Bölümler | Kategoriler | Konular | Üye Girişi | İletişim


tarih konu özetleri...

AVRUPA TARİHİ

Yeni Çağ'da Avrupa



Bilim ve Teknolojide Gelişmeler

Barutun Ateşli Silahlarda Kullanılması :

Barut ilk defa Çinliler tarafından kullanıldı. Avrupalılar Haçlı Seferleri sırasında barutla tanıştı. İngilizler Yüzyıl Savaşları'nda ilk kez barutu toplarda kullandı. Savaş topunun kullanımının artması ile feodal yönetimler yıkıldı.

Pusulanın Bulunması :

Pusula ilk defa Çinliler tarafından kullanılmaya başlandı. Pusulanın gemicilik alanında kullanılmaya başlanması ile açık denizlerde seyahat kolaylaştı.

Kağıt ve Matbaa :

Matbaa ilk defa Çinliler tarafından kullanıldı. Uygur Türkleri matbaayı geliştirerel hareketli harfleri icat etti. Avrupa'da hareketli matbaa ilk defa Johann Gutenberg tarafından icat edildi.

Kilise ve Papalık

Hz. İsa'nın ölümünden sonra, havariler bugünkü Hristiyan cemaatinin ve klisesinin temelini oluşturdular.

II. yüzyılda, kilise kurumları ortaya çıktı.

III. yüzyılda kiliselerin başında, piskoposlar, IV. yüzyılda ise başpiskoposlar vardı.

V. yüzyılda, beş önemli merkezi metropol oluştu.



Katolikler : Başındaki kişiye Pap denir. Dinsel merkezi Roma'dır.

Ortodokslar : Başındaki kişiye Patrik denir. Merkezi İstanbul'dur.

Engizisyon Mahkemeleri : Kilisenin başkanlığında toplanır, genellikle kilisenin öğretilerine karşı çıkanlara ölüm cezası verirdi.

Afaroz : Kişiyi dinden çıkarma cezasıdır. Aforoz edilen kişi ile toplum bütün ilişkilerini keserdi. Kral bile aforoz edilebilirdi.

Enterdi : Belli bir bölgede kilisenin bir süre nikah, vaftiz, ölü gömme gibi dini törenleri durdurmasıdır.

Endülüjans : Günahlardan kurtulmak amacıyla kiliseden satın alınan belgedir.

Magna Carta

İngiltere Kralı Yurtsuz John, Fransa Kralı II. Philip'e karşı giriştiği mücadelede başarısız olmuştu.

John bu başarısızlığını gidermek için, vergileri artırmış, ayrıca İngiliz soylularına ait bir takım ayrıcalıkları kaldırmaya kalkışmıştı.

Soyluların ayaklanması üzerine iç isyandan korkan Kral John, soylulara bir takım imtiyazlar vermek zorunda kalmıştı.

1215'te ilan edilen fermanda :

1. Kral halkın onayı olmadan vergi toplamayacak.

2. Mahkemeler halka açık yapılacak.

3. Haksız yere kimse tutuklanmayacak ve sürgün edilemeyecek.

4. Askere alınmalar düzene konulacak

5. Soylulardan oluşan bir kurul kralın Magna Carta'ya uygun davranıp davranmadığını kontrol edecek.

Not: Magna Carta ile Osmanlı Devletinin son dönemi arasında benzerlikler vardır.



Magna Carta ile Kralın yetkileri ilk defa sınırlandırılmış. Asiller sınıfının ayrıcalığı kabul edilmiştir.

Sened-i İttifak (1808) II. Mahmut döneminde Alemdar Mustafa Paşa'nın çalışmalarıyla ayanlarla imzalanmıştır. Bu belge ile ayanların varlığı kabul edilmiştir. Bu belge ilk defa Osmanlı padişahının yetkilerini sınırlamıştır.

Magna Carta ile Kral Vasalların üstünlüklerini kabul etmiştir. Adalet ve eşitlik kavramları getirilmiştir.

Tanzimat Fermanı (1839) Abdulmecit döneminde Mustafa Reşit Paşa tarafından Gülhane Parkı'nda okunmuştur. Osmanlı padişahı kanunun üstünlüğünü kabul etmiştir.

Magna Carta ile Kralın yetkileri resmen sınırlanmıştır. İngiltere'de parlamenter sisteme geçilmiştir.

Kanun-u Esasi (1876) II. Abdulhamit döneminde Mithat Paşa'nın çalışmaları ile hazırlanmıştır. Osmanlı'da ayan ve mebusan meclisleri kurulmuştur. Osmanlı Devleti'nde parlamenter sisteme geçilmiştir.

Reform Hareketleri

Almanya'da Reform

Hristiyanlık, XVI. yüzyıla kadar Avrupa'da Katoliklik ve Ortodoksluk olmak üzere iki mezhebe ayrılmıştı. Orta Çağ'dan itibaren Katolik Kilisesi giderek bozuldu.

Haçlı Seferleri, Coğrafi Keşifler ve Rönesans ile birlikte kilise ve papaya güven sarsıldı.

Hümanizm sayesinde, Hritiyanlığın kaynağı olan İncil'in özüne dönüş başladı.

Matbaanın kullanılmaya başlanmasıyla iletişim kolaylaştı, İncil tabu olmaktan çıkarak başta Almanca olmak üzere çeşitli dillere çevrildi. İncil diğer dillere çevrildikçe İncil'de yazan bazı şeylerin kilisenin söylediklerine uymadığı anlaşıldı.

1517'de Martin Luther, Wittenberg kilisesi duvarına astığı 95 maddelik bir bildiri ile Endülüjans satışına itiraz etti.

Papa X. Leon, 1520 yılında Luther'i afaroz etti. Luther'in düşünceleri kısa zamanda yayılarak Protestan Mezhebi adını aldı.

Ogsburg Antlaşması ile de Almanya'da Lutherianizm serbestlik kazandı.



Avrupa'da Reform

Fransa : John Calvin önderliğinde başlayan reform hareketi, Calvinizm olarak adlandırıldı. Calvinizm, 1598'de ilan edilen Nant Fermanı ile Fransa'da serbest bırakıldı.

İngiltere : Reform kral VIII. Henry tarafından başaltıldı. VIII. Henry, Katolik Kilisesi'nden ayrılarak Anglikanizm Mezhebi ve Anglikan Kilisesi'ni kurdu.

İskoçya : Calvinizm'in temel prensipleri benimsendi. Calvinizim İskoçya'da Presbiteryanizm adını aldı. isveç, Norveç ve Danimarka'da da Protestan mezhebi kabul edildi.



Reform'un Sonuçları

Avrupa'da mezhep birliği bozuldu.

Katolik ve Ortodoks mezheplerinin yanı sıra Protestanlık (Lutherianizm), Fransa'da Calvinizm, İngiltere'de Anglikanizm ve Kuzey Avrupa'da Presbiteryanizm mezhepleri ortaya çıktı.

Reform hareketi sadece Katolik Kilisesi'ni kapsadı, Ortodoks Kilisesi bu hareketten etkilenmedi.

Papalar eski nüfuzlarını kaybetti.

Katolik Kilisesi varlığını sürdürebilmek için ıslahatlara başvurdu.

Eğitim kilise kontrolünden çıkartılarak laik bir eğitime geçildi.

Katolik Kilisesi'nden ayrılan ülkelerde kilisenin mallarına el konuldu.

Reform Avrupa'da dini bölünmelerin yanı sıra birtakım siyasi bölünmelere de neden oldu. Bu durum Avrupa'da Osmanlı'ya karşı Hıristiyan birliğini sağlamaya çalışan Şarlken'in aleyhindeydi.

Rönesans Hareketi



Rönesans'ın Nedenleri

Orta Çağ'ın sonlarından itibaren kültür ve sanatdaki ilerlemelerin XV. ve XVI. yüzyılda olgunlaşması.

Yeni Çağ'ın başlarında bulunan matbaa sayesinde yeni buluş ve düşüncelerin tüm Avrupa'ya yayılması.

Coğrafi Keşifler ile birlikte dünyayı tanıyan Avrupa'da sanattan ve edebiyattan büyük zevk alan bir sınıfın doğması.

Bu dönemde birçok dahi insanın yetişmesi.



Rönesans

Rönesans, coğrafi konumu itibariyle Doğu ve Batı uygarlıklarına yakın ve İslam kültüründen etkilenmeye elverişli olan İtalya'da doğdu.



Rönesans'ın İtalya'da Doğması'nın Sebepleri :

Coğrafi Keşifler sonucunda İtalyan şehirlerinin zenginleşmesi ile İtalyan ekonomisinin ilerlemesi.

