Bölümler | Kategoriler | Konular | Üye Girişi | İletişim


Belh Sultanı İbrahim Bin Ethem..!!!

Babası Edhem, Belh şehri pâdişâhıydı. KendisiŞehzâde olup, tahtta oturur, avlanmayı severdi.Her türlü imkâna sâhip, her istediğini yer, her istediğini giyer, her emri hemen yapılırdı.Bir yola çıktığı zaman, kırk altın kalkanlı asker önünden, kırk altın gürzlü asker arkasından yürürdü. O bütün bunları terk etmiş ve Allahü teâlâya gönül vermiştir.Mübârek sözleri ve kerâmetleri dilden dile dolaşmış, muhabbeti hep gönüllerde yaşamıştır. Dünyâ sultânları unutulmuş, fakat O unutulmamıştır.

Tâcını, tahtını bırakıp evliyâdan olması şöyle olmuştur:

Bir gece tahtı üzerinde uyuya kalmıştı.Gece bir gürültü ile uyandı. Tavan sallanıyordu. seslendi:

-"Kim o?"

-Damdaki, "Tanıdık biriyim, devemi kaybettim onu arıyorum" dedi.

-İbrâhim Edhem, "Hey şaşkın, ne diye damda arıyorsun? Damda deve mi olur?" deyince,

-damdaki zât, "Ey gâfil, sen Allahü teâlâyı altın taht ve süslü elbiseler içinde arıyorsun. Damda deve aramak bundan daha mı acâyib?" dedi.

Bu sözlerden sonra kalbi Allahü teâlânın aşkı ile yandı ve şimdiye kadar yaptığı bütün günahlara, hatâ ve kusurlara tövbe etti.

Oğlu ile karşılaşması

Nakledildiğine göre, memleketinden (Belh'ten) ayrıldığında geride süt emen bir oğlu kalmıştı. Çocuk büyüdü. Zengin oldu. Vâlidesine, babasını sordu.

-O da, "Baban kayboldu. Mekke'de bulunduğuna dâir bâzı haberler var." dedi.

-Oğlu; "Anneciğim, ben gidip, babamı bulmaya çalışacağım ve hizmetinde bulunacağım." dedi.

Her tarafa haber gönderip, bu sene hacca gitmek isteyenlerin kendisine gelmelerini, masraflarını kendisinin karşılayacağını bildirdi. Bunun üzerine kendisine dört bin kişi geldi. Hepsinin masraflarını karşılayıp, hem haccetme, hem de babasına kavuşmak arzusuyla yola çıktı. Kâbe-i muazzamaya varınca, orada hırka giymiş, yamalı elbiseli kimseler gördü ve onlara babasını sordu.

-Onlar; "O bizim hocamızdır, Mekke dışından, sırtında odun getirip, satar, parası ile de ekmek alıp bize verir." dediler.

Genç sahraya çıktı. Bir ihtiyarın ağır odun yüklenmiş olarak geldiğini gördü. Kendisini tâkib etti. O, pazara gidip odunları sattı. Parası ile ekmek alıp dostlarına ikrâm etti. Onlar ekmek yerken, o da namaz kılıyordu. Dostlarıyla birlikte tavaf yaparlarken, güzel yüzlü bir genç karşısına gelip durdu. İbrâhim bin Edhem ona bakıyordu. Tavafı bitirdikten sonra;
-"O gence bu kadar dikkatle bakmanızın hikmetini anlayamadık." dediler.

Buyurdu ki:
-"Ben, Belh'ten ayrılırken süt emme çağında bir çocuğum kalmıştı. Bu genç odur." O genç, "Babam benden kaçar." endişesiyle, kendisini belli etmiyor, fakat her gün gelip babasını seyrediyordu.

İbrâhim bin Edhem bir gün, dostlarından birini alıp, Belh'ten gelen hacı kâfilesinin yanına gitti. Atlastan bir çadır ortasında bir kürsü olduğunu ve oğlunun o kürsüde oturup Kur'ân-ı kerîm okuduğunu gördü.

-Genç; "Her halde, mallarınız ve çocuklarınız (sizin için) bir belâ ve imtihândır." (Tegâbün sûresi:15) meâlindeki âyet-i kerîmeyi okuyordu.

Bunu duyunca geri dönüp gitti.Yanındaki dostu, gencin yanına gitti. Kur'ân-ı kerîm okuması bittikten sonra gence;

-"Nerelisin?" dedi.
-O da "Belhliyim." deyince,
-"Kimin oğlusun?" dedi. O da;
-"İbrâhim bin Edhem'in oğluyum. Onu ilk defâ dün gördüm. Ama o muydu, değil miydi, iyice bilemiyorum. Benden uzaklaşır korkusuyla kendisine de soramadım." dedi.
-Gelen zât; "Gelin sizi onun yanına götüreyim." dedi.

Bundan sonra berâberce İbrâhim bin Edhem'in yanına geldiler. Genç, babasını görünce kendinden geçecek şekilde ağladı. Kendine geldiğinde babasına selâm verdi. Babası selâmını alıp, bağrına bastı ve;
-"Hangi dindensin?" diye sordu.
-Genç;"İslâm dînindenim." dedi. İbrâhim bin Edhem;
- "Elhamdülillah!Kur'ân-ı kerîmi de biliyorsun. Peki ilim de tahsil ettin mi?" buyurdu.
-Oğlu; "Evet!" deyince, o yine hamdetti. Oğlunu yanına alıp ellerini semâya çevirdi.
-"Yâ Rabbî! İmdâdıma yetiş!" diye yalvarmaya başladı.
-Bunu gören yakınları; "Yâ İbrâhim, ne oldu, niçin yalvarıyorsun?" diye sordular.

