Bölümler | Kategoriler | Konular | Üye Girişi | İletişim
Din aşkı da aşık olanları da seviyor
DİN AŞKI DA AŞIK OLANLARI DA SEVİYOR
â¦O mecliste bulunanlardan biri diyordu ki; âÖnümüzdeki hafta biz Sevgililer Günüânü kutlayacağız. Sizinse böyle bir kaygınız yok. Çünkü İslam, Sevgililer Günüânü reddettiği gibi insanların birbirlerini sevmelerine, âşık olmalarına da sıcak bakmıyor. Hatta evlenecek insanların dahi birbirlerini nikahtan önce görmelerini yasaklamış. Dolayısıyla böyle bir günün inançlarının emrettiği gibi yaşamaya çalışanlar için hiçbir anlamı yokâ. Ben dilimin döndüğü kadar (bu konuda o zaman için pek döndüğünü söyleyemem) bir şeyler söylemeye çalıştım. Tasavvuf dedim, Allah aşkından söz ettim. Ama doğrusu söylediklerim beni dahi tatmin etmedi. Sonrasında merak ettim ve araştırdım. Konunun uzmanlarıyla görüştüm, ilgili ayetleri ve hadisleri inceledim. Gördüm ki, o arkadaşım yanılıyor. İslam ne sevgiye karşı çıkıyor, ne de sevgiliye. Tasavvufta olduğu gibi sadece Allah aşkının değil, karşı cinsler arasındaki aşkın da kutsallığı vurgulanıyor. Hatta âşık olup da iffet ve namuslarını koruyanlar için İslamâdaki en yüksek mertebe vaad ediliyor. Keşfuâl Hafââda yer alan bir Hadis-i Şerifâte deniyor ki; âKim âşık olur da iffetini korur, halini gizler ve bu yüzden ölürse şehid olarak vefat ederâ. İslamâda şehitlikten daha yüksek bir mertebe olmadığı dikkate alınırsa İslamâın aşka ve âşıklara bakışının nasıl olduğu ortaya çıkıyor.
AŞK YOK, MUHABBET VAR
Kurâan-ı Kerimâde aşk sözcüğü yer almıyor. Sevgiyle ilgili ayetlerde daha çok hub, meveddet ve muhabbet kelimeleri kullanılıyor. Ancak kelime olarak olmasa bile anlam olarak Kurâan-ı Kerimâde aşk pek çok yerde geçiyor; âİman edenler Allahâı daha şiddetle severlerâ (Bakara, 2/165). İslam alimleri de aşkı aşırı sevgi olarak tanımlamışlar. Zelihaânın Hz. Yusufâa duyduğu sevgi de (Yusuf Suresi, 12/30) aşkın tanımına uyuyor. Kurâan-ı Kerimâde bu sureye Ahsenül-Kasas (Hikayelerin en güzeli) denilmiş. Hz. Yusuf ile Züleyhaânın aşk macerası daha sonraki şairler için de esin kaynağı olmuş ve bu hikaye çerçevesinde mesneviler kaleme alınmış.
Muhabbet ise; âMaddi veya manevi haz veren bir şeye duyulan meyil, bir nesneye ya da şahsa ilgi göstermeye iten duyguâ olarak tanımlanmış. Ancak kimi alimler buna da karşı çıkmış ve muhabbetin insani bir duygu olarak tanımının yapılmasının imkansız olduğunu söylemişler. İşte tanımlanamayan muhabbetin ileri boyutuna aşk denmiş. İkisi arasında nasıl bir sınır olduğu ise belirlenememiş. Zaten bu yüzden de İslam tarihinde aşk yerine muhabbet, muhabbet yerine de aşk terimleri kullanılmış.
Kurâanâdaki birçok ayette, Peygamber Efendimizin âHabibullah (Allahâın sevgilisi) olarak anılması da İslamâın aşka verdiği önemi göstermesi bakımından dikkat çekici olsa gerek. Sûfilere göre Allahâın sevgiyle tecelli etmesinden âlem meydana gelmiştir. Bu görüşü benimseyenlere göre âlem aşktan yaratıldığı için her zerrede aşkın izini görmek mümkün.
