Bölümler | Kategoriler | Konular | Üye Girişi | İletişim


Batıdaki islam düşmanlığının kökeni ıı

BATIDAKİ İSLAM DÜŞMANLIĞININ KÖKENİ II



GÜNÜMÜZ DÜŞMANLIĞIN ARKASINDAKİ GÜÇLER
Son olayların tam alevlendiği sırada, New York metrosuna asılan, “Vahşileri değil, uygar insanları destekle; İsrail'e yardım et.” yazılı afişlerle olayların arkasında hangi güçlerin bulunduğunun ipuçlarını vermektedir.
Bu gün için Batı medyası tüm Müslümanları terörist olarak göstermeye çalışmaktadır. Daha önce de ikiz kulelerin vurulmasında binlerce masum insanın ölümü Müslümanların da kalbinde derin yaralar açmıştır. İslam namına ortaya çıkan bu insanlar İslam’ın imajını ayaklar altına sermişlerdir. Fakat buna karşı çıkan Türkiye’deki din bilimci Akademisyenler, Ezher Üniversitesi Şeyhi Muhammed Sayyed Tantavi, Suudi Arabistan Müftüsü Abdul-Aziz Ali, Pakistanlı ulema ve Tahir-ul Kadri ve İslam Hukukunda bir ekol olan Yusuf El-Kardavi’nin tepkilerine Batı basınında ya ver verilmemiş ya da geçiştirilmiştir. Bu gün Müslümanlar arasında bir anket yapılarak “Terörü destekliyor musunuz?” diye bir soru yöneltilse % 95’in üzerinde “hayır” cevabı alınacaktır. Evet diyenler ise Batının ikiyüzlülük ve adaletsizliğine karşı oldukları için söyleyeceklerdir. Buna rağmen azınlığın düşüncesiyle çoğunluk mahkum edilmeye kalkılırsa Amerikalıların tamamını zenci ve yabancı düşmanı olarak nitelemek gerekir.
Bu olaylardan sonra baskılar artarak had safhaya ulaşmıştır. Amerika’da yaşayan Müslümanlar sabahleyin evinden kalkıp işine giderken yolda veya iş yerlerinde neyle karşılaşabileceklerini bilmediklerinden, güven bunalımı içerisindedirler. Medyadan öğrendiğimiz kadarıyla 11 Eylülden önce yapılan saha araştırmalarında güvenlik konuları gündeme getirildiğinde Müslümanların büyük çoğunluğu ABD’nin güvenli bir ülke olduğunu dile getirirken 11 Eylül sonrasında %86’lık gibi oldukça büyük bir kesim yaşadıkları şehir ve ülkenin güvensiz olduğunu söylemiştir. Yine klinik araştırmalarında, 11 Eylülden sonra mahalle baskısıyla karşılaşan, yolda veya işyerinde sözlü ya da fiili tacize uğrayıp psikolojisi bozularak bunalıma giren Müslüman sayısında artışlar olduğu gözlenmiştir. Avrupa’da da bu rakamların hayli artmış olduğu rahatlıkla söylenebilir. Buna bir de medyanın duruşu eklenirse işin hangi boyutlara ulaştığı görülecektir. 22 Temmuz 2011’de Norveç’te Anders Behring Breivik isimli bir ırkçının yetmiş yedi masum insanı katletmesi sonrasında Avrupa ve ABD medyasının bu olayı el-kaide eylemi olarak servis etmesinin İslam’a karşı nasıl bir tutum içerisinde olduklarını göstermektedir. Nisan 2012’de basının yazdığı kadarıyla cani Breivik’n, akli dengesinin yerinde olduğu ve danışmanının Bosna-Hersek’te Srebrenitsa katliamını yapan M. Peremiş oluşu da oldukça düşündürücüdür.

