Bölümler | Kategoriler | Konular | Üye Girişi | İletişim


İslam öncesi Araplar

İSLAM ÖNCESİ ARABİSTAN VE ARAPLAR

Arabistan İslâm Dini'nin beşiği ve İslâm devletlerinin menbaı olduğuiçin, bu ülkenin coğrafi yapısı ve buralarda yaşayan halkın İslâm'danönceki dinî, ictimaî ve siyasî durumları hakkında bir miktar bilgiedinmemiz gerekir.

Eski Arap tarihi, iki sebepten dolayı neredeyse gizli kalmıştır: Siyasî birliğin olmayışı ve okuma-yazmanın bilinmemesi.

Arapların ekserisi, muhtelif bölgelerde, birbirinden ayrı, karşılıklınefret ve düşmanlık duyguları içinde, bedevî ve göçebe olarakyaşarlardı. Onları birleştiren bir vahdet ve kuvvetli bir hükümdaryoktu.

Ayrıca Arapların ekserisi ümmî (okuma-yazma bilmez) idiler. Bu sebeplearalarında cereyan eden hadiseleri kayda geçirmediler. Tarihîhadiseleri kayda geçirme faaliyeti, ancak Emevîlerin son dönemlerindebaşlamıştır. Araplar bu dönemden önce tarihî bilgilerinde kulaktankulağa nakille iktifa ederlerdi. Ancak, haberleri, zamanımıza kadarulaşan kitabelere kaydedilmiş olan Sebe ve Main gibi yarımadanın uçnoktalarında kurulan bazı devletler bundan müstesnadır.

"Arab" kelimesini incelemiş olan Noeldeke şöyle diyor: "Arabkelimesinin lügat manası çöl demektir. Nitekim (Arabia) kelimesininmanası da, Arap Yarımadası sahrası ile Suriye ile Sina Yarımadası'nıntümünü ihata eder."

Yunanca eserlerde "Arab" ve "Arabia" kelimelerine rastlanılmaktadır.Heredot'un Arabistan ve Filistin ile Mısır arasında bulunan bölgehakkında geniş malumatı vardır. Sokrat'ın talebesi Xenophen gibiHeredot'un muasırı olan tarihçiler, "arab" lafzını inceleyip bukelimenin özellikle Arap Yarımadası sahrası için kullanıldığını, "arab"kelimesinin de çok eskiden "bedevîler" karşılığı olarak kullanılmışolduğunu bildirmişlerdir.

Tarihçiler, Sâmîlerin anayurdu hakkında ihtilâf etmişlerdir. Bunlarınilk vatanı Arabistan mıdır; Yoksa Afrika'dan mı buraya göç etmişlerdir?Ya da Mezopotamya'dan mı gelmişlerdir? Tevrat ehli, "İnsanlığın beşiğiiki nehir arasıdır (Mezopotamya). Yeryüzüne buradan yayılmışlardır.Sâmi kavimlerden Irak'ta Asurlular ve Bâbilliler; Şam bölgesindeArâmîler, Suriye sahillerinde Fenikeliler; Filistin'de İbrânîler,Cezîretü'l-Arab'da Araplar ve Habeşistan'da da Etiyopyalılaryerleşmişlerdir" demektedir. Onlar bu hususta Tevrat'ın verdiğibilgilere dayanırlar. Asrımız âlimlerinden bu görüşü kabul edenler çokazdır.

Bazı müsteşrikler, Sâmîlerin ilk vatanının Afrika'da olduğunu kabulederler. Bunlar, Arap ülkeleri ile Habeş ülkelerinin coğrafîyakınlığını ve bu bölgeler halklarının dillerinin birbirine benzemesinigöz önünde bulundurarak Sâmîlerin beşiğinin Habeşistan olduğunusavunurlar. Diğer bir grup Sâmîlerin anayurdunun Arap Yarımadasıolduğunu ve İslâm'ın ilk dönemlerinde olduğu gibi, yeryüzüne buradanyayıldıklarını kabul eder. Bir başka grup ise, Sâmîlerin Fırat'ıngüneyinden diğer bölgelere dağıldıkları görüşündedirler. Bu görüşlerisavunanların her birinin coğrafî, iktisadî, ırkî veya lügavî delillerivardır. Yine müsteşriklerden Sâmîlerin ilk vatanlarınınBâdiyetü'ş-Şam'dan Necid'e doğru uzanan bölge olduğunu kabul edenler debulunmaktadır.