Aşkla ilgili İslam tarihinde söylenmiş o kadar çok söz var ki, bunların hepsini yazmaya kalksak biz yazmaktan, siz de okumaktan bıkarsınız. Zaten bizim de İslamâın aşk terminolojisinin tarihsel gelişimini izlemek gibi bir düşüncemiz yok. Kesin olan bir şey var: İslam ne aşka, ne de âşıklara kapıyı kapatmış. Aksine yaratıcısının aşk üzerine kurdum dediği tabiatta aşkın yaşatılmasını istemiş. Başlangıçta İslam alimleri aşk sözcüğünü kullanmaktan çekinse bile, İslamâın ikinci yüzyılından itibaren aşk gerek kelime, gerekse anlam olarak İslamî terminolojideki yerini almış. Aşkın çeşitleri üzerine kafa yorulmuş. Aşkı kimileri iki alt başlıkta, kimileri ise beş alt başlıkta incelemiş. Aşk konusunda yazılan tasavvufi eserlerin en genişi olan Ahbarüâl-Aşıkîn kitabının yazarı Ruzbihan-ı Bakli, aşkı; behimi (hayvani), tabii, ruhani, akli ve ilahi olarak beşe ayırmış.
Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Görevlisi Prof. Dr. Süleyman Uludağ, İslam Ansiklopedisiânin aşk ile ilgili maddesinde Bakliânin beşe ayırdığı aşk ile ilgili şunları yazmış: Behimi aşk ayyaş, günahkar ve aşağılık kimselerin tanıdıkları nefs-i emmarenin eseri olup aslında heva ve hevesten ibaret olan aşktır; şehveti ve nefsi arzuları tatmin etmeyi hedef alır. Makul ve meşru çerçevede olmayan behimi aşk kötü ve günahtır. Tabii aşk, unsurlardaki letafetten hasıl olan maddi ve cismani bir aşk olup aklın ve ilmin hakimiyetinde olmazsa kötüdür. Ruhani aşk seçkinlerde bulunan maddi ve manevi güzelliklere karşı duyulan aşktır. Böyle bir aşka tutulan kimse kendisini şehvetten korursa bu aşk onu arifler derecesine ulaştırabilir. Akli aşk ise melekût aleminde tecelli eden güzellikleri temaşadan hasıl olur. İlahi aşka buradan geçilir. İlahi aşk aşkların en yücesidir.
Bakli, aşkı beşe ayırmış olmasına rağmen İslami literatürde hakim olan düşünce aşkın iki çeşidi olduğu yönünde. Bunlardan birincisi ilahi aşk, ikincisi ise beşeri aşk⦠Yaygın görüşe göre aslolan ilahi aşktır. Beşeri aşk ise daha çok bir araçtır. Tasavvufçular, beşeri aşkı ilahi aşka götüren bir vasıta olarak görürler. Aşk üzerine yaratılan bu dünyada amaç yaratanı sevmektir. Yaratanın âşık olduğuna âşık olmaktır. Yine tasavvufta Peygamberimizin Allahâa âşık olduğu gibi, Allahâın da resulüne aşık olduğu düşüncesi yaygın olduğu için, insanların beşeri aşklar yerine ilahi aşka yönelmeleri tavsiye edilmiş.
Mutasavvıfların aşka bu kadar önem vermelerinin nedeni akılla Allahâa ulaşmanın mümkün olamayacağını savunmalarıydı. Onlara göre Allahâa varmak ancak aşkla mümkün olabilirdi. Mevlânâ da aklın dünyevi işlerdeki fonksiyonunun öbür dünya ile ilgili durumlarda yeterli olmadığını söylemiş. Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Görevlilerinden Prof. Dr. Mustafa Karaâya göre insani aşk güzel ama asli hedef değil; âHedef, bu temeller üzerinde yükselecek abide ile birlikte ballar balını aramaktır. Hedef, bu insani aşkın sağladığı gönül devleti ile kalp dünyamızın imkanlarını genişletmek ve geliştirmektir. Hedef, tam kapasite ile çalışan bir gönülle gönüller sultanına doğru kanatlanıp uçmaktır. Esas yiğitlik, insani aşkı ilahi aşka dönüştürebilmektir.â
İNSANLAR BİRBİRİNE ÂŞIK OLABİLİR
