Bölümler | Kategoriler | Konular | Üye Girişi | İletişim


Şiirlerle Menkıbeler 4 Büyük Halife..

01 - HAZRET-İ EBU BEKİR (Radıyallahü Anh)

O dediyse, doğrudur



Adı Abdullah olup, künyesi Ebu Bekir.

Hazret-i Peygamberin yar ve sevgilisidir.



Abdülkâbe idi ki önceleri adı hem.

Bu ismi, Abdullah’a çevirdi Fahr-i âlem.



Lakab-ı şerifinden bir tanesi (Atik)tir.

Manası, Cehennemden azad olmuş demektir.



Zira Resul-i ekrem, bakıp onun yüzüne,

Buyurdu ki: (Bu girmez, Cehennem ateşine.)



Biri dahi (Sıddık)tır onun isimlerinden.

Yani çıkmaz yalan söz, asla onun dilinden.



Mirac'dan döndüğünde nitekim Resulullah,

Anlattı miracını kâfirlere o sabah.



Ve lakin inanmayıp, hep ettiler itiraz.

Dediler ki: (Bir anda, göklere gitmek olmaz.)



Sonra inatlarından toplandılar bir yere.

Dediler: (Söyliyelim bunu biz Ebu Bekr'e.



Bakalım bu habere, ne söyler Ebu Bekir?

Zira o, tecrübeli ve akıllı kimsedir.)



O da inanmaz diye, bir ümitle geldiler.

Kapıya çıktığında, ona şöyle dediler:



(Ya Eba Bekr, sen söyle, Mekke'den Kudüs'e dek,

Ne kadar zaman alır, bir defa gidip gelmek?)



Dedi ki: (Birkaç defa o yolda ettim sefer.

Çok iyi biliyorum, bir aydan fazla sürer.)



Kâfirler sevinerek, dediler ki: (Doğrudur.

Tecrübeli adamın cevabı böyle olur.)



Gülerek, sevinerek, hem de alay ederek,

Onu, kendilerinin fikrinde zannederek,



Dediler: (Senin dostun, diyor ki, ben bu gece,

Göklere gittim geldim, o sapıttı iyice.)



Hazret-i Ebu Bekir, o Resul'ün adını,

İşitince, onlara verdi şu cevabını:



(Eğer o söylediyse, evet, gidip gelmiştir.

Zira o, ömründe hiç yalan söylememiştir!)



Kâfirler, bu cevabı alıp dona kaldılar.

Önlerine bakarak, oradan ayrıldılar.



Hazret-i Ebu Bekir, giyinip çıktı evden.

Peygamber-i zişanın yanına gitti hemen.



Kalabalık içinde, yüksek bir seda ile,

Fikrini, şu şekilde arz eyledi Resul'e:



(Miracınız mübarek olsun ya Resulallah!

Malım, canım, her şeyim fedadır sana Vallah.


Sonsuz hamd ve şükürler olsun ki Rabbimize,

Her şeyden habersizken, tanıttı seni bize.)



Ya resulallah, senin, doğrudur her kelamın.

İnandım miracına, fedadır sana canım!)



Mirac’a inanınca böyle can-ü gönülden,

(Sıddık) lakabı ile şereflendi o günden.

Allah bizimledir



Ne zaman ki Resul'e verildi hicret izni.

O gün şereflendirdi Sıddık’ın hanesini.



Buyurdu: (Ya Eba Bekr, bana da, hicret için,

Rabbimiz tarafından, verildi bugün izin.)



O, merakla sordu ki: (Ey Resul-i mücteba!

Ben de beraber miyim, sizin ile acaba?)



Resulullah, cevaben buyurdular ki: (Evet.)

Hazret-i Ebu Bekir, sevindi buna gayet.



Ve hatta bu sevinci oldu ki öyle içten,

Ağlayıp, gözlerinden yaşlar aktı sevinçten.



