Bölümler | Kategoriler | Konular | Üye Girişi | İletişim


28 Şubat’taki Washington ve İsrail

TÜRKİYE’NİN ‘askeri darbeler geçmişi’yle yüzleşmeye başlamasında Ergenekon soruşturması, tarihi önemde ve değerdeydi. Onunla başladık. 12 Eylül, Türkiye’nin darbeler tarihinin en ağır sonuçlar vereniydi. O da soruşturma kapsamına alındı. Henüz nasıl gelişeceği ve nereye doğru yol alacağı net gözükmüyor ama ‘olmaz, yapılmaz’ denilen şey, bir şekilde oldu ve yapıldı.


‘Askeri darbeler geçmişimiz’in en ağır sonuçlar doğuranı 12 Eylül ise ‘en sinsi’ olanı ve sivil toplumun dokularına nüfuz edeni 28 Şubat idi. Askerin doğrudan yönetime el koyması söz konusu olmadığı ve gece yatıp sabah darbeye uyanmadığımız, 28 Şubat bir sürece yayılarak gerçekleştiği için farklı bir askeri darbe türü. Darbecilerin kendileri, eserlerini ‘Post-modern Darbe’ diye nitelediler.

(...)

Soruşturma açıldıktan sonra, kamuoyu açısından benim katkım, 28 Şubat Post-modern Darbesi’nin dış boyutuna dikkat çekmek oldu. Taraf gazetesinde 16 Nisan’da çıkan söyleşimde Neşe Düzel’in “Sizce neden 28 Şubat davası en yavaş ilerleyen dava oldu” sorusuna “28 Şubat’ın diğer çıplak darbelerden farklı olarak çok daha girift dış bağlantıları var. İnce dengeleri var. İşin Amerika’ya ve İsrail’e giden bir boyutu var” cevabını verdim.


Ardından gelen “İsrail destekli bir darbe miydi 28 Şubat” sorusuna ise cevabım şu oldu:
“Tabii öyleydi. Türkiye-İsrail işbirliği ve askeri ilişkileri 28 Şubat’la nereden nereye gitti, hangi rakamlara ve mali boyutlara vardı görmek gerekir.”


28 Şubat’ın ‘Amerika boyutu’nu ise zaten önceden yansıtmıştım. Hasan Cemal’in ta Mayıs 2010’da yayımlanan ‘Türkiye’nin Asker Sorunu’ adlı kitabında, sayfa 302 ve 303’te, 28 Şubat (1997) MGK toplantısından iki hafta sonra Washington’da Dışişleri Bakanı Madeleine Albright’ın düzenlediği ve tanınmış Cumhuriyetçilerin de katıldığı bir toplantıdan söz etmiş ve kitaba şu satırlarla katkıda bulunmuştum:


“Bernard Lewis, Richard Perle, Paul Wolfowitz gibi isimler Cumhuriyetçi, Madeleine Albright gibi Demokrat bir bakan niçin o isimleri de davet etti? diye soracak oldum. ‘Onlar Amerikan yönetici elitinde Türkiye’yi bilen, Türkiye’yle ilişkileri olmuş isimler. Bakan Albright, Türkiye’de gelinen noktanın tartışılmasında bipartisan bir toplantı yapmayı uygun gördü. Bu bir beyin fırtınası toplantısıydı.


Amerika’nın Türkiye konusunda nasıl bir tavır izleyeceğine ilişkin Albright çeşitli görüşleri toplamak istemişti’ cevabı geldi. 12 Mart 1997’deki toplantıdan nasıl bir genel değerlendirme çıktı peki?

‘Short of a coup, Erbakan government gotta go!’

Yani, ‘askeri darbe yoluyla olmaksızın Erbakan hükümeti gitmelidir!’

Bu açıklama, 1997 haziran ayında Erbakan hükümetine karşı bir askeri dabeyi Madeleine Albright’ın telefonla önlediği yolundaki spekülasyonlarla uyum halindeydi. Gerçekten de ‘askeri darbe’ olmadı ve ‘post-modern darbe’yle, bir süreç sonucunda Erbakan hükümeti gitti.”


