Bölümler | Kategoriler | Konular | Üye Girişi | İletişim


Sevgi Baharları

Ben kandan elbiseler giydim.
Hiç değiştirsinler istemezdim.”
Sezai KARAKOÇ


Gözyaşları sarp tepelerin yamaçlarında bulut buluttu. Yağmur yüklü kar bulutları ipil ipil çiselemeye başladı. Tam ıslanacak, yuğunub yıkanılacak bir yağmur. Arzuların çiçek çiçek açıldığı, baharın habercisi sevgi yağmurları. Durmamacasına yürümek bu yağmur altında. Hem de toprak kokan, başak kokan bahar sabahlarına dek.

Kar fırtınalarının birinin bitip birinin başladığı Urallar’ın batı yamaçlarına sevgi baharlarının daha bir güzel açması, daha bir endamlı açılması için bu güzelliklerin paylaşılması için gelmişti. Ve atıp duran yüreği gibi biliyordu, bu paylaşmanın arkasından sürü sepet sökün edip geleceğini sevgi baharlarının. Yıllarca, asırlarca sürgit güneşsiz günler, rahmet yağmurlarından yoksun Yayık Nehri’nin bu batı yamaçlarındaki kardelenleri bir bir mangal yüreğinin harlı yüreğinde göğertecekti. Sevgiyle yoğrulmuş bu hayatın güzelliği, bu yaşamanın güzelliği getirmişti onu buralara. Ve bu minval üzre dosdoğru yaşıyordu.

Akasya günlerini Kazakistan’da yaşayıp, dipnotunu düşürdükten sonra, yolu bu Akidil boylarına uğramıştı. Canı gibi sevdiği biricik eşi Çiçek Hanım da beraberindeydi.

Henüz Boğaziçi Matematik’te okurken, aklına koymuştu hicret kervanlarıyla konup göçmeyi. Üniversiteden sonra makamlarla yükselen hayatlar, hayatın hayatı olamazdı. Makamlarla yükselen hayatların nicelerini Robinson’un hayatına ittiğini görüyordu. Özlenecek bir hayat olamazdı Robinson’un hayatı. Zaten o da; ufukta, güzel bir gemi görünce deliye dönmemiş miydi? Ve yıllarca yaşadığı paylaşılmamış gök, paylaşılmamış o adadan tası tarağı toplayıp nereye koştuğu herkesin malumu: İnsan sıcaklığına… Arkasında bıraktığı ise sadece yalnızlığın ünsüzlüğü. “Hayır, başka türlü olmayacak; ben sizlere mecburum.” diyerek ardına bile bakmadan, pupa yelken koşar insanların arasına. İnsana susuz, paylaşmaya ve sevgiye susuz, gurbet yıllarının acısı dökülür gözlerinden güverteye pıtır pıtır.

Her yeni güzde göçmen kuşlar gibi göç eden kutsal göç kervanlarıyla hicret etti Erdal öğretmen. Güzde sıcak coğrafyalara yol tutan kuşlarla değil de, kışı seven baştankara kuşlarının güzergâhını takip ederek.

Bindiği uçak onu Başkurt yeri, Zeki Velidi’nin vatanı Ufa’ya getirdi. Ve sonra ver elini Sibay. 464 kilometrelik Ufa-Sibay yol güzergâhı boyunca sonbaharın tekrarlanmaz renkler cümbüşünün seyrine doyamadı. Yayvan yapraklı ağaç türlerinin, sonbahar renkleriyle bezenmiş, her bir karesi kartpostal güzelliğindeki doyumsuz güz manzaraları ırmağını hiç bu kadar seyretmemişti. Kahverenginin, turuncunun ve sarının bu düğün alayına o güne kadar hiç rastlamamıştı. Akidil akıp duruyordu, ak kayınların ve kara meşelerin ayakları ucundan. Pek çok kanlı Ellibeş’lerde1 kıpkızıl akmış olan Akidil sonbaharın akseden renkleriyle kırmızımsı akıyordu sanki. Kahraman Batırşah2 ve Salavat’ın3 kalbi gibi o devirlerde yaşamış her bir Batırın kalbinde Yesevi ırmakları akıyordu. Başkurt yiğitlerinin kanadı olan kır atlar nal şakırtılarıyla akıyordu nehrin yanı sıra. Yol boyunca Akidil bulanık ve gümrah akıyordu.

Erdal öğretmenin bir orman gibi cömert ve korunaklı yüreğinde bir Akidil akıyordu. Sibay’a çabuk alıştı Erdal öğretmen. Sessiz ve sakin bir yapısı vardı. Ama özü kor ve duygu yüklüydü. Bu sayede yadırgamazdı bulunduğu ortamları. Artık rüyaları bile burada geçmeye başladı. Kuşlar gibi cıvıl cıvıl sesleriyle koşuşturup rüyalarına gelen öğrencileri Akidil’in bengisularında yüzüp yıkanıyorlardı. İstikbal kokulu ormanın derinliklerinden ümit dolu dua sesi çalınıyordu kulaklara. Okul koridorlarında koray4 sesleri yükseliyordu. Öğrencilerinin, batır Başkurt balalarının Çaldığı Koray, asırların ötesinden günümüze yankılanan bir milletin duası gibi geliyordu ona. Asırların haramice yağmaladığı bu zengin ruhlara hazinelerinin yol haritasını fısıldıyordu sanki. Çalışmalar gayretler sekiz olimpiyat başarısı kazandırmıştı öğrencilerine. Tarih boyunca tırpanlanan şuurlar başarı örneklerini görünce ümide durdular. Olimpiyatçı Raşitler, İlşatlar, Urallar Başkurt’un geçmişteki düşünen başlarına yakışır evlat olduklarının göstergesiydi.