O gece, yanlarına biraz azık aldılar.

Ve arka pencereden, gizlice ayrıldılar.



Belli olmasın diye, hem de ayak izleri,

Parmakları ucunda yürürlerdi ekseri.



Hazret-i Ebu Bekir, Resul'ün çevresinde,

Yürürdü bir korku ve telaş içerisinde.



Bir sağa, bir de sola geçerek yürüyordu.

Bir ileri, bir geri, yer değiştiriyordu.



Resulullah sordu ki: (Niçin böyle edersin?

Bir pervane misali, etrafımda dönersin.)



Dedi: (Ya Resulallah, endişe ederim ben,

Ki, size zarar gelir, herhangi bir cihetten.



Onun için bir sağdan, bir soldan yürüyorum.

Bir zarar gelecekse, bana gelsin diyorum.)



Buyurdu ki: (Üzülme, Rabbimiz bizimledir.

Onlar zarar yapmaya, olamazlar muktedir.)



Nihayet mağaraya vardılar selametle.

Ve lakin Resulullah yorulmuştu gayetle.



Ve hem de nalinleri koptuğundan o dağda,

Mübarek ayakları kanadı o arada.



Mağara kapısına vardılar en nihayet.

Sıddık arz eyledi ki: (Az bana müsade et.



Gireyim sizden önce, akrep yılan olmasın.

Haşeratın zararı, size hiç dokunmasın.)



Sonra girdi içeri, Resul izin verince.

İçerde büyük küçük, delikler gördü nice.



Gömleğini yırtarak, tıkadı delikleri.

Lakin parça bitince, açıkta kaldı biri.



Ve çıplak ökçesini, koydu açık deliğe.

Dedi: (Ya Resulallah, buyurun içeriye.)



Girdi Resul içeri, lakin çok yorgundular.

Ebu Bekr'in dizinde bir miktar uyudular.



Sıddık’ın, ayağını koyduğu o delikten,

Bir yılan, ayağını kuvvetle soktu birden.



Canı yandı ise de bu acıdan be gayet,

Uyanmasınlar diye, etmedi hiç hareket.



Lakin gözyaşlarına, mani olamamıştı.

Resul'ün nur yüzüne, bir damla damlamıştı

Cennetin kapıları üzerinde, (Ebu Bekir habibullah) yazılıdır. (Hadis-i şerif)



Korkma ya Eba Bekir!



Hazret-i Sıddık ile Resulullah, o gece,

Karanlık mağarada beklediler öylece.



Sabah, onu gömleksiz görür görmez o Server,

Buyurdu ki: (Gömleğin ne oldu ya Eba Bekr?)



Dedi: (Ya Resulallah, girdiğimde, burada,

Yılanlar ve akrepler, geziyordu ortada.



Beni görüp kaçtılar, hepsi deliklerine.

Gömleğimi yırtarak, tıkadım her birine.)



Sıddık'ın ayağını ısırınca o yılan,

Gözünden yaş damladı onun ızdırabından.



O yaş, Resulullah'ın düşünce nur yüzüne,

Uyanıp, sebebini sorunca kendisine,



Dedi: (Ya Resulallah, delikteki bir yılan,

Isırdı ayağımı, yaş geldi o acıdan.)



O Server buyurdu ki: (Geri çek ayağını!)

(Peki!) deyip çekince, gördüler o yılanı.



Koca bir yılan idi, çok heybetli ve iri.

Azarladı yılanı Allah’ın Peygamberi:



(Ey yılan, korkmaz mısın âlemlerin Rabbinden?

Hem de utanmaz mısın, Onun Peygamberinden?



Eziyet ediyorsun, sen bu arkadaşıma.

Izdırap veriyorsun, bu yar ve yoldaşıma.)



Yılan dile gelerek, dedi:
(Ya Resulallah!

Sen, bütün varlıkların Peygamberisin Vallah.



