Bölümler | Kategoriler | Konular | Üye Girişi | İletişim


Her şey göründüğü gibi değildir.

Yabbimiz Ayet-i celîlede meâlen
Kim haramdan korunur, Allah'dan korkar sakınır ise Allah ona bir çıkış noktası, bir mahraç her türlü girdiği yerden çıkmasını kolaylıkla sağlar,Hz Allah ona çıkışlar ihsan eder. Ve onu ummadığı, tahmin etmediği,hesap edemediği yerdende rızıklandırır. Kim Allah'a güvenirse O, ona yeter. Allah, emrini yerine getirendir. Allah her şey için bir ölçü koymuştur. (Talak süresi)

Şöle bir düşündüğümüzde kendimizi korumanın kollamanın üç ana esası vardır.
1-Küfürden kendini korumak ne ile olur imanla, islamın emirlerini yerine getirmekle olur.
2-Günahlardan kendini korumak ne ile olur ibadet-i teâtla masiyetten, günahtan, kendini korumakla olur
3-Gafletten kendini korumak ne ile olur Zikirle kalbine evrat-ı ezkarla fuyuzat-ı ilahiyyeyi kalbine indirmekle, çekmekle olur.
Allah'ım cümlemize en yüksek seviyesi olan takvanın, ittiganın, korunmanın nimetini nasip eyle...
Bu üç kademeyi, korunmayı yapabilirsek biiznilleh, bi inâyetilleh sevgililerinin yüzü suyu hürmetine,hiç sıkıntı görmeden, çekmedenCennete gideceğiz.
Bu menamda İsmail Hakkı Bursevî (hz.)lerinin kıssasın paylaşalım...
Abdullah el Kalansî (r.h) buyurdular ki
Bir seferinde gemiye bindim. Şiddetli rüzgâr esmeye başladı. Büyük bir tufan oldu. Gemide bulunanlar dua ederek ağlamaya başladılar. Dua ve adaklara başladılar. Türlü türlü adaklar adıyorlardı. Bense onların bu halini seyretmekten başka bir şey yapmıyor sadece bir kenara çekilmiş Allah'ıma hamdediyordum. Gemidekilerden birkaç kişi gelip işaret ederek bana
Sen de bir şey adasana! dediler.
Ben onlara
Benim bir dünyalığım yok ki, tecrit edilmişim, ne adak adayayım dedim.
Birakmadılar, çok sıkıştırdılar... İlla da bir şey adamamı istiyorlardı. Üstümr gelmeye başladılar. Ben
Allah'ım eğer bu beladan fıtrattan kurtulursam asla fil eti yemiyeceğim, diye adakta bulundum
Bu senin yaptığın nasıl adak,hiç fil eti yenirmi? dediler.
Ben onlara
Allah öyle aklıma getirdi. Dilime onu söyletti Allah, dedim.
Gemi parçalanıp battı. Gemide bir grupla beraber yüzerek sahile çıktık. O arada bir kaç günler geçtiği halde hiç bir şey bulamadığımızdan yememiştik. Çok da acıkmıştık. Bir fil yavrusu gördük. Bulunduğumuz yerin yakınlarında hiçbir insan emaresi, köy kasaba şehir gibi şey yoktu. Yanımdakiler fil yavrusunu kesip yediler, bana da yemem için çok ısrar ettilerse de ben
Gemide Fil eti yemeyeceğime dair ahdettim, adağım, nezrim var, dedim ve filin etinden yemedim. Ahdime sadık kaldım.
Burası iztirar (mecbur olmak) makamıdır. Zaruret halinde yenir illâ da ye! dediler ben dediklerinin hiç birini kabul etmedim yemedim.
Onlar bir miktar yedikten sonra uyuya kaldılar. Biraz sonra onlar uykuda iken o filin anas,ı yavrusunun gittiği yerden gelerek koklaya koklaya kemiklerini buldu, gördü. Sonra da o cemaatin hepsini teker keker kokladı. O kokudan kimde buldu ise ayakları altına alarak teker teker öldürdü.parçalayıp helak etti. Sıra bana geldiğinde beni iyice muayene eder gibi tekrar tekrar kokladı. Bende yavrusunun kokusundan bir eser bulamayınca da arkasını dönerek hortumuyla binmemi işaret etti. Bir ayağını kaldırarak tekrar tekrar işaret ediyordu. Anladım ki binmemi işaret etmekteydi.
Bindim
Üzerine bindikten sonra doğru oturmamı işaret etti. Ben de biraz daha doğru oturmaya çalıştım.
Ben üzerine bindikten sonra fil o kadar sür'atle yol almaya başladı ki, tarifi imkânsız. Kelimeler yetmez, Beni etrafı yeşillik ve sürülmüş tarlaları olan bir yere götürdü. Aşağı inmem için işaret etti. İndim. Ben yere indikten sonra o evvelkinden daha sür'atli bir şekilde uzaklaşıp gitti.
Seher vakti karşımda bir grup insan gördüm. Beni yanlarında misafir ettiler.Tercüman vasıtasıyla başımdan geçenleri haber verdim. Hayretler içinde kaldılar
Bana O senin anlattığın yerden burası kaç günlük mesafedir biliyormusun? dediler. Bilmediğimi söyledim. Ancak bir gecede geldiğimi bildirdim.
Orası tam sekiz günlük mesafedir, fil nasıl seni bir günde getirmiş dediler.
Muhakkak ki takva tarafına riâyet etmek ve ahde vefa etmekle kişi, din ve dünyevi yönünden işlerini istikamete koyar. Yani işleri yolunda gider. Ama farkına varmak veya vardırmak önemlidir.