İlim adamları, günümüze kadar Sâmîlerin anayurdu hakkında kesin birgörüşe varamamışlardır. Onlar bu konuda son kanaate ulaşmak için, Sâmîkavimlerin meydana getirdiği çeşitli medeniyetleri ve bu kavimlerinyaşadığı bölgeleri araştırmak, lisanların birini diğeriyle mukayese veonların bıraktıkları tarihî eserleri incelemek suretiyle çaba ve gayretsarf etmektedirler.

Arap Yarımadası sâkinlerinin hayatını simgeleyen en önemli özellik,beldelerinde elde edemedikleri hayat imkânlarından faydalanmak için,Yarımada'nın verimli taraflarına devamlı göç halinde olmalarıdır. Bubölgeleri yağmalamak maksadıyla savaş yaparlardı. Bu hususta Noeldekeşöyle diyor: "Arabistan'a komşu Bizans vilâyetlerinin halkı, yağma vekavgada aşırılıkları sebebiyle veya onları kendilerine ağır bir yükkabul ettikleri için yağmacı Araplara (Saracens) adını vermişlerdir.Sonra bu tabir o bölgedeki bedevîler için, daha sonra ise Araplarıntamamı hatta ayırım yapılmaksızın bütün Müslümanlar için, nihayet bu daaşılarak, istisnasız tüm doğulular için bir sıfat olarak kullanılmıştır.

Mesûdî, bu kelimenin kökü hakkındaki görüşünü, makul bir açıklama iledelillendirmiştir. Ö şöyle diyor: "İmparator Nikafor, Rumların,Sara'nın cariyesi olan Hacer ve oğlu İsmail'e kızgınlıklarından dolayıArapları (Sârâkînus) olarak isimlendirmelerini (bu kelimenin manası,Sara'nın köleleri'dir) yakışıksız buldu. Ve "onların Sara'nın köleleridiye isimlendirilmesi doğru değildir" dedi. Rumlar, bu vakte kadarArapları (Sârâkînûs) olarak isimlendirirlerdi.”

Mes'ûdî'nin verdiği "Sârâkînûs" lafzının Yunanca "Saraki¬nos"kelimesinden tahrif edilmiş olduğu görülmektedir. Mesai arkadaşım,Kahire Üniversitesi Edebiyat Fakültesi sabık Eski AraştırmalarProfesörü D. L. Drew, bu isimlendirme üzerinde Yunan ve Lâtinkaynaklarında geçtiği şekliyle güzel bir yorum ile bana yardımcı olduve şöyle yazdı:
1. Tarihçi Ammianus Marcellinus, "Scenitae, yani Araplar çadırlardayaşayanlar veya göçebelerdir. Bu isim, (Sarraceni) şekline dönüşmüştür"demektedir.
2. Milâdî I. asır edebiyatında kullanılmış olan sarakinos kelimesiniYunan tarihçileri zikrederler. Buradan, bu kelimenin, Suriye veÜrdün'ün doğu tarafları, ya da Sina Yarımadası'nda oturan halkın ismiolduğu anlaşılmaktadır. Sonra tarihçiler bu kelimenin kapsamınıgenişlettiler; hatta bütün doğulular için kullandılar. Ortaçağda ise,Sarakinos kelimesinin tahrif edilmiş şekli "Sarcens" bütün İslâmâlemine verilen isim oldu.

"Taits" lafzı da bu şekilde Arapların tümüne verilen bir isimdir. Buisim onlara Bâbil ve Ruha (Edessa) halkından Süryanîler vermiştir.Muhtemelen bu lafızla, Necid'in kuzeybatısında, Medine'ye yakın Selmâve Ecâ isimli iki dağda ikamet eden Tayy kabilesi kasdedilmiştir. Sonraonlar değişik istikametlerde, memleketlerini terkederek etrafadağılmışlardır.

Arabistan, Asya kıt'asının güneybatı kısmında olup, üç yönden su ileçevrilmiş bir yarımadadır. Bu sular Kızıldeniz, Hint Okyanusu ve FarsKörfezi'dir. Araplar ülkelerini "Cezîretü'l-Arab" diye isimlendirirler.

Arabistan bütünüyle çöllüktür. Lâkin ziraata elverişli olmayan ve hiçsu bulunmayan çöller gibi değildir. Yarımadada yer yer kum yığınıtepeler, büyük ve küçük dağlar, derin çukurlar ve yüksek bölgeler olmaküzere birbirlerinden farklı tabîî konumlar görülür.