Seni seven, sadece değildir ki insanlar.

Aşıktır sana kuşlar, karıncalar, yılanlar.



Ben de aşık olmuşum, yüzünüzü görmeye.

Ve yalnız, bu maksatla girmiştim bu deliğe.



Bu sıkıntılı yerde, gece gündüz demedim.

Senelerdir, sabırla yolunuzu bekledim.



Girdiniz güneş gibi, karanlık mağaraya.

Sıddık mani olunca, kalmadı bende haya.



Yüzünü görmek için, bu suçu işledim ben.

Özrümü kabul edip, af buyur beni lütfen.)



Resul kabul buyurdu, yılanın bu özrünü.

Görebildi böylece, Resul'ün nur yüzünü.



O sırada müşrikler, mağara önüne dek,

Gelmişlerdi onların izlerini sürerek.



Lakin gördüklerinde, o örümcek ağını,

Ve bir güvercinin de, hem yuva yaptığını.



Dediler:
(Eğer onlar, girselerdi bu yere,

Ağ yırtılır, hem yuva bozulurdu bir kere.)



Onlar, kapı önünde konuşurken bu minval,

Hazret-i Ebu Bekir endişe etti derhal.



Dedi: (Ya Resulallah, onlardan bir tanesi,

Eğilip bakmış olsa, burada görür bizi.)



O Server buyurdu ki:
(Korkma ya Eba Bekir!

Korkma ki, Hak teâlâ bizimle beraberdir.)

Allah razi olsun.

ALLAH celle celaluhu sendede razı olsun ecyad kardeşim
gözlerine sağlık...

01 - HAZRET-İ EBU BEKİR (Radıyallahü Anh)

Mağarada Cennet suyu




Peygamber Efendimiz, Sıddık ile böylece,

Mağarada kaldılar, üç gündüz ve üç gece.



Sıddık hararetlenip arzuladı serin su.

Ve hemen arz edince, Resul'e bu hususu.



Buyurdu: (Ya Eba Bekr, çıkıver dışarıya.

Bir ırmak görürsün ki, iç ondan doyasıya.)



Sıddık emre uyarak, dışarı çıktı hemen.

Bir ırmak görüverdi orada hakikaten.



Baldan tatlı kardan ak, miskten güzel kokardı.

Mağaranın önünde, gürül gürül akardı.



İçti Sıddık-ı ekber, o sudan doya doya.

Döndü ferahlanarak, tekrar o mağaraya.



Dedi: (Ya Resulallah, dağ başında bu ırmak,

Nasıl böyle akar ki, ederim bunu merak.)



Buyurdu: (Hararetten, vakta ki yandı için.

Hak teâlâ yarattı bu suyu senin için.)



Hazret-i Ebu Bekir sevindi gayet buna.

Dedi ki: (Anam babam, feda olsun yoluna.



Hak teâlâ katında, acaba bu günahkâr,

Ebu Bekr'in kıymeti, var mıdır ki bu kadar,



Bu güzel, serin suyu, Mekke'nin bir dağında,

Akıttı benim için, misk-ü anber tadında?)



Cevaben buyurdu ki: (Evet ya Eba Bekir!

Hak katında kıymetin, daha da ziyadedir.)



Hazret-i Ebu Bekir, yine o mağarada,

Bir kuşcağız gördü ki, dururdu hep tavanda.



Ne yer, ne de içerdi, dururdu aynı minval.

Çok tuhafına gitti, ondaki bu garip hal.



Düşündü ki: bir canlı, nasıl yaşar yemeden?

O esnada Cebrail oraya geldi hemen.



Resul vasıtasıyla buyuruldu ki ona:

(Merak ettiğin şeyi, sual et o hayvana.)



Hazret-i Ebu Bekir, etti ki kuşa sual:

(Ne yer, ne de içersin, nedir bu sendeki hal?)



O zaman kuş söyledi, sırrını Ebu Bekr'e.

