Bölümler | Kategoriler | Konular | Üye Girişi | İletişim


Evlat Katili Baba

[color=maroon]


Pek önemsemiyordum eskiden evlât terbiyesini. Birkaç beylik lâfla oluverecek zannediyordum: "Oğlum namaz kıl, kızım başını ört!" Niçin kılacaklardı namazı, başını niye örtecekti kızım? Öğretmiyor, öğretemiyordum. Öncelikle Allah`ın her şeyden fazla sevilip emirlerine itaat edilmeye lâyık biricik Rabbimız olduğunu, emirlerinin hikmetini, dünyâ ve âhiret saâdetine eriştireceğini... Şimdiki gençler öyle bir toplum içinde yaşıyorlar ki, namaza, örtüye giden yollar tümüyle tıkalı. Kolay mıydı bu devirde gencin namaz kılması, ahlâklı-iffetli olması, başını örtmesi? Köklü, çok sağlam bir iman olmadan mümkün müydü bunlar? Gerçek iman olmadan sâlih amel olmayacak, tevhidî imanın adını ise düzen irticâ koyacak, toplum da bu zokayı yutacak...

Her şeyin başı imandı. Motor olmadan veya motora enerji konmadan araba çalışabilir miydi? İnsanın motoru da kalbi idi; Kalbin ihtiyacı da iman. Kalp motoru, iman enerjisi olmadan elbette çalışamazdı. Kalp bütün vücuda kan pompalayacak güçte olmalıydı. İman da her uzvu sâlih bir şekilde harekete geçirecek yeterlilikte/sağlamlıkta olmalıydı. İman olmadan ya da yeterliliği bulunmadan hareket/amel/ahlâk beklenebilir miydi? "Kalp sağlam olursa bütün vücut sağlam olur" diyordu Allah`ın Rasûlü. (s.a.v.)Kalbi/imanı sağlamlaştırmalıydı her şeyden önce.


Sonraları anladım, işin hiç de kolay olmadığını. Yaptıklarımın kendimi avutmak, içimden gelen duyguları, vicdanımı bastırmak olduğunu; çocuğa hatim ettirmekle işin bitmediğini, belki başladığını. Çocuğum yedi yaşına girince namaz ve örtüyle emredecek, emrimi yerine getirtmek için bir komutan edâsı takınacak; on yaşlarına geldiklerinde artık namaz ve tesettürün karşısındaki tüm iç ve dış engelleri kaldıracak, her nasılsa bunları hâlâ yapmazlarsa, onları hafifçe dövecektim; Böyle emrediyordu Yüce Peygamberim. Namaz ve örtü prototipti, bir baş örnekti. Diğer İslâmî emirler için de terbiye yolu bu idi. Yapmış mıydım bütün bunları? İslâm`ı yaşamaya engel olacak kültürel, siyasal, sosyal, psikolojik tüm baskı ve engelleri ortadan kaldırmış mıydım? Ona müslümanca yaşayabileceği bir çevre hazırlamış mıydım? Hayır! Öyleyse esas suçlu bendim, ben!


Biri bana materyalist deseydi, kızardım eskiden. Ama şimdi, eski hayatıma kendim bu sıfatı takıyorum. Maddeci olmasaydım, çocuklarımın evvelâ rızıklarını mı düşünürdüm, yoksa müslümanca yetişmelerini mi? Ancak bir maddeperest yapabilirdi benim yaptıklarımı. Yorgun argın, posam çıkmış vaziyette, dilim bir karış dışarıda işten eve dönüyordum. Çocuklarla meşgul olacak zaman bile bulamıyordum (gerçi, söz aramızda; televizyona, kahveye yer yer vakit bulabiliyordum). “Bu kadar çalıştığım, sadece çocuklarım için” diye teselli buluyor, çocuklarımı düşündüğümü sanıyor, kendimi kandırıyordum. Çocukların midesini düşündüğüm kadar dinlerini düşünseydim, en az karınları kadar ruhlarını doyurmanın babanın esas görevi olduğunu hesap etseydim, herhalde sekiz saat de onların dinleriyle uğraşırdım; sekiz saat rızıkları için çalıştığım gibi. Ama, dedim ya materyalistmişim, maddeye tapıyormuşum o zaman.