Bizim dış görünüşü itibariyle iyi zannettiğimiz şeyler iyi olmayabilir.
iyi zannederiz, belki bir gün kötü bir rol oynayarak karşımıza çıkabilir. Ona, buna, özentiye, benzemeye bakmadan ortasını bulmalıyız ama bulunacak şeylerin. Tıpkı ne gibi...
Bir hastalığın tedavi edilebilmesi için, ilk önce ona doğru teşhis konulması gerekir...
Teşhis konulabilmesi için de muayene ve tahlil'e ihtiyaç vardır. Evet, tahlil yapılmalıdır ki hastalığın kaynağı ve hastalığı destekleyen unsurlar ortaya çıkarılabilsin... Hastalığın tedavisi için, nasıl ki muayene, teşhis ve tahlil gerekiyorsa, problem'lerin çözümü için de aynı yöntemler geçerlidir.Her zaman için doğru teşhis gereklidir.
Aslında o teşhiside biliriz nasıl yapıldığını veya yapılacağını ama işimizemi gelmez bilmem...Peki ya işimize gelirse ne olur?? nemi olur.....İşte cevabı
İstanbul’da Topkapı’nın dışında takkeci İbrahim Ağa Cami vardır. Bu camiyi yapan İbrahim Ağa orada yıllarca takkecilik yapan çok fakir ama Allah aşığı bir zattır. O semtte bir cami yapabilmek için, hayat boyu planlar kurmuş, uğraşmış ama bir türlü sermaye biriktirememiştir. Halk da bunu bildiği için, onu gırgıra almaya, onunla eğlenmeye ve Ne zaman cami yapılıyor? Temeli ne zaman atılıyor? diye şakalaşmaktadır.
Nihayet bir gece bir rüya görüyor. Rüyada bir Allah dostu kendisine ismiyle hitap ettikten sonra Senin dileğiyin çaresi Bağdat’tadır. Sen oraya git, orada şöyle şöyle bir ev bulacaksın. O evin kapısında bir asma vardır. Asma’da sadece iki üzüm tanesi vardır. Sen o iki üzümü yeyince, muradın hasıl olur diyor. Takkeci İbrahim Ağa geceden hazırlığa başlıyor, sabah erkenden yola çıkıyor. Bin bir zahmet çekerek, günler sonra Bağdat’a varıyor, o evi arıyor, ve bulur. O iki üzümü de yiyor. Derken, yanına birisi yaklaşıyor ve ona ismiyle hitap ederek İbrahim Ağa! Sen çok saf bir adamsın, insan iki üzüm yemek için ta İstanbul’dan kalkıp, buralara gelir mi? Ben geçen sene bir rüya gördüm, İstanbul Topkapı’da Takkeci İbrahim Ağa diye birinin evinin temelinde bir define olduğu bana rüyamda gösterildi de, ben yine de gidip, o defineyi almadım der. İbrahim Ağa kendi evine ve temeline döner, defineyi bulur, fakirlikten kurtulur, camii de yaptırır...

Nerden nereye değilmi, Kendisine yakınlık ve dostluk duyulan kimse. Bir işte, bir ortamda beraber olma. Huyları ve düşünceleri birbirlerine yakın olan kimselerin kurduğu dostluk işte
O halde sorun nerde başlayıp nerde bitiyor veya nasıl olmalı...Baki Selam
( mollacami.net///ücharfbeşnokta )

çok güzel bir yazı olmuş kardeşim RABBİM amil olmamızı nasip eylesin inşallah..ondan başka gideceğimiz bir kapı yok..


çok güzel bir yazı olmuş kardeşim RABBİM amil olmamızı nasip eylesin inşallah..ondan başka gideceğimiz bir kapı yok..


AMENNA..


çok güzel bir yazı olmuş kardeşim RABBİM amil olmamızı nasip eylesin inşallah..ondan başka gideceğimiz bir kapı yok..

Bu güzel dilek ve temenniler için sonsuz Aminler...

evet gerçekten çok güzel bir konu bu sözü çok seviyorum zaman zaman iletilerime bile yazarım çok doğru herşey göründüğü gibi değildir bu sözü düstur edinmek gerekiyor bence gördüğümüz birşeyi hemen olur olmaz yorumlamamak anlamadan dinlemeden karar vermemek gerekiyor hayatta...
çok güzel bir konu emeklerinize sağlık

Bizde teşekkür ederiz efendim.
İbret alanlardan oluruz inşaallah...

Allah razı olsun degerli kardeşim

Allah razi olsun,
Hersey kendinde, kendi hazinen kendinde ac bakalim ne var içinde?
Cahiliz iste uzaklarda ariyoruz, ne var ki bende?


Safer

MollaCami.Com