Bölümler | Kategoriler | Konular | Üye Girişi | İletişim


Zirve...

ZİRVE


Zirve…
Ne kadar ilgi çekici bir isim değil mi? Bir o kadar da bağlayıcı, aynı zamanda tutkulu.
Azmin ve hedefe odaklanmanın bir diğer yanı da diyebiliriz eğer sonunda ulaşmak varsa. Ki hep hayaller buna bağlıdır; ona varmak, ona ulaşmak, onu tatmak.

Zirve…
İnsanları coşturan, heyecanlandıran, canlandıran bir hedeftir. Aynı zamanda da savaştıran; zirveye sevdalılarla. Tek Leyla’ya aşık Mecnun’lar misali beklide. Hangisi elde edebilir ki Leyla’nın sevdasını? Hangisi tadabilir? Sonuç her ne olursa olsun bir uğraş vardır elde edebilmek adına.

Zirve…
Körelmektir bir bakıma, görememek; ezdiklerini, yaktıklarını, yıktıklarını, kırdıklarını. Zirveye ulaşmak öyle bir sevdadır ki; ciğerleri yanarcasına susamış ve nereye gittiğini bilmeden, nereye bastığını umursamadan, ne tür zorluk çektiğini dahi hesaplamadan suya vuslat için çabalayan bir kör gibi…

Zirve…
Öyle bir şeydir ki; eline aldığında ya da üzerine oturduğunda yıldızlarda hissettirir insanı. Aya ilk adım atmış insan gibi. Hiçbir şeyi umursamayan aşık ve maşukun kavuşma anı gibi.

Zirve…
Vuslat sonrasında hiç merak edilmeyeni gösterir insana. Kimi zaman üzer, kimi zaman ağlatır, kimi zaman küstürür. Yani sonuç hep hüsrandır. Bazen kendin sebep olursun buna, bazen de bir başkası; sen hiç hesaplamasan da.

Bir hikâye kurguladım şu aşamada;

Koskoca ihtişamıyla bir dağ vardır ki zirveye ulaşılması mümkün olmayan. Ama etrafı insanlarla doludur, her daim. Yine bir grup insan zirveye yolculukta karar kılar. El ele, gönül gönüle hazırlanır ve başlarlar yolculuğa.

Biraz yol alınır ayrılanlar olur ‘bu benim isteğim değildi ben buna zorlandım’ diyerek. Diğerleri devam eder yolculuğa. Yarı yol biter bir kısmı da iflas eder. Bacakları ağıran, nefesleri sıkışanlar geriye döner, yolculuk devam eder.

Yukarı çıkıldıkça elbette zorluklar da beraberinde gelir ve çıkar çatışmaları başlar azınlığın arasında. Birbirini itenler kakanlar. Bu itişmeye dayanamayanlar olur ve geri dönerler. Az kişi kalırlar zirve yolculuğunda, sayılı belki de…

Aralarında bir tanesi, hiçbir kimseye aldırış etmeden ve kimseden yardım istemeden yoluna devam eder.
Bir tanesi, hedefe ulaşmaktan ve grup çalışmasından hoşlanır, tanıtır kendisini.
Bir tanesi, uyanık takılır yardım etmek isteyenlere fırsat tanır, kendisi ehli keyf geçinir.
Derkeeen yol devam eder elbette.

Hedefe çeyrek kalmıştır ki zirve kavgası başlar. Birincilik sevdası ya da daha tanıdık bir isimle koltuk sevdası. Uyanık çıkarcı zarar gelecek kişileri geri göndermek için fırsat kollar ve başarırlar da. Sadece yararlanabileceği masumlar vardır yanında.
Ne fayda ne de zararı olan insan görülmez bile bu kavga esnasında. O tüm zorlukları sabır ve sebatla aşar, yoluna devam eder.