Çocuk, çocukluk yapıp elini ateşe atsa, sobayı ellemeye kalksa elbette engellerdim; ille de yanmak istese de kendi haline bırakmaz, müsâade etmez, gerekirse, yanmasın diye, şefkatle tokatlardım onu. Çünkü o, neyi yapınca, nasıl davranınca yanacağını bilemezdi. Biraz büyüyünce, yine çocukluğun daniskasını yaparken, cehennem ateşine elini uzatıp, çevresinin teşviki ve kendi arzusuyla kendini ebedî alevlerin içine atarken seyirci kalmam, hatta bu yanma olayına yardımcı olmam neyle izah edilebilirdi? Evlâdımı sevseydim, ama Allah için ve gerçek sevgiyle sevseydim, onun cehenneme doğru yuvarlanmasına seyirci kalmaz, göz yummazdım. Demek ki sevmiyormuşum seni; affet yavrum beni!


Sahibi bulunduğum bir sığır, bir koyun eve akşam birkaç saat gelmeyince, merak eder, aramaya çıkardım onu.Bir tavuk kadar bile olamadım. Allah`ın emânetine onun kadar bile sahip çıkamadım.
Bir tavuk, yavru civcivine zarar verecek bir düşman, yavrusunu (ç)almaya kalksa, hayatını tehlikeye atarak, atılırdı düşmanının üstüne. Ölümü göze alırdı da vermezdi yavrusunu hiçbirine. Bense, yapamadım bu kadarını bile. Hiçbir hayvanın yapamayacağı vahşîliği yaptım. Çocuğumu düşmanın önüne kendim attım.

Evlâdım akşam eve geç geldiğinde bu kadar bile merak etmemiştim. Koyunumu bir canavar, bir kurt yemesin diye araştırıp tedbir alıyordum da, evlâdımı nice kurtlar ve canavar tehdit ederken boş veriyor, hatta bazı kurtların eline kendim teslim ediyordum. Kuzuyu kurttan çoban korur, ya çoban kurt olursa o sürünün hali ne olur? Bunu düşünmüyordum. Hem kurtları kendi sürüme saldırtıyor, onlara fırsat veriyor, hem de güya çobanlık yapıyordum!.. Aslında çocuğun pek suçu yoktu. O taklit etti yanlışlarımla beni, benim vekillerimi. O örnek aldı; kanallarda seyrettiği artistlerin, şarkıcıların, futbolcuların hayatını. Kızım, yıldız diye göklere çıkartılan şıfrıntıların kıyafetini, modasını, dansını. Çocuk su gibi renksiz ve temiz geliyordu hayata. Hangi kaba koyarsan onun rengini ve şeklini alıyordu.

Bendim, o suyu kirleten, o suyu çirkin boyalı pis bir kaba koyan. Oğlum! Sana peygamberini ve ashâbını tanıtıp sevdiremedim; topçuları ve popçuları sevdirdiğim kadar. On tane ashâbın adını sayamazdın ama, onlarca belki tonlarca futbolcu ve sanatçıları sayar, hayat hikâyelerini anlatırdın. Ben hazırladım bu ortamı sana; televizyon adındaki öğretmeni ben tutup getirmiştim eve, sana bunları belletsin ve sevdirsin diye. Kızım! Sana da Hz. Âişe`yi, Hz. Fâtıma`yı tanıtıp örnek gösteremedim. Sen Sümeyye`leri, Sümeyrâ ve Rümeysâ`ları nereden bilecektin? Kim öğretecekti, evdeki o özel öğretmen mi? Onları değil; sanatçıları(!) örnek almana ben sebep oldum. Evdeki ekrandan tepinme (pardon dans) dersini ve bin bir çeşit ahlâksızlık/hayâsızlık derslerini tâkip etmene ben seyirci oldum, ben sebep oldum, ben! Sen tabii, çocuk olarak, gözünle düşünecektin; aklınla değil. Ve gördüklerine uyacaktın; dinine değil. Onları gördün, onları belledin, onlara benzedin. Artık ne hayâ kaldı, ne din...