İtalya'nın Orta Çağ'dan itibaren siyasi birlikten yoksun bağımsız şehir devletlerinden oluşması ile özgür düşünce ortamının bulunması.

İtalya'nın eski Roma Uygarlığı'nın kültürel mirasçısı olması.

İstanbul'un fethi ile İstanbul'da bulunan bilim adamlarının İtalya'ya kaçması.



İtalya'da Yetişen Rönesans Öncüleri :

Resimde Giotto, Rafaello ve Leonardo da Vinci; heykelde Donatello, Giberti ve Michelangelo mimarlıkta Brunellesci, Bramente ve Michelangelo.



Rönesans'ın Sonuçları

İtalya'da başlayan Rönesans hızla bütün Avrupa'ya yayıldı.

Fransa'da; Villar, Ronsard, Rable ve Montaigne; Almanya'da Erasmus ve Dürer; İngiltere'de Sheakspear gibi ünlü sanatçılar yetişti.

Skolastik düşünce yerini pozitif düşünceye bıraktı.

Bilimdeki gelişmeler teknik gelişmelere ortam hazırladı, bu durum Sanayi Devrimi'nin nedenlerinden birini oluşturdu. Bilimin ön planda olduğu hür düşünce yayılmaya başladı.

Skolastik düşünce ortadan kalkarken kiliseye olan güven de azaldı. Bu durum Reform'un başlamasında etkili oldu.

Edebiyat ve sanattan zevk alan üstün bir tabaka ile bunlardan zevk almayan yoksul halk kitlesi gibi iki sınıf ortaya çıktı.

Sanayi Devrimi

Sanayi Devriminin Nedenleri

XVI. yüzyılda Avrupa'da Rönesans ile başlayan bilimsel gelişmeler peşinden teknik gelişmeleri getirdi.

Bilim ve teknik araştırmalara hükümetler önemli sermayeler ayırdı.

Coğrafi Keşifler sonunda ticaretin gelişmesi, sömürge imparatorluklarının kurulması ile Avrupa'da sermaye birikimi oluştu.

Sanayi Devrimi; 1690'dan itibaren kullanılmaya başlanan buhar gücü sayesinde üretimin, ulaşımın ve tekniğin gelişmesi sonucu dünyada yaşanan değişime verilen addır.

Sanayi Devrimi'nin ilk aşamasında temel hammadde kaynağı taş kömürüydü.

1878'de içten patlamalı motorların icadıyla birlikte petrol ön plana çıkmıştı.

Sanayi Devrimi, XVIII. yüzyılda İngiltere'de ilk defa dokuma alanında görüldü.



Sanayi Devriminin Sonuçları

Üretimin bol ve ucuza mal edilmesi üzerine, hammadde ve pazar ihtiyacı daha da arttı. Bu durum sömürgecilik yarışını hızlandırdı.

Kol gücünün yerini makinenin almasıyla, küçük işyerleri ve atölyeler, yerlerini fabrikalara bıraktı. Fabrikaların ihtiyacını karşılamak amacıyla büyük sermayeli şirketler ve bankalar doğdu.

1869'da Süveyş Kanalı, 1914'te Panama Kanalı açıldı ve deniz ulaşımının cazip hale gelmesi ile ticaret gelişti.

XVII. yüzyılda Avrupa'da görülen nüfus artışı, köyden büyük kentlere göçü başlattı. Çarpık kentleşmeyi doğdu.

İşsiz insanlar kentlerdeki sanayi sektöründe, düşük ücretlerle burjuvazinin emrinde çalışmaya başladı. Ucuz el emeği, sosyal güvencesi olmayan, ağır şartlarda çalışan fabrika işçisini ortaya çıkardı.

Sosyalizm, Komünizm, Liberalizm ve Kapitalizm gibi ekonomik sistemler tanımlanmaya başlandı.

Sanayi Devrimi'ne Avrupa ile birlikte katılmayan Osmanlı Devleti'nin ekonomisi çöktü.

Viyana Kongresi (1815)

Avrupa'da 1805 - 1815 tarihleri arasında meydana gelen Napolyon Savaşları sonunda Avrupa Devletleri bozulan sınırları ve siyasi dengeyi yeniden düzenlemek amacıyla Viyana'da bir kongre düzenlediler.

Kongreyi Rusya, Avusturya, İngiltere ve Prusya yönetti. Osmanlı Devleti katılmadı.

Kongre sonunda imzalanan antlaşma ile, Avrupa'nın yeni haritası çizilirken ulus, dil ve din unsurları dikkate alınmadı.

Viyana Kongresi'ne katılan devletler milliyetçiliğe karşı çıktıkları için, Avrupa'da barış ve huzur bozuldu.

1815 (Viyana Kongresi) ile 1827 (Navarin Olayı) arasında geçen döneme Avrupa'da Restorasyon Dönemi denir.

Kongrenin hemen ardından, kongrede alınan kararları uygulamak amacıyla Rusya, Avusturya, Prusya ve Fransa "Kutsal İttifak"ı, Avusturya, İngiltere, Rusya ve Prusya "Dörtlü İttifak"ı oluşturdu.

Sömürgecilik

Sömürgeciliğin Gelişmesi

Sanayi Devrimi hammadde ve pazar ihtiyacını artırdı.

Coğrafi Keşifler ile birlikte denizaşırı ticaretin gelişmesi, uzak hammadde kaynaklarının daha rahat kullanılmasını sağladı.

Avrupa devletleri, XVII. yüzyılda yeni sömürge alanları bulmak için harekete geçti.

İngiltere; Hindistan Birmanya, Belücistan, Kıbrıs, Malta ve Mısır'ı sömürgeleştirdi.

Fransa; sömürgelerinin bir kısmını İngiltere'ye kaptırdı. Cezayir, Tunus ve Sudan bazı bölümleri ile Madagaskar Adası'na yerleşti.

Almanya; Afrika ve Pasifik'te sömürgeler elde etti.

Sömürgecilik Birinci Dünya Savaşı'nın önemli nedenlerinden birini oluşturur.

İtalya; Kızıldeniz kıyısındaki Eritre ve Trablsugarp'ı aldı.

Rusya; sıcak denizlere açılabilmek amacıyla Boğazlar'a yöneldi. Sibirya'dan Japon Denizi'ne kadar hammadde kaynaklarına sahip oldu.

Yakın Çağ'da Avrupa Devletleri



İngiltere

1215'te Magna Carta imzalandı.

1265'te parlamenter sisteme geçildi.

Yüzyıl Savaşları'nda Fransa'ya yenildi ve karada üstünlüğünü kaybetti.

Çifte Gül Savaşları'ndan sonra kuvvetli bir deniz devleti haline geldi.

XVII. yüzyılda Kral Charles döneminde parlamento dağıtıldı ve halk Cromwel önderliğinde ayaklandı. Kral öldürüldü.

Cromwel Cumhuriyet ilan ettiğini bildirdi.

Fakat bir süre sonra parlamentoyu dağıttı.

Kral, III. William döneminde "İnsan Hakları Beyannamesi" yayınlanarak demokratik krallık kuruldu.



Almanya

XIX. yüzyıl sonlarına kadar siyasi birliğini tamamlayamadı.

Reform döneminde, Protestan prenslerle Kral II. Ferdinand arasında Otuz Yıl Savaşları çıktı.

Viyana Kongresi'nde Germen Konfederasyonu kurulmasına ve komisyon başkanlığına Avusturya'nın getirilmesine karar verildi.

Konfederasyon dışında bırakılan Prusya Avusturya ile savaşa girdi.

Prusya başbakanı Bismarck 1871'deki Sedan Savaşı'nda Fransa'yı yendi.

Almanya Prusya öncülüğünde Kral III. Wilhelm başbakanlığında siyasi birliğini sağladı.



Fransa

Yüzyıl Savaşları'nda İngiltere'yi yendi; fakat Reform döneminde mezhep çatışmaları yaşandı.

Kral IV. Henry döneminde Fransa koyu bir mutlakiyetle yönetilmeye başlandı.



İspanya

XV. yüzyılın sonlarına doğru Coğrafi Keşifler'e başladı.

XVI. yüzyılda önemli bir sömürge devleti oldu.

XVII. yüzyılda İngiltere ve Fransa'ya birtakım sömürgelerini kaptırdı.

Hollanda da İspanya'dan ayrılarak bağımsızlığını ilan etti.



İtalya

Haçlı Seferleri'nden sonra Akdeniz'de ticari üstünlüğü ele geçirdi.

Venedik ve Ceneviz gibi denizci devletler Yeni Çağ'da ticari üstünlüğünü kaybetti.

1815'te toplanan Viyana Kongresi'nde İtalya yedi hükümete ayrıldı.