Eski coğrafyacılar, Arapların oturduğu bölgeleri üçe ayırırlar:
1-Arabia Petrix (veya Batlamyus'un isimlendirdiği gibi Petraea):Bâdiyetü'ş-Şam'ın güneybatısında kalan ve merkezi Petra olan bölgedir.

2-Arabia Deserta: Bu isim sadece Bâdiyetü'ş-Şam, sonra da genelliklekurak olduğu için, bazılarınca tüm Arabistan için kullanılmıştır.

3-Arabia Felix: Burası da Sebe ve Ma'în medeniyetlerinin kurulduğubölgeler olan (el-Bilâdü's-Sa'îde = Mutlu ülkeler) veya(el-Ardu'l-Hadrâ= Yeşil yurt) diye isimlendirilen Yemen ve civarıdır

Arap coğrafyacılar ise Arabistan Yarımadası'nı tabîî durumuna göre beş bölgeye ayırırlar.
1-Tihame: Yenbu’dan, Yemen’de Necran'a kadar, Kızıldeniz'e paraleluzanan basık bölgedir. Sıcaklarının şiddetli, rüzgârının ise sâkinolması sebebiyle bu ismi almıştır. Bu kelime havaların çok sıcaklığı verüzgârın durgunluğunu belirten "et-tehem" kökündendir.
Arazisinin Necid'den daha alçak olması sebebiyle buraya aynı zamanda "el-Ğavr" ismi de verilir.

2-Hicaz: Yemen'in kuzeyinde, Tihâme'nin doğusunda yer alan Hicazbölgesi, Şam'dan, Yemen bölgesinde Necran'a kadar uzanan Seratsıradağlarını yer yer kesen birkaç vadiden meydana gelir.
Gustaw Le Bon bu bölgeyi şöyle tanıtır: "Kızıldeniz paralelindekuzeydeki düzlük bölgenin orta kısmında yer alan kumluk ve dağlıkarazidir. Burada Mekke ve Medine mukaddes şehirleri yer almaktadır.Necid ve Tihâme'yi birbirinden ayırdığı için Hicâz adını alır.

3-Necid: Yüksek bir bölge olduğu için Necid (yüksek yer) adıverilmiştir. Güneyde Yemen, kuzeyde Bâdiyetü's-Semâve ve Arûd ile Iraksınırlarına kadar uzanan kesimdir.

4-Yemen: Necid bölgesinden, güneyde Hint Okyanusu, batıda Kızıldeniz'ekadar uzanır. Doğusunda Hadramevt, Şihr ve Umman yer alır. GüneyArabistan'da, Yemen ve Hadramevt bölgeleri sık sık iç savaşlar veiktidar kavgalarına sahne olmuştur. Me'rib şehrini kuran, Gumdân veZafer saraylarını inşa eden, Mısır'daki Assuan barajına benzeyen Me'ribseddini yapan Tebabia sülalesi bu savaşlar yüzünden yok olup gitmiştir.

5-Arûd: Yemâme, Umman ve Bahreyn'i içine alır. Yemen, Necid ve Irakbölgelerinin ortasında yükseldiği için buraya "Arûd" denilmiştir.

Umman ve Bahreyn, iki sebeple, diğer Arap ülkelerinden ayrılır. Birincisebep tabîî yapısıdır ki, burada iki ülkeyi diğer Arap ülkelerindenayıran çöllerin, geniş çorak arazilerin ve ıssız kurak sahralarınmevcudiyetidir. İkinci sebep ise siyasîdir. Bu da, bölge halkının Farsegemenliğine boyun eğmiş olmasıdır.

Hell şöyle der: "Arap ülkelerinin ekinsiz, susuz ve bitkisiz çöllerdenibaret olduğunu iddia eden görüşün tahrik ettiği yanlış anlayış zailolmuştur. Zira Arap ülkelerini fizikî bakımdan incelediğimizde, onlarınsadece bitki ve ekin vermeyen çöllerden ibaret olmadıklarını görürüz.Arap yarımadası binlerce seneden beri ziraat yapılan ve son derece bolürün veren arazi parçalarını ihtiva etmektedir. Bu arazilerde,oturanlarla şenlenmiş, mâmûr köy ve şehirler vardır.”

