Bölümler | Kategoriler | Konular | Üye Girişi | İletişim


Hazret-i Hüseyin -radıyallahu anha.

Hazret-i Hüseyin -radıyallahu anha.

Mustafa Eriş


Rasulullah'ın Torunu ve Kerbela Şehidi

Hazret-i Hüseyin radıyallahu anh Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem efendimizin sevgili ikinci torunu... Hazret-i Ali (r.a.)'ın küçük oğlu... "Şehid" lakabıyla meşhur... Başına gelen acı hadiseler dolayısıyla İslâm ümmetinin yüreklerini sızlatan bir yiğit... "Kerbelâ şehidi" diye tanınan bir sevgili mazlum insan...

O, hicretin 4. yılı Şaban ayının 5. günü Medine-i Münevvere'de doğdu. O günün sevincine melekler de katıldı. Hz. Hüseyin (r.a.)'ın doğduğu eve geldiler. Guruplar halinde ziyaret ettiler ve Resûl-i Ekrem (s.a.) efendimizle tebrikleştiler. O gün Rasûlullah (s.a.) Hz. Ali'yi kapıda bekçi bıraktı. Kimseyi içeriye almamasını tenbih etti. Meleklerin ziyareti tamamlanınca Efendimiz dışarı çıktı ve bekleyen ashâbını içeriye buyur etti. Hz. Ali (r.a.)'ın ziyarete gelen meleklerin sayısı konusundaki sözü hatırlatıldı. Efendimiz: "Nerden, nasıl bildin ya Ali?" diye sordu. Hz. Ali (r.a.) da: "Melekler gurup gurup geliyorlardı. Her biri ayrı bir dil konuşurlardı ve sayılarını bildirirlerdi," diye cevap verdi. Bunun üzerine Efendimiz (s.a.): "Allah aklını ziyâde etsin ey Ali!" buyurdu.

Resûl-i Ekrem (s.a.) efendimiz sevgili torununun kulağına ezan okudu ve adını Hüseyin koydu. Yedinci günü Akîka kurbanı kestirdi. Aynı gün saçlarını traş ettirip kızı Fâtıma'ya verdi ve: "Ey Fâtıma! Hüseyin'in saçları ağırlığınca sadaka ver," buyurdu. O da oğlunun saçları ağırlığınca gümüşü fakirlere dağıttı.

Hz. Hüseyin (r.a.)'ın doğumu ile ilgili Hz. Abbas (r.a.)'ın hanımı Ümmü'l-Fadl bir gece şiddetli, mihnetli ve korkulu bir rüya gördü. Sabahleyin doğruca Resûl-i Ekrem (s.a.)'in yanına gitti ve: "Ya Rasûlallah! Bir rüya gördüm ve çok korktum," dedi. Efendimiz (s.a.): "Ne gördün?" dedi. Ümmü'l-Fadl da: "Ya Rasûlallah! Sizin vücudunuzdan bir parçanın kesilip evime konulduğunu gördüm" dedi. Bunun üzerine Efendimiz (s.a.): "Hayır olsun inşaallah! Fâtıma'nın bir oğlu olacak, sen de ona sütünü emzireceksin," buyurdular.

Hz. Hüseyin dünyaya gelince Ümmü'l-Fadl onu alıp eve götürdü ve doyasıya sütünü emzirdi. Ümmü'l-Fadl bir gün çocuğu alıp Rasûlullah (s.a.)'e götürdü. Efendimiz torununu aldı ve kucağına oturttu. Onu öptü, başını okşadı ve sevdi. Çocuk kucakta otururken Efendimizin üzerini ıslattı. Ümmü'l-Fadl buna üzüldü ve çocuğu biraz sertçe tutup Efendimizin kucağından aldı. Çocuk ağlamaya başladı. Rahmet Peygamberi Efendimiz buna dayanamadı ve: "Ey Ümmü'l-Fadl! Allah iyiliğini versin. Sen onu ağlatmakla beni üzdün," buyurdu.

İki Cihan Güneşi Efendimiz hiç kimsenin üzülmesini istemezdi. O raûf ve rahîm peygamberdi. Kendi aile efradına ve ümmetine çok düşkündü. Onların sıkıntıya uğraması ona çok ağır gelirdi. Bir defasında yine torunu Hüseyin'in ağladığını işitti. Annesi Fâtıma'ya: "Onun ağlamasına üzüldüğümü bilmiyor musun?" buyurdu.