Batıdaki Müslümanlar korkularla, sindirilerek yaşadıkları toplumlarda tecrit edilmiş bir halde, içlerine kapanık endişe içerisinde yaşamaktadırlar. Birçok şehirde İslam karşıtı yürüyüşler düzenlenmekte, Müslümanlar camilerine korku ile gidebilmektedirler. Camilere gidenler de polis ve istihbarat teşkilatlarınca izlenmektedir. Temenni edilmemekle beraber, ev yakmalar, bombalamalar, bıçaklı saldırılar, sözlü ve kaba kuvvete dayanan tacizler yoğunlaşınca, Müslümanlar istenmeyen yurttaş muamelesi ile göçe zorlanacaktır. Buna paralel olarak İslam ülkelerinin mallarına yapılacak boykot, uluslar arası arenada yalnızlaştırma, ekonomik abluka, anlaşmaları askıya alınması vb. ekonomik savaşla yıldırıp çökertme politikaları uygulanacaktır. Bunun sonucu toplumlar bir kaostan çıkmadan yeni bir kaosa sürüklenerek ekonomi ve insan kaynakları yok edilmeye çalışılacaktır.
İSLAM DÜŞMANLIĞI KARŞISINDA MÜSLÜMANLARIN KONUMU
Batı kamuoyunda İslam'a ve Müslümanlara karşı nefret ve kin duyguları giderek yoğunlaşmakta, aynı şekilde karşı tepki de dozajını artırarak yükselmektedir. Müslümanlar dinlerine ve peygamberlerine yapılan hakaret karşısında elbette tepkisiz kalamazlardı ve kalmayacaklardır. Fakat belirli ölçüler içerisinde, karşı tarafın eline yeni kozlar vermeden, siyasî, diplomatik ve hatta ekonomik yollar, en sert ve caydırıcı yaptırımlar uygulanarak olayların protesto edilmesi doğaldır. Ancak suçla ilişkisi olmayan başka insanların öldürülmesi, milli servetlerin tahrip edilmesi İslam'a uygun davranışlar değildir. Yapılan taşkınlıklar Müslümanların ve İslam’ın amacını gölgeleyecek noktaya gelmiştir; buna da kimsenin hakkı yoktur.
Akademisyen ve strateji uzmanı Sedat Laçiner konumuzla ilgili olarak : “Eğer bir adamın karşısına geçer ve onun tüm kutsallarına küfür ederseniz en hafifinden o da sizin kutsallarınıza hakaret eder. Eğer kötü sözle kalmaz ve adamın kutsal kitabını onun gözü önünde yakar, kutsal kitabının üzerine çişinizi yaparsanız kesin kavga çıkar. Bununla yetinmez karşınızdakine “terörist” diye bağırır, peygamberini terörist olarak resmeder, peygamberini sapık, çocuk tacizcisi ve eşcinsel olarak lanse eder, onun dinini tüm kötülüklerin kaynağı olarak gösterirseniz, bir de müstehcen görüntülerin üzerine onun kutsal kitabından ayetler yerleştirirseniz yüzünüzün ortasına yumruğu yersiniz.” diyerek doğru bir tespitte bulunmaktadır. Ancak Müslümanlar öğle tedbirler almalıdır ki, karşı taraf ne kadar sapık olursa olsun böyle davranışlara cüret edememelidir.
Floridalı papaz Terry Jones'un 11 Eylül 2010'u "Uluslararası Bir Kur'an Yakma Günü" ilan etmesi ve yandaşlarıyla Kur'an nüshalarını yakmaya kalkışmasını bir din adamı davranışıyla bağdaştırmak mümkün değildir. Bu durumu Vatikan ve Diğer Hıristiyan örgütlerin en hafifiyle kınaması gerekir. Eğer İslam’ı eleştirmek istiyorsanız kutsal kitabını elinize alır okur ve eleştirinizi yaparsınız; fakat karşıyı tahrik etmek ve galeyana getirmek için yapılan eylemler en hafif tespitle hakaret ve provokasyondur. Hz. Muhammed(S.A.S.)'e hakaret içeren "Müslümanların Masumiyeti" adlı filmin yapımcısı Nakoula Basseley olarak gözükmekte ise de filmin yapımında Evanjelik Hıristiyan, Kıptî Hıristiyan, Yahudi, Siyonist, Müslüman ve zenci düşmanı ırkçılar ve Neo-conlar ortak hareket etmişlerdir. Bazı istihbarat birimleri ve saydığımız örgütler, İslam karşısında “Haçlı-Siyon ittifakı” kurmuşlardır. Basından takip edebildiğim kadarıyla