Televizyon ilk öğretmenindi. Sen büyüdükçe öğretmenlerinin dereceleri de büyüyordu. TV. kanallarının öğretemediklerini de öğretsin diye video, sonra video CD player adlı özel ders veren öğretmeni eve getirdim; seni iyice eğitsinler, benim yerime yetiştirsinler diye. DVD ve VCD adlı yabancı öğretmenler özel kitaplarla ders veriyordu: Özel filmlerle ev bir sinemaya, özel cliplerle gazinoya benziyordu. Hayat, bir filmden, bir oyundan, müzikten ve futboldan ibâretti çocukların gözünde. Böylece hem vakitlerini, hem kendi inanç ve ahlâklarını bu yabancı markalı silâhlarla öldürüyorlar, bir anlamda intihar ediyorlardı çocuklar. Baba olarak ben kahveden çıkmazsam, çocuklarım da tabii bana, benim modern tarzıma benzeyeceklerdi.


Öyle bir ortamda, öyle bir çevrede büyüttüm yavrum seni ki, o yerlerde haramlar şiirleşmiş, günahlar süslenmişti. Buradaki yollarda trafik işaretleri “geri dönülmez (tevbe edilmez), yasaktır”, “tek yönlü yol” gibi işaretlerdi. Ama “tehlike!” ve “kaygan yol!” tabelalarına, hele “çıkmaz yol!” işaretine aldıran, hatta onları gören de yoktu. Mecbûrî istikamet okları hep şirk ve isyanı gösteriyordu. Hırçın dalgaları olan canavar bir denize, yüzmeyi öğretmeden, can simidi takmadan ben bıraktım seni! Nasıl tahammül edecektin buna? Boğulunca seni suçlamaya başladım. Ama yeni yeni anladım: Esas suçlu sen değil; bendim, ben!


Uykusuz geceler geçiriyorum hep, Allah’a isyankâr birinin babasıyım diye. Artık dünyanın hiçbir zevki önemli değil, İslâmî örtüden nefret eden bir kızın babasıyım çünkü. Diyebilirsiniz ki; “Hz. Nuh’un ve bazı başka peygamber ve kâmil mü’minlerin de çocuğu iman sahibi, ahlâklı kişiler değildi!” Ben de derim ki: Onlar mes’ul değiller; çünkü terbiye ve tebliğ görevlerini tümüyle yaptılar. Ondan sonrası, yani hidâyeti vermek Allah’a âitti. Mesele, çocukların şöyle veya böyle olmalarından daha çok; benim, vazifemi, bu konudaki dinimin tüm emirlerini yapıp yapmadığım idi. Ve ben görevimi hemen hiç denilecek kadar yapmamıştım. Suçluydum ben, suçluyum ben; Affet beni Allah’ım!


Ah! Şimdiki aklım ve imanım olsaydı... Ah bir olsaydı, çocuklarımı nasıl yetiştireceğimi bilirdim. (Bilirdim ama; çevre, sosyal ve siyasal yapı, kapitalist ilkelere uyan çalışma şartları, eğitim... düzelmeden kendine bile sahip olamıyorsun ki çocuğuna sahip olasın. Çöplükte belki, ama, gübrelikte gül yetiştirmek mümkün mü? O yüzden gübreliği temizlemeye, gül devrini oluşturmaya çalışırdım bir yandan. Sivrisinekle mücâdelenin kesin yolu, bataklığın kurutulmasıydı çünkü.) Gerekirse hicret ederdim sırf bu yüzden; hiç olmazsa olumsuz çevreden, sürüden ayrılırdım. Ben hayvan değilim ki... Ne işim var sürüde? Uydum kalabalığa demezdim o zaman. İnsanların çoğuna uyarsa, Peygamberimiz’i bile çoğunluğun saptıracağını söylüyor Kur’an En’âm sûresi 116. âyette. Kalabalıkların yaptıklarını değil; yapılması gerekeni, yani Rabbimın yap dediklerini yapardım o zaman.