Ne şefkat!.. Ne merhamet!.. Ne edeb!.. Ne ince terbiye!.. Kimseyi kırmadan, incitmeden eğitmek!.. Derin merhametini tatlı sözleriyle belirtmek!.. Allah'ım bizlere de bu inceliği ve merhameti nasip et!.. Amin.

Rahmet ve şefkat peygamberi Efendimiz, torunları Hz. Hasan ve Hüseyin (r.anhüm)'ü çok severlerdi. Bir gün yine onları kucağında oturtup severken Üsame İbni Zeyd (r.a.) gördü. Efendimiz'in onlar hakkında şöyle buyurduğunu işitti: "Allah'ım! Bunlar benim kızımın oğullarıdır. Ben bunları seviyorum. Sen de onları sev. Onları sevenleri de sev," buyurdu.

İki Cihan Güneşi efendimiz sokakta oynayan çocuklara da selâm verirdi. Onlarla ilgilenirdi. Bir gün ashabıyla bir yere giderken Hüseyin'in sokakta çocuklarla oynadığını gördü. Biraz hızlıca yürüyerek torununu yakalamak istedi. O da oraya buraya koşuyordu. Efendimiz de hem gülüyor hem de peşinden koşuyordu. Onu tutmağa çalışıyordu. Sonunda Hüseyin'i tuttu. Onun yüzünü mübarek iki eliyle sevdi ve yanaklarından öptü. Ashabına döndü ve: "Hüseyin bendendir. Ben de Hüseyin'denim! Allah'ı seven Hüseyin'i sever! Hüseyin torunlardan bir torundur," buyurdu.

Hz. Hasan ve Hüseyin (r.anhüm) efendilerimiz İki Cihan Güneşi Efendimizin şefkat ve merhamet pınarından doyasıya içerek büyüdüler. Dedelerinin yanından hiç ayrılmadılar. Onun mübârek dizlerinde oturarak, onun sevgi dolu gönlünden feyizler alarak yetiştiler. Etrafa nur saçan tebessümleri ve iltifatlarıyla gözlerini, gönüllerini nurlandırdılar. Onun nübüvvet nuruyla geliştiler. Gece-gündüz fırsat bulunca dedelerinin kucağına koşarlardı.

Bir gün Habib-i Kibriya (s.a.) Efendimiz Ümmü Seleme (r.anhâ) annemizin evinde iken Cebrâil aleyhisselâm geldi. Resûl-i Ekrem (s.a.) Efendimiz Ümmü Seleme annemize: "Ya Ümmü Seleme! Kapıda dur içeriye kimse girmesin," dedi. O sırada Efendimizin reyhanı Hüseyin geldi ve birden içeri daldı, Rasûlullah (s.a.)'in boynuna atıldı. Efendimiz onu kucağına aldı, öptü ve sevdi. Cebrâil aleyhisselâm: "Onu çok mu seviyorsun?" dedi. Efendimiz de: "Evet!" dedi. Bunun üzerine Cebrâil (a.s.): "İyi ama, ümmetin onu öldürecektir!" dedi. Efendimiz hayretle: "Demek onu öldürecek olanlar mü'minler!.." dedi. Cebrâil (a.s.): "Evet! İstersen onun öldürüleceği yeri sana göstereyim," dedi ve gösterdi. Oradan bir avuç kızıl toprak alıp getirdi. Efendimiz o toprağı aldı ve kokladı da: "Bu toprak gam ve belâ kokuyor," buyurdu. Daha sonra toprağı Ümmü Seleme (r.anhâ) annemize emânet olarak verdi ve: "Ey Ümmü Seleme! Bu, torunum Hüseyin'in öldürüleceği yerin toprağıdır. Ne zaman kan haline gelirse o vakit bil ki Hüseyin öldürülmüştür," buyurarak ileride olacak hadiselere işaret etti.