filmin yapımcısı Amerikalı Yahudi bazı açıklamalarda bulunmuştur. "Bu filmi kışkırtıcı bir siyasi tutum için yaptım. İslam kanserdir. Müslümanlar da yok edilmesi gereken böceklerdir. Bu film ile İslam'ın nefret içerikli bir din olduğunu göstereceğim. Bu film için yüz İsrailli bağışçıdan beş milyon dolar aldım ve filmi İsrail için yaptım. Ayrıca Kur'an yakmakla şöhret bulan rahip Terry Jonas'dan da destek aldım." demiştir. Yine basına yansıdığı kadarıyla A.B.D.’nin resmi sözcüsü Hillary Clinton, film hakkında "İğrenç ama yapabileceğimiz bir şey yok." diyerek. Peygamberimiz vasıtasıyla Müslümanların tümüne karşı yapılan hakareti, pek çok Batılı gibi, ifade özgürlüğü çerçevesinde değerlendirerek, bilinen kılıfa uydurmuştur.
HANGİ ÖNLEMLER ALINABİLİR
Müslümanlara ve kutsal değerlerine yönlendirilen tepkinin bir bölümü maksatlı olmakla beraber bir bölümü de İslam’ı ve Müslümanları iyi tanımadıkları için yapılmaktadır. Onlara Kur’an’ı Hz. Muhammed(S.A.V)’ı ve İslam’ı anlatarak tanıtma görevi Müslümanlara düşmektedir. Bu konuda yeterli faaliyetin sergilendiğini söyleyemeyiz. Çağımız enformasyon ve bilgi çağıdır. Gerek İslam konferans örgütü, gerekse uluslararası faaliyet gösteren diğer İslami kuruluşlarla Üniversitelerin siyasal bilim uzmanlarıyla stratejist ve aydınlar bir araya gelerek yapılması gerekenleri belirleme konusunda bir ortak akıl oluşturmaları zorunludur. Bunun sonucunda yapılacak bilimsel ve stratejik mücadele ve tanıtımlarda sivil toplum kuruluşları ve siyasi karar mekanizmalarının topyekun seferber olması gerekir. Konu siyasi olduğu için nihai çözüm de politik ataklardan geçmektedir. Gerekli tanıtım çalışmaları başlatılmadan önce konunun ve vahametinin algılanması için, düzenlenecek seminer, konferans ve medya aracılığı ile iç kamuoyu aydınlatılmalıdır.
Bilindiği gibi dış politikalar çıkar ilişkilerine dayanmaktadır. İslam coğrafyasının yer altı ve yer üstü zenginlikleri ile stratejik konumu yönetenler tarafından bilinçli olarak kullanıldığı taktirde, hiç kimseye muhtaç olamadan halkları mutlu ve refah içerisinde yaşayabilirler. Bu nedenle yönetici ve diplomatlarımız başlarını dik tutarak uluslararası toplantılarda Batı ülkelerinin temsilcilerine karşı gereken söylemleri hukuki ve bilimsel yollardan dile getirip -en azından- diplomatik kamuoyu oluşturmalıdırlar. Tarihte yöneticilerimizin ortaya koyduğu dik duruşlar Müslümanlar tarafından coşkuyla karşılanırken, karşı tarafa da geri adımlar attırmıştır. Yakın tarihe baktığımızda bazı haklı davaları savunmaktan aciz yönetici ve diplomatlarımızın tavırları da haksızların cesaretini artırmıştır. Anadolu’da bir söz vardır: ”Güçlü avukat zayıf dosyayla dava kazandığı halde, zayıf avukat güçlü dosyayla dava kaybeder.” Bu nedenle yönetici ve diplomatlarımızın problemin boyutlarını iyi kavrayarak uluslararası yaklaşımlarda hangi stratejinin uygulanacağını çok iyi bilmeleri gerekir.
Batıdaki ateistler ve Hıristiyanlık düşmanları yıllardır Hz. İsa, Hz. Meryem ve Hıristiyanların kutsal değerlerine hatta aile yapılarına saldırdıkları bilinmektedir. Kitap, dergi, karikatür sinema yoluyla yapılan saldırıları fikir özgürlüğü yutturmacası içerisinde sunarak, Hıristiyanları sindirmişlerdir. Müslümanlar kendi kutsal değerlerine yapılan saldırıya tepki gösterdikleri gibi, Hz. İsa ve Hz. Meryem’e yapılan saldırılara karşı da gerekli tepkiyi göstererek samimi ve dindar Hıristiyanların sempatisini kazanabilirler. Esasen bu tepkiyi, onların sempatisini beklemeden de kendi inançları gereği yapmaları zorunludur.