Teslim etmezdim kâfirlerin ve küfrün eline en kıymetli varlığımı. Sahip çıkardım İlâhî emânete, birinci işim o olurdu, her şeyden önce gelirdi onları müslümanca yetiştirmek. Çok küçük yaştan itibaren Allah sevgisi, Peygamber sevgisi verirdim; her sevgiden önce ve en büyük sevgi olarak. İlâhî emirleri, ibâdetleri niçin yapması gerektiğini anlatır, her konuda şuurlandırmaya çalışır, okuduğu Kur’an’ın ne olduğunu, ne emirler içerdiğini, anlamını, namaza niçin ihtiyacımız bulunduğunu... öğretir ve sevdirirdim ona. Allah ve Peygamber sevgisini, Kur’an ve ibâdet şuurunu verince, bu konuyla ilgili aradan engelleri kaldırınca, evet o zaman zorlayan olsa da sevemezdi Allah ve Rasûl`ün sevmediklerini; benzemek istemezdi dinsizlere, donsuzlara. Nefret ederdi o zaman küfür ve kâfirin her çeşidinden. Ya kendim İslâm’ı iyice öğrenip öğretirdim çocuğuma (ki en güzeli buydu), ya da aldığım aylığın yarısını, hatta daha fazlasını seve seve gerekirse verirdim uzmanına, özel hocalar tutardım. Evet, şimdiki aklım olsa mutlaka bunları yapardım.


Aslında, zamanımızda ilim konusunda müslümanın işi çok kolaydı: Her konuda çeşit çeşit güzel kitaplar yazılıyor, nice konular araştırılarak hazır lokma haline getirilip kitap diye, dergi diye, CD diye sunuluyordu. Evlât terbiyesi, çocuk eğitimi konusunda da onlarca kitap vardı; alır okurdum birini, nasıl terbiyeyi emrediyordu İslâm, öğrenir, tatbik etmeye çalışırdım.
Uğraşır mıydım bu kadar onların sadece dünyada çokça rahat etmeleri, karınlarını çokça doyurmaları için? “Daha çok para kazanıp onlara bırakayım da, benden sonra daha çok haramları daha kolayca işlesinler” diyebilir miydim? Bırakacağım mirasla (eğer dinlerini, yaşayışlarını kuvvetlendirmemişsem) onların, kolaylıkla bir sürü günah işlemelerine fırsatı böylece ben vermiş olmaz mıydım? Şimdiki aklım olsaydı böyle düşünürdüm tabii. Beşinci büyük halîfe kabul edilen zâtın hayatını öğrendim yeni yeni. Öyle diyordu Ömer bin Abdülaziz ölüm döşeğinde, “her şeyini infak ettin; iyi de, çocuklarına bir şey bırakmadın.

Onları hiç düşünmedin mi?” diyen yakınlarına: “Onlar müslüman iseler ne âlâ! Onlara Allah’ı bırakıyorum sadece; yetmez mi? Onları müslüman olarak yetiştirmişim; Allah da, onlar da bunu kâfi görür. Yok, onlar kâfir iseler, ben onları müslüman olarak yetiştiremediysem, onlardan bana ne? Ne yiyecekler, ne edecekler, bana ne o gâvurlardan? İster benim evlâdım olsun, ister yabancı, kâfirlere mal bırakıp daha mı azdıracaktım? Benim bıraktığımla işledikleri haramdan ben mi sorumlu olacaktım? Bunu mu isterdiniz?” Evet, böyle diyordu o zât. Ben de onu örnek alır, ben de öyle derdim. Çünkü öğrendim ki Yüce Peygamberimiz “Hiç bir baba, çocuğuna güzel terbiyeden daha üstün bir şey bağışlayamaz, bırakamaz” diyordu. Ben de onlara dünyalık bırakacağım diye çokça rezillik çekip çokça yorulmaz, hem de esas olarak, âhiret azığı olacak terbiyeyi verirdim olanca gücümle. Hem onları, hem kendimi kurtarırdım böylece. Ne bırakmıştı o merhamet peygamberi kendi çocuklarına; onu düşünürdüm. O ne yaptıysa güzel yapmıştır derdim. Nerelerde yetiştirdi, kimlerin eline teslim etti sahâbeler çocuklarını, inceler, o yıldızlardan ışık alırdım.