Dedi ki: (Bu esrarı, size derim ilk kere.



Yarattı Hak teâlâ, bin yıl önce beni hem.

Sadece iki sözdür, benim yemem ve içmem.



Acıkınca, birini söylerim, doyar karnım.

Susayıp, öbürünü söyleyince kanarım.)



Buyurdu: (Ey kuşcağız, bu ne acayip şeydir.

Seni böyle doyuran, kandıran sözler nedir?)



Dedi ki: (Hak teâlâ, herşeye kadir elbet.

O, her türlü doyurur, Onundur güç ve kuvvet.



Doyurur beni dahi, iki kelime ile.

Bunlar dahi bahusus, ilgilidir seninle.



Sana buğz edenlere lanet eder, doyarım.

Seni çok sevenlere dua eder, kanarım.)

01 - HAZRET-İ EBÛ BEKR (Radıyallahü Anh)

EY CİBRÎL, ÇABUK YETİŞ !



Cebrâil'e sordu ki, o Resûl-i müctebâ:

(Ümmetimin hepsine suâl var mı acabâ?)



Dedi ki: (Evet vardır, sırf "Ebû Bekir" hâriç.

Ümmetinin içinde, suâl olmaz ona hiç.



Ona, mahşer gününde, denir: “Yâ Ebâ Bekir!

Hesâba çekilmeden, sen buyur, Cennete gir.”



O der ki: “Beni seven müslümânlar da, tek tek,

Cennete girmeyince, istemem ben de girmek.”)



Birgün de, Resûlullah Efendimize diye,

Birisi, "gümüş yüzük" getirmişti hediye.



Peygamber Efendimiz, onu kabûl ettiler.

Ve hemen o yüzüğü, Ebû Bekr'e verdiler.



Dediler: (Götür bunu, kuyumcunun birine,

“Lâ ilâhe illallah” nakşetsin üzerine.)



Hazret-i Ebû Bekir, onu Resûlullahtan,

Alıp, bir kuyumcuya götürdü hemen o an.



Dedi: (Yaz bu yüzüğe, “Lâ ilâhe illallah”.

İlâve et yanına: “Muhammed Resûlullah.”)



Hâlbuki Resûlullah böyle emretmemişti.

İkinciyi, kendisi ilâve ettirmişti.



Hazret-i Ebû Bekr'in, dediği gibi aynen,

Kuyumcu, "iki ismi" yüzüğe yazdı hemen.



Sıddîk yüzüğü alıp, götürürken Resûl'e,

Hak teâlâ bir hitâb buyurdu Cebrâil'e:



(Çabuk git, Habîbimin yüzüğüne, sen dahî,

"Ebû Bekir" ismini yazıver bizâtihî.



O, benim adım ile, Habîbimin adını,

Mâdem uygun görmedi, ayrı olmalarını.



Ben de uygun görmedim, ayrılsın birbirinden.

Peygamberim'in ismi, Sıddîkım'ın isminden.)



Hazret-i Ebû Bekir, Resûl'e giderken tam,

Bir anda indi yere, Cibrîl aleyhisselâm.



Elindeki yüzüğe, olmadan hiç haberi,

“Ebû Bekir” ismini yazdı ve döndü geri.



Sıddîk geldi nihâyet, o Resûl'ün evine.

Teslim etti yüzüğü, bizzât kendilerine.



Ve lâkin o yüzüğe bakınca Fahr-i âlem,

Gördü, Ebû Bekr'in de ismini yüzükte hem.



Hemen suâl etti ki ona: (Yâ Ebâ Bekir!

Yüzükte, senin dahî ismin var, sebep nedir?)



Hazret-i Ebû Bekir, utandı, etti hicâb.

Bu husûsta, Resûl'e veremedi bir cevâb.



O an yine Cebrâil, emirle indi yere.

Allahın selâmını iletti Peygambere.