Rusya

Lehistan, XVIII. yüzyıla kadar Osmanlı Devleti ile Avusturya ve Rusya arasında tampon devlet durumunda kalmıştı.

XVII. yüzyıldan itibaren Rusya'nın Lehistan iç işleine müdahale etmesi üzerine karışıklıklar çıktı.

XVII. yüzyılda Çar Petro döneminde yapılan ıslahatlarla kendisini geliştirdi.

İsveç, Osmanlı Devleti ve Lehistan ile savaştı.

Yüzyıl Savaşları (1337-1453)

İngiltere kralı III. Edward, annesi Isebella'nın ölümü üzerine, Fransa tahtında hak iddia ederek Fransız topraklarına saldırdı.

Fransızlar, 1337 yılında İngitere'ye saldırdı ve İngilizleri geri püskürttü.

1414 yılında tahta geçen İngiltere kralı V. Henry tekrar Fransa topraklarına saldırdı ve Paris'e kadar ilerledi.

Bu savaşlarda, İngiltere tarihte ilk defa savaş topu kullandı.


alıntıdır

BÜYÜK SELÇUKLU DEVLETİ

(1038 - 1157)

Büyük Selçuklu Devleti, Oğuzların Kınık boyu tarafından kurulmuştur. 9. Yüzyıl sonlarından itibaren Oğuzlar, Aral gölü çevresinde Oğuz Yabgu Devleti’ni kurdular. Devletin subaşı görevini Kınık boy beyi Selçuk Bey yerine getiriyordu. Oğuz Yabgu Devleti’nin 1002’den önce Kıpçak akınları sonucunda yıkılması üzerine Selçuk Bey kendisine bağlı Oğuzlar ile birlikte Cend şehrine geldi. Burada Oğuzlar İslam dinini benimsediler. Bir süre sonra da Samanoğulları’nın sınırlarını koruma görevini üstlendiler. Selçuk Bey’den sonra yerine Arslan Yabgu geçti. Bu dönem de Selçukluların güçlenmesinden çekinen Gazneli Mahmut, Arslan Yabgu’yu tutsak etmiştir.


Dandanakan Savaşı(1040)
Selçukluları Horasan’dan atmak isteyen Gazneli Mesut büyük bir ordu ile sefere çıktı. Dandanakan kalesi önündeki savaşı Selçuklular kazandı (1040).

Dandanakan Savaşının Sonuçları:
- Büyük Selçuklu Devleti resmen kurulmuştur.
- Horasan’da Selçuklu egemenliği resmen kesinleşmiştir.
- Selçukluların İslam dünyasındaki otoritesi artmıştır.
- Gazneliler yıkılışa geçmiştir.


Pasinler Savaşı(1048)
Çağrı Bey daha devlet kurulmadan önce 1018 yılında keşif amacıyla 3000 atlı ile Doğu Anadolu’ya gelmişti. Bu sefer sırasında Selçuklular Anadolu’nun Türkler için yeni bir yurt olabileceğini anladılar. Dandanakan Savaşı’ndan sonra Anadolu’ya giren Selçuklular, Pasinler’de ilk kez Bizans ordusu ile karşılaştılar. Pasinler Savaşı Selçukluların galibiyetiyle sonuçlandı(1048).


Malazgirt Meydan Savaşı(1071)
Alp Arslan’ın Anadolu topraklarına akınlar yapması üzerine, Bizans imparatoru Romanos Diogenes büyük bir ordu ile Selçuklulara karşı sefere çıktı. Alparslan, Anadolu içlerine akınlar yaptı. Bizans İmparatoru 200.000 kişilik bir ordu ile Malazgirt Ovası'na geldi. Mısır Seferi'ne çıkmış olan Alparslan, ordusunun bir bölümünü Suriye'de bıraktı. 50.000 kadar askeriyle Malazgirt'e geldi.
26 Ağustos 1071'de yapılan savaşta, Bizans ordusu yenildi. İmparator Ramanos Diogenes(Romen Diyojen) esir edildi. Bağışlanarak ülkesinin başkenti İstanbul'a gönderildi.
Malazgirt Meydan Muharebesi, tarihin önemli olaylarından biridir. Bu savaştan sonra Anadolu'nun kapıları Türklere açılmıştır.

Bütün dünya edebiyatlarında olduğu gibi Türk Edebiyatının da ilk örnekleri destanlardır. Türk edebiyat geleneği içinde "destan" terimi birden fazla nazım şekli ve türü için kullanılmış ve kullanılmaktadır. Eski Türk Edebiyatı nazım şekillerinden mesnevilerin bir bölümü ve manzum hikâyeler, Anonim edebiyatta ve Âşık edebiyatında koşma veya mâni dörtlükleri ile yazılan veya söylenen ferdî, sosyal,tarihi, acıklı veya gülünç olayları tahkiye tekniği ile çeşitli uslûplarla aktaran nazım türüne ve bu yazıda ele alınan kâinatın, insanlığın, milletlerin yaradılışını , gelişimini, hayatta kalma mücadelelerini ve çeşitli olay ve nesnelerle ilgili sebeb açıklayan ve Batı Edebiyatında "epope" terimiyle anılan eserlerin tamamı da Türk edebiyatı geleneği içinde "destan" adı ile anılmaktadır. Bütün dünya edebiyatlarının başlangıç eserleri olan destanlar, çeşitli konularda yaradılış hikâyeleri yanında, milletlerin hayatında büyük yankılar uyandırmış bir kahramanın veya tarih olayının millet muhayyilesinde ortak sembol ve ifadelerle zenginleştirilmiş uzun manzum hikayeleridir. Destanlar bütün bir milletin ortak mücadelesini ortak değerler, kurallar, anlamlar bütünlüğü içinde yorumladığı ve yaşatıldığı toplumun geçmişini ve geleceğini temsil ettiği için dünya edebiyatının en ülkücü eserleri olarak kabul edilirler. Destanlar her zaman tarihî gerçekleri doğru biçimde nakletmezler. Destanlarda tarihi olay ve kahramanlar milletin ortak bilinçaltının, vicdanının istek, beklenti ,doğruları ve değerleri ile idealleştirilir, eski hatıralarla birleştirilerek tarihî gerçekmiş gibi anlatılırlar.Her milletin millî kimlik ve nitelikleri, ortak dünya görüşü , hatıra ve beklentileri yanında kusurları ve yanlışları da destanlarına yansır. Cihangirlik tutkusu, kuvvet, binicilik ve savaşcılık yanında verdiği sözde durma , acizlere ve mağluplara hoşgörü ile yaklaşma, yardımcı olma Türk destanlarında dile getirilen ortak değer ve kabullerdir. Türk destanları,kâinatın, insanın, kadının ve erkeğin yaradılışı, Türk milletinin doğuşu, çeşitli Türk devletlerinin kuruluş gelişme, çöküşleri, zafer ve yenilgileri gibi konularla beraber pek çok sebeb açıklayıcı efsaneyi de içinde barındırır. ilk örneklerinin manzum olduğu kabul edilen Türk destanlarından Kırgız Türkleri arasında yaşayan Manas destanı dışında bütünüyle günümüze gelebilen örnek bulunmamaktadır.Diğer Türk destanları çeşitli kaynaklarda özet, epizot, hatıra, kısaltılmış seçme metinler halinde bulunmaktadır.

Türk tarihine anahatlarıyla bakıldığında Türk hayatı fetihlerle başlamış ve yeni toprakları yurt edinerek gelişmiştir. ilk anayurt olan Orta Asya hiç bir zaman terkedilmemiştir. Türk halkları ilk anayurt olan Orta Asya'dan itibaren dünya coğrafyası üzerinde geniş alana yayılmış ve bugün yedi Türk cumhuriyetinde, pek çok özerk toplulukda ve çeşitli devletlerin idaresinde azınlık halinde yaşamaktadır. Türk kültürü de tarih ve coğrafyadaki çok boyutluluğa paralel olarak çeşitlenmiş farklı seviye ve birikimlerle zenginleşerek ve farklılaşarak ancak ilk kaynaktan gelen ortaklıklarını sürdürerek günümüze ulaşmıştır. Bu sebeble Türk destanları da tarihî ve coğrafî çok boyutluluğun getirdiği dil ve kültür dairelerine paralel olarak çeşitlenmiştir. Türk destanları, anahatlarıyla kültür dâirelerine, kronolojik ve içinde teşekkül ettikleri veya muhafaza edildikleri siyâsî birliklere göre şöyle sınıflandırılmaktadırlar:

İlk Türk Destanları

1.Altay - Yakut

Yaradılış Destanı

2.Sakalar Dönemi

a.Alp Er Tunga Destanı

b.Şu Destanı

3.Hun Dönemi

Oğuz Kağan Destanı

4.Köktürk Dönemi

a.Bozkurt Destanı

b.Ergenekon Destanı

5.Uygur Dönemi

a. Türeyiş Destanı

b. Göç Destanı



İslamiyet'in Kabulünden Sonraki Türk Destanları:



1.Karahanlı Dönemi

Satuk Buğra Han Destanı

2.Kazak - Kırgız Kültür Dâiresi

Manas Destanı

3.Türk - Moğol Kültür Dâiresi

Cengiz-name

4.Tatar-Kırım

Timur ve Edige Destanları

5.Selçuklu - Beylikler ve Osmanlı Dönemleri

a. Seyid Battal Gazi Destanı

b. Danişmend Gazi Destanı

c. Köroğlu Destanı

Türk Kozmogonisi - Yaradılış Destanı:

Altaylardan Verbitskiy'in derlediği yaradılış destanı özetle şöyledir: Yer gök hiç bir şey yokken dünya uçsuz bucaksız sulardan ibaretti. Tanrı Ülgen bu uçsuz bucaksız dünyada durmadan uçuyordu. Göklerden gelen bir ses Tanrı Ülgen'e denizden çıkan taşı tutmasını söyledi. Göğün emri ile oturacak yer bulan Tanrı Ülgen artık yaratma zamanı geldi diye düşünerek şöyle dedi :

Bir dünya istiyorum, bir soyla yaratayım

Bu dünya nasıl olsun, ne boyla yaratayım

Bunun çaresi nedir, ne yolla yaratayımş

Su içinde yaşayan Ak Ana,su yüzünde göründü ve Tanrı Ülgen'e şöyle dedi :

Yaratmak istiyorsan Ülgen, Yaratıcı olarak şu kutsal sözü öğren :

De ki hep," yaptım oldu " başka bir şey söyleme.

Hele yaratır iken,"yaptım olmadı" deme.

Ak Ana bunları söyledi ve kayboldu. Tanrı Ülgen'in kulağından bu buyruk hiç gitmedi . insana da bu öğüdü iletmekten bıkmadı: "Dinleyin ey insanlar, varı yok demeyin. Varlığa yok deyip de, yok olup da gitmeyiniz." Tanrı Ülgen yere bakarak : " Yaratılsın yer!" Göğe bakarak "Yaratılsın Gök!" Bu buyruklar verilince yer ve gök yaratılmış. Tanrı Ülgen çok büyük üç balık yaratmış ve dünya bu balıkların üzerine konmuş. Böylece dünya gezer olmamış bir yerde sabit olmuş.Tanrı Ülgen balıkların kımıldadıklarında dünyaya su kaplamasın diye Mandı şire'ye balıkları denetleme görevi vermiş. Tanrı Ülgen, dünyayı yarattıktan sonra tepesi aya güneşe değen etekleri dünyaya değmeğen büyük Altın Dağın başına geçip oturmuş.Dünya altı günde yaratılmışdı, yedinci günde ise Tanrı Ülgen uyumuş kalmışdı. Uyandığında neler yarattım diye baktı: Ayla güneşden başka fazladan dokuz dünya birer cehennem ile bir de yer yaratmıştı. Günlerden bir gün Tanrı Ülgen denizde yüzen bir toprak parçacığı üzerinde bir parça kil gördü" insanoğlu bu olsun, insana olsun baba." dedi ve toprak üstündeki kil birden insan oldu. Tanrı Ülgen bu ilk insana "Erlik" adını verdi ve onu kardeşi kabul etti. Ancak Erlik'in yüreği kıskançlık ve hırsla doluydu. Tanrı Ülgen gibi güçlü ve yaratıcı olmadığı için öfkelendi.

Tanrı Ülgen, kemikleri kamıştan, etleri topraktan yedi insan yarattı. Erlik'in yarattığı dünyaya zarar vereceğini düşünerek insanı korumak üzere Mandışire adlı bir kahraman yarattıktan sonra yedi insanın kulaklarından üfleyerek can, burunlarından üfleyerek başlarına akıl verdi.Tanrı Ülgen insanları idare etmek üzere May-Tere'yi yarattı ve onu insanoğlunun başına han yaptı. Yakut'lardan (Saka) derlenen yaradılış efsaneleri de Altay yardılış destanının yakın varyantı niteliğindedir . XIX.yüzyıl'da derlenen bu efsanelerin çeşitli din ve kültürlerin etkilerini taşıdıkları düşünülmektedir.

Alp Er Tunga

Sakalar dönemine âit Alp Er Tunga ve şu olmak üzere iki destan tesbit edilmiştir. Alp Er Tunga, M.Ö. VII. yüzyılda yaşamış kahraman ve çok sevilen bir Saka hükümdarıdır. Alp Er Tunga Orta Asya'daki bütün Türk boylarını birleştirerek hâkimiyeti altına almış daha sonra Kafkasları aşarak Anadolu Suriye ve Mısır'ı fethetmiş ve Saka devletini kurmuştur. Alp Er Tunga'nın hayatı savaşlarla geçmiştir. Uzun süre mücadele ettiği iranlı Medlerin hükümdarı Keyhusrev 'in davetinde hile ile öldürülmüştür. Alp Er Tunga ile iranlı Med hükümdarları arasındaki bu mücadelelerin hatıraları uzun asırlar hem Türkler hem iranlılar arasında yaşatılmıştır. Alp Er Tunga, Asur kaynaklarında Maduva, Heredot'ta Madyes, iran ve islâm kaynaklarında Efrasyab adlarıyla anılmaktadır.

Orhun Yazıtlarında "Dokuz Oğuzlar" arasında "Er Tunga" adına yapılan "yuğ" merasiminden söz edilmektedir. Turfan şehrinin batısında bulunan "Bezegelik" mabedinin duvarında da Alp Er Tunga'nın kanlı resmi bulunmaktadır. "Divan ü Lügat-it Türk" ün yazarı Kaşgarlı Mahmud'a ve " Kutadgu Bilig" yazarı Yusuf Has Hacip'e göre "Alp Er Tunga" iran destanı "şehname" deki büyük ve efsanevî Turan hükümdarı "Efrasiyab"dır. Divan ü Lûgat-it Türk'de Turan hükümdarlığının merkezi olarak "Kaşgar" şehri gösterilmektedir. islâmiyeti kabul etmiş olan Karahanlı devleti hükümdarları da kendilerinin "Efrasyap" sülalesinden geldiklerine inanmışlar ve bunu ifade etmişlerdir. Moğol tarihçisi Cüveyni de Uygur devletinin hükümdarlarının da Efrasyap soyundan olduğunu yazmaktadır. şecere-i Terakime'ye göre Selçuklu Sultanları kendilerini Efrasyab soyundan kabul ederlerdi. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliğıinin dağılmasından sonra iletişim kurmak imkânı bulduğumuz ve Rusların Yakut adını verdiği Türk gurup aslında kendilerine Saka dediklerini söylemişlerdir. Tarih içinde kaybolduğunu düşündüğümüz Saka Türklerinin az da olsa bir bölümünün bugün hayatiyetlerini sürdürmeleri pek çok meselenin yeniden araştırılarak doğruların ortaya çıkmasına yardımcı olabilecektir.Tarihçi Mesudî de M.S. 7. yüzyılın başındaki Köktürk hakanının "Efrasyab" soyundan olduğunu yazmaktadır. Bütün bu bilgilerden hareketle "Tunga Alp" le ilgili efsanelerin Kök Türklerden önce doğu ve orta Tiyanşan alanında yaşayan Türkler arasında meydana geldiğini ve bu destanın daha sonraları Kök Türk ve Uygurlar arasında yaşayarak devam ettiğini göstermektedir.Alp Er Tunga destanının metni bu güne ulaşamamıştır. Bir kısmından yukarıda bahsettiğimiz kaynaklarda bu değerli Saka hükümdarı ve kahramanı hakkında bilgiler ve bir de sagu (ağıt) tesbit edilmiştir:

