Bölümler | Kategoriler | Konular | Üye Girişi | İletişim


“Allah, Sanatkâr Kulunu Sever”

“Allah, Sanatkâr Kulunu Sever”
Doç. Dr. Kadir ÖZKÖSE*



Yuvarlanan taşlar ve akan sular yosun tutmaz, işleyen demir ışıldar. Evrende her şey hareket halinde olup deveran eylemekte ve oluş seyrine katılmaktadır. Evrendeki bu denli hareketlilik karşısında boş duran insana Mehmet Akif Ersoy şöyle seslenmektedir:
“Leyse li’l-insâni illâ mâ seâ” derken Hudâ;
Anlamam hiç meskenetten sen ne beklersin daha?
Davran artık kervanın arkasından durma, koş!
Mahv olursun bir dakîkan geçse hatta böyle boş.
Menzil almışlar da yorgun, belki senden bîmecal!
Belki yok, elbette öyle! Sen ne etmiştin hayâl?
Yer çalışsın, gök çalışsın, sen sıkılmazsan otur!
Bunların hakkında bilmem bir bahânen var mı? Dur!
Mâsivâ bir şey midir, boş durmuyor Hâlik bile:
Bak tecellî eyliyor bin şe’n-i gûnâgûn ile.
Ey, bütün dünyâ ve mâfîha ayaktayken, yatan!
Leş misin, davranmıyorsun? Bâri Allah’tan utan1
Gerek Kur’an ayetleri gerekse Peygamberimiz (s.a.v.)’in hadisleri Müslümanları helal yollardan geçimlerini temin etmekle yükümlü tutmuştur. İnanan kişi, hem kendi geçimini sağlamak, hem de bakmakla yükümlü olduğu kişilerin ihtiyaçlarını karşılamak için çalışıp çabalamalıdır. Veren el, alan elden üstün olduğundan, Müslüman veren el olabilmek için çalışıp gayret etmelidir. İşte konuyla ilgili Nebevî hadislerden birkaçı:
“Rızık talebinde ve ihtiyaçlarınızı gidermede erken davranın. Çünkü erken kalkıp işe koyulmak bereket ve kazançtır.”2
“Elbette Yüce Allah, sanatkâr kulunu sever.“3
“Mümin cennete girene kadar hayra doymaz.”4
“İki günü birbirine denk olan zarardadır.”5
“Ameli kendisini geri bırakan kimseyi, soyu-sopu ilerletmez.”6
“Kulun ameli eksik ve kusurlu olursa, Allah onu sıkıntıya sokar.”7
“Doğrusu Yüce Allah, sizden birinizin yaptığı işi iyi yapmasını ister.”8
Rasûl-ü Ekrem (s.a.v.) helâl kazancı sadece emretmekle kalmamış, hayatı boyunca geçimini helâlinden çalışarak bizzat kendi elde etmiştir. Kendisinin dinî-dünyevî otorite olmasını istismar etmemiş, normal bir insan gibi hem kendisi ve ailesi hem de toplumu ilgilendiren hizmetlerde bizzat çalışmış ve tembellikten, insanlara yük olmaktan şiddetle kaçınmıştır.
Bütün Peygamberler hem geçimlerini kazanma hem de tebliğ, temsil ve ubudiyet gibi dinî sorumluluk noktasında daima faaliyet içerisinde bulunmuşlardır. Hatta geçimlerini temin noktasında, bir çok peygamberin belli mesleklerin pîri olacak kadar hayatı kazanmada öncü oldukları bilinmektedir. Âdem (a.s.) çiftçi, İdris (a.s.) terzi, İsmail (a.s.) hattat, Nuh ve Zekeriya (a.s.) marangoz, Davud (a.s.) demirci, Hud ve Salih (a.s.) tüccar, Musa ve Şuayb (a.s.) çoban, Hz. Muhammed (s.a.v.) ise hem çoban hem de tüccar olarak tanınmaktadır.
İnanan kişinin kesintisiz dinleneceği yer cennettir. Bu yüzden mümin, cenneti kazanana kadar hayırlı bir işi işlemeye doymaz ve kanmaz. Cenneti kazanmak ise, ahireti hesaba katarak dünya işlerini görmekle mümkündür.