Bir uyanık, bir kullanılmış, bir de sakin yolcumuz kalır zirveye az kala.
Son bir aşama vardır ki göz korkutan bir engel. Uyanık çıkarcı masum insanı kullanarak beraberce çıkarlar zirveye, diğeri kendi halinde. İlk önce ikisi ulaşır ama zirve soğuk ve dar bir yerdir. Yiyecek ve yatacak imkanı da kısıtlıdır. Bizim uyanık ne yapar ne eder masumun ayağını kaydırır ve zirveye kendi oturur. Oturur oturmasına fakat, dağın tepesi buz gibidir, ıssızdır, korumasızdır, yiyeceği bitmiştir. İşgüzar olmadığından ve yardımcılarını def ettiği için ne açlık, ne yalnızlık, ne ısınma, ne de korunma hususunda başarı sağlayamaz. Son bulur zirve hayatı...

‘Hayrını gör’ diyesi geliyor insanın lakin bunun hayrı yoktur ve göremezde o insan(lar). Çünkü geride hep kötü izler bırakmıştır. Nitekim zirvenin tadını bulamaz tüm hırs sahipleri…

Sakin yolcumuza ne olsun peki?
Ben şöyle sonlandırmak istiyorum;
Sakin ve bir başına olan yolcumuz göz korkutan engeli aşar, zirveye ulaşır ve diğer taraftan yoluna devam eder, bekleyenlerin yanına gider.
Aşağıda bekleyenler sorarlar;
‘Yukarıda ne var?’Cevap kısa ve nettir;
‘Hiçbir şey.’ Herkes şaşkın bakar yolcuya ama o elleriyle ‘bilmem’ dercesine işaret yapar.
‘Nasıl hiçbir şey? En azından zirveyi anlat bize’ derler. Sakin yolcu yine aynı netlikte yanıtlar;
‘Dar, soğuk, karanlık ve yalnızlık olan bir yer. Merak edilecek bir şey yok’
‘Peki’ derler ‘Yolculuk nasıl geçti?’ İşte en güzel cevap;
‘Yarıya kadar her şey normal seyrindeydi lakin zirveye yaklaştıkça insanlar birbirlerini yediler.’

[right]Maddi değilde manevi zirvelerin en doruk noktasına ulaşabilmemiz duasıyla...
Kardelen...
[/right]

zirve güzeldir ama kimse orada oturmaz. hep deniz kenarı isterler.. villalarını yalılarını hep zirvenin dorugunun aksine denize 0 olan yerlerde hayal ederler..

güzel bir yazı paylaşım için teşekkürler.

Evet belki zirve güzeldir ama oturulacak bir yer değildir ki zaten:)

Bir "iş dünyası analizi" sonrası yaptığım karalamaydı. Ama hayatın her bir telinde rastlanılası şeyler olduğun düşünüyorum.
Beğenmenize sevindim. Vakit ayırdığınız için ben teşekkür ederim.

Gönül çeşmenden çoşan bu yazı için teşekkürler sevgili kardelen. Zirve hepimiz için hedef olmakla beraber, yarı yolda zorluklardan dolayı pes edip geri döndüğümüz yerdir.
İnsan daima azimli-gayretli olmalıdır. Ne kadar zekâ ve yetenek olsada gayretimiz olmassa, diğer faktörlerinde bir etkisi olmuyor. Kendimize bir hedef belirlemeli,(madden-mânen) ve o hedef doğrultusunda taviz vermeden, istikamette seyr eylemeliyiz. Tabi ki zorluklar, aşılması güç sıkıntılar çıkacak, bizleri ense etmeye çalışacak. Önemli olan işte bu zirve yolculuğunda yılmadan-usanmadan devam edebilmek.. Her çıkışın bir de inişi vardır. Lâkin bu inişlerimiz mutlu-huzurlu bir şekilde olsun. Görevini tam mânâsıyla yerine getirmiş olmanın haklı gruru olarak..

Zirve diyince aklıma bu hikaye geldi.