Her tanıtımın ekonomik bir boyutu ve proje maliyeti vardır. Önemli olan tanıtım ve stratejik mücadele için yeterli ve sürekli finansmanın sağlanmasıdır. Bunun için de kaynak ve fon oluşturulması gerekir. Burada görev zengin Müslümanlarla petrol ihracatçısı devletlere düşmektedir. Her yıl Hac ve Umre ziyaretinde bulunan Müslümanlar, Suudi Arabistan Devletine milyarlarca dolar döviz getirisi sağlamaktadır. O ülkeyi yönetenler eğer canları isterse bu paranın bir bölümünü tanıtım amacıyla kurulacak fona aktarılabilirler. İlaveten petrol zengini ülkeler de gelirlerinin bir bölümünü aynı havuzda toplayabilirler. Bu konuyla ilgili ilk hareketin tanıtım ve oluşumunu sağlamak Dışişleri Bakanlıklarına düşmektedir.
Gönül bunları istiyor ama fonların bugünden yarına oluşması oldukça zor görülmektedir. Bunun nedeni Müslüman zenginler ve petrol zengini ülke yöneticilerinin akılları ve servetlerinin batının ipoteği altında olmasıdır. Öyleyse görev her zaman olduğu gibi aydınlara düşmektedir. Halkı Müslüman olan ülkelerdeki aydınların kendi aralarında toplanarak içinde bulunulan durumu enine boyuna tartışmaları gerekir. Daha sonra da belirledikleri temsilciler bir Üniversite veya sivil toplum kuruluşunun koordinatörlüğünde bir araya gelerek alınması gereken önlemleri araştırarak üzerinde birleşilen konuları kamuoyuyla paylaşıp toplumları bilgilendirmeleri gerekir. Üçüncü aşamada uluslararası sempozyumlar düzenlenerek batılı aydınların da desteği alınmalıdır. Başlangıçta birileri tarafından dikkate alınmayacak olan bu oluşum, zamanla güçlenip, teşkilatlanarak İslam coğrafyasında ve dışında ses getirir konumuna gelecektir. İşte o zaman Batı medyasında yer alacağı gibi halkı Müslüman devletler nezdinde de dikkate alınacak hale gelecektir. Demokraside ve kalkınmada batı standartlarını yakalamış olmakla övünen Türkiye ve Müslüman aydını pekala bu hareketin fitilini ateşlemeye öncülük edebilir. “İslam Örgütü” de böyle bir oluşuma gereken olanakları sağlamalıdır.
Müslümanlar harekete geçerek, siyasi, politik, medya ve kitle iletişim araçları ile karşı atağı başlatmadıkları taktirde yapılan sosyo-piskoljik hareket tırmandırılarak bazılarının dört gözle beklediği “medeniyetler çatışmasına” dönüşebilir. Görünen o ki negatif ibre her geçen gün o yöne doğru biraz daha kaymaktadır. İnanç ve temennimiz dünya milletlerinin hiçbir zaman ütopik Armegedon savaşına sürüklenmemesidir. Bundan Müslümanlar kadar Batınında zarar görmesi kaçınılmazdır. Ancak en çok zarar görenler de bu savaşı başlatanlar olacaktır.
Kim nasıl düşünürse düşünsün Hz. Muhammed (S.A.V) barış peygamberi; İslam da barış ve esenlik dinidir. Fakat maalesef Müslümanlar olarak bunu insanlığa anlatmakta yetersiz kalmışız. Eğer Hz. Adem’le başlayan İslam ve semavi kitaplar yeryüzüne inmemiş olsaydı, insan denilen varlıklar en vahşi yaratıklardan daha aşağı bir yaşam içerisinde olurdu. Temennimiz çeşitli din ve kültürlerdeki akil insanların çabasıyla Dünyanın sulh sükun yurduna dönüşerek, bütün insanların bir arada kardeşçe yaşadığı bir konuma gelmesidir.


(1) Dr. Furkan Aydıner 11 Eylülden önce ve sora A.B.D’ de İslamofobya.
* Selim Yeniçeri tarafından Türkçeye çevrilmiş, Hz. Muhammed-İslam Peygamberinin Biyografisi- ismiyle, Koridor Yay İst. 2005’te yayımlanmıştır.

12Paylasim icin Tesekkurler


Makale Köşemiz

MollaCami.Com