Günümüz İslâm toplumları fakr u zaruret içinde ise bunun kabahati İslâmî kaidelerde değil, onu tatbik mevkiinde olup da iyi tatbik edemeyenlerdedir. Biz Müslümanları geri bırakan dinimiz değil, onu yanlış anlamamız ve onun ölçülerine bir bütün olarak sarılmamamızdır. Beşikten mezara kadar çalışmayı, işe sabah erkenden başlamayı öngören ve tüm güzel çalışmaları ibadet olarak değerlendirip karşılığında dünya-ahiret ödülleri vadeden bir dinin, mensuplarını geri bırakması düşünülemez. Zira bu prensiplerin iyi kullanıldığı asırlarda İslâm camiası, âsûde yaşamıştır. İslâm, Müslümanın hayatını zikrullah ile fazlullah arasında bir koşuşturma olarak değerlendirmiştir.9 Hayırlı bir işte koşturup yorulan Müslüman başka bir işte dinlenir.10
Tanzimat devrinin seçkin yazar ve şairlerinden Ziya Paşa; çok gezmiş, batıyı görmüş ve bir gazelinde şöyle demektedir:
Diyâr-ı küfrü gezdim, beldeler, kâşâneler gördüm,
Dolaştım mülk-i İslâm’ı, bütün vîrâneler gördüm.11
Akif’in,
Her kim kazanmazsa bu dünyada bir ekmek parası;
Dostunun yüz karası, düşmanının maskarası.12
ifadesi gereğince çok ve sistemli çalışmaya mecburuz, çok iş, az söz vecizesine uymak zorundayız. Bu gerçekten habersiz Fatih’teki meskenet yuvası kahvehanelerden şikâyetini ise Akif şu samimi serzenişlerle dile getirmektedir:
Mahalle Kahvesi, Osmanlılar bilir, ne demek
“Tasavvur etme sakın, ‘Görmedim, nedir?’” diyecek?
Dilenci şekline girmiş bu sinsi caniler,
Bu, gündüzün bile yol vermeyen haramiler..
Adımda bir dikilir azminin, gelir önüne;
Zavallı yolcunun artık kıyar bütün gününe…
Mahalle kahvesi Şarkın harîm-i katilidir;
Tamam o eski batakhaneler mukabilidir.
Zavallı ümmet-i merhume ölmeden gömülür;
Söner bu hufrede idraki, sonra kendi ölür…”13
Günümüz Müslümanlarının geri kalış sebebini üretimden yoksunlukla kahvehane denilen tembelhanelerin yaygınlaşması olarak sunduktan sonra Akif, sakat din anlayışına ve bunun sonucu olarak da tevekkül düşüncesindeki yanlış telakkiye dikkat çekmektedir. Akif ihmal gösterilip, sonunda bunun tevekküle bağlanmasını sert bir dille eleştirir.
“Çalış! dedikçe şeriat, çalışmadın durdun,
Onun hesabına birçok hurafe uydurdun!
Sonunda bir de “tevekkül” sokuşturup araya,
Zavallı dini onunla çevirdin maskaraya!”. 14
Bir aslanın artıklarıyla beslenen topal tilkiyi görüp Allah tilkinin bile rızkını ayağına getiriyor, o halde çalışmaya ne hacet deyip yatan adama şairimiz şöyle seslenir:
“Dolaş da yırtıcı arslan kesil, behey miskin!
Niçin yatıp kötürüm tilki olmak istersin?
Elin kolun tutuyorken çalış, kazanmaya bak!
Ki artığınla geçinsin senin de bir yatalak.
Ömer, tevekkülü elbet bilirdi bizden iyi..
Ne yaptı ‘Biz mütevekkilleriz’ diyen kümeyi?
Dağıttı kamçıya kuvvet, ‘gidip ekin!’ diyerek.
Demek, tevekkül eden, önce mutlak ekecek..”15
Yine sözü şaire bırakıyoruz:
“Allah’a dayan, sa’ye sarıl, hikmete ram ol!
Yol varsa budur, bilmiyorum başka çıkar yol.”16