İki Cihan Güneşi Efendimiz bu toprağın Kerbelâ toprağı olduğunu söylemişti. Kerbelâ, Irak'ın Kûfe bölgesindedir. Efendimiz bu yeri tasa ve belâ yeri diye vasıflandırmıştır. Bir seferinde Hz. Ali (r.a.) "Sıffîn"e giderken bu mıntıkadan geçmişti. Fırat kenarında bir köy olan Ninova'ya gelince durdu ve burasının adını sordu. Kerbelâ cevabını alınca Hz. Ali (r.a.) gözyaşlarını tutamadı. Sonra şunları söyledi:

"Bir defasında Rasûlullah (s.a.)'in huzuruna gitmiştim. Vardığımda ağlıyordu.

- Ya Rasûlallah! Seni ağlatan nedir?" diye sorduğumda bana: "Az önce Cebrâil aleyhisselâm yanımdaydı. Bana oğlum Hüseyin'in Fırat kenarında Kerbelâ denen yerde öldürüleceğini haber verdi ve o topraktan bir avuç alıp bana koklattı. Gözyaşlarım akıyorsa bu benim elimde değil ne yapayım kendimi tutamadım," buyurdu.

Hz. Hüseyin (r.a.) ağabeyi Hz. Hasan (r.a.) ile birlikte birçok seferlere katıldı. Hz. Osman (r.a.)'ın evini kuşatan isyancılara karşı halifeyi korumak ve evine su taşımak üzere babası tarafından verilen vazifede bulundu. Babasının halifeliği sırasında beraberinde Kûfe'ye gitti. Şehâdetinden sonra vasiyeti üzerine ağabeyine itaat etti. Hz. Hasan (r.a.) ile Muâviye halifelik konusunda anlaşınca Hz. Hüseyin bunu içine sindiremedi ve ağabeyi ile birlikte Medine'ye döndü. Kendini ibadete verdi. Zühd ve takvâ üzere yaşamaya gayret etti. Muâviye döneminde fitne çıkarmak isteyen kimselere de fırsat vermedi.

Muâviye 60. h. yılda Şam'da vefat edince oğlu Yezid'e bîat etmedi. Yezid her ne sûretle olursa olsun Hz. Hüseyin ve arkadaşlarından bîat almasını Medine valisi Velid İbni Utbe'den istedi. Vali yumuşak huylu, merhamet sahibiydi. Kendisine Hz. Hüseyin'in öldürülmesi fikri söylenince: "Benim dinimi mi yıkmak istiyorsunuz? Yemin ederim ki Hüseyin'i öldürmek sûretiyle bütün dünyanın mal ve mülküne sahip olacağımı bilsem yine de bunu yapmam," diyerek reddetti.

Bu haberler üzerine Hz. Hüseyin (r.a.) 28 Recep 60 h. (4 Mayıs 680 m.) gecesi bütün aile fertleriyle birlikte Mekke-i Mükerreme'ye gitmek üzere yola çıktı.

Kûfeliler Hz. Hüseyin (r.a.)'a bîat etmek için Meke'ye haber gönderdiler. O da amcasının oğlu Müslim İbni Akîl'i incelemelerde bulunmak üzere Kûfe'ye gönderdi. Müslim bir mektup yazarak Kûfelilerin Hz. Hüseyin'e bîat edeceklerini hatta on beş yirmi bin kişinin bîatını onun adına kabul ettiğini bildirdi. Fakat Yezid bu faaliyetleri öğrenince Müslim'i öldürttü. Halk korkudan biatlarını geri aldı. Hz. Hüseyin (r.a.) bu arada geçen hadiselerden haberdar olamadı. İbni Abbas, İbni Zübeyr ve İbni Ömer (r.anhüm) hazarâtı Kûfe'ye gitmemesini tavsiye ediyorlardı. Gerekirse Mekke'de adınıza bîat alırız diyerek görüş beyan ediyorlardı. Fakat kader-i ilâhî'nin önüne geçmek de kimsenin kârı değildi. Bir sevk-i tâbiî ile Hz. Hüseyin (r.a.) 8 Zilhicce 60 h. 9 Eylül 680 m. tarihinde ailesi ve bazı taraftarlarıyla birlikte Kûfe'ye hareket etti.