Ulu bir kavak ağacının yanında bir kabak filizi boy
göstermiş. Bahar ilerledikçe bitki kavak ağacına sarılarak
yükselmeye başlamış. Yağmurların ve güneşin etkisiyle müthiş
bir hızla büyümüş ve neredeyse kavak ağacı ile aynı boya
gelmiş. Bir gün dayanamayıp sormuş kavağa:
-Sen kaç ayda bu hale geldin ağaç?
-On yılda, demiş kavak.
-On yılda mı? Diye gülmüş ve çiçeklerini sallamış kabak.
-Ben neredeyse iki ayda seninle aynı boya geldim bak!
-Doğru, demiş kavak.
Günler günleri kovalamış ve sonbaharın ilk rüzgârları
başladığında kabak üşümeye sonra yapraklarını düşürmeye,
soğuklar arttıkça da aşağıya doğru inmeye başlamış. Sormuş
endişeyle kavağa:
-Neler oluyor bana ağaç?
-Ölüyorsun, demiş kavak.
-Niçin?
-Benim on yılda geldiğim yere, iki ayda gelmeye çalıştığın için.

Önemli olan işte bu zirve yolculuğunda yılmadan-usanmadan devam edebilmek..
Her çıkışın bir de inişi vardır. Lâkin bu inişlerimiz mutlu-huzurlu bir şekilde olsun.
Görevini tam mânâsıyla yerine getirmiş olmanın haklı gruru olarak..


Ne güzel özetlemişsiniz sevgili Gulurana. Değerli yorumunuz için ben teşekkür ederim.
Umarım bu haklı gururun tadını alırız. Her daim ;)

Sevgili Ravzahamza, yine hayatımızın her anında dikkate almamız gereken bir hususu anlatmış paylaştığınız hikaye. Çok beğendim, ilave için teşekkür ederim :)

Arada bir yağmura yakalandığımda yazdıklarımla yeniden sizlerle beraber olurum inşaallah ::)
Selam ve dua ile...

eline emeğine sağlık kardeşim..
yağmur altında mı yazıyorsun yoksa ilham yağmuru filan mı kastettiğin


yağmur altında mı yazıyorsun yoksa ilham yağmuru filan mı kastettiğin


Yağmurdan maksat 'ilham' :)
Siz de sağ olun sn Prof. Ayırdığınız vakte teşekkürler...

Benden bahsediyor Prof kardeşim ;D (gülümsetmek niyetiyle :-[)


Maddi değilde manevi zirvelerin en doruk noktasına ulaşabilmemiz duasıyla...
Kardelen...



Hem maddi hem de manevi zirvelerin doruk noktasına ulaşmak ve tüm bu zorlu yolculuk sonrasında Mevla'nın rızasını kazanmak duasıyla...

Bizlere hep maddi zirvelerin yanlışlığı anlatılır oysa yanlış olan zirve değildir, zirveye giden yolda karşılaşılan zorluklara karşı verdiğimiz mücadelede nefse yenik düşmektir. Hedef her daim Mevla'nın rızası olmalı ve bu doğrultuda zirve yolculuğuna çıkılmalı... Önemli olan karşılaştığımız zorluklara karşılık gösterdiğimiz tepkilerdir aslında...


Benden bahsediyor Prof kardeşim ;D (gülümsetmek niyetiyle :-[)


:D :D

Ayrıca Zirve ile alakalı farklı bir bakış açısı getirmişsiniz konuma. Ve ben bu bakış açısını çok beğendim.
Ama şu var ki maddi zirvelerin bir sonu oluyor. Sonu olan birşey için mücadele daha çok oluyor. Sonu bilinmeyen şeylerse (ki bu benim öngördüğüm bir şey değil. Çünkü bizim için, mücadele hususunda, en başta gelecek olan manevi zirveler olmalı) erteleniyor, önemsenmiyor, pek mücadele yapılmıyor, şimdi olmazsada sonra yaparım deniliyor...

İlginize teşekkür ederim Yağmur kardeşim ;)


Deneme Yazılarınız

MollaCami.Com