Pasifize olmaya ve girişimcilikten uzaklaşmaya etki eden anlayışlardan biri de dünyevileşmeye, maddeye esir olmaya, bayağı tutkuların ve basit arzuların girdabına düşmeye tavır demek olan zühd anlayışının dünyayı terk, maddeye düşmanlık diye anlaşılır olmasıdır. Müslüman zahidler üretim karşıtı, sermaye düşmanı, miskinlik ve tembellik taraftarı değil ne kadar varlıklı olursa olsun servetin kölesi olmayanlardır. Zâhidlere yönelik eleştiri malzemesi olarak kullanılan “bir lokma bir hırka” anlayışı, bir üretim ölçüsü değil, infak ve isâr sınırı olarak düşünülmelidir. İddiaların aksine, gerçek anlamda bir zühd hayatı, kişiyi pasifize etmez. Tarihte gördüğümüz gerçek sûfîler, en üretken ve diğerkâm insanlardır. Sûfîlerin çoğu geçimlerini normal mesleklerde çalışarak sağlıyorlardı. Sakati (Seyyar satıcı), Hallac (hallac), Nesec (dokumacı), Varak (kitap satıcısı ya da el yazması), Kavâriri (camcı), Haddad (demirci), Benna (duvarcı) gibi sûfî unvanları buna kanıttır. Kimi düzenli çalışır ve kazancının küçük bir bölümünü ancak kendine harcar, geri kalanını fukaraya dağıtırdı.17 Hindistan’da şeyhinden aldığı hilafet ile ayrılırken son arzusunun ne olduğuna dair yöneltilen bir soruya “Din ve dinin kuvvet bulması için dünyayı da isterim.”18 cevabını veren el-Bağdadi, Halidiyye tarikatının irşat prensiplerine esas olacak bir noktaya bu sözleri ile işaret etmiştir. Zahidlerin gayesi, aza kanaat etmek değil, çok kazanıp insanlık için harcamaktır. Yunus Emre;
“Düriş, kazan ye, yedir
Bir gönül ele getir”
derken, sûfîlerin dünya hayatına bakışını da ortaya koymaktadır. İstisnaî durumlar varsa da, bu kural umumîdir. Her devirde her kurumun istismarcıları bulunabilir. Bunları genellememek, ilke ve prensiplere bakmak gerekir.
Tasavvufî ahlâkı çalışma hayatının içerisine taşıyan kesim genelde Ahilerdir. Ahiler aldıkları terbiye gereğince, kendi mesleklerinin gereklerini yerine getirmekte, işinin ehli olmakta ve ürettiklerinin kalitesine dikkat etmekteydiler. Çalışma hayatı ve hizmet sahalarında gösterecekleri en küçük bir ihmal ve kusurla pîrin sevgi ve himmetinden mahrum kalacakları telkin edilmekteydi.19 Böylesi bir terbiye ocağı, kültür ve sanat okulunda eğitim gören değişik meslek zümreleri çalışma hayatlarını ve meslekî faaliyetlerini ibadet coşkusu içerisinde yerine getirmişlerdir.
Dünyaya dünya kadar, ahirete ise ahiret kadar değer verilmelidir. Dünya sonlu ve yok olucu; ahiret ise kalıcı ve sonsuzdur. Ahireti hedefleyen kimse dünyayı da elde eder, ama gayesi yalnızca dünya olan kimsenin ahirette alacağı hiçbir şey yoktur.
Kasas suresi 77. ayetinde, “Allah’ın sana verdiği şeylerle ahiret yurdunu kazanmaya çalış. Dünyadan da nasibini unutma” buyrularak bu denge kurulmuştur.
Hz. Peygamber (s.a.v.) de, “Sizin en iyiniz kimdir biliyor musunuz? Dünyası için ahiretini, ahireti için de dünyasını terk etmeyendir. Çünkü böyle bir kimse her ikisini de kazanır, başkasına muhtaç olmaz.”20 hadisiyle çalışmada bu dengeyi kurmayı tavsiye etmiştir.