Hz. Hüseyin (r.a.) rüyasında Rasûlullah (s.a.)'i gördüğünü ve başladığı işi tamamlamakla emrolunduğunu söyledi. Bunun için amcazâdesi Abdullah İbni Ca'fer'in gitmemesine dair yazdığı mektubuna da cevap vermedi. Yolda Kûfelilerin bîatlarından caydığını ve Müslim İbni Akîl'in öldürüldüğünü duyunca bir ara geri dönmeyi düşündü. Fakat kader tekrar o tarafa yönlendirdi. Kendisiyle beraber gelenlere: "İsteyenlerin ayrılabileceğini," söyledi. Yanında sadece aile fertleri kaldı. Yaklaşık 72 kişiyle birlikte Kerbelâ'ya vardı. Kûfe valisi Ubeydullah İbni Ziyad Rey valisi Ömer İbni Sa'd'a bir mektup göndererek Hüseyin'in doğrudan kendisine teslim olmasını istedi. Yoksa onunla savaşmasını emretti. Her iki taraf da maalesef anlaşamadı ve savaş hazırlığına başladı.

Hz. Hüseyin (r.a.) gerekli savaş hazırlıklarını yaptıktan sonra atına bindi ve önünde mushaf olduğu halde Ömer'in ordusuna yaklaştı. Kendisinin buraya geliş amacını anlamalarını ve hakkında insaflı hüküm vermelerini istedi. Ömer İbni Sa'd hiçbir şey duymamış gibi davrandı ve aldığı emri yerine getirmek üzere ilk oku fırlattı. Böylece savaş başlamış oldu. Birbirine denk olmayan bu kuvvetler arasında tam bir dram yaşandı. Hz. Hüseyin (r.a.)'ın yirmi üç süvari, kırk piyadeden oluşan askerleri kısa sürede azaldı. Hepsi şehid oldu. Hz. Hüseyin (r.a.) yalnız kaldı. Bu yalnızlıktan yararlanan Sinan İbni Enes en-Nehâî bir harbe attı ve Hüseyin efendimizi yere düşürdü. Kendisi de atından yere atlayarak indi ve Hüseyin efendimizin başını keserek şehid eyledi. 10 Muharrem 61. hicri 10 Ekim 680 m. senede 57 yaşlarında iken kader onu teslim aldı. Vücudunda 33 mızrak yarası ve 33 kılıç darbesi vardı.

Hz. Hüseyin efendimizin şehid edildiği gün Ümmü Seleme (r.anhâ) annemize verilen kızıl toprak kan haline gelmişti. Annemiz onu kan şeklinde görünce: "Eyvâh Hüseyin'im!.. Eyvâh Rasûlullah'ın reyhanı!.." diyerek ağlamaya başladı ve etrafa haber verdi. Bu acı haberi duyan Medine halkı feryatlara boğuldu. O gün yer yerinden oynadı.

Şehidlerin cesetleri ertesi gün Gadiriye köylülerince toprağa verildi.

Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin (r.anhüm) efendilerimiz Rasûlullah (s.a.)'in sevgili torunları olarak hep birlikte anılmışlardır. Efendimizin "İki çiçek demeti" ve "Cennet gençlerinin efendileri" sıfatıyla müslümanlar tarafından daima sevilmiş, sayılmış ve adları çocuklara verilen en yaygın isimler arasında yer almıştır. Onlar yaratılış ve ahlâk itibariyle Rasûlullah (s.a.) Efendimize çok benzerlerdi. Halîm, selîm ve yumuşak huylu idiler. Şefkat, merhamet ve cömert idiler. Buyururlardı ki: "Cömert efendi olur, cimri hor olur. Bu âlemde bir mü'min kardeşinin iyiliğini, kendinden önce düşünen, öbür âlemde daha iyisini bulur."

Hz. Hasan ve Hüseyin efendilerimiz çocuk yaşta iken dedelerinin yanına serbest girip çıkarlardı. Evde olsun, mescidde olsun o ışık kandilinden ayrılmazlardı. Sefere gidip gelen ashâbı onlara hediyeler getirirdi. Dıhye (r.a.) her ticârî seferden dönüşte eli boş dönmezdi. O nur topu sevgili torunlar buna alıştığı için bir gün Cebrâil aleyhisselâm'ı da Dıhye (r.a.)'a benzeterek varıp ellerini koynuna soktular. Rasûlullah (s.a.) mahcup bir şekilde Cebrâil (a.s.)'a: "Ey kardeşim Cebrâil! Sizi ashabımdan Dıhye'ye benzettiler. O her sefer dönüşünde onlara hediyeler getirir deyince Cebrâil (a.s.) oturduğu yerden ellerini uzatıp cennetten bir salkım üzüm ile bir kırmızı nar alıp onlara hediye etti. Hz. Hasan ile Hüseyin sevinerek mescidden çıkarken bir dilenci gelip onlardan istedi. Onlar da vermek istediğinde Cebrâil (a.s.) mani oldu ve: "Ya Rasûlallah! O dilenci şeytandır. Cennet meyveleri ona haram iken hile ile yemek istedi," dedi. Rasûlullah'ın sevgili torunları böylesine cömert idi.