Alp Er Tunga Öldü mü

Dünya sahipsiz kaldı mı

Korkak öcünü aldı mı

şimdi yürek yırtılır



Felek yarar gözetti

Gizli tuzak uzattı

Beğlerbeyini kaptı

Kaçsa nasıl kurtulur



Erler kurt gibi uludular

Hıçkırıp yaka yırttılar

Acı seslerle bağırdılar

Ağlamaktan gözleri kapandı



Beğler atlarını yordular

Kaygı onları durdurdu

Benizleri yüzleri sarardı

Safran sürülmüş gibi oldular

Kutadgu Bilig'de "Alp Er Tunga" hakkında şu bilgi verilmektedir: " Eğer dikkat edersen görürsün ki dünya beyleri arasında en iyileri Türk beyleridir. Bu Türk beyleri arasında adı meşhur ikbali açık olanı Tonga Alp Er idi. O yüksek bilgiye ve çok faziletlere sahip idi. Ne seçkin, ne yüksek, ne yiğit adam idi ; zaten âlemde ferasetli insan bu dünyaya hâkim olur. iranlılar ona Efrasiyap derler; bu Efrasiyap akınlar hazırlayıp ülkeler zaptetmiştir. Dünyaya hâkim olmak ve onu idare etmek için pek çok fazilet, akıl ve bilgi lâzımdır. iranlılar bunu kitaba geçirmişlerdir.Kitapta olmasa onu kim tanırdı." Bugünkü bilgilerimize göre Alp Er Tunga ile ilgili en geniş bilgi iran destanı şehname'de tesbit edilmiştir. şehname'nin başlıca konularından biri iran -Turan savaşlarıdır. Bu destana göre en büyük Turan kahramanı önce şehzade sonra hükümdar olan Efrasyap'tır.şehname'deki Alp Er Tunga ile ilgili bilgiler şöyle özetlenebilir:

"Turan şehzadesi Efrasyap babasının isteği üzerine iran'a harp açtı. iki ordu Dihistan'da karşılaştılar.Boyu servi, göğsü ve kolları arslan gibi ve fil kadar kuvvetli olan Efrasyap, iranlı'ları yendi. iran padişahı Efrasyap'a esir düştü. iran'ın ilk intikamını o zaman iran'a bağlı olan Kabil Padişahı Zal aldı. Zal başarılı olmasına rağmen iran şahının öldürülmesini engelleyemedi. Efrasyab iran'ı ele geçirmek için yeni bir savaş açtı. iran'ın yetiştirdiği en büyük kahramanlardan Zal oğlu Rüstem Efrasyab'ın üzerine yürüdü.. Efrasyab ile Zal oğlu Rüstem arasında bitmez tükenmez savaşlar yapıldı. iran tahtında bulunan Keykâvus, hem oğlu Siyavuş'u hem de Zal oğlu Rüstem'i darılttı. Siyavuş Efrasyap'a sığındı . Siyavuş'un Turan'da bulunduğu sırada evlendiği Türk beyi Piran'ın kızından bir oğlu oldu. Siyavuş oğluna babası Keyhusrev'in adını verdi. Efrasyab uzun yıllar Turan'da hükümdarlık etti. iran'lılar Siyavuş'un oğlu Keyhusrev'i kaçırarark iran tahtına oturttular. Keyhusrev Zaloğlu Rüstem'le işbirliği yaptı ve Turan ordularını yendi. Keyhusrev ile Efrasyap defalarca savaştılar. Sonunda ordusuz kalan Efrasyap Keyhusrev'in adamları tarafından öldürüldü. şehname'de Efrasyap adıyla anılan Turan hükümdarı Alp Er Tunga'nın iran hükümdarlarına sık sık yenildiği anlatılmaktadır. Ancak iran Turan savaşlarında iran hükümdarları sürekli değişmiş ı4o yıl yaşadığı rivayet edilen Alp Er Tunga ise mücadeleye devam etmiştir. Bu durum Efrasyap'ın başarısız olmadığını gösterir. Gerçek destan metni bulunduğu takdirde bu destanla ilgili daha sağlıklı değerlendirmeler yapılabilir görüşündeyim.

Şu Destanı :

Şu destanı M.Ö. 330-327 yıllarındaki olaylarla bağlantılıdır. Bu tarihlerde Makedonyalı iskender, iran'ı ve Türkistan'ı istilâ etmişti. Bu dönemde Saka hükümdarının adı şu idi. Bu Destan Türklerin iskender'le mücadelelerini ve geriye çekilmeleri anlatımaktadır. Doğuya çekilmeyen 22 ailenin Türkmen adıyla anılmaları ile ilgili sebeb açıklayıcı bir efsane de bu destan içinde yer almaktadır. Kaşgarlı Mahmud Divan ü Lügat-it Türk'de iskender'den Zülkarneyn olarak bahsetmektedir.Destanın tesbit edilebilen kısa metni şöyle özetlenebilir: iskender, Türk memleketlerini almak üzere harekete geçtiğinde Türkistan'da hükümdar şu isminde bir gençti. iskender'in gelip geçici bir akın düzenlediğine inanıyordu.Bu sebeble de iskender'le savaşmak yerine doğuya çekilmeği uygun bulmuştu. iskender'in yaklaştığı haberi gelince kendisi önde halkı da onu izleyerek doğuya doğru yol aldılar. Yirmi iki aile yurtlarını bırakmak istemedikleri için doğuya gidenlere katılmadılar. Giden gurubun izlerini takip ederek onlara katılmaya çalışan iki kişi bu 22 kişiye rastladı. Bunlar birbirleriyle görüşüp tartıştılar. 22 kişi bu iki kişiye: "Erler iskender gelip geçici bir kişidir. Nasıl olsa gelip geçer , o sürekli bir yerde kalamaz. Kal aç" dediler. Bekle , eğlen, dur anlamına gelen "Kalaç" bu iki kişinin soyundan gelen Türk boyunun adı oldu. iskender Türk yurtlarına geldiğinde bu 22 kişiyi gördü ve Türk'e benziyor anlamında " Türk maned " dedi.Türkmenlerin ataları bu 22 kişidir ve isimleri de iskender'in yukarıdaki sözünden kaynaklanmıştır. Aslında Türkmenler, Kalaçlarla birlikte 24 boydur ama Kalaçlar kendilerini ayrı kabul ederler. Hükümdar şu Uygurların yanına gitti. Uygurlar gece baskını yaparak iskender'in öncülerini bozguna uğrattılar.Sonra iskender ile şu barıştılar. iskender Uygur şehirlerini yaptırdı ve geri döndü. Hükümdar şu da Balasagun'a dönerek bugün şu adıyla anılan şehri yaptırdı ve buraya bir tılsım koydurttu. Bugün de leylekler bu şehrin karşısına kadar gelir, fakat şehri geçip gidemezler. Bu tılsımın etkisi hâlâ sürmektedir.

Bu destana göre iskender Türkistan'a geldiğinde Türkmenlerin dışındaki Türkler doğuya çekilmişlerdi. iskender Türkistanda mukavemetle karşılaşmamış bu sebeble de ilerlememiştir. Büyük ölçüde çadırlarda yaşayan Türkler iskender'in seferinden sonra şehirler kurmuş ve yerleşik hayatı geliştirmişlerdir.

Hun - Oğuz Destanı :

Oğuz Kağan destanı M.Ö. 209-174 tarihleri arasında hükümdarlık yapmış olan Hun hükümdarı Mete'nin hayatı etrafında şekillenmiştir. Bütün Türk destanlarında olduğu gibi bu destanın da ilk şekli günümüze ulaşmamıştır. Bugün, elimizde Oğuz destanının üç varyantı bulunmaktadır. XIII ile XVI yüzyıllar arasında Uygur harfleriyle yazılmış ve islâmiyetten önceki inancı yansıtan varyantın ilk örneği temsil ettiği kabul edilebilir. XIV. yüzyıl başında yazıldığı bilinen Reşîdeddîn'in Câmiüt-Tevârih adlı eserinde yer alan Farsça Oğuz Kağan Destanı islâmî varyantların ilkini temsil etmektedir. Oğuz Kağan Destanının üçüncü varyantı ise XVII. yüzyılda Ebü'l-Gazî Bahadır Han tarafından Türkmenler arasındaki sözlü rivayetlerden ve önceki yazmalardan faydalanarak yazılmıştır.