Bu bereketli topraklar, genellikle Arap Yarımadası'nın sahilleriboyunca uzanmaktadır. Güney batıda bulunan Yemen'e, yukarıda geçtiğigibi, eskiler yeşil yurt "el-Ardu'l-Hadrâ" derlerdi. Güneyde ise,geçmiş zamanlarda çok kullanılan buhurun vatanı Hadramevt bulunuyor.Doğuda, Fars körfezi kıyılarında "Ahsâ" denilen bereketli bölge vardırki, az bir miktarı hariç, arazisinin tümü ziraata elverişlidir. Batısahillerine gelince, burası çeşitli tepeler ve kum yığınları tarafındankesilen sert arazi parçalarından meydana gelir; ancak vadi vemeralarıyla temayüz eder. Buranın durumu geçmiş zamanlarda bugünkündendaha iyi idi. Arabistan'ın ortasındaki yüksek arazi kesimi ise, Necidile bu yüksek bölgeyi yer yer kesip geçen yüksek dağlar, uzun vadiler,cins Arap atlarının yetiştirildiği geniş düzlükler ve güney doğudabulunan Yemâme'den meydana gelmektedir. Bu bölgeler milâdî altıncı veyedinci asırlarda bolluk ve bereket bakımından Avrupa'nın bugünkübereketli topraklarından daha az verimli değildi. Bilâkis birçokbölgede verim oranı bu miktardan daha fazlaydı.

Sédillot, Hicaz bölgesini tanıtırken şöyle der: "Hicaz bölgesi Arapşehirlerinin çoğunu ve sonradan Medine diye isimlendirilen Yesribşehrini içine aldığı için, insanları diğer bölgelerden daha fazlacezbetmiş ve kendisine çekmiştir. Hicaz bölgesinde yer yer kum tepelerive kabilelerin yerleşme merkezleri olan bitkisi bol yüksek yaylalarvardır. Bu yüksek tepelerin çevresinde köy ve kasabalar yer alır. Butepeler düşman hücumlarına karşı onları koruyan sağlam kalelerdir.Alçak bölgelerde hububat ve hayvan yemi olarak kullanılan bazı bitkileryetişmektedir. Burada birçok su kaynağı da mevcuttur. Bu yüksekyaylaların batı tarafında Mekkelilerin bahçesi ve sayfiye yeri sayılanTaif şehri yer almaktadır.

Arap Yarımadası'nın orta kesimi ise, güneyde kurak, kumsal ovalar,kuzeyde taşlık araziden meydana gelmektedir. Kurak bölgelerin dağlıkkesimlerinde halkın ziraatla uğraşmasına elverişli, sulak yerler devardır. Afrika çölünde olduğu gibi, buralarda da köy ve şehirlermevcuttur.

Avrupalılardan Arap Yarımadası'nın durumunu ilk defa inceleyen ve onutam olarak tanıtan, 18621863 yıllarında Arap Yarımadası'nı dolaşmışolan İngiliz seyyahı Palgrave'dir. Girişinde, bölgenin en büyükyerleşim merkezi Riyad'ın bulunduğu Necid'i, ıssız ve geniş bir ovaolarak tanıtan ve Riyad şehrini ilk defa ziyaret eden İngiliz seyyahıda yine Palgrave olmuştur. O'na göre Riyad, kare plânlı olup, yüksekburçlarıyla sağlam savunma surları, şehri bir taç gibi çevrelemiştir.Burada Faysal Köşkü diye bilinen, muhteşem krallık sarayı bütünazametiyle görülmektedir.

Palgrave'nin ziyaret ettiği bölgelerden biri de Fars Körfezi sahilindebulunan Ahsâ'dır. Burayı da Riyad gibi çok beğenmiş ve bölgenincazibeli tabîî manzarası onu büyülemiştir. Arap ülkeleri içerisinde eniyi hurma ağacının burada olduğunu zikretmiş ve meşhur, "Hecer'e hurmagötürülmez" Arap darbımeseli ile de övmüştür. Palgrave ayrıca Kuveytile Katif'i de tanıtmıştır.

Arabistan'da çeşitli yükseklik ve özellikte çok sayıda dağlarmevcuttur. Volkanik dağlar, uçsuz bucaksız geniş kum çölleri vardır.Sellerin meydana getirdiği vadiler, bu dağları yer yer kesmektedir. Buvadilere yakın olan arazilerin toprağı bereketli olup, arazilerinürünlerine bağlı olarak hayatlarını devam ettiren halkın yerleşmesineelverişlidir. Bu verimli topraklarda su ihtiyaçlarını karşılarlar,meralarda ise hayvanlarını otlatırlardı. Bu vadilerden uzak olanbölgeler ise, ıssız, su ve bitkiden mahrum olup yerleşmeye elverişlideğildir. Arabistan'daki vadilerin en büyüğü, verimi bol olduğuyıllarda Araplara bereket getiren Dehnâ vadisidir. Ne var ki buranınsularından tam olarak istifade etmek kolay değildir. Zira, bölge kumlukolduğu için, suların çoğu kumlarda yok olup gider. Hayatlarını yağmurabağlı olarak sürdüren kabilelerin durumları da yağmur yağmayıncafenalaşırdı. Bununla beraber Araplar, devamlı olarak su bulunanbölgelere göç ettikleri için, bir yerde karar kılıp kaldıkları çok azolmuştur.