Neşe Düzel’in benimle yaptığı ve Taraf’ta yayımlanan söyleşide iki yıl aradan sonra, aynı hatırlatmayı yaptım ve söyleşide 28 Şubat’ın dış boyutuna ilişkin şu sözlerim yayımlandı:

“Bir şekilde ABD var. ABD, doğrudan askeri darbeyi desteklemedi ama 28 Şubat darbesini destekledi. Post-modern darbeyi destekledi.”

Söz konusu toplantıya ilişkin yayımlanan sözlerim ise şöyle: “Türkiye’ye ilişkin olarak ne yapılmalı, o toplantıda konuşulmuş. O toplantıdan çıkan genel eğilim ‘doğrudan askeri bir darbe olmadan bu hükümet gitmeli’ olmuş.”
28 Şubat’ın dış boyutuna (Amerika ve İsrail) değinilmesi üzerine, Washington’da ‘durumdan vazife çıkartan’ Henri Barkey oldu. Onun adını bile zikretmediğim halde, Türk basınında kapı kapı dolaşıp açıklama üzerine açıklama yapma telaşı neden kaynaklandı anlamak güç.

Her açıklamasında, söz konusu toplantıda, ‘darbe kararı alınmadığı’na dair dil döküyor. Türkiye’de komplo teorisi merakını Oryantalist bir edayla eleştirirken buna akıl almaz biçimde beni de dahil ediyor. Suçlamalar yöneltiyor. ‘Yemekli toplantıda darbe kararı mı alınırmışâ€™ kendince konuyu çarpıtıyor.


Oysa, benim, sözü edilen toplantının ‘darbe planlaması olduğu’ ya da orada ‘darbe kararı alındığı’na dair tek bir cümlem yok. Ne dediğimi, ne yazdığımı Türkçe okuma-yazma bilen herkes kolayca anlayabilecek iken, bu neyin telaşı? Neyin çabası?


Washington’ın, 1997’de Türkiye’de ‘doğrudan askeri darbe’den yana olmaması, başta oradaki İsrail lobisi olmak üzere, ‘28 Şubat Post-modern Darbesi’ne yeşil ışık yakmış olması gerçeğini ortadan kaldırmıyor.

Kaldı ki, Milliyet’in sorusu üzerine açıklama yapan Washington’daki toplantı katılımcıları, 28 Şubat için “Sessiz kaldık”, “Gözlerimizi biraz yumduk” sözleriyle benim naklettiğimi doğruluyorlar, aslında itirafta bulunuyorlar. Belki farkında değil ama bunlara, Henri Barkey’in kendisi de dahil.


28 Şubat’ın ‘İsrail boyutu’na ilişkin ‘parmak izleri’ni ise bizzat Çevik Bir bıraktı. ABD’nin en ateşli İsrail lobisi JINSA (Güvenlik Konuları İçin Yahudi Enstitüsü) ile sıkı fıkı ilişkilerinin ötesinde 2002 yılında Middle East Quarterly dergisinin sonbahar sayısında İsrailli strateji uzmanı Martin Sherman ile ortak bir makale kaleme aldı. Başlığı ‘Formula for Stability: Turkey Plus Israel’. Yani, ‘İstikrar İçin Formül:

Türkiye Artı İsrail.’

Makalenin bir bölümünde “Bazı analistler Erbakan’ın seçilmesinin (Türkiye ile İsrail arasındaki) ilişkilere ölümcül bir darbe vuracağını düşündüler” denildikten sonra şu satırlara yer veriliyor:


“Öyle olmadı. Türkiye’nin anayasal sisteminin hükümlerine göre asker, modern Türkiye’nin kurucusu Kemal Atatürk’ün laik cumhuriyet mirasını korumakla yükümlüdür. Ordu, Türkiye’nin yönünü İslam’a çevirmesi ve İsrail-Türkiye askeri ilişkilerinin tehlikeye düşürülmesini kolları bağlı seyretmeyeceğini, Erbakan’a açıkça ortaya koydu...”


28 Şubat’ın Türkiye-İsrail ilişkileri açısından nasıl bir güvence teşkil ettiği, Çevik Bir-Martin Sherman’ın bu ve bunu izleyen satırlarında açıkça ortaya konuyor.


Cengiz Çandar / Radikal


Yazarlardan

MollaCami.Com