kapılan Rasûl-i Ekrem en yüksek sesle:
- Ey Nâs!
Yann beni sizden soracaklar. Ne diyeceksiniz? Risâletimi tebliğ ettim mi? ilâhî vazifemi yaptım mı?diye sordu. Bütün ashab hep bir ağızdan:
- Evet, yemin ederiz. Allahm risâletini tebliğ ettin. Vazifeni yaptın. Bize vasiyet ve nasihatte bulundun. Böylece şehâdet ederiz, dediler. Bütün vadi, yüzbinlerce insanın bu samimî sözleriyle çalkalandı. O zaman, Rasûl-i Ekrem, şehâdet parmağını kaldırdı. Üç defa:
- Şahid ol Yâ Rabbî! Şahid ol Yârabbî! Şahid ol Yâ Rabbî! dedi ve sözlerini bitirdi. Hutbeden sonra, kendisine sunulan bir bardak sütü içti. Bu suretle, Rasûl-i Ekrem, oruçlu olmadığını ashabına göstermiş oldu. İkindi vakti girmiş ve fakat öğle namazı kılınmamıştı. Hazreti Bilâl, ezan okudu ve kamet etti. Önce öğle namazı kılındı. Sonra Bilâl, tekrar kamet etti. İkindi namazı kılındı. Rasûl-i Ekrem, bu suretle, öğle ile ikindi namazlarını "cem'u Te'hir ile" arka arkaya kıldırdı. Sonra, devesine bindi. "Arafat" durak yerine geldi.
- Burada babanız İbrahimin size miras bıraktığı yerler üzerinde durunuz! buyurdu.
Kendisi de Kıbleye karşı deve üstünde vakfe (duruş) de bulundu. Güneş batıncaya kadar uzun bir dua yaptı. Tam bu sırada, henüz deve üstündeyken "Mâide" sûresi nazil oldu: Bu âyette:
- "Bugün kâfirler dininiz (i kaldırma) den ümitlerini kestiler. Artık onlardan korkmayın. Benden korkun! Bugün ben dininizi ikmâl ettim. Size nimetimi tamamladım. Size din olarak müslümanlığı seçtim." buyuruyordu. (540). Rasûl-i Ekremin, tebliğine memur buyurduğu dinî âyetlerin tamamlandığını bildiren bu âyet, Kur'ânda, ahkâma aid nazil olan âyetlerin sonuncusu sayılmaktadır. İlk olarak bu âyeti işittiği zaman, Hazreti Ebûbekr, Rasûl-i Ekremin vefatına işaret sayarak müteessir olmuş ve ağlamıştı.
Bir gün sonra, Kurban bayramının birinci günü de Kur'an-ı Kerîmin en son âyeti geldi:
- Allahın huzuruna varacağınız bir günden (öğünün heybetinden) Alla-ha sığınınız!" buyurdu: (541).
Bu suretle, İslâm dininin anayasası olan "Kur'ân" âyetleri tamamlandı. Rasûl-i Ekrem en son gelen bu âyetten sonra, ancak, onsekiz gün daha ya-şayabilmişti.
. Arefe günü, güneş battıktan sonra, Rasûl-i Ekrem, tekrar devesine bindi. Terkisine, Zeydin oğlu Üsâmeyi aldı. Arafattan ayrıldı. Hac alayı ile birlikte, ağır ağır "Müzdelife"ye geldi. Akşam namazı kılınmamış ve fakat yatsı vakti girmişti. Müzdelife'de de akşam ile yatsıyı birleştirdi. Arka arkaya kıldı. Geceyi burada geçirdi. Ertesi sabah (Kurbanın birinci Cumartesi günü), güneş doğmadan önce, sabah namazından sonra, "Müzdeiife" den kalktı. Bu defa terkisine Abbâsın oğlu Fazl'ı aldı. "Meş'ari Harâm"a gitti. Orada kıbleye karşı durdu. "Cemrei Akabe"ye vardı. Cemrei Akabede ufak çakıl taşlarından yedi cemre (taşı) yi attıktan sonra, "Minâ"ya geldi. Cemreleri atarken:
- Ey Nâs! Din işlerinde aşırı gitmekten çekininiz! Sizden evvelki ümmetlerin ölümüne din işlerinde taşkınlık göstermeleri sebep oldu." buyurmuştu.
Minâda da bir nutuk söyledi:(542). Bu nutuk, Arafatta söylediği ilk Veda Hutbesinin ikincisiydi. Muhacirler kıblenin sağ tarafında, ensâr solunda, diğer cemaat karşıda saf saf yer almışlardı. Rasûl-i Ekrem, yine deve üstünde, yüzbinlerce cemaate hitap ediyordu. Burada cemaatin hepsi, hutbenin tamamını duymuşlardı.
Rasûl-i Ekrem Efendimiz Minâdaki bu ikinci hutbesinden sonra, kurban kesilen yere geldi. Kurbanlık için hazırlanan yüz deveden altmışüç tanesini ömrünün her yılı için bir deve hesabiyle, bizzat kendisi kurban etti. Geri kalanını Hazreti Ali kesti. Kurban etinden birer parça ayrıldı. Üsttarafı fakirlere dağıtıldı. Sonra, saçlarını kestirdi. İhramdan çıktı. Devesine bindi. "Haremi Şerîf'e indi. "Ziyaret Tavaff'nı yaptı. Bu tavaf, "Tavaf-ı Kudüm" dan sonra, ikinci oluyordu. Zemzem kuyusunun başında durdu. Bir bardak su içti. Tekrar "Minâ'.'ya döndü. Bayram günlerini hep Minâda geçirdi. Hac menâsikini yerine getirdi. Arefe günü: Arafatta birinci hutbesinde, Bayramın birinci günü Minâda ikinci hutbesinde yapmış olduğu gibi, Kurbanın ikinci günü de, yine ashabına hitap etti. Üçüncü hutbesini de yine Minâda söyledi. Onlarla vedalaştı.