Hz. Hüseyin efendimizin soyu Ali Zeynelabidin vasıtasıyla devam etmiştir. Hüseyin efendimizin neslinden gelenler "Seyyid" ünvanıyla anılmıştır.

Hüseyin efendimizin başına gelen, yüreklerimizi sızlatan o acı hadiseleri gönüllerimizde hissederek devamlı onun sevgisinin artmasına ve âhirette şefaatına vesile olmasını Rabbimizden niyaz ederiz. Amin.

KERBELAYI YENİDEN DÜŞÜNMEK…



Ehli Sünnet’in görüşünden uzaklaşıyor muyuz?
Resimlerin Görüntülenmesine İzin Verilmiyor
Resimleri Görebilmek İçin Üye Ol veya Giriş Yap



Hz. Hüseyin, Kerbelâ Olayı’nın hakikatini şu cümlelerle, adeta haykırıyordu: “Eğer ben gitmezsem, bu ümmette bir daha hiç kimse, haksızlığa karşı çıkmayacaktır.”

İmam Hüseyin neden Mekke’den ayrıldı?
Peygamberimizin vefatından sonra, sırayla Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali Efendimiz (Allah onlardan razı olsun), Resulüllahın halifeleri olarak Müslümanlara rehberlik ettiler. Hz. Ali’nin şahadetinden sonra, Emeviler, hilafeti sultanlığa çevirerek Müslümanlara hükmettiler. Özellikle Emevi soyundan gelen ve kötü bir tabiata sahip olan Yezid’in yönetimi Müslümanlar için bir yıkım, bir felaket dönemiydi. Bidatler ihdas edildi, Sünnet-i Seniyye terk edildi ve Müslümanların devlet geleneği büyük oranda bozuldu.
Bu dönemde insanlar, bir kurtarıcı, bir rehber arıyorlardı. İşte o günlerde, İmam Hüseyin bir ümit kaynağı olarak öne atıldı. Şimdi öğrenmemiz gereken şudur: İmam Hüseyin niçin Kûfe’ye gitti? Emevileri niçin meşru saymadı? Onu onca zorlu ve tehlikeli yolculuğa çıkaran saik neydi? Bunları bilmeden Kerbelâ olayını anlamak mümkün değildir. Rivayete göre, Yezid, İmam Hüseyin’i öldürmek için bazı özel adamlar gönderip onu Mekke’de Haremi Şerif’te öldürmek üzere bir plan yapmıştı. İmam Hüseyin bunu biliyordu. Ve derdi ki “Başka bir yerde öldürülmem, benim için Mekke’de öldürülmemden çok daha sevimlidir.” (İbn-i Kesir, el-Bidaye ven-Nihaye, c. 8, s. 159)
Nitekim İmam, kendisi gibi kara listede bulunan İbni Zübeyr’e de şöyle diyordu: “Babamın (Hz. Ali) bana naklettiğine göre, ‘Mekke’de bir koç var, o koç yüzünden Mekke’nin kutsallığı bozulacaktır’ ve ben bu hürmeti bozanlardan olmak istemiyorum.” (İbn-i Kesir, el-Kamil fit’Tarih, c. 2, s. 546).
Zaten bir süre sonra, Abdullah b. Zübeyir, Mekke’de kalarak Yezid’e baş kaldırdığını ilân etti. Yezid de ordularıyla Mekke’nin kutsallığına aldırmayarak, binlerce insanın kanını orada döküp Kâbe’yi mancınıklarla ateşe verdi. İmam Hüseyin’in Kûfe’ye gidişinde bu, bir sebeptir; ama asıl sebep ve amaç bunun çok fevkindedir. İmam Hüseyin Kerbelâ yolculuğuna çıkmadan, Ehli Beyt’ten ve büyük sahabilerden hayatta olanlarla istişare etti. Hemen hemen hepsi, bu yolculuğun kötü olacağını ve Allah korusun, hayatına mal olacağını beyan ettiler ama bütün bunlara rağmen İmam Hüseyin kararını vermişti. Çünkü o, İslam ümmeti için bir ümitti ve bu duruma bigane kalamazdı. Hz. Hüseyin, Kerbelâ Olayı’nın hakikatini şu cümlelerle, adeta haykırıyordu: “Eğer ben gitmezsem, bu ümmette bir daha hiç kimse, haksızlığa karşı çıkmayacaktır.”
İmam Hüseyin, ayrıca kendisini hararetle desteklediklerini ifade edip onu göreve çağıran Kûfelilere gönderdiği mektupta, maksadını şöyle anlatıyordu: “Ey kardeşlerim! Benim dedem, Muhammed sallallahu aleyhi vesellem, aynen şöyle diyor: “Bir topluluk, kadir olan Allah’ın sınırlarını aşan, O’nun yasakladıklarına izin veren, Peygamberin sünnetine aksi hareket eden ve insanları zulüm ve kötülükle yönetip onlara zulmeden bir zalimle karşılaştıkları halde, hala sessizliklerini sürdürüp bu zalimi durdurmak için hiçbir önlem almıyorsa o zaman, Allah onları gerçekten hak ettikleri cehenneme gönderecektir.”
İmam Hüseyin, bütün bunlardan sonra, hazırlıklarına başladı. Bu arada, onu durdurmak için Abdullah İbni Abbas, Abdullah İbni Ömer ve daha birçok sahabi (Allah onlardan razı olsun) çaba gösterdi ama o kararını vermişti.