Onlara; "Oğlumu bağrıma basınca şefkati ve sevgisi kalbimde kaynadı. Bunun üzerine bir nidâ geldi:

"Yâ İbrâhim! Beni sevdiğini iddiâ ediyorsun. Fakat benimle berâber başkalarını da seviyorsun. Dostluğumuza ortak katıyorsun. Bir kalpte iki sevgi olur mu? Bu dostluğa sığar mı?"

Bunu işitince duâ edip;

"İzzet, ikrâm sâhibi olan Allah'ım! İmdâdıma yetiş! Eğer oğlumun muhabbeti, beni, senin sevginden alıkoyacaksa, ya benim, yâhut da onun canını al, diye duâ ettim. Duâm hemen kabûl oldu. Oğlum kucağımda can verdi." dedi.

İBRAHİM BİN ETHEM HAZRETLERİNDEN BİRKAÇ İBRETLİK KISSA

DAHA NE İSTERLER

Kendisine şöyle sordular:

Allahü teâlâ; "Ey kullarım, benden isteyiniz, kabûl ederim, veririm." (Mü'min sûresi: 60) buyuruyor.

Halbuki istiyoruz vermiyor?

Cevâben buyurdular ki:

-"Allahü teâlâyı çağırırsınız O'na itâat etmezsiniz.

Kur'ân-ı kerîmi okursunuz, gösterdiği yolda gitmezsiniz.

Cenâb-ı Hakk'ın nîmetlerinden faydalanırsınız. O'na şükretmezsiniz.

Cennet'in ibâdet edenler için olduğunu bilirsiniz, hazırlıkta bulunmazsınız.

Cehennem'i âsiler için yarattığını bilirsiniz, ondan sakınmazsınız.

Babalarınızın, dedelerinizin ne olduklarını görür, ibret almazsınız.

Ayıbınıza bakmayıp başkalarının ayıplarını araştırırsınız.

Böyle olan kimseler, üzerine taş yağmadığına, yere batmadıklarına, gökten ateş yağmadığına şükretsinler. Daha ne isterler? Duâlarının neticesi, yalnız bu olursa yetmez mi."


İŞTE GERÇEK SULTANLIK

İbrâhim bin Edhem bir gün deniz kenarında oturmuş, elbisesini dikiyordu. Memleketin vâlisi yanındakilerle birlikte oradan geçerken İbrâhim bin Edhem hazretlerinin başında durdu. Vâli onu seyrederken şöyle düşündü:

-"Bak şu dünün hükümdârına! Böyle yapmakla eline ne geçti?"

İbrâhim bin Edhem vâlinin aklından geçenleri anlamıştı. Kaldırıp iğnesini denize fırlattı.Sonra;

-"Balıklar iğnemi getirin." deyince, bir balık, ağzında İbrâhim Edhem'in denize attığı iğneyi getirdi. İbrâhim bin Edhem iğneyi balığın ağzından aldıktan sonra vâliye döndü:

-"Elime bu iğne geçti!" buyurdu.

-"Yâni; ben Allahü teâlâdan gayri olanları bırakıp, bütün varlığımla O'na döndüğüm için, bu balıkları bana hizmetçi etti ve bana bu kerâmeti verdi!" demek istedi.


NASÎHATLERİN ÖZÜ

Kendisinden bir zât nasîhat istediğinde buyurdu ki:

Altı şeyi kabûl edip yaparsan, hiçbir işin sana zarar vermez. Dünyâda ve âhirette rahat edersin. O altı şey şunlardır:

1. Günah yapacağın zaman Allahü teâlânın sana verdiği rızkı yeme.

2. O'na âsî olmak istersen, O'nun mülkünden çık. Mülkünde olup da ona isyân etmek uygun olur mu?

3. O'na isyân etmek istersen, gördüğü yerde günah yapma. Görmediği yerde yap. O'nun mülkünde olup, verdiği rızkı yiyip, gördüğü yerde günah yapmak uygun değildir.

4. Can alıcı melek, rûhunu almaya geldiği zaman tövbe edinceye kadar izin iste. O meleği kovamazsın. Şimdi kudretin var, güç kuvvetin yerinde iken tövbe et. Tövbe edilecek zaman bu zamandır. Zîrâ ölüm çok âni gelir.

5. Mezarda Münker ve Nekir ismindeki iki melek, suâl için geldiklerinde, onları kov seni imtihân etmesinler. Soran kimse; "Buna imkân yoktur." dedi. İbrâhim Edhem buyurdu ki; "Öyle ise şimdiden onlara cevap hazırla."

6. Kıyâmet günü Allahü teâlâ; "Günâhı olanlar Cehennem'e gitsin." diye emir edince ben gitmem de. Soran kimse dedi ki: "Bu sözümü dinlemezler." Nasîhatları dinleyen kimse tövbe etti ve ölünceye kadar tövbesinden vazgeçmedi.

Hz.Allah razi olsun.Ellerinize saglik..
Kissalardan birini okuyunca aklima su geldi.
birseyimizi kaybedince, Ibrahim ethem
kurkunu dikem
eger o seyimi bulursam
1 fatiha 3 ihlasi serif hediye edem.
derdik o seyi bulunca 1 fatiha 3 ihlas i serif okurduk.
acaba igneyi denize atip baliklarin ona getirmesi kerameti verildigi icin mi boyle yapiyoruz?

arkadaşlarım ikinizin de elinize sağlık...
çok faydalı olmuş....


İz Bırakanlar (İslâm Büyükleri)

MollaCami.Com