Kurban bayramının beşinci çarşamba günü, Minâdan kalktı, Mekke'ye döndü. Tavafın üçüncüsü olan "Veda Tavafı"nı da yaptı.
Medineli olmayan hacılar, kendi memleketlerine dönmeye başladı. Rasûl-i Ekrem de muhacirler ve ensâr ile birlikte Mekke'den ayrıldı, Medine'ye döndü. Sabahleyin girdi.
Peygamberimiz, Medine'ye yakın "Zülhuleyfe" de konakladı. Geceyi orada geçirdi. Sonra, Medine'ye doğru ilerledi.
Şehri görünce:
- Allahüekber, Allah'tan başka tapacak yok. Birdir, Şeriki yok. Mülk Onundur. Hamd Ona yaraşır. Herşeye kadirdir. Tevbe ederek, ibâdet ederek, Rabbimize hamdederek geri dönüyoruz. Allah, sözünü gerçekleştirdi. Kuluna yardım etti. Birleşen düşmanları, yalnız O perişan etti. dedi: (543).
Veda Haccı münasebetiyle, Rasûl-i Ekrem, Mekke'de on gün kalmış, dört rek'atlı farzları iki rek'at olarak kılmıştı. Hattâ, kendisine, cemaat olarak uyan Mekkelilere:
- Siz tam olarak kılınız. Biz misafiriz!" buyurmuşlardı: (544)
Rasûl-i Ekrem Efendimizin Arafâtta deve üstünde 8 Mart 632 tarihinde söylemiş olduğu nutuk, büyük bir tarihî hâdiseydi. İnsanlık tarihinde en büyük inkılâbı yapmış oldu: (545).
Vedâ Hutbesinin söylendiği gün: Müslümanlık, bütün kudretiyle, bütün ih-tişamiyle, bütün dünyaya hitap ediyor. Eski cahiliyet devrinin bütün hurafelerini, bütün kötülüklerini, kan dâvalarını, faizciliği, kumarı ve her türlü zulmü kaldırıyordu.
İnsanların ilerlemesine karşı duran engellerden biri de toplum hayatında imtiyazlı sınıfların bulunmasıydı.
İslâmın nurlu inkılâbı, sınıf farklarını kaldırmış, Rasûl-i Ekrem: - "Arabın Arab olmayana karşı üstünlüğü yoktur!" buyurmuştu.
Arablar arasında "kan gütme" âdeti pek yaygın bir haldeydi. Bir aile veya kabileden bir adam öldürülürse, o adamın ailesi veya kabilesi, asırlar boyunca intikam almayı mukaddes bir vazife bilirdi. Bu kan gütme âdeti yüzünden ardı arası kesilmiyen iç savaşlara yol açılmış, Arabistan'da: mal, can ve ırz emniyeti kalmamıştı. Rasûl-i Ekrem bu tarihî günde, bu kan gütme çirkin âdetini de kaldırdı.
Bütün Arabistan'da "ribâ" yemek âdet olmuştu. Hattâ bu fena âdet o kadar yayılmıştı ki, bütün fakirler, zenginlerin kölesi haline girmişti. Hazreti Peygamber, bu mübarek günde, insanları kölelikten kurtardı. Ribâyı yasakladı.
Kadınlar, bu tarihî güne kadar, erkeklerin malı sayılır, bir erkekten diğer bir erkeğe devredilir, hattâ kumar oyunlarında para gibi ileri sürülürdü. İnsanlığın bu mazlum kısmı da, bu mukaddes günden başlayarak, insanlık hayatında lâyık olduğu mevkie yükselmiş oldu.
Arabistan'da, İnsanların malına olduğu kadar da canına zerre kadar ehemmiyet verilmezdi. Keyif için insan öldürülür, mallar yağma edilirdi. Rasûl-i Ekrem bu şerefli günde malın da, canın da mukaddes olduğunu ilân etti.
Zulmün en fena şekillerinden biri de, babaların suçlarından evlâtların, evlâtların kabahatinden de babaların sorumlu tutulmasıydı. Saklanan bir babanın cezasını, ailesinden ele geçen çekerdi. Babalar, oğullarının kabahati yüzünden asıldığı gibi, babaların cürmü yüzünden de evlâtlar öldürülürdü. Bu türlü zulümler, dünyanın hemen her tarafında hüküm sürüyordu. Kur'anı Kerîm bu zulüm âdetini de yasaklamış, Rasûl-i Ekrem de "Vedâ Haccı'nda ortadan kaldırmıştı.
Ötedenberi Arablar, dört aya saygı gösterirlerdi. Haccı bu aylarda yaparlar, panayırları bu aylarda kurarlardı. Sonraları çapulculuk, maksadiyle, haram ayların yerleri değiştirildi. Kâh bir sene on iki ay, kâh onüç ay olur, bu suretle haram ayları halâl, halâl ayları haram sayılırdı. İşte, eski cahiliyet devrinin bütün bu kötülüklerini "Veda Hutbesi" kaldırdı. Artık, Arabistan müslümanlık ışığıyla nurlanmış, "Hazreti İbrahim" in yapmış olduğu "Beytullah", Tevhîd dinine tamamiyle kavuşmuştu.




Dipnot

M.Zekâ Konrapa

paylaşım için teşekkürler ALLAH razı olsun.

amin cümlemizden


paylaşım için teşekkürler ALLAH razı olsun.


Sevgili Peygamberimiz

MollaCami.Com