Bir de Arabistan'da Arapların "Ahsâ" diye isimlendirdikleri sularvardır. "Ahsâ" kelimesi, "hasa", kelimesinin çoğulu olup, üstü kumluk,altı sert olan yere denilir. Yağmur yağdığında, bu sert tabaka, sularınyerin derinliklerine çekilmesini engeller.

Bu vâdîlerin suları yarımadanın ihtiyacını karşılamadığı için, ülkedegenellikle kuraklık hakimdir. Zira suların çoğu toprağın derinliklerineçekilir. Bu sulardan ancak teknikle faydalanmak mümkündür ki, Araplarında bu hususta bilgileri yoktu. Ancak Yemen bölgesinin halkı, bu husustamaharet sahibi olup vadilerin sularını koruyabiliyorlardı. Onlar, subiriktirip ihtiyaç ânında faydalanmak için meşhur Me'rib seddini(barajını) yaptılar. Bu set, Kur'ân-ı Kerîm'in Sebe' sûresindezikredilen "Arim" seddidir.

Bazı kimseler, bu çöllerde geçim temininin mümkün olmayacağınısanırlar. Halbuki durum tam bunun zıddıdır. Çünkü burasının havası,yurtlarının tabîî durumunun kendilerine yüklemiş olduğu güçlüklerekatlanan, hastalıktan uzak, sağlam ve güçlü insanların yaşamasınaelverişlidir. Arabistan'da yağmur çok azdır veya hiç yoktur. AncakYemen bölgesini bu hükmün dışında tutmak gerekir. Burası, güneybatıdaneserek dağlara doğru tırmanan mevsimlik rüzgârlar sebebiyle bol yağmuralmakta ve yağmur bakımından Arabistan'ın en zengin bölgesisayılmaktadır. Dağların güney eteklerine yağan yağmur suları aşağılaraakar, sonra da kuyu şeklindeki bazı çukurlarda toplanır.

Arabistan haritasına baktığımız zaman orada iki ayrı çöl görürüz.Bunlardan birisi Necid yaylasının kuzeyindedir. Buna "Nufûd" denilir.Bu çöl Filistin'in güneyine kadar uzanır. Kum tepelerinden ve butepeleri birbirinden ayıran susuz, derin vadilerden meydanagelmektedir. Geçilmesi güç olmakla beraber, Nufûd çölünü yaklaşık kırksaatte doğudan batıya katetmek mümkündür.

İkinci çöl ise, Arap Yarımadası'nın güney doğusunda ve Hadramevt'inkuzeyinde yer almaktadır. Buraya "Bâdiyetü'l-Ahkâf" veya"el-Rub'u'l-Hâlî" denilir. Burası kuzey çölünden daha şiddetli ve dahakuraktır. Bedevilerin bizzat kendileri ve seyyahlar da dahil, bu çölühiç kimse geçememiştir.

Arabistan'da bunların dışında ziraata elverişli araziler ve Dârâtdenilen yerleşmeye müsait vahalar vardır. Bu bölgelerin tabiatşartları, halkına canlılık ve hafiflik kazandırmıştır. Özelliklebedeviler böyledir. Zira bedeviler çok zaman, hassaten subulunmadığında, ziraatla iştigal etmezlerdi. Bu durum onlarıhayvancılığa, özellikle deve beslemeye mecbur etmişti. Hayvanlarınetlerini yer, sütlerini içer, yünlerinden de kazanç sağlarlardı.Bulundukları yerde sular kuruyunca, taşınmak istedikleri yere giderkenveya ticaret için herhangi bir tarafa yolculuklarında eşyalarını yinebu hayvanlarla taşırlardı.



Prof. Dr. Hasan İbrahim Hasan
Kahire Üniversitesi İslam Tarihi ve Medeniyeti Öğretim Üyesi (Merhum)


İslam Tarihi

MollaCami.Com