Yaşatamıyorsam müslümanca çoluk-çocuğumu, giderdim daha müslümanca yaşayabileceğimiz bir yere; Göçerdik âilece. Değmez miydi bunca çile Allah’ın güzel bir emâneti olan bebelere? Ve duâ ederdim çocuklarım için devamlı; onların ıslâhı, ihlâsı... için. Zayıf da olsa bir hadis rivâyetinde: “Ana-babanın çocuklarına duâsı, Peygamberlerin ümmetine duâsı gibidir (Geri çevrilmez, kabul olunur).” buyuruluyor. Maddî tedbirlerimi alır, terbiyesi için son imkânıma kadar uğraşır, gerisini Allah’a bırakır, O’ndan yardım beklerdim. Bilirdim ki ben O’nun için bir adım atsam, O bana doğru koşarak gelecek, kapılarını açacaktır.


Bugünkü ölümden beter hayatın zilletine katlanıp kâfirlere benzer şekilde, hayvan gibi yaşayıp ölümden sonraki azâba hazırlanacağıma, ölümsüzleşirdim böylece. Öldükten sonra yaşamak, ecir almaya devam etmek mümkündü; canlı cenâze olmanın mümkün olduğu gibi. Amel defteri kapanmayan müslümanlardan biri, hadis-i şerife göre, “arkasından duâ edecek hayırlı bir evlât yetiştiren” olacaktı. Ben öldükten sonra bile sevâbım artmaya devam edecekti. Sevaplarla yaşayacaktım çocuğum yaşadıkça...
Ve... olmadı bütün bunlar. Affet beni Allah’ım!


Hayâl-meyâl seni gördüm yavrum az önce bir sis perdesi arkasında, bulutların arasında. Benim sapladığım modern bıçakla kanlanan kefen içinde. Ayaklarına kapanmak istedim yavrum senin: “Affet beni!” diye. Sen, hem benden korkarak kaçıyor, hem “dosdoğru inan ve inandığın gibi yaşa!” diyordun. Demek, suçumun keffâreti buydu. Affedebilmen, affedilebilmem için dediğini yapmalıydım; onu anlatıyordun. Gerçek mü’mine yakışır şekilde yaşayacağım, müslüman olarak ölmeye çalışacağım... Söz veriyorum, söz veriyorum yavrum!
alıntı

allah razı olsun çok güzelmiş mevlam hakkıyla yetiştirmeyi nasib eylesin yar ve yardımcımız olsun inş

[b][color=green]

ecmain olsun inşaAllah kardeşim.Allah`ı(cc) her şeyden fazla sevip emirlerine itaat edilmeye lâyık biricik Rabbimız olduğunu, emirlerinin hikmetini, dünyâ ve âhiret saâdetine eriştireceğini anlayıp anlatabilmeyi cümlemize nasip eylesin


[b][color=green]
ecmain olsun inşaAllah kardeşim.Allah`ı(cc) her şeyden fazla sevip emirlerine itaat edilmeye lâyık biricik Rabbimız olduğunu, emirlerinin hikmetini, dünyâ ve âhiret saâdetine eriştireceğini anlayıp anlatabilmeyi cümlemize nasip eylesin


Amin...
Allah razı olsun meymune kardeşim. Rabbim hayırlı evlat olabilmeyi ve hayırlı evlatlar yetiştirebilmeyi nasib etsin bizlere.


Amin...
Allah razı olsun meymune kardeşim. Rabbim hayırlı evlat olabilmeyi ve hayırlı evlatlar yetiştirebilmeyi nasib etsin bizlere.

amin...amin,inşaAllah Rabbim sizlerden'de razı olsun ..Allah'hü ekber..


Serbest Kürsü

MollaCami.Com