Oğuz Kağan Destanının islâmiyet Öncesi Rivayeti Ay Kağan'ın yüzü gök , ağzı ateş, gözleri elâ ,saçları ve kaşları kara perilerden daha güzel bir oğlu oldu. Bu çocuk annesinden ilk sütü emdikten sonra konuştu ve çiğ et ,çorba ve şarap istedi.Kırk gün sonra büyüdü ve yürüdü. Ayakları öküz ayağı , beli kurt beli, omuzları samur omzu, göğsü ayı göğsü gibiydi. Vücudu baştan aşağı tüylüydü. At sürüleri güder ve avlanırdı. Oğuz'un yaşadığı yerde çok büyük bir orman vardı. Bu ormanda çok büyük ve güçlü bir gergedan yaşıyordu. Bir canavar gibi olan bu gergedan at sürülerini ve insanları yiyordu. Oğuz cesur bir adamdı. Günlerden bir gün bu gergadanı avlamağa karar verdi. Kargı, yay, ok, kılıç ve kalkanını aldı ve ormana gitti. Bir geyik avladı ve onu söğüt dalı ile ağaca bağladı ve gitti. Tan ağarırken geldiğinde gergedanın geyiği almış olduğunu gördü. Daha sonra Oğuz, avladığı bir ayıyı altın kuşağı ile ağaca bağladı ve gitti. Tan ağarırken geldiğinde gergedanın ayıyı da aldığını gördü. Bu sefer kendisi ağacın altında bekledi. Gergedan geldi ve başı ile Oğuz'un kalkanına vurdu. Oğuz kargı ile gergedanı öldürdü. Kılıcı ile başını kesti. Gergedanın barsaklarını yiyen ala doğanı da oku ile öldürdü ve başını kesti. Günlerden bir gün Oğuz Kağan Tanrıya yalvarırken karanlık bastı. Gökten bir gök ışık indi. Güneşden ve aydan daha parlaktı. Bu ışığın içinde alnında kutup yıldızı gibi parlak bir ben bulunan çok güzel bir kız duruyordu. Bu kız gülünce gök tanrı da gülüyor, kız ağlayınca gök tanrı da ağlıyordu.Oğuz bu kızı sevdi ve bu kızla evlendi. Günler ve gecelerden sonra bu kız üç oğlan çocuk doğurdu. Çocuklara Gün, Ay ve Yıldız isimlerini verdiler. Oğuz ormanda ava çıktığı günlerden birinde göl ortasında bir ağaç gördü. Ağacın kovuğunda gözü gökten daha gök, saçı ırmak gibi dalgalı, inci gibi dişli bir kız oturuyordu. Yeryüzü halkı bu kızın güzelliğini görse dayanamaz ölüyoruz derlerdi. Oğuz bu kızı sevdi ve onunla evlendi. Günlerden gecelerden sonra Oğuz'un bu kızdan da üç oğlu oldu. Bu çocuklara Gök, Dağ ve Deniz isimlerini koydular.

Oğuz Kağan büyük bir toy(şenlik) verdi. Kırk masa ve kırk sıra yaptırdı.Çeşit çeşit yemekler,şaraplar, tatlılar, kımızlar yediler ve içtiler.Toydan sonra Beylere ve halka Oğuz Kağan şunları söyledi:

Ben sizlere kağan oldum

Alalım yay ile kalkan

Nişan olsun bize buyan

Bozkurt olsun bize uran

Av yerinde yürüsün kulan

Dana deniz, daha müren

Güneş bayrak gök kurıkan

Oğuz Kağan bu toydan sonra dünyanın dört bir tarafına elçilerle şu mektubu gönderdi:" Ben Uygurların kağanıyım ve yeryüzünün dört köşesinin kağanı olmam gerekir. Sizden itaat dilerim. Kim benim emirlerime baş eğerse, hediyelerini kabul eder ve onu dost edinirim. Kim baş eğmezse, gazaba gelirim. Onu düşman sayarım. Onunla savaşır ve yok ettiririm". Yine o zamanlarda sağ yanda bulunan Altun Kağan, Oğuz Kağan'a pek çok altın gümüş ve değerli taşlar hediye etti ve ona itaat ederek dostluk kurdu. Oğuz Kağanın sol yanında ise askerleri ve şehirleri çok olan Urum Kağan vardı. Urum Kağan Oğuz Kağanı dinlemezdi. Oğuz Kağan'ın isteklerini gene kabul etmedi. Oğuz Kağan gazaba geldi, bayrağını açtı ve askerleriyle birlikte Urum Kağana doğru yürüdü.Kırk gün sonra Buz Dağ'ın eteklerine geldi. Çadırını kurdurdu ve sessizce uyudu. Tan ağarınca Oğuz Kağanın çadırına güneş gibi bir ışık girdi.O ışıktan gök tüylü gök yeleli büyük bir erkek kurt çıktı. Kurt: " Ey Oğuz, sen Urum üzerine yürümek istiyorsun; Ey Oğuz ben senin önünde yürüyeceğim."dedi. Bunun üzerine Oğuz çadırını toplattırdı ve ordusuyla birlikte kurdu izlediler. Gök tüylü gök yeleli büyük erkek kurt itil Müren denizi yakınındaki Kara dağın eteğinde durdu. Urum Hanın ordusu ile Oğuz Kağanın ordusu arasında büyük savaş oldu. Oğuz Kağan savaşı kazandı, Urum Hanın hanlığını ve halkını aldı.Oğuz Kağan ve askerleri Gök tüylü ve gök yeleli kurdu izleyerek itil ırmağına geldiler. Oğuz Kağan'ın beylerinden Uluğ Ordu bey itil ırmağını geçmek için ağaçlardan sal yaptı ve böylece karşıya geçtiler. Oğuz'un bu buluş hoşuna gittiği için bu Uluğ Ordu Bey'e "Kıpçak" adını verdi. Gök tüylü gök yeleli kurdu izleyerek yeniden yola devam ettiler. Oğuz Kağan'ın çok sevdiği alaca atı Buz Dağa kaçtı. Oğuz Kağanın çok üzüldüğünü gören kahraman beylerinden biri Buz Dağa çıktı ve dokuz gün sonra alaca atı bularak geri döndü. Oğuz Kağan atını ve karlarla örtünmüş kahraman beyi görünce çok sevindi. Atını getiren bu beye: " Sen buradaki beylere baş ol. Senin adın ebediyen Karluk olsun." dedi. Bir süre ilerledikten sonra gök tüylü ve gök yeleli erkek kurt durdu. Çürçet yurdu adı verilen bu yerde Çürçetlerin kağanı ve halkı Oğuz Kağana boyun eğmeyince büyük savaş oldu. Oğuz Kağan, Çürçet Kağını yendi ve halkını kendisine bağladı. Oğuz Kağan, ordusunun önünde yürüyen bu gök tüylü gök yeleli erkek kurdla Hint, Tangut, Suriye, güneyde Barkan gibi pek çok yeri savaşarak kazandı ve yurduna kattı. Düşmanları üzüldü, dostları sevindi. Pek çok ganimet ve atla evine döndü. Günlerden bir gün Oğuz Kağanın tecrübeli bilge veziri Uluğ Bey rüyasında bir altın yay ve üç gümüş ok gördü. Altın yay gün doğusundan gün batısına kadar uzanıyordu. Üç gümüş ok da kuzeye doğru gidiyordu.Oğuz Kağan bu rüyayı dinleyince yurdunu oğulları arasında paylaştırdı.

Köktürk Destanı

Köktürklerle ilgili tesbit edilen destanın iki farklı rivayeti bulunmaktadır. Çin kaynaklarında tesbit edilen varyant "Bozkurt", Ebü'l-Gâzi Bahadır Han tarafından tesbit edilen varyant şecere-i Türk'te ise "Ergenekon" adıyla verilmiştir.

Ergenekon Destanı

Moğol ilinde Oğuz Han soyundan il Han'ın hükümdarlığı sırasında Tatarların hükümdarı Sevinç Han Moğol ülkesine savaş açtı. ilhan'ın idaresindeki orduyu Kırgızlar ve diğer boylardan da yardım alarak yendi. ilhanın ülkesindeki herkesi öldürdüler. Yalnız il Han'ınn küçük oğlu Kıyan ve eşi ile yeğeni Nüküz ile eşi kaçıp kurtulmayı başardılar.Düşmanın, onları bulamayacağı bir yere gitmeğe karar verdiler. Yabanî koyunların yürüdüğü bir yolu izleyerek yüksek bir dağıda dar bir geçite vardılar. Bu geçitten geçerek içinde akar sular,pınarlar, çeşitli bitkiler, çayırlar, meyva ağaçları, çeşitli avların bulunduğu bir yere gelince Tanrıya şükrettiler ve burada kalmağa karar verdiler. Dağın doruğu olan bu yere dağ kemeri anlamında "Ergene" kelimesiyle "dik" anlamındaki "Kon" kelimesini birleştirerek "Ergenekon" adını verdiler. Kıyan ve Nüküz'ün oğulları çoğaldı. Dört yüz yıl sonra kendileri ve sürüleri o kadar çoğaldılarki Ergenekon'a sığamadılar.Atalarının buraya geldiği geçitin yeri unutulmuştu.Ergenekon'un çevresindeki dağlarda geçit aradılar. Bir demirci, dağın demir kısmı eritirlerse yol açılabileceğini söyledi. Demirin bulunduğu yere bir sıra odun, bir sıra kömür dizdiler ve ateşi yaktılar. Yetmiş yere koydukları yetmiş körükle hep birden körüklediler.Demir eridi, yüklü bir deve geçecek kadar yer açıldı.ilhan'ın soyundan gelen Türkler yeniden güçlenmiş olarak eski yurtlarına döndüler, atalarının intikamını aldılar. Egenekondan çıktıkları gün olan 21 martta her yıl bayram yaptılar. Bu bayramda bir demir parçasını kızdırırlar, demir kıpkırmızı olunca önce Hakan daha sonra beyler demiri örsün üstüne koyarak döğerler. Bugün hem yeniden özgür hem de bahar bayramı olarak hala kutlanmaktadır.