Konup geçici bir insanın ne kadar kitabı olabilecekse, Erdal öğretmenin de o kadar kitabı vardı. Sarı, mavi, yeşil ve kırmızı dost kitaplar. Kırmızısı biraz fazla eleğimsağma rengarenk kitaplar. Akşamları Çiçek Hanım’ın demlediği tavşankanı çayı yudumlarken hemen daima kırmızı olanlarından eline alır, bir önceki gün kalmış olduğu yerden sesli sesli okumaya koyulurdu. Bazen sessiz sedasız İspanyolca ve Çince çalışırdı. Özellikle de Çince.

Erdal öğretmen elinden hiç düşürmediği, her sayfasında okunmuşluk okunan dua mecmuasının limanında mutat demirliyordu. O upuzun karlı kış gecelerinde, duayla yakamozlaşan gecenin bağrında çekilen şebnem tespihi, yeşil seccadenin üstüne pıt pıt dökülmekte. Kalp göklerinden bir sağanak boşalmakta. Tam ıslanacak bir yağmur. Rahmet yağmurları. Başakları büyüten yağmurlar. Sibay sokaklarına her gece kar yağmakta. Erdal öğretmenin evinde her gece yağmur. Evin içinde mis gibi bir toprak kokusu.

Erdal öğretmenin rüyalarına öğrencileri geliyor, baştankara kuşları gibi pır pır. Eşi Çiçek Hanım’ın rüyasına Erdal Bey. Sağanak yağmurlardan sonra görülen rüyalar. Çiçek Hanım gece karanlığında kederli kederli bakıyor Sibay semalarına. Uykusunda tuhaf rüyalar görüyor. Kazanlar kaynatıyor, helva kazanları.

Kış kalın kefeniyle Uralları sarıp sarmaladığı günlerde, Erdal öğretmenin pasaportunun bitiş tarihine beş gün vardı. Öteli olan Erdal öğretmene, beriyi anlatamadı Ali Bey. Bütün her şey öteler içindi. Ama yabancı bir memlekette berinin defter kalemini önemsemeden yaşamak da olanaksızdı. Ama o, ben öteliyim artık der gibi, dünyanın defterine kalemine bigane davranıyordu.

Erdal öğretmen 5 ocak günü eve dönüyordu öğretmen arkadaşlarından biriyle. Karlar yine elif elif savruluyordu sağa sola. Konuşmaları yine öğrencilerden yanaydı. Çocuğu olmayan Erdal öğretmen, öğrencilerden bahsederken, kendi öz evlatlarından bahsediyordu sanki. Kendisi susmuş arkadaşı konuşuyordu. Birden yanında Erdal öğretmenin olmadığını fark etti. Arkasına dönüp baktığında onu yerde yatarken gördü. Dehşetle hocam hocam diye yanına koştu. Hicret kervanlarıyla geldiği Sibay’ın karlı sokaklarında, öğrencilerinden bahsederken bir kalp krizi sonucu Hakk’a yürümüştü.

Arkadaşları bu acı haberi; can yoldaşı, biricik eşi Çiçek Hanım’a nasıl söyleyeceklerini kara kara düşündüler. Gurbetlikte vefat haberini söylemek ne zor bir iştir. Çok ama çok zor bir iştir.

Erdal öğretmen, pasaportunun bitiş gününde gözyaşlarıyla uğurlandı Başkurdistan’dan. Pembemsi bir renk alan mübarek naşı adeta gül kokmaktaydı. Saatler süren, günler süren vatana dönüş yolculuğu boyunca iki gözü iki çeşme olup aktı Çiçek Hanım’ın. Sağanak sağanak, mütemadiyen. Beti benzi uçtu vefa çiçeğinin. Ama bir lahza olsun ayırmadı gözlerini ak güzelliği taşıyan tabuttan.

Hani Boğaziçi’nde okuyan bir Erdal Kirman vardı. Hicret kervanlarıyla Akasya steplerinden Akidil yamaçlarına konup göçücü. Gönlünün kor sıcaklığıyla kara kışları nevruzlara ulaştırmak, sevgi baharlarının daha bir güzel açması ve taze fidanların yemişe durması için çalışıp çabalayan bir sevgi tellalı vardı. Şimdi o, Samsun’un bir yamacında kandan elbiseler giymiş gül fidanları arasında bizlerden bir fatiha bekliyor.



________________________

>DİPNOTLAR
1. 1755 Tarihinde kanlı bastırılan Başkurt ayaklanması.
2. 1755 İsyanının lideri Batırşah Molla.
3. Salavat Yulayev (1754-1800) şair, Başkurt kahramanı.
4. Nefesli çalgılardan Başkurt milli çalgısı.



Hüseyin BARGAN

emeğine sağlık kardeşim teşekkürler...

Paylaşım için teşekkürler kardeşim...

ilginize ben tşk ederim...


Hikaye & Kıssalar.

MollaCami.Com