Prof. Dr. Kara esas yiğitliğin insani aşkı ilahi âşka dönüştürmek olduğunu söylerken, önemli bir gerçeğe daha dikkat çekiyor. Evet, insani aşk vardır ve önemlidir. Yine Karaânın söyledikleri yıllardır devam eden bir tartışmadan ipuçları veriyor. İslam alimleri beşeri aşk ile ilahi aşk arasındaki ilişkinin nasıl olması gerektiği hususunda hiç bir zaman tam bir mutabakat içinde olmamışlar. Ağırlıklı görüş beşeri aşkın bir araç olduğu yönünde iken, önemli sayıda din bilgini de bütün beşeri aşkların ilahi aşka gitmesi gerekmediğini, beşeri aşkın da başlı başına bir olgu olarak kabul edilmesi gerektiğini söylemişler. Prof. Dr. Süleyman Uludağ da beşeri aşkın sadece bir araç olmadığını düşünenlerden; âPek çok aşk hikayesi vardır ki, ilahi aşka ulaşmadan noktalanmıştır. Tabii ki beşeri aşktan ilahi aşka geçişlerin yaşandığı aşklar da olmuştur. Fuzuliânin Leyla ile Mecnunâunda anlatılan aşk böyledir. Mutasavvıflara göre aslolan ilahi aşktır. Ama ilahi aşka yabancı olanların beşeri aşkı yaşamaları, aşkı yaşamamalarından daha iyidir. Zira beşeri aşkı yaşayanlar ilahi aşk alanında daha kolay mesafe kaydederler. Onun için mürit olmak maksadıyla dergaha gelen tâlibe şeyhin ilk sorusu; âHiç âşık oldun muâ olur. Talibin cevabı hayır olursa bu defa şeyh ona der ki; âVar, git âşık ol da öyle gelâ.â Muhiddin-i Arabi ise aşkı tabii, ruhi ve ilahi olarak üçe ayırmış ve şöyle demiştir; âMecazi aşk, hakiki aşka giden yolda bir deneyiş, belki bir duraktır. Hakiki aşka erişmek için mecazi aşk şart değildir. Ama olursa da kötü karşılanmaz.â
ÂŞIKTIR, HOŞGÖRÜ İSTER
Kurâan-ı Kerimâde beşeri aşka tamamiyle insani ve doğal bir olay olarak bakılmış, dini ve ahlaki kuralların ihlal edilmediği aşk kötülenmemiş, aksine tutkun ve sevdalı oldukları halde iffet ve namuslarını koruma başarısını gösterenler takdir edilip örnek kişiler olarak gösterilmiş. Beşeri aşka tamamen insani ölçülerle yaklaşıldığı için de âşık olmak, sevdalanmak, birine vurulmak insanın iradesi dışında gelişen bir duygu olarak kabul edilmiş. Bu yüzden âşıklara mecnun ya da divane denilmiş. Peygamber Efendimiz (S.A.V.) Ebu Davutâun naklettiği bir hadisinde âSenin bir şeye olan sevgin seni kör ve sağır ederâ diyerek, aşıkın içinde bulunduğu ruh halini anlatmış. Yine Kurâan-ı Kerimâde yer alan bir ayette (Âl-i İmran 14); âKadınlara, oğullara, kantar kantar altın ve gümüşe, nişanlı atlar ve develere, ekinlere karşı aşırı sevgi beslemek insanlara güzel gösterilmiştirâ denilerek kadınlara ilgi duymanın, onları sevmenin hiçbir sakıncası olmadığı anlatılmış. Bir başka hadiste (Nesai- İşretünnisa) âKadınlardan sonra Allah resulüne en sevgili olan şey atlardırâ buyrulmuş. Yine Nesai İşretünnisaâda yer alan bir hadise göre Peygamber Efendimiz, âDünyada bana kadın ve güzel koku sevdirildi. Asıl gözümün aydınlığı ise namazdırâ diyerek, karşı cinse olan duygunun, ne kadar insani olduğunu göstermiş.
Beşeri aşka karşı çıkanların dahi reddedemedikleri şey, hiçbir yerde bu aşkın yasak olduğuna dair bir hükmün bulunmaması. Ancak tabii ki kastettiğimiz aşk meşru zemin içinde yaşanacak. Cinsellikten arındırılmış, tamamen hissi duygularla yaşanan aşktan söz ediyoruz. Birincisi Bakliânin dediği gibi hayvani aşka giriyor ki, bu kesinlikle yasak. Cinsellikten arındırılmış bir aşka ise din şehitlik mertebesini dahi açık bırakıyor.