Dedi: (Ey insanların, cinlerin Peygamberi!

Kendisinin isminden, Sıddîk'ın yok haberi.



O, yolda gelir iken, Rabbimizin emriyle,

Ebû Bekr'in ismini, ben yazdım o yüzüğe.)


Allah razi olsun.

RAHMAN SİZDENDE RAZI OLSUN KARDEŞİM OKUYAN GÖZLERİNİZE SAĞLIK

01 - HAZRET-İ EBÛ BEKR (Radıyallahü Anh)

EBÛ BEKR VEKÎLİMDİR



Hak teâlâ emriyle, Arasât meydanına,

"Yâkut"tan bir taht konur, hem de tam ortasına.



Sonra, bu taht üstüne, Hazret-i "Ebû Bekir".


Hak teâlâ emriyle, gelip oturuverir.



Bu defâ, sağ tarafa taht konulur “Altın”dan.

Buna dahî, bir melek oturur Hak katından.



Bir de “Gümüş” taht konur, meydanın sol yanına.

Bir başka melek dahî, oturur gelip ona.



Sağda oturan melek, ayağa kalkar önce.

Bütün mahşer halkına, hitâb eder şöylece:



Der ki: (Ey müslümânlar, “Rıdvân”dır adım benim.

Cennetlere müvekkel vazîfeli meleğim.



Bana emreyledi ki, Hak teâlâ şu anda:

“Cennetin kapısının anahtarını al da.



Habîbim Muhammede git ver o anahtarı.

O, kimlerden râzıysa, içeri al onları.”



Ben vardım bu emirle, Allahın Resûlü’ne,

Rabbimizin emrini ilettim kendisine.



Lâkin o buyurdu ki: “Şu anda çok işim var.

Ümmetim, bu mahşerde hayli sıkıntıdalar.



Sen, işbu anahtarı bana verme kardeşim.

Bugün ben, ümmetime şefâat edeceğim.



Bunu sen götür hemen, "Ebû Bekr"e teslim et.

O görsün bu hizmeti, vekîlim odur elbet.”



Ben dahî, (Baş üstüne!) diyerek işbu emre,

Verdim o anahtarı, Hazret-i Ebû Bekr'e.



Cennetin kapısında, bizzât ben duracağım.

O, kimden râzı ise, içeri alacağım.



Kimden râzı değilse Hazret-i Ebû Bekir,

Onu almıyacağım, böyledir zîrâ emir.)



“Rıdvân” bitirir sözü ve oturur yerine.

Soldaki melek kalkıp, başlar şu sözlerine.



Der ki: (Ey mahşer halkı, “Mâlik”tir adım benim.

Ben dahî, Cehenneme müvekkel bir meleğim.



Rabbimiz, Cehenneme âit anahtarı da,

Almamı emreyleyip, buyurdu ki bana da:



“Götür ver Habîbime, sen de bu anahtarı.

O, kimi istiyorsa, Ateş'e at onları.”



Ben de, o anahtarı götürüp ona yine,

Rabbimizin emrini, ilettim kendisine.



Dedi ki: “Ey kardeşim, çok işim var şu sâat.

Günâhkâr ümmetime, edeceğim şefâat.



Sen, işbu anahtarı "Sıddîk"a teslim et ki,

Odur benim vekîlim, o görsün bu hizmeti.”



Ben de, aynı şekilde (Peki!) deyip bu emre,

Verdim o anahtarı, Hazret-i Ebû Bekr'e.



Kim varsa Ebû Bekr'in râzı olmadıkları,

Cehennem ateşine atacağım onları.)


RABBİM bizleri cehennem ateşinden muhafaza buyursun...
CENNETİ istemeye yüzümüz yok PEYGAMBERİMİZİN şefaatı uzmasıyla CEMALİNİ gözter bizlere YARABBBİM


Sahâbe-i Kirâm

MollaCami.Com