Uygur Destanları

Uygurlara âit Türeyiş ve Göç isimli iki destan parçası tesbit edilmiştir.Türeyiş parçası Çin kaynaklarından Göç ise hem Çin hem iran kaynaklarında bulunmaktadır.

Türeyiş Destanı

Eski Hun beylerinden birinin çok güzel iki kızı vardı. Bu bey kızları ile ancak Tanrıların evlenebileceğini düşünüyordu. Bu sebeble ülkesinin kuzey tarafında yüksek bir kule yaptırarak iki güzel kızını Tanrılarla evlenmek üzere buraya yerleştirdi. Bir süre sonra kuleye gelen bir kurdun Tanrı olduğu düşüncesiyle kızlar bu kurtla evlendiler. Bu evlenmeden doğan Dokuz Oğuzların sesi kurt sesine benzerdi.

Göç Destanı

Uygurların yurdunda "Hulin" isimli bir dağ vardı. Bu dağdan Tuğla ve Selenge isimli iki ırmak çıkardı. Bir gece oradaki bir ağacın üzerine gökten ilâhi bir ışık indi. iki ırmak arasında yaşayan halk bunu dikkkatle izlediler. Ağacın gövdesinde şişkinlik oluştu, ilâhi ışık dokuz ay on gün şişkinlik üzerinde durdu. Ağacın gövdesi yarıldı ve içinden beş çocuk göründü. Bu ülkenin halkı bu çocukları büyüttü. En küçükleri olan Buğu Han büyüyünce hükümdar oldu. Ülke zengin halk mutlu oldu. Çok zaman geçti. Yuluğ Tiğin isimli bir prens hükümdar oldu. Çinlilerle çok savaştı. Bu savaşlara son vermek için Oğlu Galı Tigini bir Çin prensesi ile evlendirmeğe karar verdi. Çinliler , prensese karşılık hükümdardan Tanrı dağının eteğindeki Kutlu Dağ adını taşıyan kayayı istediler. Gali Tigin kayayı verdi. Çinliler kayayı götürmek için kayanın etrafında ateş yaktılar, kaya kızınca üzerine sirke döktüler. Ufak parçalara ayrılan kayayı arabalara koyarak Çin'e taşıdılar. Memleketteki bütün kuşlar, hayvanlar kendi dilleriyle bu kayanın gidişine ağladılar. Bundan yedi gün sonra da Gali Tigin öldü. Kıtlık ve kuraklık oldu . Yurtlarını bırakarak göç etmek zorunda kaldılar.

Buraya kadar kısaca tanıtmağa çalıştığımız Türklerin ilk dönem edebî eserleri olan Yaratılış, Alp Er Tunga, şu, Oğuz Kağan, Ergenekon, Türeyiş ve Göç destanları bugünkü bütün Türk Cumhuriyet ve Topluluklarının ortak destanları olarak kabul edilmektedir. Büyük bir ihtimalle XV. yüzyılda yazıya geçirildiği kabul edilen "Dede Korkut Hikâyeleri" nin Hun-Oğuz Destan dâiresinden ayrılmış destan parçası olduğu görüşü oldukça yaygındır. Dede Korkut Hikâyeleri ve bu hikâyelerin hem anlatıcısı hem de kahramanlarından biri olan Dede Korkut bütün Türk dünyasında ortak olarak tanınan sözlü ve yazılı gelenekte yaşatılan önemli eserlerden biridir. Türklerin X. yüzyılda büyük kitleler halinde islâmiyeti kabul etmelerinden ve Oğuzların büyük bir bölümünün batıya bugünkü Anadolu topraklarına göçmelerinden sonra gerek Orta Asyada gerek Anadolu , Balkanlar ve Orta Doğuda, Türkler farklı siyasî birlikler içinde yaşamışlardır. X. yüzyıldan sonra teşekkül eden destanlardan Köroğlu dışındakiler Türk topluluk ve guruplarının iletişimleri ölçüsünde yaygınlaşmıştır. Köroğlu destanı XVI. yüzyılda Anadolu'da teşekkül etmiş ve hemen hemen bütün Türk dünyası tarafından benimsenmiş ve çeşitlenerek yaşatılmaktadır.

İslâmiyetin Kabulünden Sonraki Türk Destanları Karahanlı hükümdarı Satuk Buğra Han X. yüzyılda islâmiyeti resmen devlet dini olarak kabul etmiştir. islâmiyetten sonra ilk teşekkül eden destan da bu hükümdarın islâmiyeti kabul ve yaymak için yaptığı mücadelelerin efsanelerle zenginleştirilerek anlatımıyla doğmuştur. Bu destanın bir elyazmasında bulunan metni kısaca şöyle özetlenebilir :

Satuk Buğra Han Destanı

Hz. Muhammed kanatlı atı Burak'ın sırtında göklere yükseldiği "Mirâc Gecesinde" gök katlarında kendinden önceki peygamberleri görür. Bunlar arasında birini tanıyamaz ve Cebrail'e bunun kim olduğunu sorar.

Cebrail :

" Bu peygamber değildir. Bu sizin ölümünüzden üç asır sonra dünyaya inecek olan bir ruhtur. Türkistan'da sizin dininizi yayacak olan bu ruh " Abdülkerim Satuk Buğra Han" adını alacaktır." Hz. Muhammed yeryüzüne döndükten sonra hergün islâmiyeti Türk ülkesine yayacak olan bu insan için dua etti. Hz. Muhammed'in arkadaşları da bu ruhu görmek istediler. Hz. Muhammed dua etti. Başlarında Türk başlıkları bulunan silâhlı, kırk atlı göründü. Satuk Buğra Han ve arkadaşları selâm verip uzaklaştılar. Bu olaydan üç asır sonra Satuk Buğra Han, Kaşgar Sultanının oğlu olarak dünyaya geldi. Satuk Buğra Hanın doğduğu gün yer sarsılmış, mevsim kış olduğu halde bahçeler , çayırlar çiçeklerle örtülmüştü. Falcılar bu çocuğun büyüyünce müslüman olacağını söyleyerek öldürülmesini isterler. Satuk Buğra Hanı, annesi : " Müslüman olduğu zaman öldürürsünüz." diyerek ölümden kurtarır.

Satuk Buğra Han ı2 yaşında arkadaşlarıyla birlikte ava çıkmağa başlar. Avda oldukları günlerden birinde kaçan bir tavşanın arkasından hızla koşarken arkadaşlarından uzaklaşır. Kaçan tavşan durur ve bir ihtiyar insan görünümü kazanır.Satuk Buğra Han'ın sonradan Hızır olduğunu anladığı bu yaşlı kişi ona müslüman olmasını öğütler ve islâmiyeti anlatır. Satuk Buğra, Kaşgar hükümdarı olan amcasından islâmiyeti kabul etmesini ister. Kaşgar Hanı, müslüman olmayacağını söyler. Satuk Buğra Han'ın işaretiyle yer yarılır ve hükümdar toprağa gömülür. Satuk Buğra Han hükümdar olur ve bütün Türk ülkeleri onun idaresinde islâmiyeti kabul ederler. Satuk Buğra Han, ömrünü müslümanlığı yaymak için mücadele ile geçirmiştir. Menkabelere göre Satuk Buğra Han'ın düşmana uzatıldığında kırk adım uzayan bir kılıcı varmış ve savaşırken etrafına ateşler saçıyormuş. 96 yaşında Tanrıdan davet almış bu sebeble Kaşgar'a dönmüş ve hastalanarak burada ölmüştür.

Manas Destanı

Kırgız Türkleri arasında doğan Manas destanı Kazak-Kırgız Türk kültür dâiresi içinde bugün de bütün canlılığı ile yaşamaktadır. Bu destanın XI ile XII. yüzyıllarda meydana geldiği düşünülmektedir. Destanın kahramanı Manas da, Oğuz Kağan destanının islâmî rivayetindeki ve Satuk Buğra Han gibi islâmiyeti yaymak için mücadele eden bir kahramandır. Böyle olmakla beraber Manas destanında islâmiyet öncesi Türk kültür , inanç ve kabullerinin tamamını görmek mümkündür. Bazı varyantları 4oo.ooo mısra olan Manas destanı Türk-Bozkır medeniyetinin Kazak -Kırgız dâiresinin kültür belgeseli niteliğindedir.