AŞKIN EDEBİYATI
Aşkı keşfeden ve tartışan sadece İslam alimleri olmamış. Şairler ve yazarlar da aşk üzerine şiirler, denemeler yazmışlar. İslam edebiyatına baktığımız zaman, özellikle şiirin neredeyse tamamen aşk teması üzerine kurulmuş olduğunu görüyoruz. İslam edebiyatında aşkın zirveye çıkışı ise divan edebiyatı ile olmuş. Prof. Dr. İskender Pala divan edebiyatının baştan sona aşkın beyanıyla dolu olduğunu ve aşk konusunda söylenmemiş bir söz bırakılmadığını söylerken klasik edebiyatımızın aşka verdiği önemi anlatıyor. Palaâya göre divan edebiyatında her türlü aşk vardı. Tabii aşktan ilahi aşka, mecazi aşktan ruhani aşka, platonik aşktan bedensel aşka bütün aşklar anlatılmış. Her aşk kendi şairini çıkarmış.
Platonik aşk Fuzuli ile zirveye çıkmış. Fuzuliâye göre vuslata erişmeyen aşk en güzel aşktı. O, aşkında istiğna sahibiydi ve sevgiliye yük olmak istemezdi. Bu nedenle de sevgiliden ne iyilik, ne iltifat beklerdi. Almadan vermek, kazanmadan kaybetmek taraftarıydı. Kaleme aldığı Leyla ile Mecnun mesnevisinde de ilahi aşka giden yolu göstermiş. Fuzuliânin şu itirafı Divan şairlerinin platonik aşk konusundaki genel düşüncesini göstermesi bakımından dikkat çekici olsa gerek; âİlim tahsil ederek yüksek mevki elde etmek, ancak olmayan bir hayal imiş. Âlemde her ne varsa aşk imiş; ilim, sadece kuru laftan ibaretmiş.
Tasavvufi aşkın temsilcisi ise Şeyh Galib. Şeyh Galib, tasavvufi aşka dair başlı başına bir şaheser olan eseri, Hüsn-ü Aşkâı yazmış. İlk bakışta beşeri bir aşkın hikayesi olarak kabul edilebilecek bir mahiyet gösteren bu mesnevi, aslında Hüsün ve Aşkâın sufiyane güzellik terakkilerini anlatan tasavvufi bir aşk hikayesi olarak karşımıza çıkıyor.
Ve beşeri aşk⦠Divan edebiyatında beşeri aşkı en çok Nedim konu etmiş. Nedim Fuzuliânin aksine beşeri aşkın üzüntü ve elemleri yerine neşe ve sürurunu terennüm etmiş. Hicran, üzüntü ve elem, Fuzuliânin hislerini ulvileştirerek beşeri aşkın üzerine çıkarırken; aşkın zevkini ve neşesini bizzat tatmak ve yaşamak isteyen Nedim, beşeri zevkler peşinde koşan bir âşık olmuştur. Nedimâin şiirlerinde ayrılık, hasret çekmek yoktur. O sevgiliden ayrı kalmayı asla istemez, sevgisiz kalmaya tahammül edemezdi.
AŞKI KEŞFETMEDİK, ZATEN VARDI
İslam aşkı yasaklamamış derken, Amerikaâyı yeniden keşfetmedik. Zaten var olan bir gerçeği, yeniden hatırlatmak babında kaleme almaya çalıştığımız ve herkesin uzman olduğu bu konuda elbette ki pek çok hata yapmışızdır. Başta dediğim gibi hasbelkader eleştirilerin muhatabı ben olmuştum ve yine hasbelkader, İslamâdaki insani aşkı yazmak bana düştü. İşin özü şu: Evet, 14 Şubat Sevgililer Günüânü başta söylediğim eleştiriye muhatap olanlar kutlamadı. Tüketim toplumunun daha çok para kazanmak adına popüler yaptığı günlere sıkıştırılan sevginin, sevgilinin onlara göre bir anlamı yok. Aslolan gerçek sevgi. Gerçek aşk. Zamana sığdırılan, sembolleştirilen değil, hayatın içinde olan ve günlük yaşantımızın değil, bütün ömrümüzün besin kaynağı olan aşk. Hem ilahi aşk, hem de beşeri aşk. İkisi de makbul. Yeter ki, aşk olsunâ¦
NOKTA. Diyorlar ki, İslam nire, aşk nire.
İKİ NOKTA. Cevap İslam alimlerinden geliyor; âİslamâda ilahi aşk da vardır beşeri aşk da. Amaç ilahi aşka ulaşmaktır. Ancak bütün beşeri aşkların da ilahi aşkla neticelenmesi gerekmiyor.â
ÜÇ NOKTA⦠Ben de diyorum ki, âAşk İslamâın içinde.â
Osman İridağ 2007