Temel İslâmî kaynaklar çalışmayı, hem de iyi çalışmayı öğütlemektedir. Hatta Peygamber Efendimizin (s.a.v.) “İki günü birbirine eşit olan aldanmıştır.”21 hadisi bunu vurgular. Bu hadis, toplam kalite yönetimiyle ilgilenen uzmanların dikkatini çekmiştir. Toplam kalite, üretimde kalitenin artarak devam etmesi demektir. Bu söz de, sayısal anlamda olmasa bile verimlilik açısından her günü bir öncekinden daha iyi geçirmeyi öğütlemekle Peygamberimizin (s.a.v.) Müslümanlara çizdiği hedefi göstermektedir.
“Böbürlenme, Allah şüphesiz ki böbürlenenleri sevmez. Allah’ın sana verdiği şeylerde, ahiret yurdunu gözet, dünyadaki payını da unutma; Allah’ın sana yaptığı iyilik gibi, sen de iyilik yap; yeryüzünde bozgunculuk isteme; doğrusu Allah bozguncuları sevmez.”22
“İşte büyük kurtuluş şüphesiz budur. Çalışanlar bunun için çalışsın.”23 âyetleri gereğince, inanan kişi, tüm yaptıklarını hesab gününün bilinci içerisinde yapar. Yaptıklarının yanına kalmayacağını ve onlardan dolayı sorgulanacağını hiç bir zaman aklından çıkarmaz.
El emeği, alın teriyle geçinen her Müslüman, ister tüccar, ister işveren, isterse işçi olsun, çalışma hayatında dürüst olmak zorundadır. Helal kazancın ilk şartı budur. “Emrolunduğu gibi dosdoğru ol.”24 ayeti bütün Müslümanları uyarmakta, doğruluktan ayrılmadıkları takdirde ebedi hayatta asla korku yüzü görmeyeceklerini, üzüntüye uğramayacaklarını ve bütün nimetleriyle cennete kavuşacaklarını müjdelemektedir.25
Tüccar, müşteriye mal satarken; işçi, tezgâhının başında çalışırken; patron, işçisinin hakkını hesap ederken Allah’a imandan sona gelen kulluk görevi olan dürüst davranmaya özen gösterecektir. Alacağı parayı helal ettirmeye uğraşırken, üzerinde bilhassa kul hakkının geçmemesi için Müslüman titiz davranmak mecburiyetini duyacaktır.
Çalışmada farz olan, nasıl ve ne şekilde olursa olsun değil, helal-meşrû yolda çalışıp kazanmaktır. Bunun aksi ise haramdır. Nitekim Allah Teâlâ:
“Ey iman edenler, size rızık olarak verdiğimiz temiz olan şeylerden yiyiniz ve eğer yalnız Allah’a kulluk ediyorsanız, O’na şükredin.”26 anlamındaki ayetle helal olan şeylerin yenilmesini, temiz ve doğru kazançların helal kılındığını bildirmiştir. Nebiyy-i Muhterem (s.a.v.) de aynı şekilde davranmıştır ki bu husus Kur’ân-ı Kerîm’de:
“O peygamber, temiz olanları helal, pis olanları ise haram kılmıştır.”27 şeklinde ifade buyurulmuştur.
Namaz ve oruç gibi ibadetlerin farz, sünnet ve yasakları olduğu gibi alış-veriş ile ticaretin de şart, âdâb, sünnet ve yasakları vardır. Nasıl ki namazın şartlarını öğrenmeden namaz kılmaya kalkışmak anlamsızsa, alış-veriş ve ticaretin farz, şart, âdâp ve yasaklarını öğrenmeden bu işe kalkışmak da uygun değildir. Bundan dolayı Hz. Ömer, “Alış-veriş usulünü bilmeyen kimse, çarşı ve pazarlarımızda alış-veriş yapmasın.” demiştir. Özetle, muamele (alış-veriş) bilgilerini öğrenmek farzdır.


Doç. Dr. Kadir ÖZKÖSE

teşekkürler...emeğine sağlık..


teşekkürler...emeğine sağlık..


Tasavvûf

MollaCami.Com