Cengiz-nâme

Ortaasya'da yaşayan Türk boyları arasında XIII. yüzyılda doğup gelişmiştir. Cengiznâme Moğol hükümdarı Cengiz'in hayatı, kişiliği ve fetihleri ile ilgili olarak Cengiz'in oğulları tarafından idare edilen Türkler tarafından meydana getirilmiştir. Orta Asya'da yaşayan Türkler özellikle de Başkurd, Kazak ve Kırgız Türkleri, Cengiz destanını çok severek günümüze kadar yaşatmışlardır. Cengiz-nâme'de, Cengiz bir Türk kahramanı olarak kabul edilmekte ve hikâye Türk tarihi gibi anlatılmaktadır. Cengiz, Uygur Türeyiş destanının kahramanları gibi gün ışığı ile Kurt-Tanrı'nın çocuğu olarak doğar. Cengiz-nâme, Moğol Hanlarının destanî tarihi olarak kabul edildiğinden tarih araştırıcılarının da dikkatini çekmiştir. XVII. yüzyılda Orta Asya Türkçesinin değerli yazarı Ebü'l Gâzi Bahadır Han, "şecere-i Türk" adlı eserinde "Cengiz-Nâme"nin ı7 varyantını tesbit ettiğini söylemektedir. Bu bilgi, bu destanın, Orta Asya'daki Türkler arasındaki yaygınlığını göstermektedir. Orta Asya Türkleri, Cengiz'i islâm kahramanı olarak da görmüşler ve ona kutsallık atfetmişlerdir. Batıdaki Türkler tarafından ise Cengiz hiç sevilmemiştir. Arap tarihçilerinin, bu hükümdarı islâm düşmanı olarak göstermeleri ve tarihî olaylar onun sevilmemesinde etkili olmuştur. Moğolların Anadoluya saldırgan biçimde gelip ortalığı yakıp yıkmaları, Bağdat'ın önce Hülâgu daha sonra Timurlenk tarafından yakılıp yıkılması, Timurlenk'in Yıldırım Beyazıd'la sebebsiz savaşı gibi tarihi gerçekler, Cengiz'in de diğer Moğollar gibi sevilmemesine sebeb olmuştur. Cengiz-Nâme batıda yaşayan Türkler'in hafıza ve gönüllerinde yer almamıştır. "Cengiz-Nâme"nin Orta Asya Türkleri arasında bir diğer adı da " Dâstân-ı Nesl-i Cengiz Han"dır.

Edige

Bu destanda XIII yüzyılda Hazar denizi kıyısında kurulan Altınordu Hanlığının XV. yüzyılda Timurlular tarafından yıkılışı anlatılmaktadır. Destanın adı, Altınordu Hanı ve bu destanın kahramanı Edige Mirza Bahadır'a atfen verilmiştir. Edige Mirza Bahadır'ın devletini ayakta tutabilmek için yaptığı büyük mücadeleler, ölümünden sonra XV. yüzyılda destan haline getirilmiştir. 1820'yılından itibaren yazıya geçirilen Edige destanının Kazak-Kırgız, Kırım, Nogay, Türkmen, Kara Kalpak, Başkırt olmak üzere altı rivâyeti tesbit edilmiştir Çeşitli Türk guruplar arasında Alp Er Tunga ve Oğuz Kağan gibi ilk Türk destanlarının izlerini taşıyan Türk kahramanlık dtünya görüşünü temsil eden burada bahsi geçenler kadar yaygınlaşmamış ortak edebiyat geleneği içinde yer almamış pek çok başka destan örneği bulunmaktadır. Osmanlı sahasında destandan hikâyeye geçişte ara türler olarak da nitelendirilen çok tanınmış ve bir çok Türk topluluklarınca da bilinen Köroğlu örneği yanında daha sınırlı alanlarda tesbit edilen Danişmendname , Battalname gibi ilgi çekici örnekler de bulunmaktadır.

Battal-Nâme

Bu destanın kahramanı Türkler arasında Battal Gâzi adıyla benimsenmiş bir Arap savaşcısıdır. Asıl destan, VIII. yüzyılda, Emevî'lerin hırıstıyanlarla yaptıkları savaşlarda büyük kahramanlıklar göstermiş Abdullah isimli bir kişiyle ilgili olarak doğmuştur. Battal arapça kahraman demektir, Battal Gâzi, Arap kahramanına verilen unvanlardır. Türklerin müslüman olmalarından sonra Battal Gâzi destan tipi Türkleştirilmiş önceki destan epizotlarıyla zenginleştirilmiş ve anlatım geleneği içine alınmıştır. XII ve XIII yüzyıllarda Battal-Nâme adı ile ve nesir biçimi yazıya geçirilmiştir. Hikâyeci âşıkların repertuarlarında da yer almıştır.Seyyid Battal adıyla da anılan bu kahraman hem çok bilgili, çok dindar ve cömertdir. Müslümünlığı yaymak için yaptığı mücadelelerde insanların yanında büyücü, cadı ve dev gibi olağanüstü güçlerle de savaşır. " Aşkar Devzâde" isimli atı da kendisi gibi kahramandır. Arap, Fars ve Türklerin X-XX. yüzyıllar arasında oluşturdukları ortak islâm kültür dâiresinin ürünlerinden biri olmakla beraber Orta Asya'da yaşayan Türk guruplar arasına da yayılarak Türk kabul ve değerleriyle kaynaşmıştır.

Dânişmendnâme

Anadolunun fethini ve bu mücadelenin kahramanlarını anlatan, X11. yüzyılda sözlü olarak şekillenen X111. yüzyılda yazıya geçirilen islâmî Türk destanlarındandır. Danişmendnâme'de hikâye edilen olayların tarihi gerçeklere uygunluğu, kahramanlarının yaşamış Türk beyleri olmalarından, Anadolu coğrafyasının gerçek isimleriyle anılmasından dolayı uzun süre tarih kitabı olarak nitelendirilmiştir. Köroğlu metni destan adıyla anılmakla ve bazı destanî niteliklere de sahib olmakla birlikte XX. yüzyılda Anadolu'dan derlenen örnekleri daha çok halk hikâyesi geleneğine yakındır. Anadolu'da hikâyeci âşıklar tarafından 24 kol halinde anlatılan hikâyesinin özeti kısaca şöyledir :

Köroğlu Destanı

Bolu beyi, güvendiği seyislerinden biri olan Yusuf'a : " Çok hünerli ve değerli bir at bul ." emrini verir. Seyis Yusuf, uzun süre Bolu beyinin isteğine uygun bir at arar. Büyüdüklerinde istenen niteliklere sahip olacağına inandığı iki tay bulur ve bunları satın alır. Bolu beyi bu zayıf tayları görünce çok kızar ve seyis Yusuf'un gözlerine mil çekilmesini emreder. Gözleri kör edilen ve işinden kovulan Yusuf, sıska taylarla birlikte evine döner. Oğlu Ruşen Ali'ye verdiği talimatlarla tayları büyütür. Babası kör olduğu için Köroğlu takma adıyla anılan Ruşen Ali, babasının isteğine göre atları yetiştirir. Taylardan biri olağanüstü bir at haline gelir ve Kırat adı verilir. Kırat da destan kahramanı Köroğlu kadar ünlenir. Seyis Yusuf, Bolu beyinden intikam almak için gözlerini açacak ve onu güçlü kılacak üç sihirli köpüğü içmek üzere oğlu ile birlikte pınara gider. Ancak, Köroğlu babasına getirmesi gereken bu köpükleri kendisi içer, yiğitlik, şâirlik ve sonsuz güç kazanır. Babası kaderine rıza gösterir ancak oğluna mutlaka intikamını almasını söyler. Köroğlu Çamlıbel'e yerleşir, çevresine yiğitler toplar ve babasının intikamını alır. Hayatını yoksul ve çaresizlere yardım ederek geçirir. Halk inancına göre silâh icat edilince mertlik bozuldu demiş kırklara karışmıştır. Çeşitli dönemlere ve farklı siyâsî birlikler sahip Türk gurubları arasında tesbit edilen Türk destanlarının kısaca tanıtımı ve özeti bu kadardır. Bu destan metinleri incelendiğinde hepsinde ilk Türk destanı Oğuz Kağan destanının izleri bulunduğu görülür. Bu destan parçaları Türk dünyasının ortak tarihî dönem hatıralarını aksettiren ilk edebî ürünler olarak da önem ve değer taşırlar. Bir gün bu parçalardan hareketle Fin destanı Kalavala gibi değerli mükemmel bir Türk destanını yazılabilirse çeşitli kaynaklarda dağınık olarak bulunan malzeme daha anlamlı hale gelebilir kanaatindeyim

alıntıdır

sağolasın kardes


Lise 1-2-3

MollaCami.Com