Resimlerin Görüntülenmesine İzin Verilmiyor
Resimleri Görebilmek İçin Üye Ol veya Giriş Yap


Abdullah İbni Abbas’ın ısrarlarına, İmam Hüseyin: “Ey Amcamın oğlu! Ben, çoluk çocuklarımla birlikte gitmekten başka bir şey düşünemiyorum.” (Dinaveri, Kitabül Ahbar, s. 244)
“Müslim b. Akil, Kûfelilerin bana bey'at ve yardım hususunda birleştiklerini yazdı. Bunun üzerine, ben de onların yanına gitmek üzere derlenip toparlandım” dedi.
İbn-i Abbas, “Onlar, seni harp için çağırıyorlardır. Gitmekte acele etme. Babanın, kardeşinin ashabı olduklarını söyleyen o kişiler, bir sabah, başlarındaki valileri ile birlikte, gelip seninle çarpışacaklardır! Sen, Mekke’den çıkacak olursan, İbn-i Ziyad, senin yola çıktığını haber alacak, sana mektup yazmış olanları ürkütüp başından dağıtacak, onlar, sana en azılı düşman kesileceklerdir!” (Mesudi, Murûcu’z Zeheb c. 3, s. 64, 65)
“Sanıyorum ki sen, bir sabah, kadınlarının, kızlarının arasında, Osman'ın öldürüldüğü gibi öldürüleceksin! Înnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn” dedi ve dizlerine vura vura ağladı.
Hz. Hüseyin Kerbelâ’da
Hz. İmam Hüseyin, daha Kerbalâ yolundayken, Yezid’in Kûfe’den istihbarat aldığını, İbni Ziyad’ı uyardığını ve ona Kûfe halkına ültimatom vermesi gerektiğini bildirdiğini öğrenmişti. Hatta İmam ile beraber olanlardan bazıları geri dönmüştü. İmam Hüseyin, Yezid’in niyetini de anlamıştı ama o asla geri dönmeyi düşünmedi. Esasında, İmam Hüseyin, tüm Ehli Beyt’in katledileceğini anlayınca Yezid’in adamlarına haber gönderdi; kendisine uygulanan ablukanın kaldırılmasını istedi ve Hicaz’a geri dönebileceğini söyledi. Fakat onlar, İmam Hüseyin’i Yezid’e beya’te zorladılar. İmam Hüseyin’i öldürmek istedikleri için bunu özellikle şart koştular çünkü İmam Hüseyin’in bey’at etmeyeceğinden emindiler.


Sahâbe-i Kirâm

MollaCami.Com